15 Ekim 2022

Bükürler

 
    Bükmek fiil köküyle ilgili gibi duran 'bükür' günümüzde kullanılmayan, unutulmuş bir kelime. Bu anlamda 'eğri büğrü' ikilemesindeki büğrünün en eski hali olduğu anlaşılıyor. Tek başına anlamı 'kambur' demek... Atalarının arasında kambur olan birisi var mıydı bilinmiyor; ama iki asır evvel Eğret'te Büküroğlu Ali adında biri var...


    1790'lı yıllarda doğduğu anlaşılan Büküroğlu Ali'nin ana baba adı gibi temel bilgilere sahip değiliz. Orta boylu ve sarı sakallı biri olarak kaydedilmiş... O günkü anlayışa göre kayıtta kadınlara yer verilmediği için eşi ve varsa kız çocukları hakkında da bilgi edinemiyoruz. Mehmet ve Mustafa adında iki oğlu var. Küçük oğlu Mustafa beş altı yaşlarındayken vefat ediyor. Bugünün Bükürlerine büyük oğlu Mehmet'ten ulaşacağız... 

    Büküroğlu Mehmet 1820'lerde doğduğu anlaşılıyor. Askere kaydedildiğinde uzun boylu, henüz bıyıkları terlememiş bir delikanlı olarak tarif edilmiş. Kayıtlardan anlayabildiğimiz kadarıyla iki oğlu var. Onlardan birine kendisiyle babasının adını birleştirip Mehmet Ali adını koymuş, diğerine ise Mestan... (Bu isim akıllara Kumpirhasanın Mısdan'ı getiriyor; lakin zorlama da olsa ikisi arasında bağ kuramadım.)


    Büküroğlu Mestan

    Mehmet Ali ile Mestan'ın hangisinin daha büyük olduğu bilinmiyor. Eldeki bilgiler çocuklarının nüfus kaydından çıkarılabilenler... Bu yüzden önce Mestan'dan gidelim... Adını bilemediğimiz bir hanımla evlendi. Hasan ve Şerife adlarında iki çocuğu doğduktan sonra bu hanımı vefat etti. Sonra Arife adında bir başka hanımla evlendi. Kimlerden olduğunu bulamadığımız Arife Hanımdan da 1900 yılında bir kızı ve 1902 yılında bir oğlu dünyaya geldi. Oğluna, babasının adı olan Mestan ismini koydular; çünkü Büküroğlu Mestan o sıralarda vefat etti... Genç yaşta iki çocukla dul kalan Arife Hanımı Emiralillerin Ali'ye verdiler. Bu Ali Yeşilömerin kardeşidir… Kızı Arife’nin akıbeti hakkında bir şey bulamadım. Mestan ise 1921-22’de Çerkez çeteler tarafından şehit edilmiş…

     Mestan'ın ilk Hanımından da bir oğlu bir kızı vardı... Kızı Şerife'nin Eğret dışına gelin edildiği anlaşılıyor. Bacıdedenin ölüm defterinde 'Bükürün Şerif Nine' notuyla 9 Haziran 1973 tarihli bir ölüm kaydı bulunuyor. Sanırım Mestan kızı Şerife, 88 yaşında Anıtkaya'da ölmüş... Oğlu Hasan ise Çolakfatılardan Fatma ile evlenmiş. Henüz çocukları olmamışken Hasan da vefat ediyor; Onun dul eşi Fatma da Elciklerin Deliçakır Ahmet (Çakiriban İbrahim Ata'nın babası) eşi olacaktır... Büküroğlu Mestan parantezi bu şekilde kapanmış oldu.


    Bükürler

    1845 Doğumlu Satı Hanımla evlendiğine göre Büküroğlu Mehmet Ali de onunla aynı yaşlarda olmalıdır. Eşinin kimlerden olduğunu bilmiyoruz, ancak baba adı Süleyman... Satı Hanım ve Mehmet Ali ailesiyle bugünün Bükürlerine bir adım daha yaklaşıyoruz... Tespit edebildiğimiz üç çocukları var, bunlardan biri ve çocukların en büyüğü kız... Adı Hanife olan ve 1865 Yılında doğan bu kız Garmenlerin Ali eşi olacaktır. (Önce Hacapdıramanların Mehmet oğlu Ali Osman sonra Demirdelenoğlu Yahya'nın eşi Şerife, yani Şavalgadirin anası; Körüslerin Ali eşi, yani Akömerin anası Akile; Apdıramanların Ali eşi Fadime ve Arapların İsmail eşi Ayşe, işte bu Hanife Hanımın kızıdırlar.)

    Büküroğlunun büyük oğlu Hüseyin biraz beklesin, Onun küçüğü Mehmet'e bakalım... 1884 Yılında doğdu. Bu ismi almasının sebebi Mehmet Dedesidir...  İki evliliği var. Önce Şeherlioğlu/Gadıngızların Kedimehmet kızı Fadime ile evlendi. Bu evlilik sayesinde Selimlerden Dayıların Dayı ile bacanak oldular... 1907 Yılında Fadime Hanımdan adını Mustafa koyacağı bir oğlu oldu. Aynı yıllarda Ali kızı Ayşe Hanımla da evlendi, fakat bu ikinci eşinden çocuğu yok. 

    Büküroğlu Mehmet, iki eşi ve bir oğlu varken katıldığı Cihan Harbinden geri dönemedi. Hangi cephede şehit olduğu bilinmiyor. İkinci eşi Ayşe, Eğret dışına kocaya vardığı anlaşılıyor. İlk eşi Fadime ise Aşağı Dandır'a gitti; tabi oğlu Mustafa Eğret'te kaldı. Biraz büyüyünce Onu Şaşdımoğlu Ömer kızı İsmihan ile everdiler. İsmihan Hanım, Ömeronbaşının Halası olur, ayrıca İsmihan Hanımın ana tarafından Bükürlerden olduğunu da kaydedelim... Feride adını verdikleri bir kızları oldu ve Kader hükmünü bir kez daha icra etti; Büküroğlu Mustafa 1931'de vefat etti. Dul kalan İsmihan Hanım, yanında kızı Feride tay olduğu halde Sağırların Ali Osman Hocanın ikinci eşi oldu. Kızı Feride, ileride Bekiralilerin Buydeycigadir eşi, Palavırın annesi olacaktır... Büküroğlu Mustafa'nın ölümüyle Bükürler Defterinin bir sayfası daha kapanmış oldu...

    Yirminci yüzyılın tanıdık Bükürlerine Mehmet Ali'nin büyük oğlu Hüseyin ile varacağız... 

    Büküroğlu Hüseyin, 1880 yılında dünyaya geldi. Sülalede ilk olan bu ismin veriliş sebebine dair bilgi yok... Garamusaların (Tingildekler ve Gödeşler) Mustafa kızı Emine ile evlendi. Böylece Ayanoğlu Hüseyin (Kölgecinin Babası) ve Küpelilerin İbrahim (Urganlının Babası) ile bacanak oldular...

    Hüseyin ile Emine'nin ikisi kız biri oğlan üç çocukları oldu. En büyükleri Şerife ve küçükleri Satı, ortanca ise Ali... Şerife, önce Hacımahmutlardan Gocasana vardı. Çocuğu olmuyor gerekçesiyle oradan çıkarılınca Çolömerlerin Efekçiye verdiler. Gerçi orada da çocuğu olmadı; ama 1982'de ölünceye kadar huzurlu yaşadı... Küçük kızı Satı'yı ise Urganlının kardeşi Teke Hüseyin'e verdiler... Teke ile Satı teyze çocukları oluyorlar... Şerife Ablası gibi Satı'nın da çocuğu olmadı, 1990'da öldü... İki kız kardeşin çocukken yedikleri sakatattan zehirlenerek üreme kabiliyetlerini yitirdiklerine dair bir bilgi var... 

    Burada belirtilmesi gereken bir husus da şudur: Büyük kızı Şerife 1903 doğumlu, Ali ise 1908 yılında doğdu. İkisinin arasında Ümmühan ve İbrahim adında iki çocuk daha var... Yetişkinliğe ulaşamayıp çok küçük yaşta öldüler... Bunların dışında 1923 yılında doğup beş yaşına gelince ölen Atike adında bir kızları kayıtta bulunuyor...

    Oğlunu inceleyeceğiz; Bükür Hüseyin'in 1930 yılında, elli yaşındayken vefat ettiğini belirtelim. Eşi Emine Hanım da çok durmamış, bir yıl sonra ölmüş...

    Hüseyin'in tek oğlu Ali'ye 'Bükürün Ali' diyorlardı. 1908 Yılında dünyaya geldi. Önce Mardaklardan Hüseyin kızı Emine ile evlendi. Emine Hanım Dişçi Ali'nin halası olur... Üç aylık gelin iken vefat etti Emine Hanım. Görümcelerine yapılan büyünün tesirinde kaldığı rivayet ediliyor... İkinci olarak Kinislerden Kumpirhasanın kardeşi Fadime ile evlendi; Kinislerin Dınali, Sakaların Abdurrahman ve Gağşakların Gadir ile bacanak oldular...

    Fadime Hanım ile Bükürün Ali'nin biri kız olmak üzere altı çocukları oldu. Tek kızına, Ninesinin adı olan Emine ismini koydular... Emine, ileride İşofların Sağırisa eşi olacaktır, 1972'de öldü... Beş oğlan üzerinden Bükürleri inceleyelim...

    Büyük oğul 1936 yılında doğdu, Dedesinin adı olan Hüseyin ismini koydular. 'Bükürün Derviş' diye lakaplandı; zira 60'lı yıllarda öyle bir meşrebi vardı... Kelahmetlerin Ömer kızı Münevvere ile evlendi. İki oğulları oldu; 1962'de doğan büyüğe Menderes adını koydular, çünkü sevilen Başbakan Menderes daha yeni öldürülmüştü... Menderes Sakaların Sebahattin kızı Gülcan ile evlendi... Sakalarla daha önceden kurulmuş iki akrabalık adımı vardı; bu, üçüncüsü oldu. Adımların ilki, Fadime Ninesinin kardeşinin Sakalara gitmesi; ikincisi ise, Annesi Münevvere'nin de anne tarafıyla Sakalardan olmasıdır... Neyse, Menderes'in de Hüseyin ve Emre adında iki oğlu oldu. Hüseyin, Muammer Emmisinin kızı Sultan ile evlendi; Menderes ve Elçin adında iki çocuğu var. Emre ise Döğerli Zeynep ile evlendi, Fatih Efe adında bir oğlu var... Sakalar ve Kelömer Dedesinin etkisiyle olsa gerek Menderes Eskişehir'e yerleşti, çocukları ve torunlarıyla orada yaşıyor... Dervişin küçük oğlu ise Ali Aslan... İkinci adı pek bilinmez, O daha çok Dedesinin adı olan Ali ismiyle tanınır. Garaburunun Şevket kızı Özgül ile evlendi. İki oğlu var; büyüğü Uğur, Bursalı Pervin ile evlendi, küçüğü bekar... Ali, görevi gereği Ankara'da yaşıyor... Bükürün Hüseyin 2006 yılında vefat etti...

    Bükürün Ali'nin ikinci oğlu Ali İhsan 1943 yılında doğdu. Çatalların Delibıdık kızı Fatma ile evlendi; Hacapdıramanların Süleyman ve Mustafa Keleş ile bacanak oldular... Anıtkaya Belediyesinde kadrolu eleman olarak çalışmaya başladı. Köye elektrik gelince bu hususta kurs alıp uzmanlaştı. Bundan sonra 'Eletdirekçi Alessan' diye bilinecektir... Bir kız, bir oğulları oldu; Nuray ve İrfan... Onlar da Afyon'a yerleşikler... Fatma Hanım 2004'te, eşi Bükürün Ali İhsan ise 2010'da vefat etti...

    Ali İhsan'ın küçüğü Adem 1945 doğumludur. Kinislerden Dınalinin kızı Kerime ile evlendi. Adem ile Kerime hem teyze çocukları hem de ikinci kuşaktan hala-dayı çocuklarıdır. Ayrıca bu evlilikle Adem, Kekecin Osman ile bacanak oldular... Gobakların Arif ile Bükürün Adem, sesi birbiriyle uyumlu ikili oluşturarak yıllarca Gocacamide müezzinlik yaptıkları aklımda kalmış... Hüseyin, Emine ve Tahsin adını verdikleri üç çocukları oldu. Hüseyin evlenmeden 2013'te vefat etti; Tahsin Seydilerli Ayşe Pınar ile evlendi, Hüseyin ve Zeynep adında iki çocuğu var ve Afyon'da yaşıyorlar... Bükürün Adem de 2017'de öldü...

