11 Kasım 2022

Akbaşlar ve Çañlı


    Mollahmetler... Kalabalık bir sülale... Sıntırlar, Müdüroğlular bu sülalenin kollarından... Başka kollardan Kekliklere ve Eyüplere de uzanıyor... O Mollahmetlerin Mustafa oğlu Süleyman'dan bahsedelim.

    Babası Mustafa 1820'de doğmuş. Kiminle evliydi, Süleyman'dan başka çocuğu var mıydı bilinmiyor... Süleyman, Emiraliler/Yeşilömerlerden Ayşe Hanım ile evleniyor. Gıdilerin Hasan Hüseyin ile bacanak oluyorlar... Bir oğlu iki kızı oluyor; 1887'de Mustafa, 1894'te Kezban ve 1901 yılında Azime doğuyor. Küçük kızı Azime yaşını doldurmadan Süleyman vefat ediyor. Ayşe Hanım üç yetimle dul kaldı, ama oğlu Mustafa artık delikanlıydı. Onu Arapların Hüseyin kızı Kezban ile evlendirdi. Gelin Kezban, Gambırüseyin ile Çolakların Ömer'in halaları oluyor... Ayrıca bu Kezban'ın anası da Yeşilömerlerden olduğu için, bir bakıma oğluna gelin olarak yeğenini almış oldu... Cihan Harbine giden oğlu Mustafa geri dönemedi... Dul kalan Kezban Hanım da yine o sıralarda eşi vefat eden Sakızcı Hüseyin'e vardı. Orada doğan kızı İsmihan da yine Arapların Kalpsizin evde bekar olarak vefat edecektir. Kezban Hanım ise Sakızcının eşi olarak 1954'te öldü...

        ***

    Ayrıca ele alınacak; ama burada kısaca değinilmesi gereken bir başka hikaye de Eminler... Eminlerin Mehmet Emin, Kelsüleyman ile Çakalhüseyinin dedelerinin Abisi... Hatiboğlu/Gobak Hasan kızı Hafize Hanım ile evli... İki oğlu ve üç kızı var. Oğulları Hüseyin evli, İbrahim bekar... İkisi de Cihan Harbinde şehit oldukları anlaşılıyor. Bu arada Mehmet Emin kendisi de vefat ediyor. Hafize Hanım kaldı mı, geliniyle tek başına... Çolömerin kızı olan gelini Emine Hanım, Ayanoğlu Ahmet'e yani Patlakların Dedesine vardı... Hafize Hanımın üç de kızı vardı... Bunların büyüğü 1893 doğumlu Havva'yı Gıdilerin Mustafa'ya vermişlerdi; Mustafa da Anafartalar'da şehit... 1902 Yılında doğan Halime'yi Hacımahmutların Yusuf oğlu Abdullah'a verecekler. Halime Hanım ileride Etem ve Şimbilin anası olacaktır... Geriye 1903 doğumlu küçük kızı Ümmühan kaldı...

        ***

    Asıl konuya bağlamadan önce bildik bir hikayeye uğrayacağız. Hacımahmutların Hüseyin'in Veli ve Mustafa adında iki oğlu vardı ve bu iki oğuldan Kediveliler/Kınilere gidiliyordu. Bu iki kardeşin Fatma/Fadime adında bir kız kardeşleri de Akören'e gelin edilmişti... Orada bir kızı ve üç oğlu oldu. Eşi Mehmet vefat ettiğinde galiba kızı evliydi. Büyük oğlunu da Akören'de bırakıp iki küçük oğluyla baba ocağına, Eğret'e döndü. Akbaşlar ve Çañlıların macerası onların Eğret'e dönüşüyle başladı...

    Akbaş Ömer

    Fatma Hanımın yanında Eğret'e getirdiği büyük oğlunun adı Ömer... 1904 yılında doğdu. Başka bir köyden gelmiş olsa da, Eğret'e büsbütün yabancı sayılmazdı. Zira dedesi buralıydı, Mustafa ve Veli dayıları buradaydı... Vakti geldiğinde Onu Mollahmetlerin Süleyman'ın yetimi Kezban ile everdiler. İki yetim başgöz edilmiş oldu. Erken yaşta ve hızla saçları ağardığından 'Akbaş' lakabı takıldı. Bundan sonra çocuklarının oluşturduğu sülaleye de 'Akbaşlar' denilecektir. 

    Akbaş Ömer'in ikisi kız dördü erkek olmak üzere altı çocuğu oldu. Büyük kızı Şerife Gıvık Şükrü Aydın; küçük kızı Ratibe de Hassönler/Şekeralilerin  Hasan Omak eşi oldu. Dört oğlan üzerinden Akbaşlara bakalım....

    1. Mustafa
    Akbaşın büyük oğlu 1933 yılında dünyaya geldi. İsmini Mustafa koymalarına sebep, Kezban Hanımın şehit Abisi olmalı... 'Akbaşların Mısdık' olarak bilinecektir... Kekliklerden Hacıiresil kızı Fatma ile everdiler. Keklikler ile Mollahmetler bağlantısını söylemiştik; Kezban Hanımın oğlunu kendi akrabalarından bir gelinle evermesi çok doğal... Bu evlilikle Akbaşların Mısdık, Garmenlerin Ahmet Geçer ve Tingildeklerin Şaban Kasal ile bacanak oldular. 

    Akbaşların Mısdığın da aynen babası gibi iki kızı ve dört oğlu oldu. Büyük kızı Sultan, Kirtyusufun İnceömer Aydın eşi oldu. Küçük kızı Ayşe ise Mardaklardan Yahya Saki'nin gelinidir...

    Büyük oğlu Yaşar 1956  yılında doğdu. Yozgun Halil kızı Elveda ile evlendi, dört bacanağı vardı: Gavasın İsmail, Arapların Gözelmehmet, Demircisalihin oğlu Osman, Mardakların Halil İbrahim... Bu dört bacanağının ilk ikisi Araplardan; Kezban Ninenin anası da Araplardan olduğunu hatırlayalım... Yaşar ile Elveda'nın dört kızı bir oğlu oldu. İsimleri Ratibe, Fatma, Samiye, Muzaffere ve Murat'tır. Ratibe, Samiye ve Muzaffere Anıtkaya dışına gelin oldular. Fatma ise İdirizlerden Mehmet oğlu Harun İdis eşi oldu... Yaşar'ın tek oğlu Murat, Düdükçünün Hikmet'in kızıyla evlendi; bir kız bir de oğlu var... Afyon'da oturuyorlar; ama Anıtkaya'da da sık bulunuyorlar...

    Mustafa, 1960 doğumlu ikinci oğluna babası Akbaşın adı olan Ömer ismini koydu. Karacahmetli bir hanım ile evlenen  Ömer'in Mustafa ve Dilek olmak üzere iki çocuğu var. Afyon'da yaşıyorlar...

    Üçüncü oğlu 1964 yılında doğdu. Dedesi Kekliklerin Hacıiresilin hatırasına Resul adını koydular. Şekeralilerin Arapırmızan kızı Satı ile evlenen Resul, Akbaşların Anıtkaya'ya yerleşik tek oğludur. Mustafa, Fatma, Rabia ve Esma adında dört çocuğu var. Çocukların isimlerine bakılırsa, bütün nineler dedelerin adları konulmuş...

    En küçük oğlu Ahmet 1969 yılında doğdu. İncemehmetin Şaban kızı Zeynep ile evlendi. Esasında Zeynep ile Ahmet teyze çocuklarıdır. Yasin, Fatma ve Emre adında üç çocukları oldu. Fransa'da oturmakla birlikte yılın büyük bir bölümünü Anıtkaya'da geçiriyorlar...

    Akbaşların Mustafa'nın eşi Fatma Hanım; 1990 yılında, oğlu Resul'un düğünü sırasında vefat etti. Bundan 11 yıl sonra, 2001'de de Akbaşların Mısdık kendisi vefat etti...

    2. Mehmet Hoca
    Akbaş Ömer, 1937'de doğan ikinci oğluna babasının adı olan Mehmet ismini koydu. Çorcalılardan Eyüp Aydın kızı Fatma ile evlendi, Çolakların Mehmet Ali ile bacanak oldular... Körhocadan Kuran tahsil etti, hafız oldu. O günden sonra 'Akbaşların Mehmet Hoca' olarak tanındı. Kadrolu imamlar atanmadan önce Anıtkaya camilerinde imamlık yaptı... Bu sebeple eşine de 'Hoca Fatması' derlerdi...

    Üç kız bir de oğulları oldu: Şule, Ömer, Aysun ve Azime... Büyük kızı Şule Belce'ye gelin gitti. Ortanca Aysun, Hatiplerden Yağcımahmutun Mehmet Aykaç; küçük Azime de Sağırların Ali Osman oğlu Mustafa Sancak eşi oldular...

    Hoca da tek oğluna, babası Akbaşın adı olan Ömer ismini koydu. Yağcımahmut kızı Halime ile evlenince 'değişik' usulü yapmış oldular... Bir kızı bir de Mehmet adında oğlu olan Ömer, emekli olduktan sonra Anıtkaya'da daha çok bulunuyor...

    Nüfusa adı Mehmet Ali diye kayıtlı olan Mehmethoca 2009 yılında vefat etti...

    3. Süleyman
    Akbaş, üçüncü oğluna Mollahmetlerin Süleyman'ın adını koydu. Tabi bu isimlendirme Kezban Hanımın isteği doğrultusunda yapılmıştır... Süleyman Olucaklı Esma Hanım ile evlendi. Bir oğlu ve bir kızları oldu. Oğlu Ramazan Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi; Onun da iki kızı ve iki oğlu var... Hanımı Esma 2004 yılında vefat etti... Akbaşların Süleyman, halen erken dönemde yerleştiği İzmir'de yaşıyor...

    4. Veysel
    Akbaşın küçük oğlu 1943 yılında doğdu, adını Veysel koydular. Sıntırların Garakazım kızı Ümmühan ile evlendi Veysel... Buradaki akrabalığa dikkat çekmek gerekebilir.  Ümmühan Hanımın babası Garakazım Mollahmetlerden, anası Sultan ise Sarıömerin kızı; lakin Sultan Hanımın anası da Yeşilömerlerden... Baştaki Mollahmetler ve Yeşilömerler bağı hatırlanacaktır...

    Veysel'in de iki oğlu iki kızı oldu. 1975 Yılında doğan Özgül iki yaşındayken öldü. Diğer kızı Anıtkaya dışından bir beyle evlendi. Oğulları Mesut ve Mert de Anıtkaya dışından hanımlarla evlendiler. Mesut'un bir oğlu, Mert'in bir kızı var. Küçük oğul Mert 2015'te vefat etti... Ertesi sene, 2016'da Veysel de vefat etti... Bu durumda Akbaşların Veysel'in geride kalan çocukları erken dönemde göçtükleri İzmir'de yaşıyorlar...

