21 Aralık 2022

Keçeaayyt!

    
    İster koşum hayvanı olsun isterse kümes hayvanı... Yahut sütü, eti, yünü için baktığı koyun sürüleri, sağmal inekleri... Her türlü hayvanı kendinden biri gibi bilirdi eskiler. Tarlasıyla helalleşen, ağaçlarla konuşan, çiçeklerle muhabbet eden, mahsulüyle dertleşen bu insanların hayvanlara başka türlü davranması beklenemezdi elbette... Her zaman onlarla iletişim halinde olmak zorundaydı zaten...

    Bir insan varmış gibi karşınızdaki hayvanla konuşmak, dışardan bakanlar için tuhaf gelebilir. Oysa sıradan bir şeydir. Bugün de evcil hayvanlarla konuşmuyor muyuz? Boş ver evde beslediklerimizi, yem verirken tavukla culukla konuşulmaz mı? Sularken mesela, danalarla iki çift laf etmek yok mu?...

    Normal bir insanla konuşur gibi derin mevzulara girecek değilsin tabi ki... Hatta konuşma dilimizdeki sözleri de söylemek gerekmez. Bir hayvana söyleneceklerin anlamlı olması da gerekmez. Önemli olan ağzından çıkan sesin hayvan tarafından algılanması ve senin istediğini yerine getirmesidir. Hayvanla iletişim ancak bu kadar olur; o söylediğimiz seslere de ünlem deriz. Sesimizin tonuna göre hayvan, anlayacağını anlar... 

    Çocukluğumun Anıtkaya'sındaki hayvanları çağırma ünlemlerini düşündüm; o zamanlar gayet sıradan gelen şeyler, kırk yıllık mesafeden bakınca çok ilginç görünüyor... 

    Elinde yem kabıyla ortaya çıktığında, sağdan soldan koşturan tavuklar etrafına toplanmaya başlar. Her şeye rağmen durumdan haberdar olmayan serseri ruhlu tavuklar için alrma ihtiyaç vardır.  

    - Gee! Dik! Dik! Dik! Dik!... Gee! Cik! Cik! Cik! Cik!... Gee! Cü! Cü! Cü!... Bu alarmı     duyan tavuk, horuz iki eli kanda olsa yetişir... Sepilenen yemleri iki dakikada toplayan tavuk ahalisinin her biri tekrar işinin başına dönüp eşinmeye devam eder... Alarm merkezinde 'dikdik cikcik'lerden önce 'gelin' manasına gelen o 'Gee'yi niye başa koyardık, bilmiyorum. O olmasa tavuklar yine de koşar gelirdi herhal... 

    Tavukların orada bulunmasını istemiyorsan bu sefer sertçe 'kişt!' dersin. Canın çok sıkkınsa sesinin tonu iyice yükselir ve ağzından çıkan ses 'kişe!'ye dönüşür. Esasında bu bir fiildir, adına da 'kişelemek' denir... 'Kimin tavuğuna kişt demişim?' mecazı buraya dayanıyor... Tavuğu çağırırken ayrı, çevirirken ayrı, kovalarken ayrı söz kullanıyorsun...

    Taka Nuri rahmetli, yüzüne konan sineği bir eliyle ürkütürken, bir yandan da 'kişe heyy!' diye söylenirdi... Yok, bu kuru kuruya söylenme değil, 'Len bunca işin arasında bir de sizinle mi uğraşacağım!' yakınmasıydı. Manzarayı düşün; İki parmağının arasında sigara sıkıştırılmış sol avucunu masa üstündeki domino taşlarına siper etmişsin. Rakibin sert, sağ elinle yerden taş çekiyorsun. O kadar bunalmışsın ki yandaki çay buz olmuş... Sence de bu durumda 'kişe heyy!' az bile değil mi...

    Çağırdığın hayvanlar kaz ise dikdikler işe yaramayabilir. Badi! Badi! Badi! dediğinde kazlar toplanıyor. Tıslayarak veya tuhaf gırtlaklarıyla gıgılayarak geliyorlar; ama tavuklar kadar hızlı değiller ve tavuğa göre daha sırnaşık oluyorlar... Onları kovmak için de yine aynı ünlemi kullanıyorsun: Badi!.. Yalnız bu sefer tek 'Badi!' çıkıyor ağzından, çok sert bir 'badi!' bu... İlk hecede vurguyu kaz hemen anlıyor ve derhal uzaklaşıyor oradan... 'Kaz kafalı' filan derler ya, sen bakma onlara... Hayvan senin kullandığın tek kelimeden ne manalar çıkarıp gereğini yapıyor...

    Kümesten çıkıp dama girdiğimizde inekler, danalar, düveler... Yürürtüp sürmek için 'Ho!' diye sesleniyor, yönünü değiştirmek çevirmek içinse 'dü!' deniliyor. Elbette hayvan bu seslenişlerin ne demek olduğunu gayet iyi biliyor. Bu yüzden 'dü demek' diye bir fiil geliştirilmiş, malları çevirmek anlamında kullanılıyor. Yalnız arazide böyle dümdüz 'dü' denilmiyor. Kelimenin sonuna dudaklar pafıldatılarak bir kaç tane b sesi ekleniyor... Yazması zor, ama deneyelim; 'dübvbvbvb!' gibi bir ses çıkararak o hayvanlara dü demiş oluyorsun.

    O sesi çıkararak hayvanlara dü demek, herkes için kolay olmayabilir. Mayıstan itibaren kavurucu sıcaklara bazı dudaklar dayanamıyor, hemen yalama oluyor. Yalama, uçuk gibi bir çeşit dudak rahatsızlığı. Yalama Şükrü'ye bu lakap takılmasının sebebi de bu... Ondan Başka Yörüklerin Habeş ve Paşanın Ömer de yaz aylarında yalama hastalığından muzdarip olurmuş. Ekşi, tuzlu, soğuk, sıcak... istediğini yiyemiyorsun, dudağın sızlıyor. Çekirdeğini pırtlatarak domates ısıramıyorsun mesela... Hatta rahat rahat konuşamıyorsun bile... Alt üst dudak birbirine değdiğinde müthiş bir sızlama. Ağız tadıyla hayvanlara 'dübvbvbvb!' bile diyemiyorsun... 

    Paşanın Ömer Rahmetli sığır güdüyor. O vakit sığırın içinde dombeyler de var. Hacapdıramanların, Hatiplerin, Böbülerin dombeyler filan bitmemiş daha... Gocagediğin üstünde kendisi... Derede de Apak var, ne yapıyorsa... Bir ara dombeyler kaybolmuş. Sığır yerli yerinde, ama dombeyler çekmiş gitmiş... Apağa soruyor gördün mü diye; ama dudakları yalama olduğu için 'dıngey' diyor. 'Dombey' dese kanayacak dudakları... Apak da durumun farkında, şeytanlık edip ona sihirli kelimeyi söyletme derdinde. Anlamazlıktan gelip 'Neyi?' diye soruya soruyla karşılık veriyor... Bir kaç kere sorduğu 'Dıngeyleri gördüñ ñü?' sorusuna Apak'tan hep 'Neyi?' karşılığı gelince sinirleniyor Paşa:
    - 'Dombeyleri len dombeyleri! Al bu dudakları da...' diye devam ediyor, kanayan dudaklarını göstererek... Apak'ta keyifli kahkahalar... Paşanın Ömer dü demeye cesaret edemezken, ağzını doldura doldura dombey deyince patlatıyor dudakları...

    Yazması zor bir ünlem de atlar için söylenirdi. Aslında beygirleri durdurmak için yapılacak işlem basit; terbiyeleri çekerken 'Biiişşş!' diyorsun onlar duruyor zaten. Arabayı çekerken durup dinlenme fırsatını niye kaçırsın ki hayvan, 'Biiişşş!'  sesini duyunca anında duruyor... Ama olur mu, illa artistlik yapacağız ya tuhaf bir şey söylerdik 'duurbbisss!' gibi bir şeydi. Hayret, hayvan o komutu da dinler, zınk diye dururdu.... Atları ve tayları çağırma sesi bana pek eğlenceli görünürdü. Sahibi 'Gah! gah! gah!' diye çağırdığında onlar da gelirdi. Artık bu gahgah'ları nasıl anlıyorlarsa...

    Eşeği durdurmak için 'çüşş!' demek yeterlidir. Eşek de olsa hayvana kabalık etmez, durması gerektiği yerde çüşş derdik. Bugün argoda çokça kullanılıyor bu kelime, insanlar birbirlerine öyle diyorlar... Biz sadece eşeklere söylerdik ve katiyyen hakaret anlamı gütmezdik... Eşeği çevirmek için de 'kırt!' derdik. Ona kızgınlığımızı da belirtmek istersek, tonlamayı değiştirir ve kelimeyi biraz uzatırdık: 'kıırrt!'... Her şeye rağmen söz dinlemediyse değneği burnuna  dokundurmuş olabilirim... Ama genelde normal bir eşek kırt deyince uzaklaşır... 

    Macur Ali'ye denk gelen normal bir eşek değilmiş demek ki. Rahmetli, harmanı savurup çeci yığmış... Denenin başına bir şey gelmesin diye çecin başında yatıyor o gece... Bir ara kalkmış, bir eşek... Bir kaç kere kırt demiş, gitmemiş hayvan. Kütür kütür arpa var, iki üç sert 'kıırrrt!'a pabuç mu bıraksın... Ama Macur Ali ondan daha inatçı, tutmuş bunu; sabaha kadar 200 demir deneyi eve taşıtmış sırtında...  Beş demirlik bir talisi atsa eşeğin sırtına her seferinde, sabaha kadar 40-50 kere gelip gitmiş harmandan eve... Eşşekcağız, ne yiyebildiyse boğazına cizmiş yani...

    At, eşek, öküz, manda... Bunları koşumda veya binekte yürütmek ve sürmek için de 'deeeeh!' deniliyor. Bazan bu 'deha!' veya 'dehaha!' gibi değişik biçimlere de bürünebilir. Deh demek, hayvanı yürütmek anlamında fiile dönüşmüş. Anıtkaya'da ise 'datdemek' ve 'datdevemek' gibi değişik anlamlar kazandığından söz etmiştik... 

    Öküzleri durdurma ünlemini unuttuk. 'Dooha!' deyince öküzler duruyordu. Arabada, düğende ve çiftte bu böyleydi... Yalnız düğen sürerken hayvanları durdurmak için 'dooha!' komutunu verirken, örendirenin götünü düğene tak tak diye vurduklarını hatırlıyorum. Herhalde o öküzler öyle alıştırılmıştı... Yeni nesilin dilinde pelesenk olan 'oha!' ünlemi, bizim öküz durdurma sözünden bozma olmalı. Vallahi ne yalan söyleyeyim; vara yoğa söyledikleri bu 'oha!'lar , bizim öküzlere dediğimiz 'doha!'dan daha sevimsiz geliyor...

