Bir insan varmış gibi karşınızdaki hayvanla konuşmak, dışardan bakanlar için tuhaf gelebilir. Oysa sıradan bir şeydir. Bugün de evcil hayvanlarla konuşmuyor muyuz? Boş ver evde beslediklerimizi, yem verirken tavukla culukla konuşulmaz mı? Sularken mesela, danalarla iki çift laf etmek yok mu?...
Normal bir insanla konuşur gibi derin mevzulara girecek değilsin tabi ki... Hatta konuşma dilimizdeki sözleri de söylemek gerekmez. Bir hayvana söyleneceklerin anlamlı olması da gerekmez. Önemli olan ağzından çıkan sesin hayvan tarafından algılanması ve senin istediğini yerine getirmesidir. Hayvanla iletişim ancak bu kadar olur; o söylediğimiz seslere de ünlem deriz. Sesimizin tonuna göre hayvan, anlayacağını anlar...
Çocukluğumun Anıtkaya'sındaki hayvanları çağırma ünlemlerini düşündüm; o zamanlar gayet sıradan gelen şeyler, kırk yıllık mesafeden bakınca çok ilginç görünüyor...
Elinde yem kabıyla ortaya çıktığında, sağdan soldan koşturan tavuklar etrafına toplanmaya başlar. Her şeye rağmen durumdan haberdar olmayan serseri ruhlu tavuklar için alrma ihtiyaç vardır.
- Gee! Dik! Dik! Dik! Dik!... Gee! Cik! Cik! Cik! Cik!... Gee! Cü! Cü! Cü!... Bu alarmı duyan tavuk, horuz iki eli kanda olsa yetişir... Sepilenen yemleri iki dakikada toplayan tavuk ahalisinin her biri tekrar işinin başına dönüp eşinmeye devam eder... Alarm merkezinde 'dikdik cikcik'lerden önce 'gelin' manasına gelen o 'Gee'yi niye başa koyardık, bilmiyorum. O olmasa tavuklar yine de koşar gelirdi herhal...
Tavukların orada bulunmasını istemiyorsan bu sefer sertçe 'kişt!' dersin. Canın çok sıkkınsa sesinin tonu iyice yükselir ve ağzından çıkan ses 'kişe!'ye dönüşür. Esasında bu bir fiildir, adına da 'kişelemek' denir... 'Kimin tavuğuna kişt demişim?' mecazı buraya dayanıyor... Tavuğu çağırırken ayrı, çevirirken ayrı, kovalarken ayrı söz kullanıyorsun...
Taka Nuri rahmetli, yüzüne konan sineği bir eliyle ürkütürken, bir yandan da 'kişe heyy!' diye söylenirdi... Yok, bu kuru kuruya söylenme değil, 'Len bunca işin arasında bir de sizinle mi uğraşacağım!' yakınmasıydı. Manzarayı düşün; İki parmağının arasında sigara sıkıştırılmış sol avucunu masa üstündeki domino taşlarına siper etmişsin. Rakibin sert, sağ elinle yerden taş çekiyorsun. O kadar bunalmışsın ki yandaki çay buz olmuş... Sence de bu durumda 'kişe heyy!' az bile değil mi...
Çağırdığın hayvanlar kaz ise dikdikler işe yaramayabilir. Badi! Badi! Badi! dediğinde kazlar toplanıyor. Tıslayarak veya tuhaf gırtlaklarıyla gıgılayarak geliyorlar; ama tavuklar kadar hızlı değiller ve tavuğa göre daha sırnaşık oluyorlar... Onları kovmak için de yine aynı ünlemi kullanıyorsun: Badi!.. Yalnız bu sefer tek 'Badi!' çıkıyor ağzından, çok sert bir 'badi!' bu... İlk hecede vurguyu kaz hemen anlıyor ve derhal uzaklaşıyor oradan... 'Kaz kafalı' filan derler ya, sen bakma onlara... Hayvan senin kullandığın tek kelimeden ne manalar çıkarıp gereğini yapıyor...
Kümesten çıkıp dama girdiğimizde inekler, danalar, düveler... Yürürtüp sürmek için 'Ho!' diye sesleniyor, yönünü değiştirmek çevirmek içinse 'dü!' deniliyor. Elbette hayvan bu seslenişlerin ne demek olduğunu gayet iyi biliyor. Bu yüzden 'dü demek' diye bir fiil geliştirilmiş, malları çevirmek anlamında kullanılıyor. Yalnız arazide böyle dümdüz 'dü' denilmiyor. Kelimenin sonuna dudaklar pafıldatılarak bir kaç tane b sesi ekleniyor... Yazması zor, ama deneyelim; 'dübvbvbvb!' gibi bir ses çıkararak o hayvanlara dü demiş oluyorsun.