    Böylece dört oğul üzerinden Akbaşları inceledik. Akbaşı kapatırken belirtmek lazım, Kezban Hanımın küçük kardeşi Azime vardı; O da Omarcıkların Gocahüseyin eşi oldu...Yani Akbaş Ömer'in de bir bacanağı vardı... Akbaş, 1957 yılında öldü; eşi Kezban Hanım ise ondan tam 22 yıl sonra, 1979'da vefat etti...

    Çañlı Hüseyin

    Hacımahmutların kızı Fatma Hanımın Akören'den Eğret'e getirdiği küçük oğlunun adı Hüseyin'dir, 1905 yılında doğdu... Onun konumunu anlatmaya çalışırsak; Kedivelilerin Çolağüseyin ile aynı dedenin torunudurlar. Bu yüzden ikisinin adı da Hüseyin...

    Küçük Hüseyin, çocukluğundan itibaren bir küçük koyun çañını kolye gibi boynunda takıyordu. Öyle ki çıkardığı ses sebebiyle, gelenin Hüseyin olduğu hemen anlaşılırdı. Zamanla halk nazarında boynundakiyle bütünleşti, ona 'Çañlı' dediler. Bu lakap neredeyse isminin önüne geçti.

    Çañlı, Eminlerin Mehmet Emin'in küçük yetimi Ümmühan ile evlendi. Çatalların Halil İbrahim (Hacızekeriyanın babası) ve Hacımahmutların Hacıyusufun Abdullah (Şimbilin babası) ile bacanak oldular... 

    Üç kızı ve bir oğlu dünyaya geldi. Büyük kızı Hafize, Berberlerin Deliali (Ali Öztürk)e vardı. Anaları tarafıyla akraba olmalarına rağmen geçinemeyip ayrıldılar. Sonra Erkmen’e kocaya varan Hafize Hanım, 1963 yılında vefat etti...  Ortanca kızı da yine anası tarafıyla akraba olan Şimbilemine vardı; henüz çocukları yokken vefat etti... Küçük kızı Emine ise Sakaların Guzuguzu (İsmail Atay)a vardı, 1972'de öldü... 

    Çañlının tek oğlu Aziz 1932 yılında doğdu. İdirizlerin Delimehmet kızı Emine ile evlendi, 1952'de bir kızı oldu, adını Selver koydular. Bu çocuk dokuz yaşına gelince vefat etti. Aynı dönemde Aziz'in babasıyla arası açıldı ve Afyon'a göçtü, 1960'ta orada vefat etti...

    Çañlı Hüseyin 1971 yılında vefat etti. Hemen ardından küçük kızı Emine'nin vefatıyla öksüz kalan torunlarına bakan eşi Ümmühan Hanım ise 1978 yılında gitti öte dünyaya...

    Anaları Fatma Hanımla beraber Akören'den Eğret'e gelen Akbaş Ömer ve Çañlı Hüseyin kardeşler, 1934 Soyadı uygulamasında KARAKAYA soyismini aldılar... Tıpkı Akören'de kalan Abileri gibi...

     ***

    Tekrar başa dönüp Mollahmetlerin Süleyman eşi Ayşe Hanımla bitirelim... Oğlu harpte kaldı, iki kızını Akbaş ve Gocahüseyine verdi... Kendisi Soyadı uygulamasında ADIYAMAN soyismini aldı ve bu soyadının son temsilcisi olarak 1940 yılında vefat etti...



08 Kasım 2022

Alçaklar

     
    Ayanoğlu Mehmet ile Patlakların atası olan Ayanoğlu Ömer emmi çocukları oluyor; yani babaları Ahmet ile İbrahim kardeş. Tabi hepsi varıp Halil Dedeye dayanıyor... Babadan Dededen aktarılan akrabalıklar kadar Anadan Nineden tevarüs eden bağlar da çok önemli. Bu çift taraflı hısım akraba gözetimini bütün sülalelerde gözlemlemek mümkün. Evlilik yoluyla kurulan bir akrabalık bağı, çocukları torunları başgöz ederek kuvvetlendiriliyor. Benzer durumları Ayanoğullarının Alçaklar kolunda da bulabiliriz.

    Ayanoğullarından Halil oğlu İbrahim 1825 doğumlu... Kiminle evlendiği bilinmiyor, yalnız Mehmet adında bir oğlu var. Başka çocukları vardıysa da onun hakkında bir bilgi günümüze ulaşmamış. Mehmet'in babasının adını verdiği İbrahim adında oğlu bulunuyor. İbrahim'in kardeşi var mıydı, öldü mü kaldı mı, onları da bilmiyoruz. Fakat Ayşe adlı bir hanımla evlendiği bilgisi var. Ayşe Hanımdan da ancak öldüğünün kaydedildiği veraset ilamı sayesinde bilgimiz oluyor. 

    Belgeye göre Ayanoğlu İbrahim'in eşi Ayşe Hanım Veyislerden olduğu anlaşılıyor: fakat annesi itibariyle de Çatallara doğru uzanıyor... Neyse, Ayşe Hanım 1889 yılında vefat edince geride üç yaşında bir bir öksüz bırakıyor; adı Mehmet... (Bundan sonra Ayanoğlu İbrahim yeniden evleniyor; aldığı kadın yine Veyisoğlu Osman'dan dul kalan Hatice... Merhum eşi Ayşe Hanımın da üvey kardeşi olarak kaydedilmiş Hatice Hanım... Bu Hatice Hanımdan çocuğu olmayacak Ayanoğlunun... Yanında tay gelen Ayşe var, o da hiç evlenmeyecek ve 1932'de bu evde vefat edecektir... Bu parantezi kapamadan önce şunu da belirtelim, Hatice Hanım Delimamın kaynanasıdır. Ayrıca, Patlakların atası olan Ayanoğlu Ahmet'in anası İsmihan vardı ya... İşte Hatice Hanım O İsmihan'ın da ablası olur... Bütün bunları gözönüne alınca Ayanoğlunun Hatice Hanımla evliliği formaliteden olduğu söylenebilir. Maksat Hatice Hanım ve kızı aç açık kalmasın...)

    Ayanoğlu Alçak Mehmet

    Ayanoğlu İbrahim, eşi Ayşe Hanımın ölümünden bir müddet sonra kendisi de vefat etti. Yalnız, oğlu Mehmet artık büyümüştü ve yanında ana yarısı Hatice Hanım vardı... Tabi ne kadar büyürsen büyü, boyun kısaysa hep küçük görünürsün... Mehmet'in görünümü biraz öyleydi, bu yüzden 'Alçak Mehmet' lakabı takıldı... Artık bu lakap sülalesinin adı olacaktır... 

    Analığı/Teyzesi Hatice Hanım ölmeden önce Mehmet evlendirildi. Eşi, Veyislerden Süleyman kızı Şerife idi. Şerife Hanım, Delimamın emmisinin kızıdır... Girişte belirttiğim akrabalık vurgusunun sebebi bu idi; temelde Veyislerle kurulan bir bağ, zamanla nasıl da örgüleniyor... 

    Alçak Mehmet'in 1909 yılında bir oğlu oldu; tabi ki adını İbrahim koydular. Bu İbrahim-Mehmet döngüsü bir süre daha devam edecek. Yalnız resmiyette öyle olsa oğlu Halil İbrahim olarak bilinecektir. Ne yazık ki Halil İbrahim beş altı yaşlarındayken annesi Şerife Hanım vefat etti...

    Şerife Hanımın vefatından sonra Ayanoğlu Alçak Mehmet tekrar evlendi. İkinci eşi Güneyköylü Kezban Hanım... Burada Mehmet ile Kezban Hanım bir müddet beklesin, başka bir şey anlatacağım...

Veyisler sülalesi arasında anlatılan bir efsane var. Buna göre Dedelerden birinin (Böbü Dedenin babası Halil) Güneyköylü bir hanımı varmış. Bir bahar günü, işler henüz kızışmadan Onu köyüne götürüp bırakmış, 'Harman kalkana kadar burada dur, hasret gider. Harman kalktıktan sonra gelir götürürüm.' demiş... Dediği gibi harman kalkınca varmış Güneyköy'e... Hanımının mezarını göstermişler... Meğer bu arada karısı vefat etmiş... Halil Dede Eğret'e eli boş dönmüş; ama Güneyköylü akrabalarıyla da alakayı kesmemişler. Veyislerden bir kızı Güneyköy'e, ihtimal merhum eşinin akrabalarına gelin etmişler. Gelip gitmeler pek sık olmasa da ilk zamanlarda Veyislerin Güneyköy ile alakası büsbütün de kesilmemiş; ama kuşaktan kuşağa zaman ilerledikçe irtibat kopmuş, akrabalık unutulmuş... Ben bu hikayeyi 2000'li yıllarda duydum. Lakin Veyislerden biri, Güneyköy'e bakan tarafındaki kişilerden biriyle 1980'lerde hastanede tanışınca olay efsane olmaktan çıkmış ve gerçek olduğu anlaşılmış...

    Şimdi Ayanoğlu Alçak Mehmet'e tekrar dönebiliriz. Veyislerle bu kadar bağlantısı varken, ikinci eşini hiç bilmediği bir köyden, tamamıyla yabancısı olduğu insanlardan alması düşünülemez. Hasılı kelam, Kezban Hanımın da bir ucuyla Veyislerden olduğu yönündeki söylentileri ciddiye almak gerekir. (Gerçi torunları Kezban Nineye dair pek bir şey bilmiyorlar, sadece Cennet adında bir kardeşi varmış, belli belirsiz ondan söz ediyorlar.)

    İkinci hanımı Güneyköylü Kezban'dan da 1914'te Emin adını verdiği bir oğlu oluyor. Böylece iki ayrı hanımdan iki oğlu dünyaya gelmiş oldu. Alçakları bu iki oğul üzerinden görelim.

    Alçaklar

    Ayanoğlu Mehmet'in büyük oğlu Halil İbrahim 1909 yılında doğdu. Malum olduğu üzere İbrahim, dedesinin; Halil ise dipdedenin adıdır... İdirizlerden Hamsinci olarak bilinen Mustafa'nın kızı Raziye/Iraz ile evlendi... Bu evlilikle Arzıların Ahmet (Hademe Veysel, Alessan ve Akgabak babaları) ile bacanak oldular.

    Bacanaklık vesilesiyle yeni kurulan akrabalıkların yanında belirtilmesi gereken bir husus daha var ki o da Raziye'nin anası yani Hamsincinin eşidir... Zeliha/Zele Hanım, Ayanoğlu Ahmet'in kardeşi, Patlakların halasıdır... Bu durumda Halil İbrahim'in Ayşe Ninesi ile Iraz'ın İsmihan Ninesi kardeş oluyor. İki kardeşin torunlarının evliliğine şahit olunuyor... Tabi bu, nispeten yakın geçmiş... Sonuçta ikisi de en dipdede olan Ayanoğlu Halil'in torunlarıdır...

    Burada belirtilmesi gereken bir başka husus da Ayanoğlu Alçak Mehmet'in lakabını sülale adı olarak Alçaklar biçiminde devam ettirecek olan kişinin Halil İbrahim olduğudur. Elbette Halil İbrahim'in bu hususa bir etkisi olmamış, Eğretliler O ve çocuklarını bu şekilde çağırmış...