    Köpekleri, onların büyüklüğüne göre 'mah! mah! mah!'...  'bah! bah! bah!'...  'gıdik! gıdik! gıdik!'... 'bırik! bırik! bırik!' gibi seslenişlerle çağırabilirsiniz. Nasıl alıştırıldıysa ona göre bu seslenişlerden birini duyunca köpek mutlaka gelir. Sokak köpekleri genellikle 'mah! mah! mah!' sesine koşar, alacağını aldıktan sonra çeker gider... Onları kovmak için ise 'oşt!' dersin gider... Gitmelidir, olmazsa taşa başvurursun. Bununla beraber 'get!' diye daha yumuşak; 'tet!' diye orta kıvamda kovma seslenmeleri de vardır... Bir de 'kısgırmak' var... Anıtkaya'ya özel bu fiil 'kıs! kıs! kıs!' sesinden türetilmiş. Bu, köpeğe 'saldır, ısır, boğ' gibi manalara gelen bir tür emirdir; emri duyan azgın köpek, karşıda kim varsa (insan, hayvan) ona saldırır... Normal insanlardan beklenen bir ünlem değildir bu 'kıs! kıs! kıs!'lar...

    Kediler nispeten daha sevimli hayvanlar olduğu için belki onlara nezaket kuralları çerçevesinde seslenilir. 'Pisi! pisi! pisi!'... 'Pisem! pisem! pisem!' Bunlar çağırma ve sevme sözcükleri... İstenmeyen şeyler yapıyorsa kovalaman gerekir. O zaman nezaket işe yaramaz, olanca haşinliğini sesine yansıtarak 'pisssst!' diye haykırırsın...

    Haykırmak sözcüğünün anlamını tek başına 'keçeaayyyt!' ünleminde bulabilirsin. Bu, istenmeyen tarafa yönelmiş keçiyi çevirme seslenmesidir. Bu sesi duyan halberi keçi ziyana gidebilir mi... Keçi kelimesi çekilmiş, uzatılmış, şişirilmiş ve bu hale gelmiş. Yalnızsanız bu kelimeyi telaffuz etmeye çalışın, çok eğlencelidir... Koyunu çevirme ve sürme ünlemi keçiye göre daha sakin ve yumuşak; 'yiissst! çık! çık! çık!'... 'yiissst! çık! çık! çık!'...

    Haşinlik deyince, şiddet, öfke bir yana... Başta söylediğimiz gibi hayvanlarını kendinin bir parçası gibi görür, onlara insan muamelesi yapmaktan da çekinmezdi... O kadar ki onları evladı gibi görürdü. 'Dur kızım' 'dur oğlum' diye sevgi ve şefkat yüklü sesiyle onları sakinleştirmeye çalıştığı da bir başka gerçektir... Nallama, tarama, yarayı tımar etme, sağma, kırkma, yıkama ve bunlar gibi işlemlerde hayvanın rahat durması için bu şefkatli sese ihtiyaç var...

    Bazen hayvanlarla ilişkilerde resmiyet gerekebilir. O zaman onlara cins ismiyle hitap edersin; inek, dana, malak, koyun, eşek, culuk, kedi gibi... İşin içinde resmiyet olduğuna göre, hayvan orada istenmiyordur. Yani işin içinde kibarca kovma var; 'Kırt!' demiyorsun da 'eşek!' diyorsun; hayvan gidiyor... Gider mi gerçekten bilmem; İresil Hoca merhum öyle yaparmış. Ördeğe 'ördek!' dermiş mesela, kediye 'kedi!'... Horozun gitmesini istediğinde 'horuz!' dermiş... Belki de 'pissst!' demenin hayvancağıza kötü muamele olduğunu düşündüğünden onu 'kedi!' diye kovmayı daha insani buluyordu....

    Hayvanlarla iletişimimizde bunların çoğuna hala başvuruyor olabiliriz. Lakin bir kısmının yıllar öncesinin Anıtkaya'sında kaldığını kabul etmek zorundayız...



20 Aralık 2022

Hatipler

     
    Kuruluşundan itibaren Eğret merkezi bir yer idi. Bir kompleksin parçası olan camiye bu yüzden Cuma Camisi adı verildi; çünkü cuma namazı kılınıyordu. Cuma namazı demek hutbe demek, hutbeyi okumak için de hatip gerek. Cuma Camisinde sürekli olarak imamın yanında bir de hatip istihdam edildi. Eğret'teki Hatipoğullarının bir dönem Cuma Camisi hatiplerinden birinin çocukları olduğu düşünülüyor.

    1831 Yılı kayıtlarında iki Hatipoğlu hanesi var. Arka arkaya yazıldıklarına göre bunların çok yakın akraba olduğunu söyleyebiliriz. O kadar yakınlar ki birinin çocuklarını yanlışlıkla diğerine yazmışlar... Yani Gobakların Kupan-Kaçmaz kolları ve Çakırlar ile konumuzu teşkil eden Hatipler, aynı sülaleye mensuplar.  



    Hatipoğlu Ahmet, sözünü ettiğim kayıtlarda 1790 doğumlu 'uzun boylu, kumral sakallı' biri olarak tasvir edilmiş. Bir de alta not düşülmüş, 'Muhtar-ı Evvel' diye... Yani karşımızda Eğret'in ilk Muhtarı duruyor. Üstelik 1840 yılındaki ikinci dönem atamalarında da Muhtar Yardımcısı olacaktır... Kendisinden hemen vazgeçilmediğine göre Eğret'in o dönem önemli kişilerinden biri olduğu anlaşılıyor.

    Muhtar Hatiboğlu Ahmet'in üç oğlu var; belki kızları da vardır, onları bilmiyoruz. Büyük oğlu İbrahim 1815 doğumlu, defter yazıldığı sırada askere kaydedilmiş... Ortanca oğlu Mahmut 1827 doğumlu görünüyor, kayıt esnasında dört yaşında... En küçük oğlu Osman ise Mahmut abisinden iki yaş küçük, 1829 doğumlu...

    Osman'ın iki abisinin durumu hakkında bugüne herhangi bir malumat aksetmemiş. İsimlendirmelerden yola çıkarak yapılabilecek bir yorumla, İbrahim ve Mahmut kardeşlerin evlenmeden vefat ettikleri söylenebilir... O zaman, Hatiboğlu Osman'dan devam edelim...

    1829 Yılında doğan Hatiboğlu Osman Ayşe Hanımla evlendi. Tam olarak kimlerden olduğu anlaşılamayan Ahmet kızı Ayşe Hanım, Osman'dan altı yaş daha küçüktü... Öncesinde ve sonrasında kardeşleri olup olmadığı bilinmiyor; ama 1859 yılında bir oğulları doğuyor, adını Mahmut koyuyorlar. Yani Osman'ın abisinin adı... Bu Mahmut, ölene kadar 'Hatiboğlu' olarak anılacaktır...

    Hatiboğlu Mahmut önce kendisiyle aynı yaştaki Abdullah kızı Hanife ile evlendi. Hanife Hanımın doğum yeri Eğret görünüyor, ama aslen Afyonlu olduğu belirtildi; demek ki her kayda itibar etmemeli... Eğretli Cemal Hocalarla Hatipler arasındaki akrabalığın Hanife Hanım sayesinde kurulduğu, dolayısıyla Hanife Hanımın Cemal Hocanın halası olabileceği güçlü bir ihtimal gibi duruyor. En düşük ihtimalle Eğret kökenli olup Afyon'a taşınan Eğretlilerle irtibatlı olduğu düşünülmelidir... 

    Hanife Hanımın çocuğu olmayınca, Hatiboğlu ikinci defa evlendi. Bu seferki eşi Eğretliydi; Omarcıkların Hüseyin kızı Ümmü Gülsüm...  Gülsüm Hanım, Altındiş, Arap, Güdüğizzet, Gocahüseyin, Feyzullah ve Bödünün halaları olur... Hatiboğlunun beş çocuğu da Gülsüm Hanımdan olunca, önceki eşi huzursuzluk çıkardı ve Gülsüm Hanımın ölümüne sebep oldu diye söylentiler var... Aralarında geçimsizlik olduğu normal karşılanabilir, hatta kıskançlık gibi insani duygular da tamam; ama böyle bir iddia abartı gibi duruyor. Ayrıca gerçeklerle örtüşmüyor, çünkü Hanife Hanım 1932'de, Gülsüm Hanım ise 1936'da vefat etmiş...

    Çocuklarına geçmeden önce Hatiboğlu Mahmut'tan biraz söz etmek gerekecek... Mal varlığı bakımından çok zengin olduğu ve bunun hakkını verdiği belirtiliyor. Zenginliğinin kaynağı, bir zamanlar Eğret Muhtarının tek varisi olması sayılabilir; ama cömertliğinin sebebini bilemeyiz... Onun bu yönü sebebiyle tam bir 'Ağa' portresi çizdiğini söylüyorlar. Mesela 10-15 çift koşum mandası varmış, malı olmayanlara karşılıksız bir süreliğine verirmiş bunları... Bir satıcı geldiyse Köye, elinde kalan malı ne olursa olsun satın alırmış. Diyelim döşmeci geldi, bir araba malı elinde kaldı. Hepsini alır yığarmış bir köşeye, nasılsa birine lazım olur dermiş... Yanında çalışan bekarlara da iyi davranır, bol bol verir, yedirir içirirmiş. Hayır işlerinde hakeza... Hasılı kelam Hatiboğlu Mahmut, Ağa Adammış... 1920 Yılında Hatiplerin eski Oda, Muhtar Odası olarak kullanılmış. Bundan anlaşılıyor ki; 90 yıl önce nasıl ki dedesi Hatiboğlu Ahmet Eğret Muhtarı idiyse, torun Hatiboğlu Mahmut da öyleydi... Yalnız 1920 yılından evvel Mahmut'un vefat ettiği kaydedilmiş; belki de  o sırada Muhtar kendisi değil, oğlu Molla Osman'dı...

    Hatiboğlunun dört oğlu bir kızı oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Osman, İbrahim, Sabire, Ahmet ve Mehmet... 1899'da doğan tek kızı Sabire, Yetimlerin Hacımurat oğlu Şükrü eşi oldu... Resmi kayıtlara Ahmet diye yazılan küçük oğlu Mehmet, 1909 yılında doğdu. Aynı belgede küçük öldüğü notu düşülmüş... Geriye kalan üç oğlu Osman, İbrahim ve Ahmet'i merkeze alarak Hatipleri inceleyeceğiz...

    1. HATİBOĞLU İBRAHİM

    Hatiboğlunun ortanca oğlu İbrahim, 1895 yılında doğdu. Bu ismi vermesinin sebebi Hatiboğlu'nun erken ölen amcası olduğu belli... Hacımahmutlardan Mahmut kızı Zeliha ile evlendi. Zeliha(Zele) Hanım; Hafız, Manda, Ayımevlüt ve Garaçaylının ablalarıdır. Bir kızları vardı, adını Refiye koydukları... (1916 Doğumlu Mehmet adında bir de oğulları varmış. Bu çocuğun 1940 yılında vefat ettiğine dair bir kayıt gördüm.) 