    Bükürün Ali, 1951'de doğan dördüncü oğluna iki dedenin adlarını birleştirerek Mehmet Ali adını verdi... Mehmet Ali, Gağşakların Kadir kızı Zübeyde (Güzide) ile evlendi. Eşiyle teyze çocuğu oluyorlar. Afyon'un değişik yerlerindeki PTT şubelerinde postacı olarak çalıştıktan sonra Anıtkaya'ya geldi ve buradan emekli oldu. Bu yüzden 'Posdeci' olarak bilinir... Beş oğlu oldu; Kadir, Göksel, Kadir, Ömür ve Önder... İlk oğlu Kadir küçük yaşta vefat edince üçüncüsüne de aynı ismi verdi, lakin O da küçükken vefat etti. Ömür ise yakalandığı hastalıktan iflah olmayarak 1990'da genç yaşta vefat etti... Göksel, Arzılardan Çavuşmehmetin kızı Fatma ile evlendi; böylece Bakkalırmızan oğlu Musa Türkmenoğlu ile bacanak oldular. Ömür, Sena ve Zeynep adında üç çocuğu var... Emekli olduktan sonra Posdeci Mehmet Ali ve çocukları Afyon'a yerleştiler... 

    Bükürlerin en küçüğü Muammer 1953 yılında doğdu. Omarcıklardan Bödü Mehmet'in kızı Ayşe ile evlendi. Yine Omarcıklardan Kilci ve Güdüğizzetin İsmet ile bacanak oldular... İki kız ve bir oğlu oldu: Satı, Sultan ve Mehmet Ali... Satı, Delibanların Sedat Dadak; Sultan da Menderes'in oğlu Hüseyin Ölçer eşidir. Oğlu Mehmet Ali, Çolömerlerden Erdoğan Selman kızı Yağmur ile evlendi. Ayşe Duru adında bir kızı var ve Afyon'a yerleşikler... Bükürün Muammer 2019 yılında öldü...

    Altı çocuğun babası Bükürün Ali 1981 yılında öldü. Eşi, Kinislerin kızı Fadime Hanım ise 1998'de vefat etti...

    18. Yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan çizgide, Büküroğlu Ali'den günümüze ulaşabilen  sadece Bükürün Ali çocukları oldu. 1934 Soyadı Kanunu ile ÖLÇER soyismini aldılar. Bükürün Ali'nin altı çocuğundan hayatta olan yalnız Posdeci Mehmet Ali var; kısa süreli geliş gidişler dışında, Anıtkaya'da yaşayan Büküroğlu bulunmuyor... 



11 Ekim 2022

Çeç Üstü


  Adettendi, eskiden sünnet olan çocuğa telli çevre hediye ederlerdi. Bunlar, selpak icad olunca ortadan tamamen kalkan mendillerin atası kabul edilebilir. Sünnet çocuğunun büyümesi, koca adam olması dileğini belirtircesine 'sap çekerken boynuna dolarsın' derlerdi...

    Gerçi dokuma sırasında iplerin arasına yerleştirilen teller boynu tahriş ettiği için orakçılar, sapçılar pek tercih etmezdi telli çevreyi. Yine de erkeklerin cebinde bulunurdu, çünkü kocaman bir şey olduğu için işlevseldi. Yere serip üstünde ekmek yiyebilirdin mesela, sofra yaygısı gibi... Yahut ufak tefek şeyleri doldurup çıkılayıp çanta niyetine kullanabilirdin... Yahut dene koyar, torba olarak kullanırsın....

    Harmanyerinde çok rastlanan bir durumdur; akşama yakın çıkan yelde harman savrulmuş, saman ayrılmış, dene yığılmış... İnsanların yüzünde, sesinde huzurlu bir yorgunluğun izleri var; çünkü çeç çıkmış... Çalışıyor da olsa bu insanlara 'kolay gelsin'  demek yerine 'bereketli olsun' diye selam veriliyor... Çünkü o sıradaki meşgaleleri gıda/nimet üzerine... Hem selam hem dua olan bu iyi niyet sözüne karşılık olarak 'aç çevreni' deyip deneyi dolduruverirler... Mübalağa yok, o telli çevreye bir demir dene koyabilirsin...

    Bir selamlaşmanın hatırına, bir teneke buğday niye verilir ki? İşin sırrı 'bereket' kavramında... Adam 'bereketli olsun' diye senin için dua etti. Bu dua bir yana, eskiler verdikçe  malının bereketleneceğini düşünür ve karşılıksız vermekten çekinmezdi. Teorik olarak Kuran'daki 'infak' emrini belki bilmiyordu; ama bunu hayatında pek güzel uyguluyordu. Kime olursa olsun; kaldırdığından, kazandığından, pişirdiğinden mutlaka başkalarına da verirdi. Bu yüzden çevreye doldurulan deneye şaşırmamalı...

    Çeç çıkarılınca verildiği için 'Çeç üstü' diye adlandırılan bu dene ikramı, çevre sahibi çocuk ise hemen bakkala götürülürdü. Bakkal da uzakta sayılmazdı, harmanyerine kurulan yazlık bakkallar vardı; bir cerge altına mallarını koyarlar, dene karşılığı satış yaparlardı. Çocuk dene dolu çevresiyle bakkala varıp 'bişey' alırdı.

    'Bişey'ler çok çeşitlidir; bazen gofret, bazen püsküt (bisküvi)... Bazan günaşık, bazan tespih şeker... Zaten çocuğa dene verirken 'bişey al' diye tembihlerler. Bu, 'git istediğini al' demektir. Bu yüzden o 'bişeyin' içine her şey girer; fıstık da, sünger (sapan lastiği) de... Amma değişmez ikili, lokum-püsküt hiç bir vakit geri planda kalmaz...

    Çecüstü diye kalıplaştığına bakmayın bu kavramın, her türlü mahsülden vermek adet haline gelmiştir. Bu yüzden çecüstü sadece harmanda çeçten ayırıp verilen şey değildir. Evinin önünde haşhaş savururken de çecüstü verilir, çeşmede dene yıkarken de...

    Misal tarhana karılıyor. Biri geldi 'berkatlı olsun' dedi... Bu duaya teşekkür sadedinde 'Al bunu filanca emmime pişiriver' diye bir pişirimlik de olsa tarhana verilir; bu, çecüstüdür...

    Yahut bulgur kaynatılıyor... Sıcak gölleye ortakmış gibi sağdan soldan tasını alan sıraya geçmiştir zaten... Kimse gocunmaz, vermekten de çekinmez... Her kaba gölle doldurulup gönderilir... Bu da çecüstü...  O bulgur kurutuldu, sürüldü, savruluyor diyelim. Yanına gelen birine ondan verir 'pilav bişir' dersin...

    Oldu ya, mercimek çalkıyorsun... Bu sırada berkatlı olsun derlerse 'al şunu bükme et' diye gönüllüyorsun o kadını... Haşhaş eliyorken ondan verip 'gatmer, hamırsız et' diyorsun... Bunlar hep çecüstü... Çeşmede, Bunarda dene yıkarken birisi öküz sulamaya gelse, 'gören gözün hakkı var' diye yıkadığın şeyden veriyorsun. Bunlar hep çecüstü diye adlandırılmış. 

    Kısaca sadaka, zekat, iyilik, ikram, ihsan vs. vs. her ne niyetle olursa olsun karşılıksız verilen her türlü tahıla çecüstü deniliyor... Böyle adlandırmanın çıkış noktası harman vaktindeki çeç olduğu su götürmez. Yalnız her vakit, her yerde ve herkese verilen dene genel olarak çecüstü oluyor...

    Çecüstüne alışan hayratçılar ve isteyiciler harman sonunu gözetmeye özen göstermişler ve vakti gelince istediklerini almak için sokakları ve harmanları dolaşmışlardır. Eğretli, kim olursa olsun gelen hiç kimseyi boş çevirmemiş, az çok her isteyene vermiştir. Hatta onların istemesine bile fırsat vermeden, görür görmez elinden gelen yardımı yapmıştır. 

    Zamanla Eğret'te çecüstü kavramının kapsamı genişlemiş. Başta söylediğimiz bereket-cömertlik ilişkisi idrak edilince bu genişleme kendi kendine sağlanmış olmalı... Baktılar ki vermekle mal eksilmiyor, ikramı çoğaltmışlar...

    İkramın görüldüğü en önemli merkez sokak fırınları... Orada pişirilen başta ekmek, sonra nokul, bükme, hamırsız... Hatta tepsiyle fırına sürülen yemeklerden bile sağa sola ikram edilmeden olmaz. 

    - Ekmek ettim, yumuşecik yiyive..
    - Bükme ettim, kıyır kıyır yiyive...
    - Hamırsız ettim pambık gibi yiyive...
    - Kumpil gömdüydüm, ıscecik yiyive...
    - Pancar godum, pek gözel yiyive...
    - Balık sürdüydüm, kokmuşdur yiyive...

    Bu ve bunun gibi sözlerle, fırından çıkanlar eve varana kadar teknede tepside ne varsa dağıta dağıta gider... Bütün bunlar da çecüstü ve Anıtkaya sokaklarında hala yaşanan şeyler... 

    Şimdi harman, ıramas, tınas, çeç, badas filan kalmadı... Telli çevre nedir bilinmiyor... Yeni nesiller bu kelimelere yabancı olması gayet doğal... Yalnız onun hatırası çecüstü uygulaması, zamanın şartlarına göre biçim değiştirerek varlığını sürdürüyor. 

    Çeç yoksa da çecüstü var...


08 Ekim 2022

Bulduklar, Samancılar

     
    Selimoğlu Ali'nin torunu olduğu düşünülen İsmail; Selimlerin dokuz erkek çocuğunun hangisinin oğlu olduğu bilinmiyor. Eldeki sınırlı bilgiden yola çıkarak Ayşe Hanım ile evli olduğu, Halil ve Ali adında iki oğlu; Nazike adında bir kızı bulunduğunu anlıyoruz. Küçük oğlu Ali'ye Kemik dendiği için o kol Kemikler olarak ayrıldı. Kızı Nazike ise Selimoğlu Veli eşi oldu; ileride Esnanın anası olacak... Şimdi onun abisi Halil'den devam edeceğiz.




    Selimlerin İsmail'in büyük oğlu Halil, 1876 yılında doğdu. Himmetoğlu Hasan'ın kızı İsmihan ile evlendi. İsmihan Hanım, Tekirgızıların Mevlüt ile Gambırömerin halalarıdır... Ayrıca 1905 yılında Kütahya'da oturan Halil amcasının yüz küsür dönüm tarlanın paylaşımı için açtığı miras davasının taraflarından biri de İsmihan Hanım idi... 

    Halil ile İsmihan Hanımın iki oğlu oldu...

    1. Bulduklar

    İlk oğlu 1908 yılında doğdu. Adını Mehmet koydular. Ne Himmetlerin İsmihan Hanımın ne de Selimoğlu Halil'in ataları arasında Mehmet adına rastlanmazken, acaba ilk oğullarına neden bu ismi verdiler?

Türk aile yapısında çocuk isimlendirmelerinde yaygın uygulamaya göre önce nine-dedenin adı verilir. Sonra sırasıyla aile büyüklerinin adları çocuklara isim olarak konulur. Eğret'te de bu uygulamaya titizlikle riayet edilmiştir. O kadar ki çocukların adına bakarak nine dedenin adlarını bulabilirsiniz. Yalnız bu, çok katı bir uygulama değildir. Bazen aile dışından da hatırı sayılır kimselerin isimleri çocuklara ad olabilir. Böyle isimlendirilen çocuklara 'bulduk' denir. Birkaç anlama gelen bu sözcük Eğret'te yalnızca bu anlamıyla kullanılmıştır. 

    Aile dışından birinin hatırına adı konulduğu için Mehmet'e 'Bulduk' lakabı takıldı. Bu kelime Mehmet ile o kadar bütünleşti ki; zamanla Anıtkayalıların kullanımından düşse de Mehmet'in lakabı olarak öylece kaldı. Hatta onun ailesinin yeni bir sülale adı oldu: 'Bulduklar'...

    Bulduk, Alemdaroğlu Mehmet'in kızı Satı ile evlendi. Satı Hanım, Kantinlerin Alibey ile amca çocuklarıdır. Bu evlilik yoluyla Bulduk ile Esnan bacanak oldular... Aslında Esnan ile Bulduk akrabalığı katmerlidir; bir kere ikisi de Selimlerden, ikinci olarak hala-dayı çocukları oluyorlar, son olarak da bacanak oldular...