    Alçakların Haliban ile Hamsinci kızı Iraz'ın üç kız iki oğlu oldu. İsimleri; Mehmet, Şerife, Rasime, Eşe ve Adem'dir... En büyük ve en küçükleri iki erkek... Aradaki kızların büyüğü Şerife, Naymelerin Ramazan oğlu Hasan eşi; ortanca kızı Rasime ise Terlemez Hocanın Yusuf eşi oldu. En küçükleri 1939 doğumlu Eşe, gelin olmadan 16 yaşındayken vefat etti... 

    Alçakların Haliban 1969 yılında vefat etti. Karısı Hamsinci kızı Iraz, ondan sonra otuz yıl daha yaşadı. Oğlu Adem'in evinde 1999'da öldü...

    1929 Yılında doğan büyük oğluna Mehmet adını koyarak, Ayanoğlu İbrahim-Mehmet döngüsünü sürdürmüş oldu. Alçakların Mehmet, Hacapdıramanlardan Hacı Abdil kızı Lütfiye ile evlendi. Arzılardan Bakkalırmızan (Ramazan Türkmenoğlu) ile bacanak oldular. Erken dönemde İzmir'e göçen Mehmet'in bir oğlu ve iki kızı oldu. Büyük kızı Zekiye Gecegondunun Nevzat Hoca eşi oldu; küçüğü Ayşe ise İzmir'de gelin oldu... Oğlu Ahmet, Anıtkaya dışından evlendi; Onun da bir oğlu var ve halen İzmir'de yerleşikler... Alçakların Mehmet, 2016 yılında; eşi Lütfiye ise 2019'da İzmir'de vefat ettiler...

    Alçakların küçük oğlu Adem 1945 yılında doğdu. Küpelilerin Süleyman kızı Fadik ile evlendi. Fadik Hanım, Bekçi Ali Boy'un kardeşidir. Manavların Ahmet ve Berberlerin Emin ile bacanak oldular... Burada yine Patlaklarla bağlantıya dikkat çekmek gerekir; çünkü Fadik Hanımın Annesi Fatma, Ayanoğlu Ahmet kızıdır...

    Alçakların Adem'in çocuğu olmadı. Bacanağı, Manavların Ahmet'in 1975 yılında doğan küçük kızını evlat edindi. O vakit sağ olan Annesinin hatırına, Zeliha ninesinin ismini koydu. Zele, İsmailköy'e gelin gitti...

    Her konuda bir fikri olduğu için bazen kendisine 'Avukat' denilse de Alçakların Adem daha çok yardımseverliği ile tanındı. Kimin hayvanı bızıleci ise ona koşmaktan geri durmadı. Bazısının omuzundaki kuluncu ezdi, bazısının düşen göbeğini bağladı... Göz tansiyonu nedir bilmezdik, ilk defa onun hastalığı sebebiyle öğrendik. Bir anda rahatsızlandı, çok geçmeden 2004'te vefat etti...
    

    Hacı Emin

    Güneyköylü Kezban Hanımdan 1914 yılında doğan oğluna Emin adını koydu, Ayanoğlu Mehmet... Kezban Hanımın baba adı olabilir bu isim... Yine Ayanoğullarından Garahmetin kızı Kezban ile evlendi. Üç bacanağı oldu; biri ilk eşi itibariyle Bulduğun Mehmet, ikincisi Arzıların Denden Osman ve diğeri de Hatiplerin Mollaosmanın oğlu Ömer Faruk (Ömer Faruk öldükten sonra Gobakların Gocakazım)... Dendenin küçük kardeşi Ahmet ile Emin'in abisi Halil İbrahim bacanaktı ve hem de eşleri bir ucuyla Ayanoğullarındandı, unutulmasın...

    Zamanla Hacca gittikten sonra lakabı 'Hacı Emin' oldu. Eşi Kezban Hanıma da 'Tökürdek' dedikleri için bunlara kah 'Hacıeminler' kah 'Tökürdekler'  denildi; ama hiç bir zaman Alçaklardan sayılmadılar... Mesele boy pos ise Emin, abisi H.İbrahim'den daha kısaydı. Neden uzun olana 'Alçaklar' lakabı yapıştı kaldı, anlaşılmaz bir durum...

    Hacı Emin'in dört oğlu ve bir kızı oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Mürsel, Mehmet, Şaban, Fadime ve Ahmet'tir... Tek kızları Fadime 1953 yılında doğdu. Sağırların Hamza'nın büyük oğlu Ramazan Sancak eşidir, 2016'da vefat etti... 

    Büyük oğlu 1944 doğumlu Mürsel, Apdıramanlardan Yeniali kızı Ayşe ile evlendi ve Tekelilerin Mahmut Taşkın, Hafızın Hayrettin Öztürk, Bilallerin Salim Kaynar ile bacanak oldular... Hatice, Hacer ve Emin isimlerini verdiği iki kızı ve bir oğlu var. Hatice, Anıtkaya dışına gelin oldu...

    İkinci oğlu Mehmet 1947 yılında dünyaya geldi. Gobakların Gocakazım kızı Fadime ile evlendi. Fadime Hanımın anası Cemile, Hamsincinin torunudur; yani Ayanoğullarından Zeliha'nın torunu... Mehmet ile evliliklerine tek sebep bu olmayabilir; çünkü anası Cemile'nin vefatından sonra Gocakazım, Mehmet'in teyzesi (Hatiplerin Yaşar Aykaç anası)nı almıştı. O münasebetle kurulan ikinci yakınlık sayesinde bu evlilik gerçekleşmiş olabilir... Neyse ne... Mehmet ile Fadime Hanımın İbrahim, Mustafa ve Emin olmak üzere üç oğulları oldu. İbrahim daha ondokuz yaşındayken 1987'de vefat etti. Mustafa Manisalı bir hanımla evlendi, bir kız bir oğlu var. Emin ise Bidakgenin Aziz kızı Ümmühan ile evlendi, Mehmet adında bir oğlu var... Mehmet kendisi de 1992'de öldü...

    Şaban, Hacıeminin üçüncü oğlu... Tellilerin Halil kızı Türkan Hanım ile evlendi. Bir oğlu ve iki kızı oldu. Büyük kızı Şerife, Takkuşların Erol Öztürk eşidir. Küçük kızı Fatma ise İzmir'e gelin gitti... Oğlu Ramazan, Arzılardan Terzimusa kızı Arzu ile evlendi; Belgin, Türkan, Beyza ve Yasin olmak üzere dört çocuğu var...

    Ve Hacıeminin en küçük oğlu Ahmet 1958 yılında doğdu. Arkadaşları tarafından 'Gölle' lakabı takıldı. Yetimlerin Mevlüt kızı Şükran ile evlendi. Bacanakları; Hatiplerin Yaşar Aykaç, Gobakların Ali Kopan, Kölgecilerin Ömer Kayır ve Kelidirizlerin Süleyman Azbay... Yaşar Aykaç ile zaten teyze çocukları ve anaları Ayanoğullarından; Ali Kopan Delimamın torunlarından, yani Veyisler; Ömer Kayır, Ayanoğlu; Süleyman Azbay'ın Ninesi Deliveyisin torunu... Bacanaklıktan öte akrabalıkları göstermek istedim.... Kezban, Emin ve Sabri Anıl üç çocuğunun isimleridir. Kezban Kalecik'e gelin gitti. Emin, İzmir'den evlendi; iki kız üç de oğlu var. Küçük oğlu Sabri Anıl ise Kayserili bir hanımla evlendi... 

    Hacıeminin dört oğlundan Anıtkaya'da kalan yalnız Şaban oldu. Diğerleri erken dönemde ayrıldılar. Onların çocukları da görev gereği İzmir, Manisa, Emirdağ'dalar... Tökürdek Kezban hanım 1992'de, Hacıemin ise 1997 yılında vefat ettiler...

    Ayanoğullarından İbrahim'in oğlu Alçak Mehmet'in büyük oğlu Halil İbrahim çocuklarına Alçaklar denildi. Küçüğü Emin çocuklarına ise Tökürdekler... Her ikisi de 1934 Soyadı uygulamasında ailelerine AS soyadını aldılar...

 


05 Kasım 2022

Gavur Pancarı

 

    Gavur Pancarı diyorlar, kavanuzun içinde bir şeyin ezmesi gibi duruyor. İşin doğrusu pek de güzel görünmüyor. Getiren kadın nineme diyor ki 'Sabah akşam bir kaşık ye, sakın fazla kaçırma! Ağı gibi, çok yiyemezsin zaten...' 

    Beş altı yaşlarındaydım galiba, gavur pancarının adını ilk duyduğumda. Kökünü ezip bal ile karıştırmışlar, kötü bir ezme gibi görünüyor dediğim bu... Bal katmalarının sebebi onu yenebilir hale getirmekmiş. Ağı gibi değil, ağının kendisiymiş aslında... Acılığının şifa olduğunu düşündüler demek ki. Yalnız ninemin hangi rahatsızlığına binaen yediğini bilemiyorum şimdi...

    Dağa 'guruya' gittiğimizde gösterdi bunu... Dağdan odun getirmek izne tabiydi; ama kurumuş dalları getirirsen kimse bir şey demezdi. Öyle nizami odun için dağa gitmenin adı 'guruya gitmek'ti... Odun toplarken orman içinde gösterişli koca koca yaprakları sorduğumda Ninem onların gavur pancarı olduğunu söylemişti. Adını daha önce duyduğum Hazreti mekanında da görmüş olduk.

    Hemen hemen her orman içinde mutlaka onlardan vardı. Tek tük değil, kalabalık bir aile gibiydiler. Bazılarının dibi eşelenmiş, sanki çapayla kazılmış gibi görünüyordu. 'Domuzlar...' dedi Ninem... Çok severmiş domuzlar bunları. Toprak içindeki yumrusunu, asıl pancar kısmını almak için de böyle eşer dururmuş... O kadar yemesine rağmen daha bir sürü pancar vardı... 'Sen sakın yeme' dedi Ninem, 'Çok acıdır.'... Bu uyarıyı dikkate aldım, daha yaprağını ısırmışlığım yok...

    Kim niye ısırsın ki öyle acı otu... Öyle demeyin, bırak ısırmayı belki de yiyen bile vardır... Kelırmızan (Ramazan Tül) ile Terlemezin Şaban Hoca mal güdüyorlar. Şaban Terlemez'in benim gibi dikkatini çekmiş, sormuş. Kelırmızan muzip adam tabi,
    - 'Nasıl da büyümüş guzugulakları' deyince, Şaban iştahla yemeye başlamış. Bir müddet yedikten sonra işkillenmiş.
    - 'Le Irmızanâ, bu heç guzugulağına benzemiyo' deyip elindekileri bırakmış ama, çoktan ağzı yüzü kabarmış...