    İbrahim askere gidiyor. Cihan Harbinin başladığı yıllara denk gelmeli askerliği... Tuzla'da birliğinde vefat ettiğine dair haberi geliyor, urbalarıyla birlikte...

    Yetim kızı Refiye ile tek başına kalan Zeliha Hanımı, Hatiboğlu İbrahim'in küçük kardeşi Ahmet (Deliahmet)e verdiler. Evlilik yürümedi, ayrıldılar; Zeliha Hanım bu sefer Apdıramanların Yeniali eşi oldu. Yenialinin anası da Omarcıklardan olduğu için bu göstermelik evlilik gerçekleştiği söyleniyor.... Orada huzur buldu, orada vefat etti. Kızı Refiye, oradan Kirpitçilerin Cemal Kirkit'e gelin çıktı... (Refiye Hanım, kendi sağlığında doğan Oğlu Mehmet'in çocuklarına ana babasının adı olan İbrahim-Zeliha isimlerini koydurdu.)

    2. MOLLA OSMAN

    Hatiboğlu Mahmut, büyük oğluna da isim olarak kendi babasının adını koydu. 1885 Yılında doğan Osman, ilim tahsil ettiği için 'Molla Osman' diye anılıyordu. İmam olarak çevre köylerde vazife yapmasına rağmen 'Hoca' değil de Molla denmesi ilginçtir. Demek ki tipik hoca kalıplarının dışında özelliklere sahipti.

    Omarcıkların Ali kızı Havva ile evlendi. Havva Hanım (ayrı analardan olmak üzere) Gıralinin halası olur... Lakin Havva Hanımın çocuğu olmadı, o haliyle vefat etti...

    O sırada yeni kurulan Macur (Cumalı) imamı olan Mollosman, Yeniceli Çerkez kızı Selime ile ikinci evliliğini yaptı. Dokuz çocuğunun dokuzu da Selime Hanımdandır. Dördü erkek olan çocuklarının yaş sırasına göre isimleri; Ayşe, Mahmut, Ali Şükrü, Ömer Faruk, Mehmet Emin, Ratibe, Zeliha, Rabia, Raike'dir... 1928 Doğumlu Mehmet Emin, dokuz yaşındayken vefat etti...

    İlk kızı doğduğunda Mollosmanın Ninesi Ayşe Hanım hayattaydı. Bu kıza Ayşe adını koymakla onun gönlünü ettikleri düşünülüyor. Ayşe Hanım, Hacımahmutların Hafız Mehmet Öztürk eşi olacaktır... Diğer kızı Ratibe'yi, Yenialiye verdiler. Hatırlanacağı üzere Yeniali (Ali Kirkit)Ratibe'nin Zeliha yengesini de nikahına almıştı; lakin o nikahın formalite olduğunu kabul etmeliyiz... Üçüncü kızı Zele, Davılcıarifin Süleyman Azbay eşi oldu... Dördüncü kızı Rabia'yı (ki Molla, rabia kelimesinin 'dördüncü' anlamına geldiğini bilmiyor olamaz) Hassönlerin Hüseyin Koç ile everdi... Son kızı Raike de Hacımuratların Gocayetim Mevlüt Azbay'ın hanımı oldu. Mevlüt ile Raike de hala-dayı çocukları oluyor...

    Hayatta kalan üç oğluna geçmeden önce belirtelim; Mollaosmanın ikinci karısı, Çerkez Selime Hanım 1967 yılında vefat etti... Mollaosman da çok beklemedi, 1969'da ardından göçtü...

    Hacı Mahmut 

    Mollosmanın büyük oğlu Mahmut 1911 doğumlu olarak kaydedilmiş. O günkü kayıtların gayrıciddiliği değilse, kızkardeşi Ayşe ile ikiz olabilir. Çünkü Hafızmehmetin hanımı Ayşe ile doğum tarihleri aynı... Bu arada Mahmut'un da dedesinin adını aldığını belirtelim...

    Dandırlı Fadime Hanım ile everdiler Mahmut'u...  Üç oğlu oldu, yaşamadılar. Sonra bir kızı oldu, adını Gülsüm koydular. Anasının adıydı çünkü... Gülsüm'ün ardından sanki ölen üç oğluna bedel, üç oğlu daha oldu; Salim, Mehmet ve Halil İbrahim...  Fadime Hanım 1067 yılında vefat etti... Hatiboğlu Mahmut, ikinci olarak Zehra Hanım ile evlendi. Bu ikinci eşi aslen Çay'dan olduğu için kısaca 'Çaylı' olarak tanındı... Çaylının da Ümmühan ve Osman adında iki çocuğu oldu... 

    Çocuklarını ele alacağız; Mollaosmanın Mahmut 1994 yılında vefat etti. İkinci eşi Çaylı Zehra Hanım ise 2002 yılında vefat etti...

    Mahmut'un büyük kızı Gülsüm, Hacımuratların Güçükyetim Mahmut Azbay'a vardı. Aynı zamanda Raike Halası ile elti oldular... İkinci Hanımı Çaylıdan olan küçük kızı Ümmühan ise Anıtkaya dışına gelin oldu...

    Oğlanlara gelince... Büyük oğlu Salim 1941 yılında doğdu. 'Salim Hoca' diye bilinirdi... Şükrü Emmisinin kızı Fatma ile evlendi. Gürcan, Selime, Ayşe ve Fadime olmak üzere dört kızı oldu. Son üç kızına büyük nine, nine ve anasının adını koymuş olması dikkate değer... Selime ve Fadime Anıtkaya dışına gelin oldular. Ayşe, Sıntırların Şükrü Sımsıkı ile evlendi. Şükrü'nün Sabire ninesi ile, Ayşe'nin Mollosman dedesi kardeş olduğu hatırlansın... Salimhocanın eşi Fatma Hanım 2002 yılında vefat etti. Kendisi ise kızı Gürcan ile Afyon'da oturuyorlar...

    Mahmut'un 1947'de doğan ortanca oğlunun adı Mehmet'tir... 'Kör Mehmet' lakabıyla bilinir. Şükrü Emmisinin kızı Nasiye ile evlendi; böylece abisi Salimhoca ile bacanak da oldular... Şükrü ve Necmettin adında iki oğlu oldu. Çolakların Mehmet Ali kızı Hüsna ile evlenen Şükrü'nün iki oğlu var. Küçük oğlu Necmettin, İbişlerin Yakup kızı Lale ile evlendi; Onun da iki kızı var... Şükrü Ankara'da, Necmettin Afyon'da oturduğu için Mehmet de çoğunlukla Afyon'da bulunuyor...

    Dandırlı Fadime Hanımdan küçük oğlu Halil İbrahim 1949 yılında doğdu. Muhasebeci olarak çalıştığı için erken dönemde Afyon'a yerleşen Halil İbrahim; o sırada Anıtkaya'da çalışan öğretmen Reyhan Hanım ile evlendi. Bir oğlu ve bir kızı olan Halil İbrahim, Afyon'da 2021 yılında vefat etti...

    'Çaylının Osman' ise 1969 doğumlu... Gobakların Apak kızı Dilek ile evlendi. Böylece Parlakmehmet, Kelahmetin Ahmet ve Emmioğlusunun Adem ile bacanak oldular.. İki kız ve bir oğlu oldu. Zehra ve Mahmut olarak çocuklarının ikisine ana babasının adını veren Osman, Anıtkaya'da yerleşik...

    Ali Şükrü

    Mollosmanın ortanca oğlu Ali Şükrü 1920 yılında doğdu. Ön adı olan Ali'yi hiç kullanmadı galiba, yalnız Şükrü olarak bilindi... Hacıların Kelali kızı Feride ile evlendi. Önce Yozgunhalil, sonra Körüslerin Akömer ile bacanak oldular... İkisi oğlan üçü kız, beş çocukları oldu. İsimleri Fatma, Emin, İbrahim, Meziyet ve Nasiye'dir... 

    Şükrü 1969 Yılında vefat etti. Eşi Feride Hanım ise yaklaşık kırk yıl daha yaşadı ve 2008 yılında vefat etti...

    Kızlardan Fatma, Mahmut Emmisinin Salimhoca; Nasiye de Körmehmet eşi oldular... Meziyet ise Yenialinin Halil İbrahim Kirkit'e vardı; Meziyet ile eşi hala-dayı çocuklarıdır...

    Şükrü'nün büyük oğlu Emin, 1943 yılında doğdu. 'Godal Emin' diye bilinirdi. Hassönlerin Hüseyin kızı Mübahat ile evlendi. Mübahat Hanım, Godalın Rabia Halasının kızı olur... Üç oğulları dünyaya geldi; Ömer, Osman ve Şükrü... 1964 Yılında doğan büyük oğlu 'Ömer Hoca' diye lakaplanmıştı. Doğuştan kemik rahatsızlığı vardı, fazla dayanamadı, 1999'da vefat etti... Ortanca oğluna Molla dedesinin adını koydu; Osman, Yetimlerin Mahmut kızı Meryem ile evlendi. Emin, Emre ve Sıla isimlerinde üç çocuğu var; Afyon'da yerleşikler... 1969'da doğan küçük oğluna da dedesinin adı olan Şükrü ismini verdi. Anıtkaya dışından Nezaket Hanım ile evlenen Şükrü de abisi Ömerhoca gibi aynı hastalıktan muzdaripti. 2018'de öldüğünde bir kız babasıydı... Godalemin kendisi de 2018 yılında vefat etti...

    En küçük oğlu İbrahim 1947 yılında doğdu. Kelalinin Halit Dayısının kızı Emine ile evlendi, Kelahmetlerin Cicimehmet ile bacanak oldular... Adem, Sevda ve Feride olmak üzere üç çocukları oldu. Sevda, Hacımahmutların Kenan oğlu Ayhan Öztürk eşi oldu; Feride de Şemşilerin Abdullah oğluyla evlendi... Tek oğlu Adem, Gobakların Apak kızı Melek ile evlendi. İki kız bir oğlu var ve babasıyla Anıtkaya'da yaşıyorlar; çünkü anası Emine Hanım 2013 yılında vefat etti...

    Ömer Faruk

    Molla Osmanın küçük oğludur, 1922 yılında doğdu. Patlakların Garahmetin kızı Hacer ile evlendi. Bulduğun Mehmet, Denden Osman ve Alçakların Hacıemin ile bacanak oldular...

    Yaşar ve Necla adlarında bir oğlu ve bir kızları oldu. 1959 yılında Ömer Faruk vefat etti... Eşi Hacer Hanım Gobakların Gocakazıma vardı ve orada 1967 yılında vefat etti... 

    Büyüyünce kızı Necla, Omarcıkların Feyzullah oğlu Bekçi Abdullah eşi oldu. Hatırlanacağı üzere dipteki Gülsüm Nine Omarcıklardandı...

    Yaşar ise Gocayetim Mevlüt kızı Ayşe ile evlendi, yani eşiyle hala-dayı çocukları oluyorlardı. Tek oğluna babasının adı olan Ömer Faruk adını koydu. Eşi Ayşe Hanım 2022 yılında vefat edeli beri, Anıtkaya'da oğluyla birlikte yaşıyorlar...