    Buldukla evlendikten sonra Satı Hanım da ölene kadar kullanacağı lakabını bulmuş oldu; 'Bulduk Garısı'... İki kız ve dört oğulları oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Mehmet, Süleyman, Azime, Halil, Beytullah ve İsmihan'dır... Hayatta kalan tek kızı Azime, Hassönler/Şekeralilerin Hasan eşidir; zira 1942 doğumlu Süleyman ile en küçükleri 1946 doğumlu İsmihan, küçük yaşta vefat ettiler...

    Büyük oğlu 1937 yılında doğdu. Ona Mehmet adı vermelerinin sebebi babası Bulduk değil;  Buldukgarısı Satı Hanım'ın babası Alemdaroğlu Mehmet'tir... Böylelikle sülalede hiç bu isim yokken  üç halkalık bir Mehmet zinciri oluştu. Bulduk Mehmet, Bulduğun Mehmet ve 1964'te doğacak onun da oğlu Mehmet...

    Bulduğun Mehmet
    Bulduğun Mehmet önce Patlakların Garametin kızı Şerife ile evlendi, Arzıların Denden ile bacanak oldular. Fakat Şerife Hanım çok yaşamayıp 1957'de vefat etti. Belinde hafif eğrilik bulunan Şerife Hanıma 'Gambırşerif' derlermiş. Ölmeden kısa bir süre önce bir oğlu olmuş, adını Adem koymuşlardı. O çocuk üç yaşında ölecektir... 

    Gambırşeriften sonra Gavalcıların Hüseyin kızı Rabia ile evlendi. Yeni bacanakları; Turabilerin Yusuf, Capbağın Mısdık, Cavaların Mehmet, Tomanın Ahmet, Tomanın Hüseyin, Şeytanhasanın Ahmet, Mandanın Tombak...

    Bulduğun Mehmet ile Rabia Hanımın iki kız ve bir oğlu oldu. Ana babasının adları olan Mehmet, Satı ve Fadime isimlerini verdi. 1968'de Doğan Fadime sekiz yaşındayken öldü. 

    İzmir'e yerleşmişlerdi, bütün bunlar İzmir'de gerçekleşti. Satı orada Konyalı bir bey ile evlendi. Mehmet de Anıtkaya dışından evlendi, iki oğlu bir kızı var... Bulduğun Mehmet 2001'de, eşi Rabia Hanım 2023'te İzmir'de vefat ettiler...

    Bulduk, 1942 yılında doğan ortanca oğluna babasının adı olan Halil ismini koydu. Halil de erken dönemde İzmir'e yerleşti. Orada Anıtkaya dışından Şahsenem Hanım ile evlendi. Erkan, Erhan ve Nilgün isimlerinde üç çocuğu var. Kendisi 2015'te vefat etti...

    Küçük oğlu Beytullah 1948 doğumlu... Garenli Sevim Hanım ile evlendi. İlknur, Şennur ve Sonnur isimlerinde üç kızı var... Şennur, Bayramalilerli Ömer Yıldırım ile evli... Beytullah 1989'da vefat etti..

    Bulduk Mehmet, zamanın şartları sebebiyle çevre köylerde çobanlık yapmak maksadıyla 1949 yılında Eğret'ten ayrıldı. Murathanlar'da uzun süre çoban durdu. Sonra tekrar Eğret'e döndüyse de çocukları burada durmayıp İzmir'e yerleştiler. Hangi dönemde olduğu bilinmiyor, kendisine en az Bulduk kadar yaygın 'Arnavut' lakabı da takılmış. Sebebi de bilinmiyor, inatçılıklarıyla ünlü Arnavutlara benzetilmesine bir gerekçe, Bulduğun inadı olabilir... Son zamanlarında nefes zorluğu sebebiyle gırtlağını delmişler; herhalde gırtlak kanseriymiş... İşin tıbbi tarafı bir yana, gençliğinde tilkileri canlı canlı yüzdüğü için başına böyle bir şey gediğini düşünenler de var... Arnavut Bulduk Mehmet 1965'te vefat etti, eşi Buldukgarısı Satı Hanım ise uzun yıllar daha tek başına yaşadı ve 2001 yılında vefat etti. Şimdi Anıtkaya'da Bulduklardan kimse bulunmuyor.

     2. Samancılar

    Selimoğlu Halil ile İsmihan Hanımın 1910'da doğan küçük oğlunun adı İsmail'dir; dedesinin adı... Bolvadinli Kelbekirin öksüz kızı Kezban ile evlendi. Kezban Hanım Yenimısdığın ablasıdır...

    Afyon şehir merkezinde halkın çoğu hayvancılık yapar, en azından evinde bir kaç manda, inek beslerdi. Hayvanların temel besini olan saman ihtiyacı çevre köylerden sağlanırdı. Şehre yakın ova köylerinden ziyade Eğret gibi tahıl ambarı sayılan köylerden götürülen samanların alıcısı her zaman hazır olurdu. Bir asır öncesinde bile Eğret'ten Afyon'a taşınan saman sektörü oluşmuştu. Bu işi sık yapan kişiler vardı, hem fazlalık samanını pazarlıyor hem de bu işin ticaretini yapıyorlardı. Bunlardan biri de Selimoğlu İsmail idi, lakabı 'Samancı' olarak kaldı. İleride bu lakap, çocukları ve torunlarının sülale adı oldu. 

    Samancı İsmail'in iki oğlu iki kızı oldu; isimlerine bakalım: Halil, İsmihan, Ahmet, Ümmühan... Halil ile İsmihan, Samancının ana-baba adı; Ümmühan ise Kezban Hanımın ana adı... Bu arada 1942'de doğup iki yaşında ölen oğullarının adı da Bekir'dir, yani Kezban hanımın baba adı... 

    Selimlerden Samancı İsmail 1964, Eşi Kezban Hanım ise 1975 yılında vefat ettiler... Çocuklarının durumunu ele alacağız...

    Kızlardan İsmihan Kemiklerin Cafar eşi, Ümmühan da Tevfiklerin Ahmet eşi oldu. İsmihan ile Cafer'in dedeleri kardeş... Tevfiklerin Ahmet ile Ümmühan da birbirlerine uzak olmadıkları anlaşılacak...

    Gocabıyık
    Samancının büyük oğlu Halil 1937 yılında doğdu. Uzun boyu ve kaytan bıyıklarıyla meşhurdu. Bu fiziki yapısıyla düğünlerde seyman durur, bayrak taşırdı. Meşhur bıyıkları kendine lakap oldu, 'Gocabıyık' dediler.

    Gocabıyık, Şaşdımoğlu Mustafa kızı Ratibe ile evlendi. Ratibe Hanım Eskimısdığın kızı, Yenimısdığın kızlığı, Ömeronbaşının ablasıdır. Annesi Müdüroğlulardandır ve Gambırtevfikin hanımı ile kardeştir... Ve unutulmasın; Gocabıyık Yenimısdığın yeğeni... Ayrıyeten Gocabıyığın İsmihan Ninesi, Gambırömerin halasıydı. Gambırömerin anası Arapgızı Kezban Hanım, Yenimısdığın da analığıdır... Kafalar karışsın diye değil, akrabalık bağları ne kadar güçlü olduğu anlaşılsın diye yazıyorum... Bir ekleme daha; Ratibe Hanım ile evlenmekle Gocabıyık, Arapların Deveci (Şahısmeyil) ve Hassönlerin Aşşıkhalil ile bacanak oldu...

    Ratibe Hanım ile Gocabıyığın bir oğlu ve üç kızı oldu. Büyük kızı Hayriye İnaz'a gelin oldu. Ortanca Türkan, Çilmahmutların Necayip Omak; küçük kızı Ümmühan ise Şaşdımların Ziyaeddin oğlu Halil Şen eşi oldular... 

    Tek oğulları İdris 1958 yılında doğdu. Akören Köyündeki yatıra 'satılmış' olduğundan bu isim verildiği anlaşılıyor. Osmanköylü Neslihan Hanım ile evlenen İdris'in iki oğlu ve bir kızı oldu. (İsmail ve Çiğdem adlarını verdiği bir oğluyla bir kızı da tazeyken öldüler.) Kendi ninesinin adını verdiği Kezban, Yarımağanın Ömer oğlu Fatih Soylu eşidir... 

    İdris, büyük oğluna da dedesi Samancının adı olan İsmail ismini koydu; bu aynı zamanda Selimoğlu İsmail'in de hatırası oluyor. Anıtkaya dışından Emine ile evlenen İsmail'in üç kızı var; ikisinin isimleri Iraz ve Neslihan... Küçük oğluna da babası Gocabıyığın adı olan Halil ismini vermiş ki bu isim de Selimoğlu Halil'in adıdır... 

    Eşi Ratibe Hanım 1990, Samancının Gocabıyık ise 1995 yılında vefat ettiler...

    Gamalı
    Samancının küçük oğlu Ahmet 1944 yılında doğdu. Belindeki kında taşıdığı bıçakla meşhur oldu ve bu sebeple 'Gamalı' lakabıyla tanındı. Kekliklerin Kelırmızan kızı Fadime ile evlenerek Çilmahmutun İzzet ve Patlakların Celep (İhsan Patlar) ile bacanak oldular... 

    Ayşe ile Ümmühan isimlerini verdiği iki kızı dünyaya geldi. Bu arada eşi Fadime Hanım 1966'da vefat etti. Öksüz kalan kızlarını Gavalcılardan Bokuşağın Abdurrahman evlat edindi, büyüttü, gelin etti. Büyük olan Ayşe, Hassönler/Şekaralilerin Candırma lakaplı Halil Omak eşidir. Hatırlanacağı üzere Halil'in anası da Bulduk kızı idi... Gamalının küçük kızı Ümmühan ise Gavalcıların Erol Aracı eşidir....

    İlk eşi vefat ettikten sonra Gamalı tekrar evlendi. İkinci Hanımı, Kürtosman torunu Demircisalihin kızı Sultan'dır. Bu ikinci eşi dolayısıyla Kantinin Osmanın oğlu Mevlüt Kızılyer ile bacanak oldular... İki oğlu bir kızı daha oldu.  Kızı Dilek, Selimlerin bir başka kolu Çolömerlerden Seyrekbasan Mahmut'un oğluna vardı... 

    Gamalının büyük oğlu İsmail, Olucak'tan; küçük oğlu Mustafa, Karacaahmet'ten evlendi.

    Selimoğlu İsmail'in büyük oğlu Halil'den gelen Bulduklar ve Samancılar SAÇAK soyismini benimsediler. Bulduk Mehmet'in torunları şimdi Anıtkaya dışındalar. Ancak Samancı İsmail'in gerek Gocabıyık, gerekse Gamalı kanalıyla gelen çocukları halen Anıtkaya'da yaşıyorlar...


06 Ekim 2022

Kemikler

     Selimoğlu İsmail'in baba adının yazılı olduğu bir belgeye rastlayamadım. Öyle olunca 1840'larda ölen Selimoğlu Ali'nin hangi oğlundan torunu olduğunu bulamadık... Selimlerden oldukları kesin; lakin Samancılarla Kemikleri Selimoğlu Ali'ye ulaştıran zincirin bir halkası karanlıkta kalıyor.


    Ayşe Hanımla evli Selimoğlu İsmail... Ne yazık ki Ayşe Hanımın kimlerden olduğu, ana-baba adı doğum tarihi gibi hususlar da meçhulümüz. Yirminci yüzyıl başına gelindiğinde ikisinin de vefat etmiş olduğunu biliyoruz sadece...

    İki oğlu bir kızları var. 1876 Doğumlu büyük oğlu Halil, Samancılar ve Bulduklarn  dedesidir. Kızı Nazike ise 1883 yılında doğdu ve Selimlerden Veli'nin eşi oldu, ileride Esnanın anası olacaktır... Konumuz, küçük oğlu Ali...

    İsmail ile Ayşe Hanımın küçük oğullarına Ali adını verme sebebi, çok büyük ihtimalle, dede Selimoğlu Ali'dir... Ali, 1880 yılında doğdu... Kendisine neden 'Kemik' denildiğini bilmiyoruz; ancak 'Kemikler' sülalesini başlatan zat işte bu Selimlerin İsmail oğlu Ali'dir...

    Kemik Ali'yi, yine Selimlerden Bekir kızı Şerife ile everdiler. Burada sık sık Selimlere vurgu yapmamız elbette dikkat çekmelidir. Selimoğlu Ali'nin çocukları o kadar kalabalık ki Selimler sülalesi neredeyse bütün evlilikleri kendi içinde yapacak kadar genişlemiş... Mesela Kemiğin anası Ayşe'nin kimlerden olduğunu bilmiyoruz; ama çok büyük ihtimalle, kocası İsmail ile emmi veya hala-dayı çocuklarıydı... Daha o yıllarda bile alabildiğine geniş bu Selimler... Neyse, Ali'nin evlendiği Şerife Hanım; Dayılardan  Dayı' olarak bilinen Hasan'ın ablasıdır... 