    Gavur pancarı denmesinin sebebi acılığı olabilir. Nasıl zehir gibi acı bibere Firenk biberi deniliyorsa, buna da sırf o sebeple gavur yakıştırması yapılmıştır... Firenk biberi değilmiş; ama acılığıyla onu aratmayan biberi burnunu çeke çeke hem yer hem söylenirmiş rahmetli İresil Hoca: 'Vay gavur büber vay!'...  Çok acı oldu mu gavur oluyor... Şaka bir yana, sadece bizim köyde bu isimle anılıyor. Ufak bir araştırma yaptım, bizimkine en yakın adlandırma 'dağ pancarı' biçiminde. En yaygın olan 'yılan yastığı' ve 'yılan pancarı'  demeleri... Bu yılan vurgusunun sebebi de acı oluşu herhalde. Yılanın zehiri ile bununki bir tutulmuş neredeyse... Bununla karşılaştırılırsa bizim 'gavur pancarı' dememiz hafif bile kalıyor...

    Biz ısırmaya bile korkarken elin adamları çorbasını yapıyormuş. Hangi köyde nasıl yapıyorlar, ayrıntı yok. Yapraklarını bir kaç işlemden geçirdikten sonra bir çeşit ot aşı yapıyorlardır herhalde. Oysa duyduğumuza göre bunun yaprağını hayvanlar bile yemiyor, sırf acısından dolayı... Yani domuz bile kökünü yiyorken... Olsa olsa şifa aramak maksadıyla yenen bir yemek olur o...

    Karakışın en şiddetli kısa bir dönemi hariç tutulursa gavur pancarı sürekli koca yapraklarıyla arzı endam ediyor. Onun hep bol miktarda görünmesinin bir sebebi de hayvanların yemek için pek itibar etmemesiymiş. Onca güzel görüntüsüne rağmen onlar da biliyor tabi ne menem şey olduğunu. Yalnız bir keresinde olgun adımlarla çıtır çıtır ilerleyen bir tosbağının, zehirli yaprağı iştahla yediğini görmüşler... Kim? Güdüğizzetin Nuri ile herhalde Böbülerin Veli... Şaşırıyorlar tabi, hiç duyulmamış, görülmemiş bir şey... Hayvanı ürkütmeden takip etmek için uzakta kalıyorlar... Tosbağı güzelce karnını doyurduktan sonra, gazellerin arasından ilerlemiş, varıp başka bir otu yemeye başlamış. Ondan da yeteri kadar yedikten sonra işine bakmış... Bizimkiler varıp yanaştığı o ikinci ota varmışlar hemen, ne bu diye... Sütleğen otu... Merak edenler fotoğrafına baksın, ondan da çok olur bizim Dağda... Anlamışlar ki gavurpancarının panzehiri sütleğendir... Yine de test etmek istemişler... Ertesi gün veya daha ertesi gün... Kaplumbağa yemeğe başlayınca, yakınlardaki bütün sütleğenleri yolup almışlar... Karnı doyan tosbağa aranmaya başlamış, tabi beyhude... Zavallı hayvan panzehiri alamayınca 15 dakika kadar sonra ölmüş...

    Hasılı kelam bizde yaprağının yüzüne bakan pek olmuyor. O kadar zehirliyse değmez... Yalnız 'Allah hiç bir şeyi boşuna yaratmaz, vardır onun da işe yaradığı bir yer' derseniz, o ayrı... Şifa için tüketilecekse de dikkatli olunmalı... Mutlaka faydalı olduğu hususlar vardır, zararını da ölçüp biçmeli...

    Bugün Dağa gidenler, orman içlerinde eskisi kadar gavurpancarı göremediklerini söylüyor. Buna sebep olarak yabandomuzları gösteriliyor. Dediklerine göre, otun kökünü yiyen domuzların sayısı eski yıllara göre çok artmış. Kırlara inince mahsule zarar veriyor, Dağda ise pancar kökü kazıyormuş... Duyduğum başka önemli bir husus var. Yaban domuzunun çekindiği tek hayvan canavar (kurt) imiş... Canavar azalınca, domuzun saltanatı başlamış... Sürek avları filan, çabuk ve çok üreyen domuza derman getirmemiş...

    Bu doğal denge dedikleri acayip bir şey... Bozulduğunda olacaklar tahmin edilemez... En azından sonuçları itibariyle... Az düşünelim; koyunculuk bitti, canavarlar işsiz kaldı, ortalıktan elini çektiler; onların yokluğunda domuza gün doğdu; domuzun zararı saymakla bitmez; bununla beraber gavurpancarının da köküne gıran guydu...

    

Patlaklar

     
    Ayanoğluların bu dalına Patlaklar denilmesine sebep olarak onların göz yapıları gösteriliyor. Gözçukurunda normalinden fazla iri duran gözyuvarlağı, ister istemez büyük ve yuvarlak göz yapısını gerektiriyor. Bu tip gözlere 'patlak' tanımlaması layık görüldüğü için sülaleye de genel olarak Patlaklar denilmiş. Gerçekten Patlakların çoğu ferdinin gözleri bu şekilde olduğunu gözlemlemek hala mümkün.

    Patlaklarla ilgili bir başka genel kanaat, Ayanoğullarının iki ana kolundan birisi olduğudur. Diğer ana kol da Garametler olarak gösteriliyor. Sadece bu iki kolun aynı soyismi almış olması bile bu kanaati destekliyor. Konumuz Patlaklar...



    Ayanoğlu Ömer'in öncesine yönelik söyleyeceklerimizin belgesel niteliği yok... Bu peşin not ile başlayalım... Ahmet'in oğluydu, ama babasına Ayanoğlu denilmiyordu... Kesin yılını bilmiyoruz, Ömer 1840'tan sonra doğdu. İsmihan Hanım ile evlendi, fakat eşinin kimlerden olduğunu bilemiyoruz. İhtimaldir ki Veyisoğlu Hüseyin yahut Ayanoğluların Galgancılar kolundaki Hüseyin kızıydı.

    İsmihan Hanım ile evlendikten sonrası kayıt altında olduğu için daha net ifadeler kullanabiliriz. Dört kız ve üç oğulları var; yaş sırasına göre yedi çocuğunun isimleri şöyle: Rahime, Hafize, İsmail, Havva, Ahmet, Zeliha ve Hüseyin...

    Kızlar... En büyükleri Rahime 1864 doğumlu, Yetimlerin Ahmet eşi; Hafize, Çatalların İbrahim eşi; 1877 yılında doğan Havva, Tongulların Hasan eşi; Zeliha, İdirizlerin Mustafa (Hamsinci) eşi oldular...

    Günümüze ışık tutması açısından Ayanoğlu Ömer'in kızlarının bu evliliklerine biraz daha ayrıntılı bakınca... Çatallara giden Hafize, Bodoğlu Yahya Soylu ile Delibıdık İbrahim Soylu'nun nineleridir... Tongulların Hasan'a varan Havva, Hassönlerin Goca Ömer Koç ile Hüseyin Koç'un nineleri; ayrıca Hacellerin Mustafa Dadak eşi, Yörüğoğlular Halil Efe eşi Raziye ve Guycuların Ahmet Hoca eşi Şerife'nin de nineleridir... İdirizlere gelin olan Zeliha, Hamsincinin Mehmet İdi (Delimehmet) anasıdır... Yetimlere giden büyük kızı Rahime'nin günümüze ulaşan torunu bulunmuyor...

    Büyük oğlu İsmail'in doğum tarihini bilmiyoruz; çünkü kayıtların tutulduğu 1904'te hayatta değildi. 1897 Yılında askerdeyken vefat etti. Bu sırada erkek kardeşlerin en büyüğü olarak evin de reisi durumundaydı. Veraset ilamında varisler olarak sadece annesi İsmihan Hanım ile kardeşleri Havva, Zeliha, Ahmet ve Hüseyin gösterilmiş. Bu kardeşlerinin yaşları küçük olduğu özellikle belirtilmiş. Rahime ve Hafize'den bahsedilmemesi, onların bu sırada evli olduklarını gösterir... Ayrıca şehit olduğu yer tam olarak belirtilmemiş, 2. Ordu denilmiş. Bu Ordu Trakya ve Balkanlarda konuşlanmıştı; fakat Afyon'da bir Redif tümeni bulunuyordu. Yani Ayanoğlu İsmail'in Afyon'daki birliğinde vefatı da söz konusu olabilir...

    Küçük oğlu Hüseyin, 1886 yılında doğmuştu. Annesi İsmihan Hanımın Hüseyin kızı olması, Ayanoğlu Hüseyin'in ismi nereden geldiğini açıklar... Yalnız onun evlilik kaydı bulunmuyor, ayrıca kendisinden sonraya kalan bir iz de olmaması onun Cihan Harbi kayıplarından biri olduğu kanaati oluşturuyor...

    AYANOĞLU AHMET

    Hüseyin'in abisi Ahmet, aslında bütün kardeşlerin ortancasıdır; 1880 yılında doğdu. Patlakların bilinen en dip dedesi olduğu söylenebilir. Aslen Akörenli Fatma Hanım ile evlendi. (O sırada Akören Nahiye olduğu için diğer bağlı köyleri gibi Osmanköy de Akören diye kaydediliyordu.) Biri kız dört çocukları oldu; isimleri Ömer, İsmail, İbrahim ve Fatma'dır... 

    Dört çocuktan sonra Fatma Hanım vefat edince, Çolömerlerden Emine ile evlendi. Emine Hanım Şampayanın halası olur, aslında O da Ayanoğlu Ahmet gibi dul idi. Çünkü Eminlerden Mehmet Emin oğlu Hüseyin ile evliydi. Hüseyin de Kelsüleyman ile Çakalhüseyinin babaları ile emmi çocuğu oluyordu; vefat edince Emine Hanım çocuksuz dul kalmış oldu... Bu ikinci evliliği dolayısıyla Ayanoğlu; Arapların Gavas ve Veyislerin Doğveli ile bacanak oldular. 

    İkinci hanımından da ikisi kız olmak üzere beş çocuğu oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Mehmet, Fadik, Esma, Halil ve Musa... Ayanoğlu Ahmet 1938 yılında öldüğünde, en küçük oğlu Halil (Gaygısız) iki yaşındaydı... İkinci eşi Emine Hanım ise 1972'de vefat etti...

    Ayanoğlu Ahmet'in büyük kızı Fatma, Küpelilerin Süleyman eşidir, ileride Bekçiali ile Habirinin anaları olacak... Ortanca kızı Fadik, Dolaksızların Dolak eşidir... Küçük kızı Esma ise Danaların Hüseyin eşi oldu, Dana Mehmet Duran'ın anası olacaktır... Ayrıca 1930 doğumlu oğlu Musa, henüz evlenmemişken askerlik çağında, 1951'de vefat etti. Patlaklar sülalesini, Ayanoğlu Ahmet'in beş oğlu üzerinden inceleyeceğiz...

    1. Sağır Ömer

    Ayanoğlu Ahmet'in ilk eşinden 1908 yılında doğan büyük oğluna Ömer ismini verdi. Bu, dipteki Ayanoğlu Ömer Dedenin adıdır... 'Sağır Ömer' lakabı takılan bu ilk oğlu, sonuna kadar da bu lakapla tanındı...