    3. DELİ AHMET 

    Hatiboğlunun küçük oğlu 1906 yılında doğdu. Adını Ahmet koymalarının sebebi, dipdede Hatiboğlu Ahmet'tir... Lakabı 'Deli Ahmet' idi, çocuklarına da bundan sonra Deliahmetler denilecek...

    Deliahmetin tespit edebildiğimiz evlilikleri şöyle: Önce Keçilerin Ahmet kızı Sendir ile evlendi. Sendir Hanım Melezin kardeşi, Keçimehmetin halasıydı; çocuksuz ayrıldılar. İkinci olarak ölen İbrahim abisinin eşi Zeliha Hanımı aldı; Onun üstüne kardeşi Satı'yı alınca Zeliha Hanım durmadı, ayrıldılar... Lakin Satı Hanımla da geçinemeyince yine ayrılık göründü. Dördüncü olarak Mardaklar/Garahmetlerden Halime ile evlendi. Bir oğlu olduktan sonra Halime Hanım 1937'de vefat etti. Son olarak Hacımuratların Hacer ile evlendi. Biri oğlan olmak üzere beş çocuk da Hacer Hanımdan oldu... Ve Hatiplerin Deliahmet, 1967 yılında vefat etti... Son eşi Hacer Hanım ise 1981'de öldü...

    Halime Hanımdan doğan oğlu Mahmut; Hacer Hanımdan olan çocukları ise Sevim, Emin, Feyziye, Hanife ve Ayşe'dir... Kızlara bakalım; Sevim, Hacıların Şerafettin Azbay; Feyziye, Çetenin Mehmet Patlar; Hanife, Körhalilin Muharrem Kirkit; Ayşe, Dayıların Adem Yola eşi oldular...

    Yağcı Mahmut

    Deliahmet, 1930 yılında doğan Halime Hanımdan tek oğluna babası Hatiboğlunun adı olan Mahmut ismini verdi. 'Yağcı Mahmut' olarak bilindi; çünkü evinin altındaki küçük yağhanede haşhaş yağı çıkarırdı. Yağ işi bitse de Mahmut'un 'Yağcı' lakabı ölene kadar peşini bırakmadı... 

    Yağcımahmut, Arapların Patırmahmut kızı Hatice ile evlendi. Güdüğizzetin Emin ve Çolakların Salim ile bacanak oldular... Üçü kız ikisi oğlan beş çocukları oldu: Mehmet, Ahmet, Halime, Nazik ve Elveda... Büyük kızı Halime, Akbaşların Mehmethoca oğlu Ömer Karakaya; ortanca Nazik, Corukların Gakgidi oğlu Süleyman Oran eşi oldular. Küçük kızı Elveda Anıtkaya dışına gelin oldu....

    Oğlanlara gelince... Büyük oğlu Mehmet 1956 yılında doğdu. Akbaş Mehmethoca kızı Aysun ile evlendi. Kardeşi Halime de Aysun Hanımın kardeşi Ömer'e varmıştı; Anıtkaya'daki adıyla 'değişik usulü' evlenmiş oldular... İki kızı bir oğlu oldu, çocukları Anıtkaya dışından evlendiler. Yağcımahmutun Mehmet, eşi Aysun Hanım 2018'de vefat ettikten sonra şimdi ufak ufak baba mesleğini sürdürmeye çalışıyor. Anıtkaya'da kendisine 'Yağcı Mehmet' dendiğini işittim...

    Küçük oğluna, dedesi Deliahmetin adı olarak Ahmet ismi verilmiş. 'Hademe Ahmet' veya 'Gaytan Bıyık' diyorlar... Karacahmetli Nuran Hanım ile evlendi. Mahmut, Seydi Ahmet ve Melek adlarında üç çocuğu var; Anıtkaya'da yaşıyor...

    Eşi Hatice Hanım 2004'te vefat etmişti, Yağcımahmut kendisi de 2020'de öldü...

    Deliahmetin Emin

    Deliahmetin Hacer Hanımdan olan küçük oğlu Mehmet Emin 'Deliahmetin Emin' diye babasına izafeten lakaplandı. Galgancıların Halil kızı Satı Hanım ile evlendi. Böylece Canalilerin Şeytanhasanın Asım Can ve Galgancıların Osman Aytar ile de bacanak oldular...

    Satı Hanım ile Emin'in üç oğlu ve iki kızı oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Gülsüm, Ahmet, Nevzat, Halil ve Hacer... Hatiplerde pek rastlanmayan Halil, burada Galgancılardaki Halil dedenin adı olsa gerek... Hacer, Yetimlerin Yücel Azbay eşidir...

    Büyük oğlu Ahmet, Omarcıklardan Berberşükrü kızı Feriha ile evlendi. Mehmet Emin, Emre ve Enes adında üç oğlu var... Eskiden beri Deliahmetin Emin su sondajı yapardı, oğlu Ahmet de çevre köylerde şimdi bu işi sürdürüyor...

    Ortanca Nevzat, Moruk lakaplı Üzeyir Dalgıç kızı Elveda ile evlendi; Satınur, İsmail ve Üzeyir olmak üzere üç çocuk da O'nda var... Afyon'da çalışıyor ve kah Afyon'da kah Anıtkaya'da oturuyor...

    En küçükleri Halil, Ispartalı Ayşe ile evlendi; iki kızı var ve Afyon'da yaşıyor... Çocuklarının durumu böyle... Eşi Satı Hanım 2012 yılında vefat etmişti, Deliahmetin Emin de 2022 yılında vefat etti...

***

    Hatiboğlu Ahmet hanesinin iki asır önce başlayan macerasındaki akrabalık bağlarının, Hatipler-Hacılar-Ayanoğlular üçgeninde yoğunlaştığı gözleniyor. İsimlendirmelerde geleneğe düşkün olan Hatiplerde Ahmet, Mahmut, Osman, İbrahim isimleri her kuşakta mutlaka kendine yer bulmuş. 1934 Soyadı Kanunu dolayısıyla AYKAÇ soy ismini almışlar.



14 Aralık 2022

Geri

 

Çekip uzatmak. Bir nesneyi, tel gibi, ip gibi bir nesneyi çekip uzatmak, gergin hale getirmek demek oluyor germek. Ama gergin kelimesi zaten maddenin gerili olduğunu bildiriyorsa bu fiili tanımlarken gergin sıfatını kullanmamak gerekir. Neylersin ki ifade edecek başka kelime bulamıyoruz. Fiilimiz Kaşgarlı’nın meşhur eserinde kermek ve kerişmek şekillerinde kullanılmış. Anlamı aynı, çekip uzatmak, kapatmak… Kerişmek ise germekte yardım ve yarış etmekmiş. İşin karşılıklı yapıldığı da belirtiliyor yani. Gerilecek nesnenin iki ucu olduğu ve germe işinin karşılıklı daha sağlam yapılacağı da böylece belirtilmiştir belki. Öyleyse eğer, kerişmek daha sağlam germektir.

Divan’da bir ilginç kelimeye daha rastlıyoruz: kerim. Şu bizim bildiğimiz aslen Arapça olan ve erkek adı olarak da kullanılan kerim değil bu. Tamamiyle Türkçe ve germek fiilinden türediğini anlamını görünce düşündüğümüz bir kerim. Duvarlara örtülen, kaplanan, gerilen dokuma nesnelere ad olmuş kerim.

Eski Türkçe eserlerin taranmasıyla oluşturulan Tarama Sözlüğünde bir 'gergi' kelimesi var ki iki ayrı anlamda gösteriliyor. Bu kullanımlardan birisi onun “çarmıh, işkence aleti” olduğuna diğeri ise “perde” manasına işaret ediyor. Çarmıh denilince zaten hemen akıllara 'germe' kelimesi üşüşüyor; çünkü bugüne kadar hep 'çarmıha germe' sçz kalıbı olarak kullanmışız. Ayrıca biliyoruz ki perde bugün kullanıldığı gibi sadece camın içi görünmemesi için çekilen şey değil, belki iki bölüm arasına gerilen bez, tahta, duvar gibi şeyler için de kullanılıyor. Gerginin bir manası da perde olması garipsenmemeli çünkü perde de geriliyor. Tarama Sözlüğünde konu ile ilgili kendini gösteren kelime sadece gergi değil, bir de 'germe' kelimesi var. Bu kelimeye anlam olarak da sur, duvar karşılığı verilmiş. İzaha bile gerek yok.

Bahsedilen kitaptan sıyrılarak asıl bahsetmek istediğim 'gergi' kelimesinin Anıtkaya’da kullanılan haline dikkat çekmek isterim. Harmandaki samanı eve taşımak için arabanın normal yan tahtaları küçük kalır; zira saman hafif ama hacimlidir. Onu taşımada daha yüksek ve daha geniş tahtalar gerekir. Saman tahtaları o kadar havaleli olunca dengenin sağlanması için yukarıda iki ucundan birbirine bağlanır. İp ile bağlansa içeri doğru birbirine kavuşmalarına engel olunamaz bu yüzden açılmaları ve kavuşmalarını engelleyecek ve de sabit bir mesafede tutacak; aynı zamanda birbirine bağlayacak bir bağ gereklidir. İşte bu bağa gergi denir. İşin tuhafı gergiye büyükçe bir bez atıldığında bezden bir duvar oluşturulabilir ve bu duvar tahtalara kapak vazifesi de görür. Gergi, duvar, gerilme… bu kelimeler arasında anlam ilişkisi kurmayı size bırakıyorum.

Kelimenin hayatı ve kökeniyle ilgili düşüncelere daldığımızda aklımıza bir sürü 'acaba' üşüşüyor. Şu söz bununla akraba olabilir mi, ötekiyle berikinin nasıl bir yakınlığı vardır, şunların rengi sesi benzediğine göre aynı iklimin meyvesi midir?...  Germe işini düşünürken aklıma takılan kelimelerden birisi de 'kiriş' oldu. Yayın gerilmesini sağlayan şey olarak kiriş acaba 'keriş/geriş' gibi bir kelime miydi genç iken?

Ahmet Vefik Paşa da böyle düşünmüş olacak ki ona göre 'gerdek' kelimesi germek fiilinden türemiştir. Çünkü aslında zar perde gibi gerili durumdadır, daha fazla gerilir ve ayrılır. Bunların yaşandığı geceye gerdek gecesi, odaya da gerdek odası denilmiştir…. Vefik Paşa’nın bu fikrini hikaye ettikten sonra Şemsettin Sami Bey kibarca bu fikre katılmadığını söyler.

Şemsettin Sami Bey bir şey daha söyler. Ona göre kuruyunca çatlayan, balçıklı, verimsiz toprağa 'geren' denir. Su çekilince bu tip toprağın çatlamasının sebebi gerilmesidir de ondan. Kurur gerilir, kurur gerilir… Gerildikçe kopacaktır. İşte bu çatlaklıklar toprak bloklarının kopması oluyor. Şemsettin Beyin bahsettiği bu tip toprağa Anıtkaya’da hala 'gereñ' diyorlar. Bir farkla ki kelimenin sonundaki ses nazallaşıyor.