    Kemik Ali ile Şerife Hanımın iki oğlu bir kızları oluyor. Kızları Ayşe, ninesinin adını almış ve iki oğlanın büyüğü oluyor; 1910 yılında doğmuş... Bu Ayşe, Turabilerden Capbak (Osman Külte) eşi olacaktır... Ayşe'nin küçüğü iki oğlan üzerinden Kemikleri inceleyeceğiz. Babaları Kemik Ali'nin 1920-25 yılları arasında vefat ettiği tahmini var.  Eşi Şerife Hanım ise kocasından sonra yarım asır daha yaşamış ve 1971'de vefat etmiş. Öldüğünde tam doksan yaşındaymış...

    1. Kemiğin İsmail

    Ali'nin büyük oğlu 1911'de doğdu... Dedesinin adını verdiler... Esnanın kardeşi Fadime ile evlendi. Fadime Hanım ile Kemiğin İsmail hala-dayı çocuklarıdır. Onların da dört oğlan ve bir kızları oldu. İsimleri; İbrahim, Cafer, Bekir, İhsan ve Ayşe'dir... Tek kızın adı Ayşe, Kemiklerde hemen her kuşakta Ayşe ismine rastlanıyor... Ayşe, Tekelilerden Köressanın hanımı, Gasaphalilin anası olacaktır...

    Fadime Hanım 1987, kocası Kemiğin İsmail ise 1995 yılında vefat ettiler... Şimdi oğlanlara bakalım...

    İbrahim
    İsmail'in büyük oğlu İbrahim 1931 yılında doğdu, Turabilerin Salih kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanıma 'Kemiklerin Ayşe' derlerdi, kırık çıkık durumlarından anlamasıyla sülaleye 'Kemikler' denmesi arasında küçük aklımızla bir bağ kurmaya çalışırdık...

    Bir kız ve bir oğlan çocukları oldu. Büyük olan ve adını Nazik koydukları kız çocuğu ileride Omarcıkların Gıralinin Mahmut eşi olacaktır.  

    Tek oğullarının adı Şuayip... 1957 Yılında doğdu. Nüfusa bundan dört yıl sonra kaydedilirken, Kemiğin Ali'nin oğluyla birlikte 1960 yılında doğmuşlar gibi yazdırıldılar. Bu sırada adı da o zamanın meşhur âlimlerinden yeni vefat etmiş biri (Said Nursi)nin adına telmihen Sait olarak yazıldı; amcaoğlusu da Nursi olacaktı...

    Afyon'dan evlenen Şuayip'in ikisi erkek olmak üzere altı çocuğu var. Kızları Sevim, Turabilerden İbrahim oğlu Zekeriya eşi; Fadime, yine Turabilerden Süleyman oğlu Serdar eşi oldular. Ayşe ile Sinem Afyon'a gelin oldular... Oğlanların büyüğüne babasının adı olan İbrahim ismini koydu. Küçüğün adı Hakan... İbrahim dedeleri 2012, Ayşe nineleri 2016 yılında vefat ettiler. Şuayip ve oğulları Anıtkaya'da yaşıyorlar...

    Cafar
    İsmail'in ortanca oğlu Cafer, 1937 yılında doğdu. Eğret'te söylenişiyle 'Cafar' dediler, böylece ismi lakabı oldu. Samancı İsmail kızı İsmihan ile evlendi. Cafar ile İsmihan Hanımın babaları emmi çocuğu oluyor... Fidan, İsmail ve Yaşar isimlerini verdiği bir kızı ve iki oğlu oldu. 

    Kızı Fidan, Ganinin Hasan eşi oldu. Hasan'ı Amcası Yusuf büyütmüştü; onunla beraber büyüttüğü Elveda isimli kızı da oğlu İsmail'e aldılar. Elveda aslında Sakaların Guzuguzu (İsmail Atay) kızıdır. Yine de Ganinin Hasan ile Kemiklerin İsmail değişik usulü evlenmiş sayılırlar. İsmail'in dört kız bir de oğlu oldu. Büyük kızı İsmihan Afyon'a gelin gitti; onun küçüğü Yeşim, yine Kemiklerden Nursi'nin gelinidir. Diğer iki kızının adları Elvan ve Emine, tek oğlunun adı ise Cafer... Anıtkaya'da oturuyorlar...

    Cafarın küçük oğlu Yaşar İscehisar'dan Sevim Hanım ile evlendi. Menderes adını verdikleri bir oğulları tazeyken öldü. Sonra bir oğlu daha olduktan sonra 2020'de Sevim Hanım vefat etti...

    Eşi İsmihan Hanım 2014 yılında vefat etti, Kemiklerin Cafar çocuklarıyla beraber Anıtkaya'da yaşıyor...

    Bekir
    Kemiğin İsmail, 1940 yılında doğan üçüncü oğluna Bekir adını verdi. Neden? Çünkü İsmail'in, Dayılardan Bekir dedesinin adı... Bekir'i Anıtkaya dışından Atike ile everdiler. Onların da üç oğlu bir kızı oldu. İsimleri İsmail, Ali Osman, Fadime... Kemiklerin Bekir de 2015 yılında vefat etti...

    İhsan
    En küçük oğlu İhsan'a gelince... 1945 Yılında doğdu. Olucaklı Ballılardan Hanım ile everdiler. Hanım ile İhsan'ın Veli adını koydukları bir oğulları oldu. Onu da yine Olucaklı teyzesinin kızıyla everdiler. Annesinin adı Hanım ismini verdiği bir kızı var... Veli'nin annesi Hanım Hanım 2001, babası İhsan da 2019 yılında vefat ettiler. Veli halen ailesiyle Anıtkaya'da yaşıyor... 

    2. Kemiğin Abdullah

    Kemik Ali'nin küçük oğlu, annesi Şerife Hanımın babası olan Abdullah dedesinin adını aldı. Bu Abdullah Dede, Topaloğluların sülalesindendir ve Tokanorilere doğru uzanır... 

    Kemiğin Abdullah, Omarcıklardan Apilhocanın kardeşi Ümmühan ile evlendi. Üç oğulları oldu; Ali, Süleyman ve Ahmet... Onların hikayesine geçmeden önce Kemiğin Abdullah'ın evlilikleri üzerinde duralım...

    Ümmühan Hanımın 1943 yılında vefat ettiği kaydedilmiş. Bundan sonra Ümmününseydinin küçük kardeşi Sabire ile evlenmiş görünüyor. Sabire Hanım önceden Dolaksızın İsmail eşiydi, onun ölümü üzerine Abdullah'a gelmiş olmalı. Burada da çok yaşamayıp 1951'de vefat ediyor. Bundan sonra üçüncü olarak Keçilerin kızı Emine ile evlendi. Emine Hanım da 1952'de Deliveliden dul kalmıştı ve yanında bir kızı Sultan tay geldi... On yıl sonra 1962'de Emine Hanım da vefat etti... Kemiğin Abdullah bundan sonra evlenmedi, son eşinin ölümünden sonra otuz yıl kadar dul yaşadı ve 1990 yılında vefat etti... Şimdi bu takvime göre iki küçük oğlu Süleyman ve Ahmet, Emine Hanımdan olmalılar.  Nitekim aşağıda görüleceği üzere ikisi de birer kızlarına Emine adını vermişler... 

    Emine Hanımın yanında tay gelen Sultan da bu kapıdan gelin edildi; kime? Sağırmahmutun Ziya'ya... Neyse Sultan'ın karınkardeşlerine ve Kemiğin Abdullah'ın oğlanlara dönelim...

    Kemiğin Ali
    Abdullah, 1934'te doğan büyük oğluna babası Kemik Ali'nin adını koydu. Bu yüzden olsa gerek 'Kemiğin Ali' diye lakaplandı. Dayısı Apilhocanın kızı Emine ile evlendi. İçgüveyiliğine girdi de denilebilir... 

    Kemiğinalinin de üç oğlu bir kızı oldu. Dört çocuğunun en küçüğü olan kızlarına anası Ümmühan Hanımın adını verdi, lakin Ümmühan 1985'te çocuk yaştayken vefat etti... Oğullarına geçmeden önce belirtelim, Kemiğinali 2002 yılında öldü...

    Üç oğlunun en büyüğü Nursi, 1961 yılında doğdu. Capbağın Ali'nin kızı Nurcan ile evlendi. Onun da iki kız bir oğlu oldu: Nurgül, Nurdan ve Tuncay... Nurgül, İdirizlerin Gökhan İdis eşi; Nurdan, Arzıların Sarımısdık oğlu Ömer Tüblek eşidir... Tuncay da Kemiklerin İsmail kızı Yeşim ile evlenmişti... Nursi, Anıtkaya Sanayisinde yetişen demirci-kaynakçı ustalarındandı, yakalandığı hastalıktan kurtulamayıp 2021'de vefat etti...

    Kemiğinalinin ortanca oğlu Tuncay 1963 yılında doğdu. Berberşükrünün kızı Aylin ile evlendi. Aylin ile aynı zamanda teyze çocuğu oluyorlar. Tuncay da 1988'de genç yaşta vefat etti; ama ismi sülalenin erkek çocuklarında yaşatılıyor...

    Küçük oğluna dedesi Apil Hocanın adını koydular. İhsaniye Muratlar köyünden evlenen Apil'in Tuncay ve Ali adında iki oğlu var...

     Kemiğin Süleyman
     Abdullah'ın ortanca oğlu Süleyman 1954 yılında doğdu. Kekliklerden Piriteşkiya lakaplı Hüseyin kızı Yüksel ile evlendi. Noritokaların Nuri Toka ile bacanak oldular. Üç çocuğu var: Emel, Emine ve Abdullah... Çocuklarına isim koyarken annesiyle babasının adını unutmamış... Emel, Yumrukların Apil oğlu Gökmen Tüblek eşi; Emine, Turabilerden Mahmut oğlu Hüseyin Külte eşidir. Oğlu Abdullah ile birlikte Süleyman İzmir'e yerleşikler...
    
    Ahmet
    Ve Kemiğin Abdullah'ın küçük oğlu Ahmet, Anıtkaya dışından Türkan ile evlendi. Emine ve Murat adlarında bir kız ve bir oğlu oldu. Murat Kütahya'da yaşıyor...

    Selimoğlu İsmail'in küçük oğlu Ali'ye Kemik diyorlardı. Onun çocukları ve torunlarının oluşturduğu sülale de Kemikler oldu. 1934 Soyadı Kanunundan beri Kemikler ÖTER soy ismini kullanıyor...

 


05 Ekim 2022

Yemeni Duası

     

    Kara lastik deyip geçme...

    Zamanında lüks sayılır, herkes giyemezmiş...

    Çarıktan kunduraya geçişin ara elemanı sayılan lastik yemeninin saltanatı da uzun sürmüş...

    Yalnız yemeniye geçiş bir anda olmuş değil; o da bir süreç... Dedik ya herkes sahip olamıyor... Çarığın aksine, evde kendin yapabileceğin bir şey değil. Petrol mamulü, fabrikasyon bir ürün olduğu için eldeki imkanların ve el becerine güvenip imal edemezsin yani... Öyle olunca da satın almak için para lazım... Savaşlar ve ardından küresel ekonomik krizden yeni çıkmış bir ülke çocuğuysan para ne gezer... İlk çıktığında her ürünün başına gelenleri lastik yemeni de yaşamış. Ona sahip olana gıptayla bakarlarmış...

    Molla Osman oğlanlardan birine yemeni almış... Köyün ileri gelenlerinden ve zenginlerinden olduğu için yemeni alacak kadar durumu var... Amma gözlü mala ne olursa ona da o olmuş; kaybolmuş. Biri almış götürmüş... Artık evlerinden mi yürüttüler, odadan mı  kim bilir...

    Hatiplerin yemenilerin çalınması olay olmuş.... Köyde zaten kaç lastik yemeni var ki... Orda burda hırsızın kimliğine dair yorumlar yapılmaya başlanmış... Ora bura dediğimiz de odalar tabii ki...

    Hatiplerin Goca Oda, şimdiki Yağcının yanı... Genelde Hoca takımı da o yıllarda orada oturuyor. Terlemez, Lomcu, Körhoca... Oda ahalisinde hoca olduğu zaman sohbet mevzunun varıp dayanacağı şey bellidir. Yalnız o hoca içinizden biri, yani o köylü olduğu zaman herkesin ilgi alanı neyse sohbet oraya odaklanmış olur... 