    Sağırömer, Gasapların atası Gedikoğlu Ömer kızı Zülfü ile evlendi. Zülfü Hanım; Bidakge, Araphüseyin ve Gasapların İbramın kardeşidir... Bu evlilik yoluyla Güdüklerin Yeşilhafız, İdirizlerden Dedemısdık ve Eyüplerden Eyüp ile bacanak oldular...

    Zülfü Hanımla Sağırömerin ikisi kız üçü oğlan, beş çocukları oldu. Bunlar; Hafize, İhsan, Mediha, Halit ve Yusuf'tur...  En küçükleri Yusuf, 1959 yılında bekar iken vefat etti... Büyük kızı Hafize Şeherlioğlunun eşi, küçük kızı Mediha da Delinorilerden Hasan Karagöz eşi oldu... 

    Sağırömerin büyük oğlu İhsan 1934 yılında doğdu... Pazaryerinde işlettiği kahve ile ünlendi; ama lakabı kahvecilikle ilgili değildi... 'Celep' diye bilindi... Kekliklerden Kelırmızanın kızı Müzef ile evlendi. Samancıların Gamalı ve Çilmahmutun İzzet, Celep Essanın bacanakları oluyor...  Üç çocuğu oldu, büyüğü kız; Zülfiye, Yusuf ve Cengiz... Malum olduğu üzere ninesinin adı verilen Zülfiye, Anıtkaya dışına gelin oldu. Genç yaşta ölen amcasının adı verilen Yusuf, Hasan Karagöz, yani Mediha Halasının kızı Şerife ile evlendi ve Davılcının oğlu Mehmet Patlar ile bacanak oldular... Essanın küçük oğlu Cengiz ise Olcaklısmeyilin kızı Cemile ile evlendi. Unutulmasın, Celep nasıl Ayanaoğlu Ahmet torunuysa; Olcaklısmeyil de Hafize Halanın torunudur, yani nineler kardeş... Yusuf Afyon'da, Cengiz İzmir'de oturuyor... Celep 2014, eşi Muzaffere Hanım ise 2016 yılında vefat ettiler...

    Celebin küçük kardeşi Halit, 'Badıvan' lakabıyla tanındı. Çatalların Mustafa kızı Fatma ile evlendi. Fatma Hanım, Delibıdık, Almanyalıyaşar ve Olcaklıismail Soylu'nun kardeşleridir ve Ayanoğlulardan Hafize Ninenin torunlarındandır... Yani bir kuşak öncesinden hala-dayı çocukları diyebiliriz... Badıvanın üç oğlu iki kızı var: Ömer, Ramazan, Mesut, Zülfü ve Esma... Zülfü, halaoğlusu Orhan Karagöz; Esma ise dayıoğlusu Mustafa Soylu eşidir... Ramazan'ın iki oğlu bir kızı var, kızına Zülfiye Ninesinin adını koymuş... Badıvan Halit Patlar da 2017 yılında vefat etti...

    Eşi Zülfiye Hanımın 1955 yılında vefatından sonra Sağırömer Bilallerin Hüseyin kızı 'Kör Atike' ile evlenmiş. Ancak Sağırömer de 1974'te ölünce Bilallerin evine geri dönen Atike Hanım da orada 1984 yılında ölmüş...

    2. Patlak İsmail

    Ayanoğlu Ahmet'in ikinci oğlu İsmail 1909 doğumlu...  Şehit amcasının adını alan İsmail, artık Ayanoğlu değil 'Patlakların Ismeyil' olarak bilinecektir. Garapaçaların Hüseyin kızı Şerife ile evlendi. Bundan sonra ona da 'Patlak Şerfesi' denilecek...  Şerife Hanım ile evlenince Patlak İsmail; Garaca ve sonra Müdüroğlu, Eselerin Ese, İdirizlerin Gocaosman ve Canalilerin Ahmet ile bacanak oldular...

    Patlakısmeyil ile Patakşerfesinin üçü kız dördü erkek, yedi çocukları oldu. Yedi çocuğun isimleri: Hasan, Hüseyin, Ahmet, Selime, Veysel, Kerime ve Fadik... Büyük kız Selime, Hakkıların Kahveci Süleyman eşi; Kerime, Şeherlioğlunun Ahmet eşi oldu. Kerime ile Ahmet arasında şöyle akrabalık var; Ahmet, Kerime'nin Sağırömer Emmisinin torunu... Küçük kızı Fadik de, Urganlının Mehmet Emin eşidir... 

    Erkeklere gelince... Büyük oğlu Hasan, Aşşağılıların Efemehmet kızı Huriye ile evlendi. Ekrem, Mustafa ve Kıymet isimlerinde üç çocuğu olduktan sonra, 1963'te eşi Huriye Hanım vefat etti. İkinci evliliğini  Ümmününseydi kızı Gülsüm ile yaptı. Bu arada Almanya'ya gitti. İlk hanımından üç çocuğuna burada kardeşleri bakarken, Almanya'da İsmail, İrfan ve Aydın adında üç oğlu daha oldu. Kızı Kıymet Anıtkaya dışına gelin edildi; Ekrem ile Mustafa'nın biri İstanbul diğeri İzmir'de olduğu söyleniyor... Hasan Patlar 2014 yılında öldü...

    İkinci oğluna Patlakşerfesinin baba adı olan Hüseyin ismini koydular. Melez kızı Melehat ile evlenen Hüseyin'in Huriye, Mevlüt ve Şerife olmak üzere iki kızı bir oğlu oldu. Erken dönemde İzmir'e yerleştiler; Huriye orada gelin oldu, Mevlüt orada evlendi. Hüseyin ve Oya adında iki çocuğu olan Mevlüt halen İzmir'de yerleşik... Patlakların Hüseyin 2011, eşi Melahat Hanım ise 2014 yılında vefat ettiler... 

    Patlakların İsmail'in üçüncü oğlu 1941'de doğdu. Babası Ayanoğlu Ahmet'in adını kendi oğluna verdi. Bu oğlu ileride 'Gara Ahmet' olarak tanınacaktır. Altıntaş Tatamatlı Satı Hanım ile evlenen Garahmet, erken dönemde Altıntaş'a yerleşti. Hafize, Pakize, İsmail ve Mustafa isimli dört çocuğundan sonra Satı Hanım vefat etti. Sonra Gülcan Hanım ile evlendi, O da vefat etti. Üçüncü defa evlendiyse de ayrılmak zorunda kaldılar... Kızları Hafize ve Pakize Afyon Merkez köylerine gelin oldular. Büyük oğlu İsmail Almanya'ya yerleşti, orada evlendi ve halen orada yaşıyor. Küçük oğlu Mustafa ise Tatamatlı bir hanımla evlendi, iki çocuğu var ve babası Garahmet ile Altıntaş'ta yaşıyorlar...

    En küçük oğlu Veysel 1949 doğumlu... İzmir'e yerleşti ve orada Bahriye Hanım ile evlendi. Tek kızına annesinin ismi olan Şerife adını koydu. Emekli olduktan sonra ölene kadar yazları Anıtkaya'da geçirdi. Ölüm tarihi 2008; eşi Bahriye Hanım ise 2021'de İzmir'de vefat etti...

    Hepsinin babası Patlakısmeyil 1975, hanımı Patlakşerfesi ise 1988 yılında vefat ettiler...

    3. Davılcı İbram

    Ayanoğlu Ahmet'in ilk hanımından 1910'da doğan üçüncü oğlu İbrahim'e 'Davılcı' diyorlardı. Konuştuğunda söylediklerinin pek ölçüsü olmazdı, belki bu yüzden böyle lakaplandı...

    Bekiralilerin Ali kızı Dudu ile evlendi. Dudu Hanım, Buydeycigadirin ablasıdır... Davılcının İsmihan Ninesinin, Veyisoğlu/Daldallar Hüseyin kızı olabileceğini söylemiştik. Aynı izden gidersek İsmihan Nine ile Dudu Hanımın Bekir Dedesinin kardeş olduklarıyla karşılaşırız. 

    İlk hanımından Davılcı İbramın iki oğlu ve bir kızı oldu. Büyük oğluna Ahmet, kızına Ümmühan adını koydular. 1945 Yılında doğan Muharrem daha yaşını doldurmadan eşi Dudu Hanım vefat etti. Zaten hemen ardından Muharrem de öldü...

    İkinci evliliğini Annesinin köyü olan Osmanköy'den yaptı, Rahime Hanım ile evlendi. Zamanla ona da 'Patlakıraymesi' denilecektir... Rahime Hanımdan da ikisi kız, ikisi oğlan dört çocuğu oldu: Osman, Suzan, Mehmet ve Ulviye...

    Davılcı uzun yıllar, Gorumaya goruculuk bekçilik yaptı. Son dönemlerinde çayır bekçisiydi... Fakirliğine rağmen cömert bir kişiliği olduğu söylenir. Cumartesi günleri, pazar harcı için bir kile dene götürür; fakat etraf köylerden (özellikle Osmanköy) gelenlere çay ısmarlayarak bütün parasını bitirir, alış veriş yapmadan eve dönermiş... Fakir yaşadı, fakir öldü; 1978 yılında bir zaman bekçiliğini de yaptığı Dağda, odun sarılı arabasından düşerek vefat etti... Osmanköylü Rahine Hanım ise 2007'de öldü...

    Davılcının büyük kızı Ümmühan, Garadelinin Ahmet eşi; ortanca kızı Suzan, Melezlerin Ahmet eşi; küçük kızı Ulviye ise Cavaların Şahin eşi oldular...

    1934 Doğumlu büyük oğluna Ayanoğlu Ahmet'in adını verdi. 'Harilli' lakabıyla tanınan Ahmet, Çatallardan İsmail kızı Şerife ile evlendi; Şerife, Topçu ile Potuk/Göcenin kardeşidir... Ayrıca Şerife Hanım Ninesi tarafından Veyislerdendir, Harillinin Annesi ve büyük ninesi de Veyislerden olduğu hatırlansın... Harilli erken dönemde Kütahya'ya yerleşti, emekli olana kadar orada yaşadı ve sonra Anıtkaya'ya döndü... Dudu, Neslihan ve Melike olmak üzere üç kızı var. Büyük kızı Kütahya'ya gelin oldu. Küçük kızı Melike, yeğeni İbrahim Patlar eşidir; Anıtkaya'daki Harilli'nin ocağını şimdi onlar tüttürüyor. Çünkü Harilli 2011'de öldü; eşi Şerife Hanım ise iki yıl sonra vefat etti...

    Davılcı İbramın ortanca oğlu Osman ikinci eşi Rahime Hanımdan... 1946 Yılında doğdu. Manavların Ahmet kızı Kezban ile evlendi. Kezban Hanım, Osman'ın Halasının torunudur... Davılcının Osman, kız kardeşlerin en büyüğünü alarak sonradan Buydeycigadirin Palavır ve Bekçialinin Musa ile de bacanak oldular. Zaten ikisiyle de aralarında önceden akrabalık olduğu hatırlanacaktır... Erken dönemde İzmir'e yerleşen Osman, 2022'de orada vefat etti... Rahime, Reyhan ve İbrahim adlı üç çocuğu oldu. İbahim, Harilli Emmisinin kızı Melike ile evli...