O sesi çıkararak hayvanlara dü demek, herkes için kolay olmayabilir. Mayıstan itibaren kavurucu sıcaklara bazı dudaklar dayanamıyor, hemen yalama oluyor. Yalama, uçuk gibi bir çeşit dudak rahatsızlığı. Yalama Şükrü'ye bu lakap takılmasının sebebi de bu... Ondan Başka Yörüklerin Habeş ve Paşanın Ömer de yaz aylarında yalama hastalığından muzdarip olurmuş. Ekşi, tuzlu, soğuk, sıcak... istediğini yiyemiyorsun, dudağın sızlıyor. Çekirdeğini pırtlatarak domates ısıramıyorsun mesela... Hatta rahat rahat konuşamıyorsun bile... Alt üst dudak birbirine değdiğinde müthiş bir sızlama. Ağız tadıyla hayvanlara 'dübvbvbvb!' bile diyemiyorsun...
Yazması zor bir ünlem de atlar için söylenirdi. Aslında beygirleri durdurmak için yapılacak işlem basit; terbiyeleri çekerken 'Biiişşş!' diyorsun onlar duruyor zaten. Arabayı çekerken durup dinlenme fırsatını niye kaçırsın ki hayvan, 'Biiişşş!' sesini duyunca anında duruyor... Ama olur mu, illa artistlik yapacağız ya tuhaf bir şey söylerdik 'duurbbisss!' gibi bir şeydi. Hayret, hayvan o komutu da dinler, zınk diye dururdu.... Atları ve tayları çağırma sesi bana pek eğlenceli görünürdü. Sahibi 'Gah! gah! gah!' diye çağırdığında onlar da gelirdi. Artık bu gahgah'ları nasıl anlıyorlarsa...
Eşeği durdurmak için 'çüşş!' demek yeterlidir. Eşek de olsa hayvana kabalık etmez, durması gerektiği yerde çüşş derdik. Bugün argoda çokça kullanılıyor bu kelime, insanlar birbirlerine öyle diyorlar... Biz sadece eşeklere söylerdik ve katiyyen hakaret anlamı gütmezdik... Eşeği çevirmek için de 'kırt!' derdik. Ona kızgınlığımızı da belirtmek istersek, tonlamayı değiştirir ve kelimeyi biraz uzatırdık: 'kıırrt!'... Her şeye rağmen söz dinlemediyse değneği burnuna dokundurmuş olabilirim... Ama genelde normal bir eşek kırt deyince uzaklaşır...
Macur Ali'ye denk gelen normal bir eşek değilmiş demek ki. Rahmetli, harmanı savurup çeci yığmış... Denenin başına bir şey gelmesin diye çecin başında yatıyor o gece... Bir ara kalkmış, bir eşek... Bir kaç kere kırt demiş, gitmemiş hayvan. Kütür kütür arpa var, iki üç sert 'kıırrrt!'a pabuç mu bıraksın... Ama Macur Ali ondan daha inatçı, tutmuş bunu; sabaha kadar 200 demir deneyi eve taşıtmış sırtında... Beş demirlik bir talisi atsa eşeğin sırtına her seferinde, sabaha kadar 40-50 kere gelip gitmiş harmandan eve... Eşşekcağız, ne yiyebildiyse boğazına cizmiş yani...
At, eşek, öküz, manda... Bunları koşumda veya binekte yürütmek ve sürmek için de 'deeeeh!' deniliyor. Bazan bu 'deha!' veya 'dehaha!' gibi değişik biçimlere de bürünebilir. Deh demek, hayvanı yürütmek anlamında fiile dönüşmüş. Anıtkaya'da ise 'datdemek' ve 'datdevemek' gibi değişik anlamlar kazandığından söz etmiştik...