    Alt tarafı bir yemeniydi kaybolan; ama yine de Molla Osman da bu durumdan etkilenmiş görünüyordu. Oda sahibinin morali bozuk olması, odadakilere de tesir ediyor haliyle... Hocalar odada bulunmak hasebiyle kendilerini ister istemez o atmosferin içinde buluyorlar. 

    Bir de o yıllarda Hocanın köyde çok forsu var. İdari olarak Muhtar ile birlikte İmam da söz sahibi... Ayrıyeten ahali arasındaki itibarları daha fazla... Hemen hemen her problemlerinin çözüm mercii olarak Hocayı görüyorlar. Başın ağrıdı, yürü Hocaya; gelin kaçak gitti, doğru Hocaya; koyun kayboldu, Hocaya kurtağzı bağlattır... Şimdi böyle bir ortamda, oda sahibinin yemenisi kaybolmuş, olay herkesin dilinde ve siz de Hoca takımı olarak orada bulunuyorsunuz... İster istemez gözler Hocalara çevriliyor ve bu vartadan çıkış yolu bekleniyor... Çözüm nedir, yemeniyi bulman...

    Molla Osman'a 'Bir avuç nohut getir' diyorlar... Bu istek karşısında millet şaşkın. Molla Osman da şaşırmış; ne yapacaklarını düşüne düşüne gidip getiriyor nohutu... Hocalar başlıyorlar okumaya... Dudakları kıpır kıpır, okuyup okuyup üflüyorlar orta yere konulan nohuta... Yeteri kadar okuduktan sonra, yarı yerine kadar suyla dolu bir kavanoza dolduruyorlar.

    - 'Bu nohutları iyi gözle, yarılmaya başladıklarında hırsız da çatlayacak...' 

    Yemeni bulma duasına şahit olanlar ve Molla Osman, yapılanlara inandı mı bilinmiyor. Yalnız, dua etkisini çabuk göstermiş. Daha nohutlar yarılma fırsatı bulamadan, hemen ertesi akşam yemeniler gelmiş... 

    Bu kadar çabuk sonuç alınmasını sağlayan, etkili duayı merak eden bazıları sormuşlar Hocalara 'Ne okudunuz?' diye... Katiyen öğrenememişler...

    Mutlaka okudukları bir dua vardı; yalnız Hocalar 'yemeni bulma' duasına başlamadan önce aralarında konuşmuşlar. Hırsızın tanıdık birisi olması gerektiğini, Molla Osman'ın yakınlarından birisi olması muhtemel olduğunu ve hatta oda ahalisinden birisi olabileceğini değerlendirmişler. Dua öyle bir okunmalı ki muhtemel hırsız akıbetinden korksun, aldığını geri getirsin...

    Sonradan yemeni hırsızının kim olduğu ortaya çıkmış Hocaların nezdinde. Tahmin ettikleri gibi Molla Osman'ın yakınlarından ve o sıralarda Hatiplerin Goca Odaya takılan birisiymiş... 

    Duanın sırrnı söylemedikleri gibi, hırsızın kimliğini de açık etmemişler kimseye...



30 Eylül 2022

Dıkmalar Mahallesi

     

    Tuna ile Macur Ali pek geçinemiyorlar... Tek sebep siyasi... Propaganda ve seçim döneminde Macur Ali başka birini destekliyor. Seçimi Tuna kazanınca da olan oluyor... Artık o dönemde neler yaşandıysa, Yeni Başkan her şeyin acısını Macur Ali'den çıkarmak istercesine hareket ediyor.

    Dediğinde direten, o yolda sonuna kadar giden bir yapısı var Macurun... Artık prensip sahibi mi dersiniz, Macur inadı mı dersiniz... Bir kere a-ah! dedi mi, o işin oluru yok. Sana rey vermeyeceğim demiş, vermemiş de... Oy verecekleri ayartmaya çalıştı mı, bak o kadarını bilmiyoruz...

    İşin bir tuhaf yanı da şu; önceden Beylik Bahçesini kiralamış, Belediye ile ortak ekiyor Macur Ali... Yav bu adam kazanırsa elimden alır, iyisi mi dilimi tutup efendi efendi oturayım, diye düşünmemiş... Eskilerin davranışlarını bugünün şartlarıyla kıyaslarsak anlayamayız... Demek ki onların önceliği daha başka şeyler oluyormuş... Gerçekten de Tuna Reis olduktan sonra, Ver len şu bahçeyi, Ben başka birine kiralayacağım, dememiş...

    Dememiş ama... Başka başka yollardan rahatsızlık vermeye başlamış... Mesela, karısı akşam üzeri Gatçayırdan evine giderken, Hanın arasından geçiyor ya... Belediyeden görüyorlar bunu... Birini görevlendirmiş, her gün bu kadının torbasını-heybesini arayacaksın, evine kumpir, bakla, börülcehiç bir şey götürmeyecek, demiş... O zaman Beylik bahçesinde elma vişne ağaçları filan yok, sadece bahçe yapılıyor... Tabi bundan maksat hırsızlık önlemek değil, rahatsızlık vermek... Gıcık Macur duysun da dellensin...

    Aslında maksat hasıl oluyor. Macur Ali bu üst aramalarını filan duyunca kızıyor... Ne kadar kızarsa kızsın sesini de çıkarmıyor; çünkü kendisini tahrik etmek istediklerinin farkında... Başkana muhalif olduğu için başına bunlar geldiğini de biliyor... 

    Bazen Belediye cenahından gelen tahrik dokundurmaları tahammül edilmez boyutlara  ulaşıyor. Bir keresinde Macur Ali'ye ceza yazıp zabıta ile gönderiyorlar. Buna göre, Macur Ali'nin kızı Kerime, Hafızın Çeşmede çocuk bezi yıkamış... Bugünün kafasıyla düşünürsek, halk sağlığı, çevre kirliliği falan filan derken haklı bir ceza gibi görülebilir... Lakin o gün için evlerde şebeke suyu yok, herkes bu temizlikleri çeşmelerde yapıyor. Yani çeşmede bez yıkayan sadece Macurun kızı değil... Bir de son aharın altında yıkamış, aharlara da zarar verilmemiş. Neresinden bakarsan bak haksız bir ceza... Üstelik, o büyük suçu(!) işleyen, her ne kadar Macur Ali'nin kızı da olsa evli barklı kadın... Artık başka bir evin kadını; Kayınpederi var, Kocası var. Cezayı onlara yazmak dururken, Macur Ali'ye göndermenin alemi ne?.. Gerçi ceza ödenmiyor, iptal ediliyor da kıymeti yok... Dedik ya maksat kızdırmak, rahatsızlık vermek...

    İşte o günlerde, Belediye olmanın gereği, sokaklar caddeler isimlendiriliyor... Kırmızı renkli teneke levhalara beyaz boyayla isimler yazılmış, birer birer sokak başlarına çakılıyor. Güçcük Halil'in kahve ile Süleyman'ın Kahve arasından yukarı doğru çıkan sokağın levhası da Güçcük Halil'in evin yanağına çivilenmiş. Burası, elli metre sonra sağa doğru kavislenip, bir elli metre sonra o kavis ucunun tepede tekrar birleşerek büyükçe bir P harfi çizdiği tuhaf şekilli bir sokaktır. P'nin yayvan göbeği ortasında fırın, gölet ve kuyu bulunuyor...

    Anıtkaya'da halk arasında sokak tabiri pek kullanılmaz, her sokak onlar için 'mehelle'dir... Sözünü ettiğim tuhaf biçimli mehellenin ahalisi, muhabbet ederken kendi kendileriyle dalga geçerlermiş. 'Mehellede şu kadar kör var, burası Körler Mehellesi olsun... Yok yok, çok dıkma var; Dıkmalar Mehellesi olsun' deyip gülüşürlermiş. 

    Körosman (Banguş), Körahmet,  Corukların Köriban, Gademlerin Köriban, Köralosman, Körsare, Körhoca, Köryakıp...  Dıkmalara gelince... Kedimehmetin Ahmetçavuş, Corukların Köriban, Çullularda Köralosman, Hakkıların Hakkı, Mazinin Ömer, Paşanın Hüseyin, Macur Ali...

    Macur Ali dıkmalığı kabul etmez, 'Ben kendi paramla aldım burayı' der diretirmiş. Bazan 'Tamam öyle olsun' deyip kapatırlar bazen de 'Yok yok, sen de dıkmasın' diye muhabbete devam ederlermiş... Maksat muhabbet olunca, pek de ciddiye alınacak bir şey değil yani... Macur Ali'nin evin durumu aslında şöyle: Hanımının, anası (Ösüzömer'in Ali Osman Dayısı) kanalıyla iç tarafta küçük bir hissesi var; ama ev olamayacak kadar küçük ve cephesi yok... Macur Ali, Gödenlerin Dayı (Mehmet Dadak)ın yerini satın alıp Hanımının küçük hissesiyle birleştirmiş, al sana ev... Şu durumda, azıcık dıkma sayılabilir... 

    Tuna'nın, Macur Ali'nin hassas damarını bilmemesinin imkanı yok... Bu yüzden Güçcük Halil'in duvara, ok Macur Ali'nin ev istikametini gösterecek biçimde 'Dıkmalar Mahallesi' levhasını çaktırmış... Kendi aralarında muhabbet konusu olmasına pek ses çıkarmayan Macur Ali, levhayı görünce küplere binmiş. 'Kesin Tuna'nın gavurluğudur bu' demiş... Varmış Çeteye, Patlakların Çete, zabıta o sırada...

    Çete de olacaklara hazırlıklı... Polüm kurulmuş yani... 
    - 'Angara'dan tasdiklendi, değiştiremeyiz tabelayı...' demiş...
    - 'Len, Angara ne bilir dıkmeyi mıkmeyi! Siz yazmışınızdır onu!'...
    - 'Alağa, biz yazdık emme; her mehellenin böyüğüne danışdık da öyle yazdık. Sizin mehellede de Mazinin Ömeraya sorduk, O da temam dedi.'

    Macur Ali, bir hışımla odaya dalmış. Biraz ağzını da bozmuş galiba... Mahallenin bütün büyükleri içeride... Mazinin Ömer Dedeye ne diyecekse demiş. Demiş ama, nasıl dediğini de Allah bilir. Zaten burnundan soluyordu... Ömer Dede hakikaten büyük adammış:

    - Ali, otu bi şureye... Dıkma dedi mi sen en arkıye galırsın. Senden evvel gıdemli dıkma olarak ben varın, Paşanın Hüseyin va, Alosmançavuş va. Baka baka dur, her şeyi üstüne alınma. Bizlee bi hal çaresine bakarız...

    Hal çaresine bakılıyor, kısa bir süre sonra o sokağın adı 'Vatan Bağrımızda Sokak' olarak değiştiriliyor. Zaten önceki ismin bir ciddiyeti yokmuştur, sırf Macur Ali gıcık olsun diye çakılmış bir tabelaymıştır... Yani, herhalde öyleymiştir... (Bu sokak adı en sonunda Doğubayezit olacaktır...)

    Bunların sürtüşmesi uzun bir süre daha devam etmiş... Se deposu yapılıp şebeke tamamlandıktan sonra birkaç yıl evlere su verilmiyor. İçme suyu olarak kullanılsın diye köyün bazı noktalarına meydan çeşmesi yaptırılıyor. Suyu şebekeden basılıyor tabi... Her eve su verilmemiş olsa da bu meydan çeşmeleri vatandaşa büyük kolaylık sağlıyor... Tahmin edileceği üzere o mahallenin çeşmesi yok... Büyükler toplanıp çeşme istiyorlar Tuna'dan... 'O Macur o mehellede oldukca size zırnık yok!' cevabını alıyorlar... 

    Tuna'nın ve Macur'un inatlaşmaları kaç yıl sürdü bilmiyorum... Benim aklımın erdiği yıllarda araları gayet iyiydi. Manifatura, tuhafiye, tüp vb. şeyler satarak esnaflık yapan Tuna'ya Macur Ali'nin selamıyla gidip bir şeyler almışlığım var. Para pul sormazdı...

    Dedik ya, eskilerin kavgası da muhabbeti de seviyeli oluyormuş. Burada ismi geçenlerin tamamı öte dünyaya göçtü. Hepsine rahmet olsun...


28 Eylül 2022

Paşalar

     Paşa Tekkesinden yola çıkmak lazım... Anlatılan o ki bir Paşa vefat ettiğinde, şimdi tekkenin bulunduğu yere defnedilmiş. Paşa deyince askeri kişilik akla gelmesin. Eskiden bu ünvan sivil devlet adamlarına da verilebiliyordu. Sivil olsun asker olsun; bizim Paşa çok muhterem, evliyadan bir zatmış. Zaten bu yüzden kabri türbe olmuş... Tekkede mezar taşı var; ama okunabilecek bir kitabe bulunmadığı için Paşa'nın adı ve yaşadığı yıllara dair bilgimiz yok. 