Söz Şemsettin Sami ve Onun Kamus-ı Türki'sinde iken oradan öğrendiğimiz 'gerim'i de zikretmeli. Herhalde burada at gibi binek hayvanları kastediliyordur, hayvanın bacaklarını gerip açarak yürümesine deniliyormuş 'gerim' diye. Bu tip yürüyüş şekli anlatılırken 'gerimlemek' sözü de kullanılırmış.

Fazla uzattığımızın farkındayım ama konuyu da dağıtmış sayılmayız. Germek fiili ve ondan türediğini düşündüğümüz kelimeler üzerinde ilerliyoruz varacağımız yere doğru. Yalnız bugün günlük hayatta çokça kullandığımız bazı kelimeleri ayrıca zikretme gereği duymadığımızı da belirtmeliyiz. Bize göre ilginç olan noktalara temas etmekle yetiniyoruz. Mesela psikolojik olarak gerilmek, gerginlik, gergin, gerilim gibi kullanımlara dalama gereği bile duymuyoruz. Tıpkı biyolojik olarak 'gerinme'ye temas etmediğimiz gibi.

Asıl bahsetmek istediğim, belki de konuya başlık olacak kelime 'geri'... Kıl keçisinin kılından dokunuyor. Gözenekli kaba bir dokuma ancak çeşitli özelliklerinden dolayı Yörükler onu çadır olarak kullanıyorlar. Güneşin altında serin tutuyor, yağmuru geçirmiyor, içerdeki dumanı dışarı çıkarabiliyor vs. vs. böyle çeşitli özellikleri var. Uçlarından iplerle gerildiğinde çadır oluyor. 

Anıtkaya’da ise yine arabaların içine, tahtalar arasına gererek tahıl taşımada kullanılıyor. O kadar çok kullanılıyor ki zamanla geri bir hacim ölçüsü birimine bile dönüşüyor. Beş geri saman... İki geri dene... 

Arabanın dayamaları uzatılarak saman tahtaları vurulurdu ya... Tahtanın lüks olduğu zamanlar, her evde bulunan gerilerle görüyorlar o işi. Yani sandal biçimli koca kıl çuvalı arabaya oturtuyorlar. İki göpçüğü ön ve arkaya gelecek biçimde oturduğunda, araba için özel dokunmuş olduğunu anlarsın... Hazır bağlarıyla gerdirip ağzını açıp dolduruyorlar, artık ne koyacaklarsa içine... İş bitince yine bağlarıyla tekrar gerdirerek geriyi mümkün olduğunca kapatıyorlar...

Önceki nesiller bağlardan geri geri üzüm çekermiş... Zamanında bizim de günaşık kellesi kesip geriyle taşımışlığımız; tarladan harmanyerine nohut, mercimek getirmişliğimiz; kumpiri çıkarıp geriye doldurmuşluğumuz; dene yıkamaya gitmişliğimiz; hatta tezek toplayıp geriye yüklemişliğimiz var... Zamanında tabi… Şimdi ne araba var, ne geri… Bu vakitten sonra geri de geri gelmez!


Sakalar

 
    Efsanevi olarak anlatılanlara göre Sakaların dedesi Çakırköy kaynaklıymış... Babaları ölünce anası ve kızkardeşlerini de yanına alan Çakırköylü Bekir'in oğlu Eğret'e geliyor... Çakırköy'ü terketme sebebi nedir, neden başka yere gitmiyor da Eğret'e geliyor, ne zaman geliyor?... Bu ve benzer sorular cevapsız... Eğret'e geldikten sonra bir miktar tarla satın alma imkanı buluyorlar. Bu arada askere gidiş, orada neferlere su dağıtımı, 'Saka' ünvanını alış... Hacıların kızı Naime ile evlenme bu sıralamanın neresinde, bilinmiyor; ancak bundan sonra halk arasında kendisine 'Saka' denilse de resmiyette 'Arzımanoğlu' oluyor...

    Şimdi bu kulaktan kulağa aktarılan söylentiyi belgelerle birleştirmeyi deneyelim. Böylece Sakaların Eğret'teki hikayesini de işlemiş oluruz...

    Arzımanoğlu Ali, Hüseyin ile Naime'nin oğlu olarak 1879 yılında doğdu. Bir ablası vardı, adı Ayşe; Berberoğlu Murat'ın eşiydi. Yani Takgasların Kelömerin anası... Yirminci yüzyıl başlarına gelindiğinde baba Hüseyin vefat etmişti, ama Naime Ana hayattaydı... 

    Yukarıda anlatılanlarla bu kayıtlar karşılaştırıldığında, Çakırköy'den Eğret'e gelen kişinin Hüseyin olduğu anlaşılıyor. Kayıtlar tutulduğunda Hüseyin vefat etmiş bulunduğundan ana baba adını teyit edemiyoruz. Bu yüzden baba adının, anlatıldığı gibi Bekir olduğunu düşünmeliyiz. Fakat beraberinde getirdiği annesinin adını bilemiyoruz. Kızının adını Ayşe koyduğunu düşünerek annesi Ayşe tahmini yürütülebilir... Öyle bile olsa; Çakırköylü Bekir oğlu Hüseyin'in Annesi Ayşe Hanım ile birlikte Eğret'e getirdiği kızkardeşleri hakkında yine bilgimiz olmuyor... Bir de Hüseyin'in eşi Naime Hanım var... Anlatımlarla buradaki isim tutuyor. Buna göre Naime Hanım, Arzımanoğullarının Kelahmetler-Davılcıarifler kolundan olmalıdır. 20. Yüzyıl kayıtları tutulduğunda hayatta olmayan İbrahim-Satı çiftinin tek çocuğu olduğu anlaşılıyor... Askerde sakalık yapan zat Hüseyin mi yoksa oğlu Ali miydi, bu konuda netlik yok...

    Biz dönelim tekrar Sakaoğlu Ali'ye... 

    1879 Yılında doğdu. Mahmut kızı Kezban ile evlendi, ama Kezban Hanımın kimlerden olduğu tespit edilemedi. Ölenler kalanlarla birlikte çok çocukları olduğu söyleniyor. Bunların yedisi tespit edilebildi. Üçü kız, dördü oğlan olan bu çocukların yaş sırasına göre isimleri; Hüseyin, Havva, Abdurrahman, Mehmet Ali, Bekir, Fadime ve Naime'dir...

    Sakaoğlu Ali'nin eşi Kezban Hanım 1945 yılında vefat ediyor... Çok beklemiyor, kendisi de ondan beş yıl sonra, 1950'de vefat ediyor... Çocuklarının hikayesiyle Sakaları anlayacağız...

    Büyük kızı Havva, önce Tomanlardan Kelhalilin babasına vardı, sonra Garacanın eşi oldu; ondan boşandıktan sonra da Hakkıların Kadir'e vardı, Kahvecisüleymanın annesidir... Ortanca kızı Fadime, önce Omarcıkların Ahmetçavuş oğlu Hasan'a vardı. Üç oğlu doğduktan sonra ayrıldılar. Sonrasında Tekelilerin Kadir'e vardı... Küçük kızı Naime de Garahmetlerin Sarışükrü eşi oldu... Oğlanlardan 1907 doğumlu Mehmet Ali, genç yaşta evlenmeden vefat etti... Yalnız onun ölümünden sonra 1921 yılında bir oğlu daha olmuştu, yine adını Mehmet koydu; fakat o çocuk da 13 yaşında vefat etti... Diğer üç oğlundan Sakalara bakalım...

    1. Goca Hüseyin

    Sakaoğlu Ali'nin çocukların en büyüğüdür; 1904 yılında doğdu. Adının Hüseyin konmasına sebep, Eğret'e gelen Çakırköylü dedesinin hatırasınadır... Uzun boyu, gösterişli yapısı sebebiyle 'Gocaüseyin' diye lakaplandı.

    Gocahüseyin Tekelilerin Ahmet kızı Şerife ile evlendi. Şerife Hanım; Paşaların İbram; Gocagafa ve Köressanın halaları olur... Azime ve Ayşe adında iki kızları olduktan sonra eşiyle geçimsizlikler başladı ve boşandılar...  

    Sakaların Hüseyin ikinci olarak Gağşakların Osman kızı Satı ile evlendi ve böylece Garapaçaların Körşükrü ile bacanak oldular... Satı Hanımdan da 1941'de Resul ve 1943'te Halil adlarında iki oğlu dünyaya geldi... (Adını bilemediğimiz üçüncü bir oğlu daha olduğu belirtiliyor.)

    İki kızından büyük olan Azime, Arzımanoğullarından Kelahmetlerin Kelömer eşi oldu. Hatırlanacağı üzere Gocahüseyinin ninesi Naime de Arzımanlardandı... Küçük kızı Ayşe ise İstanbullu bir bey ile evlendi... Büyük oğlu Resul, Körşükrü kızı Nuran ile evlendi. Resul ile Nuran teyze çocukları... Küçük oğlu Halil de Takgasların Berberhüseyin kızı Esma ile evlendi. Esma'nın ninesi ile Halil'in dedesi kardeş... (Üçüncü oğlu da Terlemezlerin Süleyman kızı Aynur ile evlendi.)

    Eğret'te işler yolunda gitmeyince Gocahüseyin Eskişehir'e göçtü. Damadı Kelömer de yanındaydı... Oraya temelli yerleştiler. Kendisi 1981'de eşi Satı Hanım ise 1988 yılında vefat ettiler. Cenazeleri Anıtkaya'ya defnedildi...  

    Büyük oğlu Resul Şarap fabrikasında çalıştı, sonra Belediye'den emekli oldu. Hüseyin ve Serpil adlarındaki iki çocuğu Eskişehir'de evlendiler. Hüseyin'in de bir kızı ve bir oğlu var. Sakaların Resul, vefat etti... Kardeşi Halil'in de Sevgi ve Hüseyin isimlerinde bir kız ve bir oğlu oldu. Onlar da Anıtkaya dışından evlendiler. 2008 Yılında Halil de vefat etti, oğlu Hüseyin'in de bir kız ve bir oğlu var... Eskişehir'deki bu Hüseyin'ler, Çakırköylü Saka Hüseyin'in üçüncü kuşak torunları...

    2. Abdurrahman

    Sakaoğlu Ali'nin hayatta kalan ortanca oğlu Abdurrahman, 1906 yılında doğdu. Kinislerin Mehmet kızı Atike ile evlendi. Atike Hanım Kumpirhasan ve Timitirinin kardeşidir... Ayrıca bu evlilikle Dıñali, Bükürün Ali ve Gağşakların Gadir ile bacanak oldular. 

    Sakaların Abdurrahman'ın iki oğlu ve bir kızı oldu; isimleri Sebahattin, İsmihan ve Celal... 1941 Yılında doğan İsmihan, Galgancıların Osman Aytar eşi oldu...