    Davılcının küçük oğlu Mehmet de erken dönemde Anıtkaya'dan ayrıldı, İzmir'e yerleşti. Hasan Karagöz kızı (Sağırömer torunu) Gülnur ile evlendi, Celep Essan oğlu Yusuf Patlar ile bacanak oldular... İki dedenin adı olarak İbrahim ve Hasan isimlerini koydukları oğulları Anıtkaya dışından evlendiler ve halen İzmir'e yerleşikler...

    4. Çete Mehmet

     Ayanoğlu Ahmet, ikinci evliliğini Çolömerlerden Emine ile yapmıştı. Emine Hanımdan ilk çocuğu 1921 doğumlu Mehmet'tir. Millet onu adıyla değil, 'Çete' lakabıyla tanıdı... Urganlı kardeşi Küçükmehmetin kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanımın annesi tarafıyla akraba çıkabilirler; çünkü annesi Hayriye, Bekiroğlu Süleyman'ın kızıdır, yani Göden Mehmet Dadak'ın kardeşi... Sonuçta Çete Mehmet de Ayşe de bir şekilde Veyisler/Daldallar ile bağlantılılar... Ayrıca, Davılcı Abisinin ilk hanımı da Bekiralilerdendi... Bu arada şunu da belirtmeliyiz, Ayşe Hanımla evlenmekle, Sağırların Hamza Sancak ile de bacanak oldular...

    Ayşe Hanım ile Çetenin ikisi kız beş çocukları oldu, isimleri; Mehmet, Muhittin, Ümmühan, Saide ve Süleyman'dır... Ümmühan Cücelerin Osman Öncül, Saide de Noritokaların Zeki Toka eşidir...

    Çetenin büyük oğlu 1946 yılında doğdu. Babasının adını almış olması tuhaf karşılanabilir; ama Mehmet, Ayşe Hanımın babası Küçükmehmetin adı olduğu anlaşılıyor. Mehmet, Hatiplerin Deliahmet kızı Fevziye ile evlenip Almanya'ya gitti. Ercan ve Bircan adında iki çocuğu oldu. Bircan, Irkçı Alman Dazlakların saldırısı sonucu 1992'de vefat etti. Bu arada eşi Fevziye Hanımın 2021'de vefatı üzerine orada yeniden evlendi... Diğer oğlu Ercan, Takgasların Mehmet Hocanın kızından torunu Hatice ile evli...

    Çetenin ortanca oğlu Muhittin, 1950 doğumlu... Garaçaylının Muhittin'den beri aklına koymuş Ayşe Hanım ve bu ikinci oğlunu doğurunca adı Muhittin olsun istemiş... İsmin hikayesi böyle... Muhittin'i Uzunismihanın kızı Züla ile everiyorlar... Böylece, Gasapların Araphüseyin oğlu Mevlüt Eser, Mihrioğluların Ahmet Eşit, Tırılın Aziz Tırık, Gecegondunun Mehmet Omak ve Tevfiklerin Metin İdis ile bacanak oldular... Mehmet, Sevil ve Sibel adlarında bir oğlu, iki kızı oldu. Üçü de Anıtkaya dışından evlendiler ve İzmir'de yaşıyorlar... Babaları Muhittin ise 2002 yılında öldü...

    Çetenin küçük oğlunun adı Süleyman... Bu isim Ayşe Hanımın dedesi Bekiroğlu Süleyman'dan hatıra... Şu durumda Bakkal Süleyman Dadak, Kahveci Süleyman Yırgal ve Çetenin Süleyman Patlar'ın üçü de Bekiroğlu Süleyman'a işaret eder... Erken dönemde İzmir'e yerleşen Süleyman, Yılıkların Tenikecihüseyin kızı Yasemin ile evlendi. Bircan, Mehmet ve Çağla adlarında iki oğlu bir kızı var. Halen İzmir'de yaşıyorlar...

    Patlakların Çetemehmet 1984, eşi Ayşe Hanım ise 2008 yılında vefat ettiler...

    5. Gaygısız Halil

    Ayanoğlunun en küçük oğlu 1936 yılında dünyaya geldi. Adını Halil koydular. Başka özel bir sebebi yoksa söyleyebiliriz ki tespit edilebilen en eski Ayanoğlunun adı Halil'dir... Olsa olsa onun adını taşıyor... 

    Belki evin en küçüğü olduğu içindir, Halil'e 'Gaygısız' dediler. Küçükler biraz şımarık ve gamsız olur çünkü... Bir de yetim büyümüş, babası o çok küçükken vefat ediyor... Gaygısız, Yörüklerin Ali kızı Selime ile evlendi. Selime Hanım; Habeşahmet, Zıhiyeosman ve Çolakessan (Ahmet-Osman-İhsan Demir)in tek kız kardeşidir...

    Erken dönemde İzmir'e giden Gaygısızın bir oğlu ve iki kızı oldu. Kızları Anıtkaya dışından beylerle evlendiler. Oğlu görev gereği Malatya'ya gitti, orada evlendi ve oraya yerleşti. Halen Malatya'da yaşıyor... Gaygısız Halil 2015 yılında vefat etti... 

    ***

    Ayanoğluların Ahmet kolunun Patlaklara dönüşme sürecini beş oğul üzerinden gördük. 1934 Soyadı Kanunu sonrası PATLAR soyismini aldılar. Bu soy ismi söyleyiş olarak Patlak kelimesini andırıyor... Patlar soyadını taşıyan bu beş oğulun çocuklarının tamamı bugün Anıtkaya dışında yaşıyorlar...



29 Ekim 2022

Epdiş

 

    Ülkenin her yerinde az çok kural değişiklikleriyle oynanan bir oyun. Hatta benzer oyunlar dünyanın değişik yerlerinde var. O kadar yaygın oyunun Türkiye'deki genel adı beştaş. Hemen her yöre ve köyde aynı isim altında oynanması çok ilginç olabilir; bence asıl ilginç olan herkes 'beştaş' isminde ittifak etmişken Anıtkaya'da buna 'epdiş' denilmesidir.

    Seslerinin benzerliğinden dolayı 'epdiş' ile 'beştaş' arasında rahatlıkla bağlantı kurulabilir, bilemedin 'epdiş beştaştan bozolmuş' der geçersin. Yalnız bu kelimenin 'ebe taşı' sözünden geldiğini düşünenler de var. Malum epdişteki beş taştan biri ebe taşı oluyor. Nasıl olduysa olmuş, epdiş denilmiş; bu sıkıcı etimolojik kısmı geçip ayrıntılara girelim.

    Beş tane taşla oynanan bir oyundan bahsediyoruz. Yalabık ama yuvarlak olmayan taşlar. Rengi önemli değil, tabi gösterişli ve güzel olması tercih edilir. Çiymer denen sert taşlar epdiş oynamaya çok uygundur. Özel olarak epdiş toplamaya çıkılmıyor hiç bir zaman. Çapada yolmada, kırda bayırda önüne gelen beğendiğin taşı cebine atıyorsun. Sonra bu taşlardan, rengine boyutuna biçimine göre bir takım kuruyorsun. Şaka değil, birbiriyle epdiş alışverişi yaparak yeni epdiş takımı yapanlara bile rastlanırdı... Bu taş takımında bazen taşların rengi etkendir; birbirine yakın renkteki beş taşı biraraya getirerek takım yaptığın gibi; ak, gök, sarı, kara, çil, kızıl, gri vs. değişik renklerden alaca bir takım da kurabilirsin...

    Rengi kadar epdişlerin şekli şemali de önemlidir. Pürüzsüz, yalabık olması istenir, zaten topraktaki bütün taşlar doğal sebeplerle yalabıklaşır... Yuvarlak ve yassı da olmasın; yuvarlak epdiş, atınca duracağı yerde durmaz, yuvarlanır gider; yassı olursa da yeteri kadar hareket etmez lök gibi oturur kalır, hepsi küme halinde aynı yere düşer... Yaaa! Taş deyip geçme, her taştan epdiş olmuyor...

    Bir de epdişin büyüklüğü önemli... O beş taşın beşini avucunun içinde rahatça hareket ettirebilmelisin. Mesela dördü avucundayken beşinciyi de havada kapabilmelisin. O büyüklükte olsun yani... Tabi olması gerektiğinden küçük olurda bu kez tutmaya gelmez, parmaklarınla kavrayamazsın... Ne büyük ne küçük çakıl taşları gibi...

    Böyle bir eski zaman oyunu epdiş... Masrafsız... Özenerek baktığın oyun aracı gerekmiyor. Herkesin ulaşabileceği basit beş taşın varsa tamam... Taşıması da kolay, rakibini bulduysan olduğun yere yayıl... Toz toprak içinde de oynayabilirsin, evde kilim üzerinde de; yeter ki epdiş oynanacak yer düzgün ve sert olsun...

    Oturarak oynandığı için olabilir, genelde kız oyunu olarak bilinir. Geceleri dışarı çıkmamıza izin verilmediği dönemlerde bizim de oynamışlığımız vardır. O zamanlarda epdişin çok çekişmeli geçen bir oyun olduğunu yakından gözlemledim. Aynı zamanda bu oyunda, göz-el uyumunun çok gerekli olduğunu söyleyebilirim. Öyle olunca kız erkek ayırımı tamamen lüzumsuz, herkes oynayabilir yani...

     Oyunda amaç; beş tane epdiş taşını tek elle atıp tutarak çeşitli aşamalardan geçip sayıya ulaşmaktır. Aşamalar dediğimiz her etabın kendine göre kuralı vardır, amma iki ana kural var: Birincisi, havaya atılan taşı yere düşmeden tek elle tekrar tutabilmek; ikincisi ise, havadaki taşı tutmadan önce yerdeki taşları oyuna sokarken ilgisiz taşa değmemektir. Bu basit ama uygulaması zor kuralları tam anlayabilmek için oyunun tarifine geçelim.

    Oyuna kimin başlayacağı sayı atışıyla belirlenir. Tek avuca alınan epdişler havaya atılır, bu arada aynı elin sırtı taşların altına tutularak epdişlerin oraya düşmesi sağlanır. Amaç çok sayıda taşı elin dış yüzünde tutabilmektir. Burada ilk atış hızı, açısı ve dengesi kadar, taşların boyutu ve biçiminin önemi ortaya çıkar. Yavaşça ve düzgün atılan küçük ve biçimsiz taşlar, tersine bombelenmiş el yüzeyinde, tıpkı kuşyuvasındaki yumurtalar gibi rahatça oturabilir... Daha fazla taşı elinde tutabilen oyuna başlama hakkını kazanmıştır. 