    Başka bir ilginç durum ise tekkenin Paşaların evde veya o civarda bulunmasıdır. Paşa Tekkesi diye bir türbeden ve Paşalar sülalesinden söz ediyorsak bunların birbiriyle alakasız olduğu düşünülemez. Paşaların, Paşa Tekkesinde medfun zatın torunları olduğunu söylemek iddialı olur; lakin en azından sülalenin ismini tekkeden aldığını söyleyebiliriz. 



    Kayıtlara 'Paşaoğlu' diye geçirilen ilk isim Ali oğlu Mehmet'tir. Doğum tarihi 1835'i gösteriyor; lakin o tarihlerde yapılan nüfus kaydında paşa tanımlamasına uygun biri yok. Böyle bir lakap da kaydedilmemiş. Bu bilgiler ışığında her türlü ihtimal düşünülebilir...

    1835 Doğumlu Paşaoğlu Mehmet'in baba adı Ali, ana adı Ayşe... Hasan kızı Ayşe Hanım ile evleniyor. Bu gelin-kaynana Ayşe Hanımların kimlerden olduğuna yönelik ipucu bile yok...

    Paşaoğlu Mehmet ile Ayşe Hanımın bir oğulları iki de kızları var, adları Ahmet, Arife, ve Halime... Büyük kız 1868 doğumlu Arife evlenmemiş, Paşaların evde o vaziyette 1936 yılında vefat etmiş... 1883 Doğumlu Halime, Daldallar/Veyislerin Ömer oğlu İbrahim'e vardı. Bu İbrahim, Delibanın emmisidir. Hatice ve Halime adını verdikleri iki kızları doğduktan sonra kocası İbrahim Cihan Harbinde şehit olunca, Haceliye vardı. Büyük kızı Hatice Yeşilömerin Mehmet eşi, küçük kızı Halime ise Kötühüseyinin anasıdır...

    1862 Yılında doğan Ahmet, önce Atike Hanım ile evleniyor. 1889'da Satı ve 1891'de Halil isimlerini verdiği bir kızı ile bir oğlu dünyaya geliyor... Ve Atike Hanım vefat ediyor... Paşaoğlu Ahmet, ikinci kez Havva Hanım ile evleniyor. Ahmet kızı Havva Hanımın da kimlerden olduğu bilinmiyor... İkinci Hanımından da sırasıyla Ali, Ahmet ve Hüseyin adlarını vereceği üç oğlu oluyor... Bütün bunlar olup biterken, evin reisi hala Paşaoğlu Mehmet'tir; zira seksenine merdiven dayamış Mehmet Dede ve Ayşe Nine hala sağlar...

    Elbette sonuçta vefat ediyorlar; kesin yılı bilinmemekle beraber yaşlı karı kocanın 1920-25 aralığında öldükleri düşünülüyor. Paşaoğlu Ahmet'in 1931 yılında vefat ettiğini biliyoruz, eşi Havva Hanım ise 1945 yılında vefat edecektir...


    Paşanın Halil

    Yaş sırasına göre Paşaoğlu Ahmet'in bu beş çocuğunu inceleyeceğiz. En büyükleri değil; ama ilk ölen olduğu için, iki numara Halil'den başlayalım. 1891 Yılında doğdu. 1913 Yılına kadar evlenmemiş... Ona dair bugünün Paşalarında bir bilgi bulunmuyor... Öyle anlaşılıyor ki Paşaoğlu Halil, Cihan Harbi şehitlerinden biridir...

    Paşa Kızı

    Kardeşlerin en büyüğü ve tek kız Satı, 1889 yılında doğdu. Kardeşi Halil gibi Atike Hanımın çocuğudur. Onu önce Türkmenlerden Kürtosman oğlu Yusuf'a verdiler. 1906 Yılında Saffet adını koydukları bir kızı oldu. Eşi Yusuf Çanakkale'de şehit olunca Selimoğlu Ahmet'e verdiler. Yanında tay giden Saffet, Kinislerin Kumpirhasan eşi olacaktır... Paşa Ahmet'in kızı Satı, vardığı yerde 'Paşa Kızı' diye anılacak ve bu lakap bir sülalenin adını 'Paşagızılar' olarak değiştirecektir... Paşagızı Satı, 1952 yılında vefat etti...

    Paşanın Ali

    Paşaoğlu Ahmet'in ikinci Hanımı Havva'dan ilk oğludur. 1907 Yılında doğdu. Bu isim verilmesine sebep büyük dedenin adı olabilir... Kinislerden Dınalinin kızı Azime ile evlendi. Paşanın Ali ile hemen hemen emsal olan yeğeni Saffet'i Kumpirhasana vermişlerdi. Kumpirhasan ile Azime emmi çocuklarıdır... Saffet-Kumpirhasan evliliği ile kurulan bağlantı sonucu, Azime'yi Ali'ye almış olmalılar...

    Paşanın Ali ile Azime Hanım'ın  iki kızları oldu. Büyüğüne Atike, küçüğüne Hayriye adını koydular. Atike, Gağşakların Ali Kalkan eşi oldu; küçük oğluna Ali ismini vererek babası Paşanın Ali'nin adını yaşatmak istedi... Küçük kız Hayriye ise Almanyalı Yaşar Soylu'nun eşidir. Onun torunlarından biri (Ali Soylu) de Paşanın Ali'nin hatırasını yaşatıyor... Zira Paşanın Ali 1946 yılında vefat etti. Eşi Azime Hanımın ölüm tarihi ise 1968...

    Paşanın Ahmet

    Paşaoğlu Ahmet'in Havva Hanımdan ortanca oğlu, 1914 yılında doğdu. Havva Hanımın babası adı da olduğu için bu oğluna Ahmet ismini koydular. Normalde oğlanlara dedesinin, kızlara ninesinin adı koyulur. Bu sebeple isimlerin aktarımı genelde bir nesil arayla sürdürülür. Burada o boşluğu Havva Hanımın babasıyla doldurunca, tam beş nesil sürecek bir Paşa Ahmet zinciri oluşacak...

    Paşanın Ahmet, Veyisler/Daldallardan Mustafa kızı Rabia ile evlendi. Rabia Hanımın annesi, Böbülerin Mazinin Ömer'in kardeşidir... Kasapların kestiği hayvanların bağırsaklarını götürüp temizlerdi. Bu yüzden kendisine 'Bağırsakcı Ahmet' dedikleri de olmuştur... İkinci kuşak Paşanın Ahmet ile Rabia Hanımın beş çocuğu oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Emine, Esma, Hasan, Ahmet ve Hatice'dir. 1948 Doğumlu bir kızının adı da Havva idi, çocuk küçükken öldü...

    Paşanın Ahmet 1969 yılında, eşi Rabia Hanım ise 1993 yılında vefat ettiler...

    Kızlardan Emine, Kırtişin Gıbış Mehmet Özen eşi; Esma, Akbaşların Süleyman Karakaya eşi; Hatice, Hamdihocanın Küpçü Süleyman Dadak eşi oldu. 

    Büyük oğlu Hasan, Başkimseli bir hanımla evlendi. Bir oğlu dünyaya geldikten sonra İzmir'e göçtü. İlk hanımı vefat edince Olucaklı Zülfiye Hanımla evlendi, ondan da iki oğlu dünyaya geldi. Büyük oğlu önceden vefat etmişti, adı Mehmet olan diğer oğlu da 2023'te öldü... Paşaoğlu Hasan kendisi de 2021'de İzmir'de öldü... Diğer çocukları halen İzmir'de yerleşikler...

    Küçük oğlu Ahmet, 1944 yılında doğdu. Matrak kişiliği sebebiyle 'Gırgır' diye lakaplandı. Hamdihocanın kızı Satı ile evlendi, Küpçü ile değişik usulü yapmış oldular. 

    Gırgırın; Ahmet, Fadime ve Hasan  isimlerinde üç çocuğu var. (Feride adında bir kızı 1993'te vefat etti.) Fadime Deligızların Yakup'un oğluna gelin gitti... Beşli 'Paşanın Ahmet' zincirinin son halkası olan Gırgırın büyük oğlu Ahmet, Anıtkaya dışından evlendi; Feride adında bir kızı var... Küçük oğlu Hasan ise, Arapların Ömer'in Mevlüt kızı ile evlendi; dört oğlu var... 

    Paşanın Hüseyin

    Paşaoğlu Ahmet'in beş çocuğunun en küçüğünün adı Hüseyin... Çorcalılardan Godal Ömer kızı Ümmühan ile evlendi. Ümmühan Hanım, anası itibariyle Hamzaoğlu/Tongullardandır... 

    Yalnız Paşanın Hüseyin'e gelmeden önce Ümmühan, Tekelilerin Hasan'ın eşiydi. (Tekelilerin Hasan Hasan; Pangeci, Gocagafa ve Köressanın emmileridir)... Kocasının ölümü sonrası Paşanın Hüseyin'e gelirken Zehra, Kezban ve İbrahim adlarında üç çocuğu yanında taydı... Büyük kızı Zehra'yı Dönelerin Mehmet (Gani)ye verecekler, Ganinin Hasan Çalışır'ın anası olacaktır... Kezban ise Avkat Hilmi Aydın'ın eşi olacaktır... Tekelilerin Hasan'ın oğlu olsa da 'Paşaların İbram' diye bilinecek olan İbrahim, Gıvığın kızı Dudu ile evlendi. Dudu Hanım ile İbrahim hala-dayı çocuklarıdır... Erken dönemde İzmir'e yerleşen Paşanın İbramın bir oğlu ve üç kızı oldu. Kızlarından biri Hörkülenin Koreli oğlu Dursun Önkal eşidir... Babasının adını verdiği tek oğlu Hasan Temel, Çerçilerin Arıkhalil kızı Azime ile evlendi; Anıtkaya'da oturuyor. Kızları ise İzmir'e yerleşikler... 

    Ümmühan Hanım ile Paşanın Hüseyin'e gelince... Beş çocukları oldu; Ayşe, Muzaffere, Ahmet, Satı, Ömer...  

    Kızları; Ayşe, Irafanın Kamil eşi;  Muzaffere (Müzef), Müdüroğluların Çapar eşi; ve Satı da Dolağın Ahmet eşi oldular...

    Paşanın Hüseyin'in büyük oğlu Ahmet de erken dönemde İzmir'e göçenlerden... Aydınlı Kübra Hanım ile evlendi. İki kızı bir oğlu oldu. Oğluna babasının adı olan Hüseyin ismini verdi. Hüseyin'in de iki oğlu oldu, birinin adı Ahmet... Kızları da  İzmir'de evlendiler...  1998 Yılında İzmir'de vefat eden Ahmet'ten sonra eşi de öldü... Çocukları İzmir'e yerleşikler...

    Ve Paşanın Ömer... Godalömerin adı...  Hakkıların Hakkı Yırgal kızı Kezban ile evlendi. Buydeycigadir oğlu Hasan Dadak ile bacanak oldular...  

    Paşanın Ömer, uzun yıllar Korucu ve Bekçi olarak Gorma emrinde çalıştı. Bu anlamda Esnanın Velinin Halil İbrahim Seyrek ile ayrılmaz ikili gibiydiler. Vefatına kadar bu şekilde çalıştığı söylenebilir. Bununla beraber, Paşanın Ahmetin oğlu Gırgır nasıl Anıtkaya'da kaldıysa; Paşanın Hüseyin'in çocuklarından da Ömer Anıtkaya'da kalmış ve onun çocukları Paşaların temsilcisi olmuşlardır. Kendisi 2006 yılında vefat etti...

    Paşanın Ömer'in yedi çocuğu oldu, bunların ikisi kız... Büyük kızı Dudu, Garaburunun Osman oğlu Ahmet Mola eşi; küçük kızı Ümmühan ise Bacıların Adem Değer eşi oldu. (Kızların isimlerinde Ümmühan Ninenin ve onun anasının adı görülebilir)

    Beş oğlanın büyüğü, dedesinin adını aldı; Hüseyin... Sağırların Süleyman'ın kızı Gülsüm ile evlendi. Nisa ve Ömer olmak üzere iki çocuğu var... İkinci oğlu Ahmet'e de büyük dedenin adı verilmiş oldu. Urganlının İbrahim kızı Kerime ile evlenen Paşa Ahmet'in de Ömer, İbrahim ve Yasin adlarında üç oğlu var... Üçüncü oğlu İbrahim, Karacahmetli Muradiye ile evlendi; onun çocukları Ömer Faruk ve Ayşegül... Paşanın Ömer'in küçük oğlanların  adları ise Mustafa ve Samet....