    Büyük oğlu Sebahattin 1940 doğumlu... Arkadaşları tarafından kendisine 'Aktopuk' lakabı takılmış. Sebebi basit ve ilginç... Karakoyun yününden örülmüş ipçorap giyermiş gençliğinde... Yalnız tabanında ak ipten nakışları varmış... Hazır, zararsız ve eğlenceli bir yakıştırma... Velciklerin Hüseyin kızı Latife ile evleniyor. Latife Hanım, Sucuapdıramanın kardeşi... İkisi kız biri oğlan üç çocukları oldu; Ömür, Sultan ve Gülcan... Kızlar; Sultan, Eşeninömer oğlu Mehmet Honça eşi; Gülcan, Bükürlerden Hüseyin oğlu Menderes Ölçer eşidir... Gülcan ile Menderes'in babaları teyzeoğlu olur... İki kızın abisi Ömür ise Kayserili bir hanımla evlendi. Gurbet ve Songül adında iki kızı Anıtkaya dışına gelin oldular. Oğlu Sebahattin ise bekar...

    Aktopuk Sebahattin yakınlarda, 2021 yılında vefat etti...

    Abdurrahman'ın küçük oğlu 1948 yılında doğdu, adını Celal koydular. Gağşakların Ali kızı Müzeyyen ile evlendi. Celal'in de bir oğlu ve iki kızı oldu. Kızlardan biri bekar, oğlu ile büyük kızı ise Konyalılarla evlendiler... Abdurrahman oğlu Celal, 2011'de vefat etti...

    Sakaların Abdurrahman ile eşi Atike Hanım 1979 yılında, yetmiş küsur yaşlarındayken arka arkaya vefat ettiler.


    3. Kel Bekir

    Sakaoğlu Ali'nin en küçük oğlu 1911 yılında doğdu. Adını Bekir koydular, çünkü Çakırköy'de ölen büyük dedenin adıydı... Adı Bekir idi; ama O hep 'Kel Bekir' diye bilindi... Yukarı Dandırlı Fatma ile evlendi. Harpte kalmış şehit Ahmet'in kızı olan Fatma Hanım, Tokanorinin üvey kızı, Hödükhalibanın karınkardeşi oluyor... 

    Fatma Hanım ile Kelbekirin yedi tane çocuğu oldu. İsimleri; İsmail, Bahriye, Kadriye, Ahmet, Ramazan, Kezban ve Selahattin'dir... Önce küçük yaşta iki kardeş, Ramazan ile Kezban vefat ettiler; nazardan öldükleri söyleniyor... Sonra onların ablası Kadriye gelinlik kız iken, 18 yaşında vefat etti... 

    Hayatta kalan tek kızı Bahriye, 1942 yılında doğmuştu. Gobakların Celil'e vardı, Ahmet ve Mehmet adında iki oğlu doğduktan sonra Celil ile boşandılar. Sonra Tatamatlı bir kocaya vardı...

    Guzuguzu
    Büyük oğlu İsmail 1940 doğumludur. Bir süre sonra lakabı 'Guzuguzu' kalacak olan İsmail, Çañlının kızı Emine ile evlendi. Üç kız üç oğlan olmak üzere altı çocukları oldu; Ömrüye, İbrahim, Hafize, Aziz, Elveda ve Murat... Altı çocuktan sonra 1972'de Emine Hanım vefat etti... Guzuguzu ikinci olarak Kesginin kızı Melahat ile evlendi, ondan da Dilek adında bir kızı oldu... Kızlarının evlilikleri; Ömrüye, Anıtkaya dışına Eyice'ye gitti; Hafize, Gambırariflerin Arif Öztürk eşi; Elveda, Kemiklerin İsmail Öter eşi; Dilek de Çolömerlerin Yalçın Salman eşidir...

    Guzuguzunun büyük oğlu İbrahim, Osmanköylü Emine ile evlendi. Atalay ve Selime isimlerinde bir kız ve bir oğlu oldu. Selime, Deligızların Mustafa Önkal eşi oldu. Atalay ise Conahmetin Şakir kızı Tuğba ile evlendi; Ecrin, Hale ve Eslem olmak üzere üç kızı var... İbrahim, ailesi ve torunlarıyla Anıtkaya'da yaşıyor.

    Ortanca oğlu Aziz, erken dönemde İzmir'e yerleşti. İdirizlerin Sarıömer kızı Rabia ile evlendi. Anası Emine ve analığı Melahat isimlerini verdiği iki kızı dünyaya geldi. Halen İzmir'de yaşıyorlar.

    Guzuguzunun küçük oğlu Murat ise Afyon'a yerleşti. Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi. Esra, Güner ve Hasan olmak üzere üç çocuğu var. Afyon'da oturuyorlar...

    Çocuklarının durumunu anlattığımız Guzuguzu, 2010 yılında yetmiş yaşındayken vefat etti...

    Ahmet
    Kelbekirin ortanca oğlu 1948 yılında dünyaya geldi. Adını Ahmet koymalarına sebep Dandırlı şehit dedesidir... Babasının lakabına izafeten 'Kelbekirin Ahmet' diye bilinir... Kelibanın kızı Ayşe ile evlendi. Erken dönemde Afyon'a yerleşti. Kadriye isminde bir kızı ve Yücel adını verdiği bir oğlu oldu. Kızına bu ismi vermesi, genç yaşta ölen Kadriye ablasının hatırasıdır... Kızı, Arapların Gözeliban oğlu Adem Tok eşi... 

    Kelbekirin Ahmet'in oğlu Yücel, Anıtkaya dışından Fatma ile evlendi. İki oğlu ve iki kızı var; Murat, Ahmet, Ayşe, Buğlem...

    Selahattin
    Kelbekirin en küçük oğlu, 1953 yılında doğan Selahattin'dir... Timitirinin kızı Satı ile evlendi, İzmir'e yerleşti... Tekrar köyüne döndüğünde Tekel Memuruydu. Bu yüzden bir süre kendisine  'Tekelci' denildi; ama bu kısa sürdü. İflah olmaz GS tutkusu sebebiyle 'Tancu' lakabı takıldı. Şimdilerde sadece 'Kelbekirin Seletdin' diye anılıyor...

    Satı Hanım ile Selahattin'in bir kız ve bir oğlu oldu. 1980 Doğumlu kızına merhum ablası Kadriye'nin, 1983 doğumlu oğluna da merhum babası Bekir'in isimlerini verdi. Eşi satı Hanım, çocuklarının evliliğini göremeden 2006 yılında vefat etti... Kadriye, Turabilerin İbrahim oğlu Hüseyin Külte eşidir... Bekir ise Anıtkaya dışından evlendi, Ali adında bir oğlu var...

    Sakaların Kelbekir, 1983 yılında vefat etti. Dandırlı eşi Fatma Hanım da çok durmadı, 1986'da O da göçtü...

    Özetleyecek olursak... Çakırköylü Bekir vefat edince oğlu Hüseyin, anası ve kardeşlerini alarak Eğret'e geldi. Hacılar/Arzımanlardan Naime ile evlendi böylece kendisi de onlardan sayıldı. Askerde sakalık yaptığı için lakabı Saka kaldı, çocuklarına da Sakalar denildi. 1934 Soyadı uygulamasında sülale adı soyadı olarak verilmediğinden Saka yerine Saki'yi almak istediler; ama o Mardaklar tarafından alınmıştı. Saka'ya benzer AK soyadını aldılar. Nedense sonradan bunu ATAY ile değiştirdiler. Halen Sakaların tamamı bu soyismini kullanıyorlar...


10 Aralık 2022

Tekeliler (Temel)

     
    Tekelioğlu Mehmet Ali ile Hafize Hanımın üç oğlu ve bir kızı oldu. Hüseyin, Cemile, Ahmet ve Halil... Tek kızları Cemile'yi, Habibe olarak bilip çağırdılar. Mihrioğlu  İbrahim ile evlenen Habibe'nin çocuklarına 'Hebbeler' denilecektir... Bütün çocuklarının büyüğü olan Hüseyin de Bilallerin dedesidir...

 

    Şimdi Tekelioğlu Mehmet Ali'nin ortanca oğlundayız. Büyük dede  Tekelioğlu Ahmet adını taşıyan bu oğlunun doğum tarihi bilinmiyor; eşininkiyle yakın bir tarih olduğu düşünülecek olursa 1870 gibi bir yıl olur ki bu da onu kardeşlerin büyüğü yapar... 

    Mustafa kızı Ümmühan ile evlendi. Böylece Tingildeklerin büyük dedesi Mehmet Ali ile Tekelilerin dedesi Ahmet bacanak oldular... Yalnız bu Mustafa kızı Ümmühan Hanımın kimlerden olduğu çıkarılamadı... 

    Neticede Tekeli Ahmet'in dört oğlu ve bir kızı dünyaya geldi: Yaş sırasına göre isimleri Hasan, Şerife, Mustafa, Hüseyin ve Halil'dir... 20. Yüzyıl başlarında, 1904 yılında Tekeli Ahmet vefat etmişti. Eşi Ümmühan Hanım uzun yıllar daha yaşayacak ve 1939 yılında vefat edecektir...

    Beş kardeşin içindeki tek kız Şerife 1897 yılında doğdu. Sakaların Hüseyin'e vardı... 1927 Yılında geçimsizlik sebebiyle boşandıkları belirtilmiş. Karardan anlaşıldığına göre iki kızı varmış ve onların bakımı için nafaka talebinde bulunmuş... Boşanma hadisesinden sonra Şerife Hanımın Afyon'a kocaya gittiği söyleniyor. Sakaların Hüseyin'den olan iki kızından biri Azime, Kelahmetlerin Kelömer eşi oldu. Ayşe ise İstanbullu bir beyle evlendi... 

    1902 Yılında doğan ve büyük dedesi Tekeli oğlu Hüseyin'in adını alan Hüseyin'in evlilik kaydı bulunmuyor. Erken yaşta vefat ettiği belirtildi. Geriye kalan üç oğlan ile Tekeliler incelemesine devam edelim...

    1. Tekeli Hasan

    Tekeli Ahmet'in büyük oğlu Hasan 1895 yılında doğdu. Devrimbeşlerin Godalömer kızı Ümmühan ile evlendi... Üç çocukları oldu; Zehra, Kezban ve İbrahim...

    Üç çocuğu varken 1936 yılında Tekeli Hasan vefat etti. Eşi Ümmühan Hanım, bu üç çocuğu yanında tay olduğu halde Paşanın Hüseyin'e vardı... Çorcalıların kızı olarak üç çocuğunu da Çorcalılardan evlendirdi. Zehra Ganinin Mehmet eşi; Kezban da Büzükhalilin Avukathilmi eşi oldular... 

    Her ne kadar Paşaların İbrahim deseler de aslen Tekeli Hasan'ın oğlu olan İbrahim, Gıvık Dayısının kızı Dudu ile evlendi. Erken dönemde İzmir'e yerleşti. Bir oğlu ve üç kızı oldu. Kızlarından biri Hörkülenin Koreli oğlu Dursun Önkal eşidir... Oğluna babasının adı olan Hasan ismini koydu. Çerçilerin Arıkhalil kızı Azime ile evlenen Hasan Temel, Anıtkaya'da oturuyor...