    Birler, ikiler, üçler, dörtler, köprüler ve sayı adı verilen altı etaplı bir oyun başlar. Her etabı geçmek gerekir, fakat yanlış yapıldığı anda oyun hakkı karşı tarafa geçer. Havaya attığın taşı tutamazsan, etabın gerektirdiği sayıda taşı yerden alamazsan, başka taşlara elin temas ederse yanarsın... Tekrar hak sana geldiğinde kaldığın aşamadan devam edersin.

    Birlerle başlıyoruz. Bunun anlamı, yerdeki taşları birer birer toplayacaksın demektir. Önce bütün epdişleri rastgele yere serp... Kural belli... Havaya atacağın taşı seçip alırsın. Bu seçimde dikkat edeceğin husus, taşları teker teker toplarken senin başına bela olma ihtimali en yüksek taşı alman işine yarar. O taşı havaya at, aynı elinle yerden bir taş al, ama dikkat et tek taş alırken diğer taşlara değmemelisin. Yerden aldığın taş içinde olduğu halde avucunu hemen aç, çünkü havaya fırlattığın taş gelmiş olmalı, aman yere düşmesin. Böyle böyle yerdeki dört taşı teker teker toplarsan ilk etabı geçmiş oluyorsun. 

    İkilerde, her atışta ikişer taş alıyorsun. Üçlerde, ilk atışta tek taş, ikincisinde üç taş alıyorsun. Dörtlerde tek hamlede dört taş... Her etap başında yere epdişleri saçıyor sonra atış yapacağın birini seçiyorsun ya... Ha, işte o vakit kaçlardaysan... iki, üç, dört... taşı daha rahat hangi pozisyonda alabileceksen atış taşını ona göre seç...

    Beşinci etap biraz değişik... Kullanmadığın elin işaret parmağını orta parmağın üzerine atıyor ve böylece başparmak ile orta parmağı bir köprünün ayaklarıymış gibi yere dikiyorsun. Bu yüzden bu aşamaya köprüler denmiş; yoksa modern zamanların futbol-hentbol kafasıyla düşünselerdi kale derlerdi... Taşlar yere serpildi, uygun bir atış taşı seçildi ve uygun görülen bir yere kale/köprü dikildi... İşte burada rakibe bir hak verilerek yerdekilerden kendince uygun bir ebe epdiş seçmesi istenir. Ebe taşın, kale/köprü önünde diğer taşların kaleye girişine engel olabilecek bir pozisyonda olması lazım... Defans oyuncusu gibi yani... Artık iş oyuncuda. Taşı havaya atacaksın, bu arada yerdeki bir taşı köprü altından geçireceksin, tabi diğer taşlara değmeden ve yukarı attığın taşı yere düşürmeden... Üç taşı köprü altına taşıdıktan sonra geride kalan ebe taşı kaleye göndermek çocuk oyuncağı...

    Son etap da kolay... Aslında bu aşamada ceza veya kalmak, yanmak yok. Burada hasılatı topluyorsun. Ödül atışı gibi bir şey... Oyuna başlayacak kişiyi belirleme atışı vardı ya... İşte o atışı bir kere daha yapıyorsun, elinin sırtında kaç epdiş kalırsa o kadar sayı alıyorsun... Oyun sonunda bu sayılar toplanıyor ve yüksek olan kazanıyor...

    Sonradan aklıma geldi... Malum, küçüklüğünden dolayı Anıtkaya'da doluya guzudişi deniyor. Biraz büyükçe yağdığında hemen 'epdiş gibi' diyorlar. Halbuki aşırı derecede iri yağarsa 'ceviz kadar' diye büyüklük benzetmesi yapılıyor. Buradan epdişin büyüklüğünü fındık kadar filan düşünmeliyiz...

    Ve bir şey daha... Eskiler, çocuklar epdiş oynarken onlara kızarlardı. Neymiş, havaya taş atılırsa yağmur yağmazmış... Yağmur duası sırasında Bunara taş atılmasının tersi bir uygulama gibi düşünülebilir. Yağdırmak için aşağı atıldığına göre; taşı yukarı atarsanız yağmura engel olursunuz, gibi zorlama bir mantığın sonucu bunu söyleyebilirler... Yahut tamamen mantıksız bir batıl inanç...

    Çocukların elinden telefonu alıp onlarla epdiş oynamayı deneyin... 



28 Ekim 2022

Kişi İsimleri

     Anıtkaya'da halen kullanılmakta olan kişi adlarını topla; yalnız başka yerlerde söylendiğinden farklı, sadece Anıtkaya ağzına has özelliği bulunanlar olsun... deselerdi aşağıdaki gibi bir liste ortaya çıkardı galiba...

    Alessan: Ali İhsan
    Aletdin: Alaaddin
    Alosman/Alos: Ali Osman
    Âmet/Âmat: Ahmet
    Apban: Abdurrahman
    Apdılla: Abdullah
    Apdıraman: Abdurrahman
    Apil: Abdullah
    Atnen: Adnan
    Ayşa/Âşa/Eşe: Ayşe
    Ayvaz: İvaz
    Batdiyar: Bahtiyar
    Bediriye: Bedriye
    Bekdeş:Bektaş
    Cafar: Cafer
    Camal: Cemal
    Calal: Celal
    Dâvıt: Davut
    Ellez: İlyas
    Emeti: Ümmetullah
    Ercep: Recep
    Erduğan: Erdoğan
    Essan: İhsan
    Etem: Ethem
    Eyip: Eyyub
    Eziz: Aziz
    Fadik/Fatı: Fatma
    Fâretdin: Fahrettin
    Fâri: Fahri
    Fâti: Fatih
    Ferat: Ferhat
    Fêzi: Feyzi
    Fêzulla: Feyzullah
    Gadir: Kadir
    Gadiriye: Kadriye
    Güssün: Gülsüm
    Hâretdin: Hayrettin
    Hâriye: Hayriye
    Hatca: Hatice
    Hebbe: Habibe
    Hekmet: Hikmet
    Heliban/Haliban/Helibram: Halil İbrahim
    Iraybe/İrebiye: Rabia
    Irayke: Raika
    Irayme: Rahime
    Iraz/Iraziye: Raziye
    Irmızan: Ramazan
    Irzâ: Rıza
    Ismeyil: İsmail
    İban/İbiram/İbram: İbrahim
    İbili: İbrahim
    İbiş: İbrahim
    İdiriz: İdris
    İrefiye: Refiye
    İsmân: İsmihan
    Leslân: Neslihan
    Mâmıt/Mâmut: Mahmut
    Mâmura: Mahmure
    Mârem: Muharrem
    Mêlüt: Mevlüt
    Mêmet: Mehmet
    Mendires: Menderes
    Meryan: Meryem
    Mırat: Murat
    Mısdan: Mestan
    Mısdıfa/Mısdık: Mustafa
    Mıtdin: Muhittin
    Mossine: Muhsine
    Müzef: Muzaffere
    Nôretdin: Nurettin
    Nôri: Nuri
    Nutfi: Lütfi
    Sâlek: Salih
    Sayde: Saide
    Sâyit: Said
    Sêdi: Seydi
    Sêfetdin: Seyfettin
    Sêfi: Seyfi
    Seletdin: Selahattin
    Sülêman: Süleyman
    Süzen: Suzan
    Şâyip: Şuayip
    Şerban: Şehriban
    Şerif/Şerfe: Şerife
    Tassin: Tahsin
    Tâyir: Tahir
    Têfik: Tevfik
    Tefite: Tevfike
    Telet: Talat
    Ummân: Ümmühan
    Ülvüye/Ülfiye: Ulviye
    Ümmet: Himmet
    Ümmü: Ümmetullah
    Ürüsdem: Rüstem
    Üseyin: Hüseyin
    Vayit: Vahit
    Vêsel: Veysel
    Yakıp: Yakup
    Yonuz: Yunus
    Zebâtdin: Sebahattin
    Zekeriye: Zekeriya
    Zênel: Zeynel
    Zênep: Zeynep
    Zêrâ: Zehra

    Bu isimlerin çoğunun Türkçe olmadığı görülüyor. Türkçe olarak Erdoğan, İsmihan, Mestan, Gülsüm ve Bektaş isimleri var; diğerleri yabancı kökenli. Böylece söyleyiş değişikliğinin sebebi anlaşılıyor. Kendi dil ve gırtlak yapısına uygun biçime getirmek için söyleyiş değiştiriliyor. İsim de kendine has bir hale bürünüyor.

    Bu isimlerin halen kullanılmakta olduğunu söyledik; ama çocuklara ad olarak verilmeyenler de arada bulunuyor. Mesela Emeti, Ümmü, Bektaş ismine bugün Anıtkaya'da rastlayamazsınız. Burada yer vermemizin sebebi sülale isimlerinde de olsa kullanılıyor olmaları. Ümmünün Seydi'nin çocukları hala hayatta, Emetinin Dikhasan çocukları da öyle. Esnanın dedesi, Kölgecinin ninesinin-dedesi adı Bekdeş...

    Bugün kullanılmayan isimlerden biri de İbiş... İbrahim'in Eğret'te söylenişi biçiminde değişmiş ve başlı başına isim olmuş. Lakin günümüzde İbişler sülalesinde yaşıyor, bir çocuğun adında değil... Bu durumda olan isimler azınlakta tabi... Çoğuna hala canlı kanlı, cıvıl cıvıl isimler olarak kendine özgü telaffuzuyla Anıtkaya'da seslenilmekte...


27 Ekim 2022

Çalıklar

 
    Eğri büğrü, yamuk, çarpık manasına gelen 'çalık' kelimesi yakıştırma yoluyla Çalıkların lakabı olmuş. Yahut temeldeki zatlardan birisi çarpılmıştı... Bu lakaptan önce kendilerine nasıl seslenildiğini bilmiyoruz, çünkü gidebildiğimiz en eski kişi 'Çalıkoğlu' diye kaydedilmiş. Bundan da anlıyoruz ki çalık olan Hasan'ın kendisi değil; ondan öncekilerden biriydi. Yoksa Çalıkoğlu demezler doğrudan Çalık Hasan derlerdi...


    Çalıkoğlu Hasan; orta boylu, kara sakallı elli yaşlarında bir adam olarak kaydedilmiş. Bedensel bir özür belirtilmemiş yani... Kaydın 1830'da yapıldığını düşünürsek, doğum tarihi 1780'dir denilebilir.

    Çalıkoğlunun ana babası kimdir, kiminle evlenmiştir, kız çocuğu olmuş mudur... bu hususlarda da ilk kayıttan bilgi edinemiyoruz. Mehmet ve Hüseyin isimlerinde iki oğlu var. 1820'li yıllarda doğduğu anlaşılan küçük oğlu Hüseyin'in vefat ettiği belirtilmiş.

    Büyük oğlu Mehmet de 1810 gibi doğmuş. Redif askerlik kaydının tarihi 1839'da yapılmış, genel olarak sekiz yıl süren bu vazifenin ne zaman bittiği hesap edilsin artık. 

    Hatice Hanım ile evleniyor Çalıkoğlu Mehmet... Hatice Hanım Kinislioğlu Ali'nin kardeşidir... İki oğlu bir kızı var; Mehmet, Hüseyin ve Hafize... 