    Paşaoğlu Hüseyin 1969 yılında vefat etti... Eşi Ümmühan Hanım bizim çocukluğumuzun otoriter 'Paşakarısı' profilidir... Bir elinin başparmağı, belindeki şalda; diğer eliyle sağa sola talimatlar yağdırırdı. 1980 yılında vefat etti... 

    Paşaoğlu Ahmet'in üç oğlu Ali, Ahmet ve Hüseyin Soyadı uygulaması ile YAMAN soy ismini aldılar. Ali'nin küçük kızı Hayriye, Paşa Tekkesinin bulunduğu yerdeki evlerinde oturuyor. Ahmet'in küçük oğlu Gırgır ve Hüseyin'in küçük oğlu Ömer çocukları da Günümüzdeki Paşaların Anıtkaya'daki temsilcileri...



25 Eylül 2022

Çifte Güzeller

 

    Dayıların Vahit Yola'nın dedesi 'Dayı' lakaplı Hasan Yola, nüfus kayıtlarında adı Hasan Hüseyin olarak geçiyor. Oysa herkes onu sadece Hasan diye bilirdi... Onların komşusu ve yine Selimlerden Veli oğlu Hasan olarak kaydedilen zat da Hüseyin diye biliniyor. 

    Sadece iki örneğini verdiğim isim karışıklığına eski nüfus kütüklerinde sık rastlanıyor. Bunun bir sebebi kayıt esnasında katibin dikkatsizliği olabilir. Hasan ve Hüseyin isimleriyle sınırlı olmak üzere, bu tip hatalar hoş görülebilir. Neden?.. Çünkü bu kelimelerin imlası birbirine çok yakın. 

    Arapça menşeli iki kelimenin yazılışı gibi anlamları da birbirine çok yakın. h-s-n kökünden türeyen bütün akraba kelimeler böyle... Hasan, Hüseyin, Hüsnü, Hüsniye, hasene, hasenat, Tahsin, ahsen, İhsan, Muhsin, Muhsine... Temel anlamı 'güzel' demek...

    Kök anlamı 'güzel' kalmak şartıyla, her yeni türetmede başka bir ince anlam kazanıyor. Mesela 'Hüsnü', güzel; 'ihsan', iyilik; 'hasenat', sevap kazanımı; 'hüsnüzan', iyi düşünce gibi... Sözcük ne kadar çok türetilirse türetilsin, temeldeki 'güzel' anlamı değişmiyor... 

    Bu durumda 'Hasan' isminin Türkçe karşılığı 'güzel' ise; 'Hüseyin' karşılığı da 'güzelcik'tir. Aralarında işte bu kadarcık bir fark var. Eski yazı imlasındaki fark ise iki nokta kadar... Katiplerin, varsa küçük hatasını bu yüzden hoş görmeliyiz...

    Bizde bu iki ismin çok yaygınlığına sebep, anlamındaki gizli güzellik kadar; işaret ettikleri kişilerin zâti güzelliğidir. Efendimiz'in (s.a.v.) iki güzide torunu... Biri Güzel, Biri Güzelcik...

    Peygamberimizin bu iki torununu kastederek literatürde 'Haseneyn' kelimesi kullanılmış. 'İki güzel' anlamına gelen bu kelimeyi de ilk defa kullananın Hz. Peygamber olduğu söyleniyor. 'Allah'ım ben bu Hasaneyni (ikisini) seviyorum, Sen de sev. Onları sevmeyeni Sen de sevme.' derken torunlarını işaret ettiği rivayet edilmiş...

    Müslümanlar da Onları sevmişler... Bu sevgilerini, çocuklarına onların adını vererek göstermişler. Özellikle Arap dünyasında 'Hasaneyn' ismi verilmiş çocuklara... Biz Türkler ise öyle yapmamışız; Hasan ve Hüseyin adlarını ayrı ayrı ve birleştirerek Hasan Hüseyin biçiminde çocuklarımıza vermişiz... Ama Hasaneyn ismine pek rağbet edilmemiş... Belki ses dünyamıza uzak olduğu içindir...

    Oysa ses dünyamıza uzak nice kelimeyi Türkçe'ye uygun hale getirmişiz. Bırak genel olarak Türkçe'yi, Anıtkaya Ağzında bile kendi zevkimize göre yoğurduğumuz kelimeler var. Misal, buldozeri 'yolgazıyan' yapmışız; şoseye 'susa' demişiz; nerdubanı 'merdiman' diye dikmişiz; entrika 'ıntırka' olmuş.... Sonra isimlere gelelim; Fatıma, 'Fatı'; Aişe, 'Eşe'; Ummetullah, 'Emeti'... olmuş da... Bu güzel kelimeye niye kayıtsız kalmışız acaba?

    .....

    Sözlerin ve sözcüklerin anlamı, sesi, kökü hakkında düşünmeyi severim... Selimlerden Veli oğlu Hasan'ı incelerken canım sıkılmıştı. Kütükte Hasan, halk arasında Hüseyin, lakabı ise Esnan... Gel de çık işin içinden...

    Birden isimlerle lakabın bağlantılı olabileceği aklıma geldi... Böylece bulmaca çözüldü. Eğretli, iki ismi birleştirip ona lakap olarak vermişti. Yalnız söylemesi zor olduğu için 'Hasaneyn' değil 'Esnan' demişti. 

    Peygamber Efendimizin Çifte Güzellerini ve onlara bizzat kendisinin verdiği Hasaneyn/Esnan yakıştırmasını Eğretlilerin unutmadığını kayda geçirmek istedim...


Esnanlar





     Selimler ana sülalesinin atası olan Selim'in tek oğlu Ali'den günümüz geniş Selimler sülalesine ulaşılıyor. Onu oluşturan dallardan biri de Esnanlardır. Selimoğlu Ali'den Esnanlara nasıl gelindiğini ele alacağız.

    Selimoğlu Ali 1841 yılında vefat ettiğinde kendisine varis olarak yedi oğlu ve dört kızı vardı. Mehmet adında bir oğlu kendinden önce vefat etmişti. Yaş sırasına göre ikinci oğlu olan Bektaş, Gülsüm ve Hanife Hanım olmak üzere iki evliydi. 

    Kayıtların taranması sonucu, Bektaş'ın iki hanımından iki kız bir oğlu olduğu anlaşılıyor. çocukların en büyüğü olan oğlunun adı Veli'dir. 1830'ların başında doğdu... Annesinin adını bilmiyoruz, Gülsüm Hanım'dan olduğu tahmin ediliyor. 

    Bektaş 1851'de vefat ettiğinde Gülsüm Hanım hayatta değildi. Diğer eşi Hanife Hanım ise sağ idi; fakat bazı kayıtlarda onun adından Fatma diye söz ediliyor. Her neyse... O sırada Veli ve Havva yetişkin, İsmihan ise küçük yaşta görünüyor; bu yüzden İsmihan'a annesi Fatma/Hanife vasi tayin ediliyor... Kayıtlar ve belgelerin karşılaştırılmasından sadece Fatma-Hanife Hanımın ismiyle ilgili karmaşa çıksa iyi; İsmihan da bazılarında Esma diye yazılmış. Aynı ismin kısaltılmışıdır, olur böyle şeyler der geçeriz... O terekeden çıkardığımız bir başka sonuç, oğlu Bektaş vefat ettiğinde, Annesi Selimoğlu Ali'nin Hanımı Fatma da hayatta. Oğlunun varisleri arasında adı geçiyor...

    Babası Selimoğlu Ali'nin terekesindeki hayvan varlığını hatırlayalım: 1 kısrak, 1 kır tay, 2 sıpalı merkep, bir çift orta camız, iki çift kötü camız, 3 çift kara sığır, 1 camız ineği, 1 malak, 3 taze buzağılı koca inek, 2 düğe, 7 buzilici inek, 3 iki yaşında tosun, 172 koyun, 86 erkek şişek, 96 gancık keçi, 20 erkek çebiş, 55 oğlak, 95 toklu, 6 koç... 

    On yıl sonra oğlu Selimoğlu Bektaş vefat ettiğinde bıraktığı hayvanlar ise; 1 çift öküz, 5 kuzulu koyun... Bu kadar... Tabi 10 yıl önceki babasının mirası, 13 vereseye taksim edilmişti...

    Bektaş'ın kızlara bakalım; Havva, Gülsüm Hanımın kızıdır. 1840 Yılında doğdu. Büyüyünce Ayanoğlu Ömer'e verdiler. İleride Kölgeci Ömer'in Ninesi olacaktır... İsmihan/Esma ise 1845 yılında doğdu, Hanife (Fatma) Hanımın kızıdır. Onu da Emirhanoğlu Mustafa'ya verdiler. Burada olan kızı Şerife, Selimlerden Gılindir Mustafa'nın eşi olacaktır. (Gılindir, Selimoğlu Mustafa torunu; Şerife ise Selimoğlu Bektaş torunu...) 

    Bektaş'ın tek oğlu Veli, çocukların en büyüğü... Babası vefat ettiğinde yetişkin. Doğum tarihi olarak 1826-1831 arası bir yıl gösteriliyor, en kötü ihtimalle 1830 kabul edersek; Bektaş öldüğünde yirmi yaşın üstünde olur.

    Selimoğlu Veli de İsmihan Hanımla evlenmiş. Bu İsmihan Hanımın kimliği hususunda adından başka bilgimiz yok. Halil ve Ali Osman adında iki oğulları oluyor... Ali Osman'a geleceğiz, önce Halil...

Halil, Ahmet kızı Gülsüm Hanım ile evlendi. Henüz çocukları olmamışken askere gitti. Birliği Selanik'teydi... 
Muvazzaf 16. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük, 11. Onbaşının neferi iken 1. Mart 1883 günü Katranhane mevkiinde şehit oldu... 
Gülsüm Hanım, tekrar evlenebilmek maksadıyla eşinin vefatını belgelendirmek üzere dava açtı. 
Olucaklı ve Afyonlu iki asker Selanik'te Selimoğlu Halil'in vefat ettiğine şahitlik ettiler.
 Mahkeme varis olarak Gülsüm Hanım ile kardeşi Ali Osman'ı belirledi. 

    Ana babaları İsmihan ile Veli'nin o tarihte hayatta olmadığını bu belgeden anlayabiliriz. Yine bu belgedeki şahitlerden dolayı bir tahmin yürütebiliriz; bundan sonra Gülsüm Hanım Eğret dışına, büyük ihtimal Olucak'a kocaya vardı.   

    Selimoğlu Ali Osman, 1857 yılında doğdu. Kardeşi Halil'in ölüm haberi geldiğinde 26 yaşındaydı, yani belki de Halil'in büyüğüydü... Yine Selimlerden Atike ile evlendi. Atike Hanım, Dayıların Bekir ve Yonuzların Yunus'un kardeşi olur...

    Ali Osman ile Atike Hanımın bir kız iki oğlu oldu. Büyük oğluna babası Veli'nin adını, küçük oğluna ise Selanik'te şehit olan kardeşi Halil'in adını koydu. İkisinin arasında doğan tek kızına ise Esma adını verdi. Hatırlanacağı üzere bu isim (Esma/İsmihan) hem anasının hem de halasının adıdır...

    Küçük oğlu Halil'in evlilik kaydı yok... Daha doğrusu onun hakkında günümüze ulaşan herhangi bir bilgi bulunmuyor. 1894 Doğumlu olduğunu düşününce, insanın aklına ister istemez Cihan Harbinde kalmış olabileceği geliyor...

    Kızı Esma'ya gelince... 1890 Yılında doğdu. Onu önce Sarıoğlu Zekeriya'ya verdiler. Onun vefatı üzerine Garamusaların Gödeşin ikinci eşi oldu. İleride 'Esmenin Osman' olarak bilinecek Osman Seviş'in anası olacaktır...

    Veli'ye geliyoruz... Önce ana babası mevzuunu kapatalım. Oğulları Veli'nin ölümünü görüp evlat acısı yaşadılar. Atike Hanım Yunan gittikten sonra, 1928 yılında vefat etti; kocası Ali Osman ise torununun oğlu doğduğunu gördü ve ondan sonra 1940 yılında vefat etti...

    Ve geldik Veli'ye... Ali Osman'ın büyük oğludur, 1884 yılında doğdu. Yine Selimlerden Nazik ile evlendi. Nazike Hanım, Kemiğin kardeşi ve Samancı ile Bulduğun halalarıdır... Ayrıca Selimoğlu Veli, bu evlilikle Demirdelenoğlu Ali (Haytanın dedesi) ile de bacanak oldular...