    Üç kızın anası Ümmühan Hanım 1980 yılında öldü. Tekeli/Paşanın İban 2009; eşi Dudu Hanım ise 2018 yılında vefat ettiler...

    2. Tekeli Mustafa

    Tekeli Ahmet'in 1898 yılında doğan ikinci oğluna Mustafa ismi verilmesi, annesi Ümmühan Hanım etkisiyledir. Hatırlanacağı üzere, Ümmühan Hanımın baba adı Mustafa idi... 

    Apdıramanlardan Abdurrahman kızı Şerife ile evlendi. Şerife Hanım; Kirpitçinin yeğeni, Curağın ise ablasıdır... Kendisine Yörükşerif denilmesinin sebebi, annesinin Türkmen kızı olması sebebiyledir...

    İki kız ve iki oğulları oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Hüseyin, Satı, Ümmühan ve Mustafa'dır... Büyük kızı Satı, Yahyaların Ahmet; küçük kızı Ümmühan da Omarcıkların Gırali eşi oldular... 

    Tekelinin Mustafa 1944 yılında, eşi Yörükşerif ise 1960 yılında vefat ettiler...  Oğullarına bakacak olursak;

    Gocagafa
    Tekeli Mustafa'nın büyük oğlu Hüseyin 1927 yılında doğdu, 'Gocagafa' veya 'Danagafa' olarak lakaplandı. Yumrukların Çolak Ali kızı Emine ile evlendi. Bu evlilikle kalabalık bir ailenin temeli atılmış oldu; üçü oğlan altısı kız, dokuz çocukları oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Ayşe, Atike, Ülfet, İdris, Ümmühan, Hasan, Fikret, Emine ve Mustafa'dır... Danagafanın askerliğinde emirerliğini yaptığı komutanının eşinin adı Ülfet imiş. Onun hatırasına bir kızının adı böyle...

    Gocagafanın kızlar; Ayşe, Haliloğluların Mevlüt Kanat eşi; Atike, Delibıdığın Mustafa Soylu eşi; Ülfet, Keskinin Şuayip İdi eşi; Fikret, Turabilerin Süleyman Külte eşi oldu. Emine, Anıtkaya dışına gelin oldu; Ümmühan, küçükken vefat etti...

    Büyük oğlu İdris, 1953 yılında doğdu. Erken dönemde İzmir'e yerleşti, orada Kösenin Veli kızı Ümmügülsüm ile evlendi. Şerife, Yeliz ve Kadir isimlerinde üç çocuğu oldu. Kızlar Anıtkaya dışından beylerle evlendiler. Oğlu Kadir de Anıtkaya dışından evlendi. Ece ve Ada adlı iki kızı ve İdris Ata adında bir oğlu var. Halen İzmir'e yerleşikler...

    1955 Doğumlu ortanca oğlu Hasan ise İnazlı Emine Hanım ile evlendi. Onlar da İzmir'de ikamet ediyorlar; Hüseyin, Filiz ve Deniz isimlerinde iki kız ve bir oğlan da Hasan'da var... Üç çocuk da Anıtkaya dışından evlenmişler, Hüseyin'in Zeynep adında bir kızı var...

    En küçük oğluna, babası Tekeli Mustafa'nın adını vermiş... Çanakkaleli bir hanımla evlenen Mustafa'nın Doğan adında bir oğlu var. İzmir'de oturuyorlar...

    Tekelilerin Danagafa Hüseyin 2004 yılında, eşi Emine Hanım ise 2010 yılında vefat ettiler...

    Pangeci
    Tekeli Mustafanın 1945 doğumlu küçük oğlunun adı da Mustafa idi. Lakabı ise 'Pangeci Mısdık'tır, öyle demeyince bilinmez. Bu lakaba gerekçe olabilecek elle tutulur bir şey bulamadım. Define arama gibi bir tutkusunun olduğu, hatta bu yolda vefat ettiği söyleniyor. Pangeci lakabına bu bir sebep teşkil eder mi bilemiyorum...

    Pangecimısdık Haydarın kızı Melahat ile evlendi ve İzmir'e yerleşti... Melahat Hanım, annesi tarafından da Tekelilerdendir... İki oğlu bir kızları oldu; Mustafa, Şerife ve Ersoy...

    Büyük oğluna aynı ismi verince, dede-baba-torun üç kuşak Mustafa ismini taşıma gibi ilginç bir durum oluştu... Mustafa, henüz evlenmeden vefat etti... Şerife Anıtkaya dışından bir beyle evlendi. Ersoy ise Dendenin Şahin kızı Fatma ile evlendi... İzmir'de oturuyor... Pangecimısdık 2009 yılında vefat etti...

    3. Tekeli Halil

    Tekeli Ahmet'in en küçük oğlu Halil 1903 yılında doğdu. Cingenalilerden Fadime ile evlendi. Üç çocukları oldu, ikisi kız biri oğlan; Azime, İhsan ve Ümmühan isimlerini verdiler. 1946 Yılında İhsan gumdakteyken Tekeli Halil vefat etti... Her ne kadar böyle söylense de babaları öldüğünde gumdakta olan İhsan değil Ümmühan olmalıdır. Nitekim çocuk çok yaşamadı, babasından kısa bir süre sonra öldü...

    Onun ölümüyle ilgili bana anlatılan olay ilginçtir... Örenler mevkiinde bir azat kesiyor ve sebepsiz vefat ediyor. Henüz 24 yaşındayken gelen bu ölüm, kesilen ağacın kutsallığına, 'yatırlı' olmasına yoruluyor... Güya azadın öyle olduğu bilindiği için defalarca ikaz edilmiş, 'kesme' diye uyarılmış; ama Halil dinlememiş...

    Yeni Hasan
    Fadime Hanım iki çocuğuyla dul kaldığı bu yıllarda Efted'den biri çıkıp geliyor. Adı Hasan... Evlerinde sürekli hor görülen, itilip kakılan ve dayak yiyen Hasan'ın canına tak ediyor ve kaçıp Eğret'e geliyor. Başka yere değil de Eğret'e gelmesinin de elbet bir sebebi var... Annesi Şalsız Nine olarak bilinen Fadime Hanım Karacahmetli idi; ama onun da anası Mihrilerin kızıydı ve Eğret'ten Karacahmet'e gelin gitmişti. Yani Hasan'ın ninesi (anneannesi) Eğretli'ydi, başı sıkışınca çareyi Eğret'e kaçmakta buldu...

    Hasan'ın ninesi Mihrioğlulardandı... Onların Tekelilerle bağlantısını hatırlayalım...  Ve Mihrioğlularla Cingenaliler de dipte emmi çocuğu oluyorlarar... Cingenalilerin kızı Fadime Hanım, Tekeli Halil'den dul kalmış... Bu durumda Efted'den kaçıp gelmiş Hasan, iç güveyisi olarak Fadime Hanım'a giriyor; böylece kimsesiz olarak geldiği Eğret'te kimsesi oluyor...

    Hasan, Fadime Hanım ile evlenince ona 'Yenihasan' dediler ve ölene kadar öyle bilindi... Bunun sebebi dipteki Tekelioğlu Hasan Dede ile alakalı olabilir... Çocukları olmadı, Fadime Hanımın çocuklarını kendi çocuğu belledi. Kasaplık yapardı, Halil Temel'in 'Gasaphalil' lakabı alması, onun yanında yetişmesindendir... Yenihasan 1988 yılında vefat etti...

    Gasap Halil
    Tekeli Halil'in iki yetimine dönelim. Kızı Azime, Devrimbeşlerin Delibayram eşi oldu. Kütükte adı, Cingenali hatırası olsa gerek Ali diye kayıtlı olan İhsan'a gelince... Bakarken gözünü kısıyor diye 'Köressan' derlerdi...  Kemiklerin Ayşe ile evlendi. Onların da bir kız ve bir oğulları oldu. Kızın adı Gülfem; Çolömerlerin Mehmet Salman eşi oldu... 

    Oğluna geleceğiz... Köressan, resmiyetteki adıyla Ali Temel 2013 yılında vefat etti... Oğluna, babası Tekeli Halil'in adını koydu. Kendisine dede bellediği Yenihasanın yanında büyüyen Halil, ondan kasaplığı öğrendi. Bu sebeple kendisinden her zaman 'Gasaphalil' diye söz edilir oldu. 

    Gasaphalil Yeşilömerlerin Hatice ile evlendi. Sabire adını verdikleri kızı, İnceömerin İrfan Aydın eşidir... Gasaphalil, Tekelilerin bu kolunun düzenli olarak Anıtkaya'da yaşayan tek temsilcisidir...

    Eğret'e ilk gelen Tekelioğlu Ahmet'in tek erkek torunu Mehmet Ali... Mehmet Ali'nin büyük oğlu Hüseyin'den Bilallere gidildi... Ortanca oğlu Ahmet çocuklarından da Tekelilerin TEMEL kolu oluştuğunu gördük... 1934 Soyadı uygulamasında TEMEL soyismini aldıkları için öyle diyoruz....


07 Aralık 2022

Yanık Buğdaylar

 

    1922'de Kurtuluştan sonra yeni bir devlet kuruldu, ama bu sıfırdan inşa edilen bir devlet değildi. Yıkılan Osmanlının köklü tecrübesi temel alınıp onun üzerine kuruldu. Kurumları ve kadrosu ondan devşirildi. Hızlı bir inkılap serisiyle yenileşmeler yapılırken bir yandan da yıkılan devletin sürüncemede kalmış işlemleri takip edildi. Borçlarının ödenmesi ve alacaklarının tahsili gibi... Alacak dediğin de halktan toplanan vergiler oluyor... 

    Eğret'ten alınan en önemli vergi öşür vergisi... 1919-1922 Yılları arasında devlet fiilen yıkıldığı için o zamanki otorite boşluğunda vergi toplanmasında aksaklıklar yaşanmış. Yeni devletin kurulmasıyla işte o zamanki alacakların da peşine düşülmüş; adeta, 'nerede üç yıllık dene, getirin bakalım' demişler...

    1926 ile 1929 yıllarında verilen iki mahkeme kararına yansımış bu olayı kısaca özetleyelim: 

    Hükümet diğer köylerde olduğu gibi Olucak ve Eğret'te alamadığı arpa buğdayın peşine düşer. Hesaplamalar yapılır ve gecikme zammıyla birlikte tahsil edilecek toplam miktar belirlenir. İki köy de buna itiraz eder ve 1921-22'de işgal döneminde Yunanların ürünlerin çoğunu gasp ve tahrip ettiğini bu yüzden vergiden muaf tutulmaları, en azından bir kısmında indirime gidilmesi gerektiğini savunurlar. Neticede bu itiraz kabul edilir ve ciddi bir vergi indirimi kararı çıkar.