Öküzleri durdurma ünlemini unuttuk. 'Dooha!' deyince öküzler duruyordu. Arabada, düğende ve çiftte bu böyleydi... Yalnız düğen sürerken hayvanları durdurmak için 'dooha!' komutunu verirken, örendirenin götünü düğene tak tak diye vurduklarını hatırlıyorum. Herhalde o öküzler öyle alıştırılmıştı... Yeni nesilin dilinde pelesenk olan 'oha!' ünlemi, bizim öküz durdurma sözünden bozma olmalı. Vallahi ne yalan söyleyeyim; vara yoğa söyledikleri bu 'oha!'lar , bizim öküzlere dediğimiz 'doha!'dan daha sevimsiz geliyor...
Köpekleri, onların büyüklüğüne göre 'mah! mah! mah!'... 'bah! bah! bah!'... 'gıdik! gıdik! gıdik!'... 'bırik! bırik! bırik!' gibi seslenişlerle çağırabilirsiniz. Nasıl alıştırıldıysa ona göre bu seslenişlerden birini duyunca köpek mutlaka gelir. Sokak köpekleri genellikle 'mah! mah! mah!' sesine koşar, alacağını aldıktan sonra çeker gider... Onları kovmak için ise 'oşt!' dersin gider... Gitmelidir, olmazsa taşa başvurursun. Bununla beraber 'get!' diye daha yumuşak; 'tet!' diye orta kıvamda kovma seslenmeleri de vardır... Bir de 'kısgırmak' var... Anıtkaya'ya özel bu fiil 'kıs! kıs! kıs!' sesinden türetilmiş. Bu, köpeğe 'saldır, ısır, boğ' gibi manalara gelen bir tür emirdir; emri duyan azgın köpek, karşıda kim varsa (insan, hayvan) ona saldırır... Normal insanlardan beklenen bir ünlem değildir bu 'kıs! kıs! kıs!'lar...
Kediler nispeten daha sevimli hayvanlar olduğu için belki onlara nezaket kuralları çerçevesinde seslenilir. 'Pisi! pisi! pisi!'... 'Pisem! pisem! pisem!' Bunlar çağırma ve sevme sözcükleri... İstenmeyen şeyler yapıyorsa kovalaman gerekir. O zaman nezaket işe yaramaz, olanca haşinliğini sesine yansıtarak 'pisssst!' diye haykırırsın...
Haykırmak sözcüğünün anlamını tek başına 'keçeaayyyt!' ünleminde bulabilirsin. Bu, istenmeyen tarafa yönelmiş keçiyi çevirme seslenmesidir. Bu sesi duyan halberi keçi ziyana gidebilir mi... Keçi kelimesi çekilmiş, uzatılmış, şişirilmiş ve bu hale gelmiş. Yalnızsanız bu kelimeyi telaffuz etmeye çalışın, çok eğlencelidir... Koyunu çevirme ve sürme ünlemi keçiye göre daha sakin ve yumuşak; 'yiissst! çık! çık! çık!'... 'yiissst! çık! çık! çık!'...
Haşinlik deyince, şiddet, öfke bir yana... Başta söylediğimiz gibi hayvanlarını kendinin bir parçası gibi görür, onlara insan muamelesi yapmaktan da çekinmezdi... O kadar ki onları evladı gibi görürdü. 'Dur kızım' 'dur oğlum' diye sevgi ve şefkat yüklü sesiyle onları sakinleştirmeye çalıştığı da bir başka gerçektir... Nallama, tarama, yarayı tımar etme, sağma, kırkma, yıkama ve bunlar gibi işlemlerde hayvanın rahat durması için bu şefkatli sese ihtiyaç var...
Bazen hayvanlarla ilişkilerde resmiyet gerekebilir. O zaman onlara cins ismiyle hitap edersin; inek, dana, malak, koyun, eşek, culuk, kedi gibi... İşin içinde resmiyet olduğuna göre, hayvan orada istenmiyordur. Yani işin içinde kibarca kovma var; 'Kırt!' demiyorsun da 'eşek!' diyorsun; hayvan gidiyor... Gider mi gerçekten bilmem; İresil Hoca merhum öyle yaparmış. Ördeğe 'ördek!' dermiş mesela, kediye 'kedi!'... Horozun gitmesini istediğinde 'horuz!' dermiş... Belki de 'pissst!' demenin hayvancağıza kötü muamele olduğunu düşündüğünden onu 'kedi!' diye kovmayı daha insani buluyordu....
Hayvanlarla iletişimimizde bunların çoğuna hala başvuruyor olabiliriz. Lakin bir kısmının yıllar öncesinin Anıtkaya'sında kaldığını kabul etmek zorundayız...