    Hüseyin ve Fadime adını verecekleri bir oğluyla bir kızları oldu. Kızları Fadime,  Kemiklerin İsmail eşi olacaktır. (Daha iyi anlaşılması için; Fadime Hanım, Şuayip Öter'in ninesidir...) Fadime ile İsmail'in zaten hala-dayı çocukları olduğu da unutulmasın...

    Yavaş yavaş Esnanlara doğru ilerliyoruz... Bu arada Veli Cihan Harbinden sonra, Eğret işgalinden önce vefat etti, kesin tarihi bilmiyoruz.  Eşi Nazik Hanım ise otuz yıl kadar daha yaşayıp 1951'de vefat edecek...

    Esnan

    Hüseyin'den devam ediyoruz. Deftere Hasan olarak kaydedilmiş; ama hep Hüseyin diye biliniyor. Aynı köke sahip bu isimler kayıtlarda hep karıştırılıyor. Anlam ve yazılış olarak da benzeştikleri için çoğu zaman birbirinin yerine kullanılabiliyorlar. Türk halkı ikisini birleştirip tek bir isim haline de getirmiş ve çocuklarına Hasan Hüseyin adını vermiş. Arapça'da bu iki isme 'Hasaneyn' diyorlar. Türk gırtlağıyla bu kelimeyi söylemek zor olduğu için Eğretliler sözü Türkçeleştirip 'Esnan' demişler. Selimoğlu Hasan/Hüseyin'in adında da hazır böyle bir karışıklık varken lakabı 'Esnan' kalıvermiş...

    Esnan, 1904 yılında doğdu... Onu tanıyanlar, sürekli olarak 'yalama' denilen bir ağız/dudak rahatsızlığından muzdarip olduğunu, ekşi-tuzlu şeyleri yemekte zorlandığını söylüyorlar...  Kantinlerin Mehmet kızı Hakime ile evlendi. Hakime Hanımın küçük kardeşi Satı da Bulduk Mehmet'e varınca; Esnan ile dayısının oğlu Bulduk Mehmet  bacanak oldular... 

    Alemdaroğluların Hakime Hanım1962'de, kocası Selimlerin Esnan ise 1970 yılında vefat ettiler... Tek oğullarına bakalım...

    Hakime Hanım ve Esnanın 1937 yılında bir oğulları oldu, babası Selimoğlu Veli'nin adını koydu. Böylece Selimoğlu Ali'nin; yedinci kuşaktan torunu ve sülalenin üçüncü nesil 'Veli'si olarak 'Esnanın Veli' dediler ve hep öyle bilindi. 

    Esnanın Veli, Kalecikli Hacı (Ahmet Çelik) kızı Şükriye ile evlendi. Gındi ve Delicafer ile bacanak oldular. Şükriye Hanım ile Esnanın Veli'nin bir kız, üç de oğlu oldu. Yaş sırasına göre isimleri: Halil İbrahim, Havva, Hüseyin ve Ahmet'tir... Tek kızları Havva, Çatallardan Almanyalı Yaşar oğlu Ahmet Soylu eşidir.

    Büyük oğlu Halil İbrahim 1956 yılında doğdu. Kalecik'ten evlendi; hanımı, annesi Şükriye Hanımın yeğenlerindendir. Şükran, Hakime, Hanife ve Seda olmak üzere dört kızdan sonra Ceyhan adında bir oğlu oldu. Ömrünün bir bölümünü Afyon'da geçirmek zorunda kaldı. Son zamanlarında köyüne dönüp yerleşti, tam düzeni yeniden kurdum derken, 2023'te vefat etti... 

    Ortanca oğlu Hüseyin, Afyonlu Sevim Hanım ile evlendi. Şükran adında bir kızı var. Erken dönemde yerleştiği Afyon'da yaşıyor... 

    Esnanın Veli'nin 1975 doğumlu küçük oğlu Ahmet de yine Kalecik'ten evlendi. Hatice, İdris, Enes ve Şükran olmak üzere dört çocuğu var... 

    İsimler üzerinde durmayı kestik, ama üç oğlanın üçünde de Şükran ismi dikkat çekmiş olmalıdır. Bu isim, anneleri Şükriye Hanımın adının hafif değiştirilmiş haliymiş... 

    Bir dönemden sonra Esnanın Veli Afyon'a göçmek zorunda kaldı. Anıtkaya'daki günlerinde ekin ekmekte biraz gecikmiş. Olmayacak zamanda tohumu saçmış, sürgüyü çekmiş... O sene Anıtkaya'da mahsul pek olmamış... Veli'ninki hariç... 'Yav nettin, nasıl ektin, hangi tavda ektin?' diye soranlara 'Veli tavında ektim' cevabını vermiş. Böylece literatüre 'Veli Tavı' girmiş, hala kullanılıyor... Esnanın Veli 2022 yılında vefat etti...

    1934 Soyadı uygulaması ile 'SEYREK' soyadını almış olan Esnanların çocukları şimdi Afyon'da oturuyorlar...



23 Eylül 2022

Kimin Oğlu?

    Biri vardı, karşılaştığı kişilerin diş yapısını hiç unutmadığını, nerede ne zaman görse o dişleri hatırladığını söylemişti. İnsanlarla konuşurken, istemsizce dikkati muhatabının dişlerine yönelirmiş. Karşısındaki konuştukça, göründüğü kadarıyla her dişin bütün özelliklerini hafızasına nakşedermiş. Adeta dişlerin röntgenini çeker ve görüntüyü bir yerlere kaydedermiş. Yıllar sonra karşılaştığı birinin yine dişlerine odaklanır, arşivdeki kayıtları kısaca tarayıp varsa kaydı bulur ve diş-kişi eşleştirmesiyle onun kim olduğunu hatırlarmış. Diş kontrolü onun için, birinin kimliğine bakmak gibiymiş... 

    O arkadaşın dediği bir sözü unutmuyorum. 'Bugüne kadar edindiğim tecrübelere göre, birinin dişlerine bakarak onun kimin çocuğu olduğunu söyleyebilirim.' Çoğu insanın hiç dikkatini çekmez; ama insanın dişleri de anne babasına çekermiş...

    Boy, yüz, sima, saçlar, ses, yürüyüş, yürürken ne tarafa eğildiğin, ayakları nasıl bastığın, hangi elini kullandığın, gülüşün-ağlayışın, burnunu çekişin... Hasılı insan olarak her bir özelliğimizi ana-babamızdan tevarüs ediyoruz. Bu saydıklarım hep göz önünde olduğu için bilinen şeyler; lakin dişler... Elbette diş yapısı da ırsi olabilir, hatta öyledir... Sık sık duyarız, 'anası yapılı' veya 'dedesinin elini almış' sözlerini...

     Bazı insanlar insan fizyolojisini incelemede daha dikkatli olabiliyorlar. Konuşurken yüz hatlarının aldığı şekli, el kol hareketlerini nasıl kullandığını, ses tonuna hakimiyetini, gülerken göbek hoplatmasını, bir kulağının kepçeliğini, sol ayağını fazlaca sürüdüğünü, saçlarını hep aynı yöne taradığını, bir kaşının kulağına doğru fazlaca sallandığını, düşünceye daldığında alnında kaç çizgi oluştuğunu, dudağını üstündeki bıyıklarının iki yanda ne tarafa doğru dengesiz durduğunu, göz-ses-ağız uyumuna göre söylediklerinin gerçekliğini... Daha bin türlü ayrıntıyı fark edebiliyorlar. 

    Tabi etrafında olan bitenin farkında olabilmek için gözlem yeteneği lazım... Bu yetenek de  insandan insana değişiyor... Neyse konuyu dağıtmayalım... Yaptığı gözlemlerden karakter analizi çıkaranlar da olabiliyor. Bu daha uzmanlık isteyen bir şey; ama doğuştan buna sahip olanlar da var, bu özelliğini geliştirenler de... Mesela birinin şekline şemaline bakıyor, 'Bu adam güvenilmez' diyor. Onunla konuşmadan, sadece fiziki özelliklerine bakarak bu hükmü veriyor. Boyuna posuna, kafasının biçimine, boynuna gerdanına, saçına sakalına, bakışına duruşuna göre kanaatini söylüyor; merhametli, zalim, hakkaniyetli, cıvık, mağrur, kibirli, vakur, kıntir, cömert vs. 

    Eskiden bu bir ilim kabul edilirmiş, adına da ilm-i kıyafet diyorlarmış. Yani insanın fiziki özelliklerine göre psikolojik ve karakter analizini yapıyorlar... Üst seviye bir ilim dalıymış... Lakin simasına bakarak birinin babasını dedesini tahmin etmek o kadar da zor olmasa gerek...

    Omarcıkların Goca Hüseyin'in (Kilcinin babası) bu konuda oldukça iyi olduğunu söylüyorlar. İlk defa gördüğü bir çocuğun kimin oğlu ve kimlerden olduğunu söyler ve hiç yanılmazmış. Tabi sadece erkek çocuklarda böyle... Çünkü köyün bütün erkeklerini tanıyor, biliyor. Sadece bilmek yetmiyor, dediğimiz gibi ayrıntıları farkedecek kadar iyi bir gözlemci olması lazım. İşte Goca Hüseyin öyle birisiymiş. Muhataplarıyla dikkatli göz teması kurar, konuşulanları cankulağıyla dinlermiş. Öyle olunca herkesin görmediğini görür, duymadıklarını duyarmış...

    Yalnız Eğret ile kalsa iyi... Etraf köylere de sık gider oraların insanlarını da iyi tanırmış. Çevresi genişmiş yani... Kil ticaretiyle meşgul olduğu yıllarda daha çok dolaşmış köyleri. Malı bitirene kadar her yeri geziyor... Bir de kil bekleyen müşteriler olduğunu düşünürsen, belli aralıklarla her yere gitmek durumundasın... Geceleri odalarda kalıyor elbette. Nasıl Eğret'te Omarcıkların odada kendisi misafir ağırlıyorsa, onu da aynı hürmetle gittiği köylerde misafir ediyorlar. O dikkatli gözlemlerini oralarda da yapıyor. Gün geçtikçe tanıdıkları çoğalıyor, her yer kendi köyü gibi oluyor. Herkesle samimi, herkesle dost...

    Tabi bir büyük olarak kendince bir itibar da edinmiş buralarda... Vadettiği zamanda kil ihtiyaçlarını karşılaması, güvenilirliği, alışverişte varlığı-darlığı gözetmesi, emanete hıyanet etmemesi, sözünde durması vb. özellikleri bu itibarı sağlamada etkili olmuştur mutlaka...

    Odalardaki ağırlanışına dönelim... Çok hürmet ederlermiş buna... O da sevgi ve samimiyetiyle karşılık verirmiş onlara. Herkesi tanıyor olması, zaten başlıbaşına bir muhabbet göstergesi... Çok şaşırırlarmış bu hususiyetine... İlk defa da görse biriyle hoşbeşten sonra, babasının dedesinin durumunu filan sorunca kalakalırlarmış. Hadi o adamları tanıyorsun da o durumlarından haberdarsın, peki bu delikanlının onun torunu olduğunu nasıl anladın?... 

    Gocahüseyin ilk defa birini gördüğünde onun fiziki özelliklerini belirliyor. Siması, rengi, sesi, duruşu vb. bilgilerini anında kodlayıp, beynindeki bilgisayara o kodları gönderiyor. Daha önce arşive aldığı kişilerin kodlarıyla bunları karşılaştırıyor. Eşleşme tamamlandığında sinyali alıyor ve 'Ha tamam, bu çocuk şunun oğlu olmalı' diyor... Tabi bütün bunlar göz açıp kapayana kadar kısa sürede olan işlemler; kimse dışarıdan fark edemiyor... Dışarıdan bakanlara sadece şaşırmak kalıyor...

    Bazen eğlenceye çevirirlermiş bu durumu oda ahalisi... 'Şu cocuk kim?... Hadi bunu da bil bakalım!...' diye sorar da sorarlarmış... Gocahüseyin ise hiç karavana atmaz, her atışı mutlaka onikiden isabet ettirirmiş...

    Yalnız bir gece... Köyün adını da dedilerdi, ama unuttum... Bir çocuğu sorduklarında hedef şaşmış... 'Aha bunu bilemedin işte!' demişler... Gocahüseyin 'Nasıl olur yav, falancanın oğlu!?!?' diye diretecek olmuş... 'Hayır, bilemedin!' diye kestirip atmışlar... Konu kapanmış... Sohbet, muhabbet gece yarısında millet dağılana kadar devam etmiş...

    Oda sahibi döşşeği serip çıkarken, Gocahüseyin aklını kurcalayıp duran çocuğu sormuş... Adamın cevabı gayet kısa olmuş:

    - 'Günahı boynuna, senin dediğin adamla çocuğun anası hakkında bir dedikodu çıktıydı.'