    Karar kaydındaki bazı ayrıntılar dikkat çekicidir. Evvela şahitlerin beyanına göre; 1920 senesi öşür vergisi olarak Eğret'ten toplanan 550 kile buğday, 75 kile beyaz arpa, 175 kile siyah arpa Merkeze götürülmüş ama orada Yunanlar tarafından gasp edilmiş; aynı yıla ait Eğret'ten toplanıp da orada kalan 720 demir kara arpaya Yunan askeri, yerinde el koymuş... Bu miktarlar Eğret gibi bir köy için az gelebilir, ama bunların sadece vergi olduğunu unutmayalım... Hakkıyla verildiği düşünülse bile bu miktarı 10 ile çarparsanız 1920 yılı hasılatına ulaşırsınız.... Peki ya 1921-22... Onu hiç sorma...

    Kararda benim dikkatimi çeken başka bir husus da şahitler ve şahitlikler...
    1. Osman Efendi bin Hacı Mahmud - Hatiplerin Molla Osman
    2. Hasan Hüseyin bin Ahmed - Böbülerin Dedesi
    3. Murat bin Ömer - Takgasların Dedesi
    4. Hacı Halil bin Hacı Abdil - Hacapdıramanların Dedesi
    Bu şahitlerin şahitliklerine göre karar verilmiş ve gereken kolaylık gösterilmiş. Dedik ya, Devlet verginin peşinde olduğu için şahitler de sadece toplanan vergilerin başına gelenlerle ilgili şahitlik etmişler... Oysa 1920-21-22 yıllarında tarladan ne kaldırıldıysa Yunan gasp etmiş, talan etmiş, olmadı yakmış...

    ***

    Yıl, 1921... 15 Kasım... Afyon'daki,  İzmir Yunan Yüksek Komiser Vekiline bir dilekçe geliyor. Eğret, Olucak, Osmanköy, Cumalı ve Susuzosmaniye köylerinin muhtar ve imamlarının imzaladığı dilekçenin içeriği şöyle: Köyümüze gelen 5. ve 13. Yunan Tümeni askerleri bütün buğdayımıza el koydu. Yiygi olarak bize buğday bırakmadığı gibi tohum için de tek bir tanemiz bile kalmadı. Mallarımıza verecek yemimiz ve tohum olarak ekeceğimiz arpa da bırakmadılar... 

  Bu bir şikayet dilekçesiydi; ama kimi kime şikayet edeceksin... Aynı zamanda çözüm arama yoluydu; lakin Afyon'daki Yüksek Komiserliği Vekili bu sorunun çözüm mercii değildi. Nitekim dilekçeyi bir üstyazı ile İzmir Yüksek Komiserliğine havale etti. Ama orası da meseleyi halledemezdi, o ayrı... 1922 Eylülünde kaçıp giderlerken, götürdükleri arşivin içinde o dilekçe de vardı...

     ***

    Dilekçenin ortaya çıkış öyküsü de ilginçtir; Yunanistan Devlet arşivindeki bir belge, nasıl oluyor da bir asır sonra bir Türk tarafından günyüzüne çıkarılıyor.... Üstelik Yunan ordusu aleyhine kullanılabilecek içeriğe sahip bir belge...

    Türk Tarih Kurumu'nu sosyal medyadan takip ederim, faydalı yayınları oluyor.  Etkinliklerini Youtube sayfasından canlı yayınlıyorlar... 17 Mayıs 2022 günü Trabzon'da 'Yunanistan Tarafından Anadolu'da İşlenen İnsanlık Suçları' Sempozyumunu da oradan izledim. Doç. Dr. Esra Özsüer'in bildirisi 'Türk Ulusal Bağımsızlık Mücadelesinde Yunan Ordusunun Savaş Suçları' başlığını taşıyordu. Sempozyumun 33. dakikasından itibaren Esra Hanımın bildirisini izleyebilirsiniz. Ben Esra Hanımdan o bildiri sayesinde haberdar oldum. Yunan Arşivlerine girip araştırma yapması ve sık sık orada gördüğü belgelerden bahsetmesi dikkatimi çekti. Başka bir açıdan, Eğret'te, Afyon'da ve nihayet Ege'de yaşananlara ışık tutar nitelikte konuşuyordu. Gerçi yayının kalitesizliği sebebiyle Eğret'e has diyebileceğimiz bilgi bulamadım; ama o potansiyelin varlığı önemliydi...

    Büyük Taarruzun Yüzüncü yılı etkinlikleri çerçevesinde 9 Eylül'de Esra Hanımın bir sohbeti yayınlandı; sohbet başlığı 'Yunan İşgalinde Anadolu'da İşlenen Cinayetler ve İnsanlık Suçları' idi... Yarım saatlik bu sohbetin yayın kalitesi ve içeriği daha zengindi. Üstelik sözünü ettiği belgelerin görüntüsü de ekrana veriliyordu. Videonun 13:30. dakikasından itibaren konumuzu teşkil eden belgeye başladı ve içerik anlatılırken ekrana hem üstyazı hem de orijinal dilekçenin görüntüsü verildi. Ekran görüntüsünü aldım ve defalarca izledim. Tam okuyamadım ama, 'Eğret' kelimesini seçer gibi oldum. 

    Tabi emin olamıyorsun... Esra Hanıma ulaşıp, belgeyle ilgili daha detaylı, en azından o köylerin içinde Eğret'in olup olmadığı bilgisini almaya çalıştım. Sağolsun O da ser verdi sır vermedi; ama yeni çıkacak kitabında belgeyi yayınlayacağını söyledi. O günden sonra merakla kitabın yayınlanmasını bekledim. Uzun sürmedi bu bekleyiş, geçtiğimiz ay kitabın çıktığını öğrendim. Hemen sipariş verdim, bu seferki bekleyişimiz hala sürüyor; kitap henüz elimize geçmedi...

    Kitabı göremedik; ama bugün (7 Aralık 2022) Ankara'da yine bir panel vardı: 'Batı Anadolu'da Yunan Mezalimi Paneli'... Panelistlerden biri olan Esra Hanım, beklediğim belgeyi gündeme getirdi, yenilik olarak dilekçe günümüz Türkçesiyle de ekrana yansıtıldı.  Bu konuşmayı videonun 1:30:00. dakikasından itibaren izleyebilirsiniz. Belgeye nasıl ulaştığını da satır aralarında anlatıyor Esra Hanım... Dilekçenin ekran görüntüsünü olduğu kadarıyla buraya koyuyorum, işin ehli olanlar okur da belki o günün Eğret Muhtarı kim olduğunu ortaya çıkarır...

    ***

    Mahkeme kaydında Eğretli dört şahidin şahitliğini, Yunanistan arşivindeki bu dilekçe doğruluyor. Hatta beyanlarının az bile olduğunu gösteriyor... Dilekçede söylenenlerin azlığını da dene ambarında öldürülen İşofun babasından; Cemal Hocanın ambarda yakılan denelerinden; Ağustos sıcağında ateşe verilen harmanlardan çıkarabilirsiniz...



06 Aralık 2022

Devrimbeşler

     Çorcalılar Eğret'e Küçükçorca (Sadıkbey) köyünden gelmişler. Çorca bir ova köyü olduğu için bunlara 'Ovalılar' da deniliyor. Tam olarak ne zaman geldikleri bilinmiyor. 1830 Kayıtlarında görünmediklerine göre 19. yüzyılın ortalarında geldikleri tahmin ediliyor. Kardeş oldukları düşünülen iki küçük çocuk, Osman ve Ömer; Eğret'teki ilk Çorcalılar olarak biliniyor. 

       Çorcalı kardeşler Osman ile Ömer'in büsbütün Çorcalı olmadıkları, öncesinde Eğret ile bağlarının bulunduğu görüşü de dikkate değerdir. İki kardeş bilmedikleri bir köye neden gelsinler ki? Bu görüşe göre, çocuklar aslında Alemdaroğlu Ali'nin Çorca'ya giden kızıyla ilgililer. Büyük ihtimal Alemdaroğlunun torunları... Yani esasında bu Çorcalılar ile Kantinler akraba oluyor...


    Ayşe Hanımla evlenen Çorcalı Osman'ın iki oğlunun adları Yusuf ve Ali... 1842 Yılında doğan Yusuf, Dönelerin atasıdır. Küçük kardeşi Ali ise aksak olduğu için 'Topal Ali' diyorlardı, Omarcıklardan Ayşe Hanım ile evlendi. Onun oğlu yoktu, üç kızı oldu. Bunlardan Halime hakkında bilgi yok; ama Emine Bezeki Mustafa'nın eşi, Satı da Olcaklıların Ninesi olacaktır.

    Çorcalı kardeşlerin küçüğü Ömer ise Ümmühan Hanım ile evlendi. Mehmet, Şerife ve Hüseyin olmak üzere iki oğlan bir kız, üç çocuklarından haberimiz var. Şerife, Keçilerin  Ahmet'e vardı; ileride Keçimehmetin Ninesi olacaktır... 1874 Doğumlu Hüseyin de Havva Hanım ile evlendi. Onu ayrıca ele alacağız...

    Çorcalı Ömer'in büyük oğlu Mehmet'i sona bırakmamızın sebebi, Devrimbeşlere Ondan gidiliyor olmasıdır.

    DEVRİMBEŞLER

    Mehmet'in Hüseyin'in büyüğü olduğunu biliyoruz; ama tam olarak doğum tarihi bilinmiyor. Şu bir gerçek, Onun çocuklarına 'Devrimbeşler' denilecek... Çocuklarına geçmeden önce hanımından bahsedelim...

    Eyüplerin Derviş Halil kızı Fatma Hanım ile evlendi. Dervişin oğlu olmadı, beş kızı vardı. Yani Çorcalı Mehmet Fatma Hanım ile evlenmesiyle, dört bacanağı oldu. Bunlar Küpelilerin İbrahim (Küçükmehmet, Urganlı ve Tekenin babası); Söylemezoğlu İbrahim (Gıbış, Gociban ve Dıkmanın dedesi); Hatiboğlu İbrahim (Gobakların Köremin, Gocayusuf ve Çerçilerin Şükrünün dedesi); Türkmenoğlu Ahmet (Yörüğoğlular Halil ve Ali Efelerin babası)...

    Dervişhalilin kızıyla evlenmesi ile Devrimbeşler lakabı doğrudan ilişkilidir... Çorcalı Mehmet'in önceden de böyle halleri bulunabilir; ancak Fatma Hanımla evlendikten sonra 'Devriş Mehmet' diye anılır oldu. (Anıtkaya'da hala 'derviş'e 'devriş' denir.) Sonradan halk arasında 'Devrişmehmetler' sözü 'Devrimbeşler' oluverdi...

    Üç oğulları oldu; 1886 yılında Ömer, 1889'da Halil İbrahim ve 1897'de Eyüp doğdu... Eyüp doğduktan kısa bir süre sonra Çorcalı Mehmet vefat etti. Derviş Halil'in kızı Fatma Hanım, üç oğluyla dul kalmıştı... İkinci eş olarak Hamzaoğlu/Tongulların Hasan'a vardı... Artık üç kardeş üzerinden ayrıntılı Devrimbeşler incelemesine geçebiliriz.