    Eşi Hatice'nin baba adı olduğu için ilk oğluna Mehmet adını vermiş olabilirler. Yoksa çocuğa babasının adını vermek, çok karşılaşılan bir durum değil... Kayıtlar tutulduğu sırada Mehmet ölmüş olduğundan doğum tarihini bilemiyoruz. Kezban Hanım ile evlenmiş ve kendi anasının adı olan Hatice ismini verdiği bir kızı dünyaya gelmiş. Hatice'nin doğum tarihi tam olarak 1899 olduğuna göre, bu kayıtlar yazılırken Çalıkların Mehmet yeni ölmüş olmalı... Yetim kız büyüyünce gelin edildiğine dair bir tarih düşülmüş; bundan Eğret dışına gelin gittiği anlaşılıyor. 

    Ortanca kardeş Hüseyin, ama küçükleri Hafize'ye bakalım şimdilik. Hafize 1864 yılında doğdu. Omarcıkların Hasan oğlu Ahmetçavuşun ilk eşi oldu. Halime, İsmihan, Havva olmak üzere üç kızları oldu. Halime, Dervişoğlu Mehmet'in tek oğlu Yahya'ya vardı. Yani Yahyalar sülalesinin Ninesi oldu... Çalıkların Hafize'nin diğer kızı İsmihan'ı Hacıahmetlerin Ahmet'e verdiler. Orada çocuğu olmadı. İlyenli kimsesiz bir çocuk olan Veli'yi evlat edindiler. Sonradan ailesine Deliveliler denilecek olan Veli, Keçilerin Guldurarif kızı Emine ile evlendi ve Sultan adında bir kızı oldu. O Sultan ise Sağırmahmut oğlu Ziya Aslan eşi olacaktır; Sultan'ı evlatlık alan İsmihan Hanımın babası Ahmetçavuş ile Ziya'nın dedesi İbrahim İzzet (Aziz) kardeşler... Ve Çalıkların diğer torunu Havva'yı da Güdükmehmete verdiler. O da Güdükahmet Işılak'ın anası olacaktır. 

    Hüseyin'e geri dönelim... Çalıkoğlu Mehmet'in oğluna bu adı vermesinin sebebi, çocuk yaşta ölen kardeşi Hüseyin'dir... Hüseyin'in doğum tarihi olarak 1847 yılı görünüyor. Bu tarih, aşağı yukarı babasının redifliğinin tamamlandığı yıllarla örtüşüyor.

    Çalıkoğlu Hüseyin, İdirizlerden Mustafa kızı Emine ile evlendi ve Kinislerin Hasan (Kumpirhasanın Dedesi) ile bacanak oldular. Yani esasında dayısının oğlu olan Hasan ile bir de bacanaklık bağı kurulmuş oldu... Tabi kayınbiraderleri kanalıyla kurulan yakınlıkları da belirtmek lazım. İdris, İbrahim, Ömer ve Mehmet Ali adlarında dört kayınbiraderi. Bunlardan İdris kanalından Goca Osman ve Sarı Mehmet; İbrahim kolundan Hamsinci,  Deligızlar; Ömer'den Sarı Ömer; ve Mehmet Ali'den Dede Mısdık taraflarına doğru yeni akrabalıklar kurulmuş oldu. 

    Sonuçta Hüseyin ile Emine Hanımın, 1886 yılında Ahmet Resul adını verdikleri bir oğulları dünyaya geldi. Adı her ne kadar resmiyette öyle görünse de halk arasında 'İresil' deyip geçiyorlardı... Karacahmetli Ümmühan ile everdiler Resil'i... Anasının adı olan Emine ismini verdiği bir kızı dünyaya geldiği yıllarda Cihan Harbi patladı. Harbe katılan Resil, gittiği cepheden Eğret'e geri dönemedi, şehit oldu... Dul kalan Ümmühan Hanım, daha sonra Jandarma Çavuşu Aydınlı Deli Mehmet ile evlenip Haydar Acar ile Feriştah Zenger'in anası olacak ve 1946 yılında vefat edecektir. 

    Çalıkların belki de son temsilcisi olan, şehit Resil'in yetimi Emine büyüdüğünde, Çorcalıların Godalömerin oğlu Gödemehmet ile everdiler... Bir hatırlatma: Gödemehmetin anası Dudu, Tongulların Mehmet ile Gurbağı Hala (Ayşe)nin kızıydı ve bir halası Cennet Karacahmet'e gelin gitmişti... Şimdi yetim Emine'nin anası Ümmühan Hanımın da Karacahmetli olduğunu düşünürsek; Gödemehmet ile eşi Emine, büyük ihtimal akrabadır... Babası Resil'in hatırasına saygı adına, Emine Hanım büyük oğluna Resul adını koyacaktır...

    Başa dönersek; Çalıkoğlu Hasan'ın bir oğlu Hüseyin küçük yaşta öldü. Mehmet'in üç çocuğundan bir Hafize, Omarcıklara gelin oldu... Büyük oğlu Mehmet'in tek kızı Hatice, yabana gelin gitti... Küçük oğlu Hüseyin'in tek oğlu Resul, harpte kaldı. Onun tek kızı Emine ise Ovallılardan Gödemehmet Aydın eşi oldu...

    Kayıp sülalelerden biri olarak Çalıklar Eğret'te böyle eridi...


Hamzaoğlular/Tongullar

 
    Evet Hamzaoğlulardan, bildiğimiz soyadı Kaya olan Hamzalara bir geçiş var; ama Hamzaoğlular Hamzalar değil. Hamzaların atası olan Çerkez Mehmet Ali henüz Eğret'e gelmeden Hamzaoğlular buradaydı. Tam olarak bugünkü hiç bir sülaleye karşılık gelmeyen Hamzaoğlular, esasında bir çok sülaleyi açıklayabilmek için çözülmesi gereken bir düğüm teşkil ediyor. Öyle bir düğüm ki her bir ucunda Patlaklar, Tongullar, Galgancılar, Kölgeciler, Tırıllar, Hassönler, Hamzalar, Godalömer (Gödemehmet-Gıvık-Kirtyusuf) hatta Gobaklar bulunuyor... Bu yüzden bugün için Anıtkaya'nın erken kapanan kapılarından biri olsa da Hamzaoğlulara yer vermek gerekiyor. 


    1830-1840 Yıllarındaki Eğret nüfusunu gösteren kayıtlarda rastlanan 'Hamza oğlu Hasan'ın babasının adı Hamza olabilir. Bununla beraber 'Hamzaoğlu' ifadesi, sülale adı olarak da okunabilir. Hangisi geçerli olursa olsun o yıllarda Eğret'te bir Hamza oğlu Hasan var. Ev reisi olarak kaydedilmiş, 55 yaşında, uzun boylu ve kırçıl sakallı... Görünüşe göre 1780'lerde doğmuş. 

    O dönem kayıtları bir bakıma vergi mükelleflerini belirleme amaçlı yapıldığı için, hane reisi ve erkek çocukları yazılıp bırakılıyordu. Annesi, eşi ve kız çocuklarına dair bilgiyi o kayıtlardan öğrenmek mümkün değil. 55 Yaşındaki Hamzaoğlu Hasan'dan başka onun hanesinde kişi kaydı bulunmuyor. Bundan şunu anlayabiliriz; 1840'a kadar Hasan'ın erkek çocuğu yoktu, doğduysa da yaşamadı. 

    Yaklaşık 60 yıl sonra, 1900'lerin başında tutulan kayıtlarda yine bir 'Hamzaoğlu Hasan' karşımıza çıkıyor. Bu seferki 'Hamzaoğlu' kesinlikle sülale adı... Doğum tarihi 1870 olarak yazılmış ve baba adı da Hasan... Yukarıda sözünü ettiğimiz ilk Hamzaoğlu Hasan, yaşı itibariyle 1870 gibi çocuk sahibi olması pek mümkün görünmüyor. Bu durumda torunu olmalı...

    1840'tan sonra bir oğlu oldu ve ona kendi adı Hasan ismini verdi. 1870 yılında doğan Hamzaoğlu Hasan işte onun oğlu ve ilk Hamzaoğlu Hasan'ın torunu oluyor. Yahut... Hamzaoğlunun hiç oğlu olmadı. Damatlarından birinin adı da Hasan idi ve 1870'te doğan çocuğuna dedesi Hamzaoğlunun anısına onun adını verdiler. Sülale adlarının damatlar yoluyla tevarüsü de rastlanan bir durum olduğu için, 1870 doğumlu Hasan'a da 'Hamzaoğlu' dediler...

    Yukarıdaki varsayımların ikisine göre de 1870 doğumlu Hamzaoğlu Hasan, 1780 doğumlu Hamzaoğlu Hasan'ın torunudur. Bu inceleme biraz da bu farazi bilgiye dayanıyor... Öyle ama, bir de somut durumlar var; onlardan biri de belli bir dönemden sonra Hamzaoğlulara 'Tongullar' denilmesidir. 

    Hamzaoğlu Hasan'ın oğlu (veya damadı) Hasan, evvela hangi Hanım ile evlendi bilinmiyor. Adı bilinmeyen bu ilk eşinden bir oğlu ve bir kızı oldu: Ümmühan, ve Mehmet... Eşi vefat edince, kendisi gibi dul Ayşe Hanım ile evlendi. Eminlerin Hüseyin'in kardeşi Emin'den dul kalan Ayşe Hanımın yanında Fatma adlı bir kızı da tay geldi. Sonra Ayşe Hanımdan Hasan dünyaya geldi ki bahse konu son Hamzaoğlu Hasan budur... Şimdi adı geçen bu dört çocuk üzerinden ayrıntıya inelim...

    Büyük kızı Ümmühan'ı, Çerkez Muhacir Mehmet Ali'ye verdiler. Kırım Harbi sonrası Eğret'e gelen Çerkezlerden olduğu düşünülen Mehmet Ali, günümüz Hamzalarının atasıdır... Şöyle ki; Ümmühan Hanım ile Mehmet Ali'nin dört oğlu oldu. Büyüğüne Mehmet Ali'nin baba adı olan Hüseyin; ikinciye Ümmühan Hanımın dede adı olan Hamza adını koydular. Böylece Hamzaoğlu sülale bayrağını taşıma görevi Çerkez Mehmet Ali çocuklarına geçti ve onlara Hamzalar denilmeye başlandı... Mehmet Ali'nin üçüncü oğluna Osman, ve en küçüğüne de Hamzaoğlu Hasan'ın yadigarı olarak Hasan adını verdiler...

    Oğlu Mehmet'e gelelim... Ayşe ile evlendi... Ayşe Hanım Veyisler/Daldalların kızı..., Anası Fadime, Deliban (İbrahim Dadak)ın babasıyla hala-dayı çocuğu oluyorlar. Hatta Veyislerce Ayşe Hanımın anası Fadime 'Gurbağı Hala' olarak biliniyor... Neyse, 1891 yılında Dudu adını verdikleri bir kızları doğduktan sonra, Hamzaoğlu Hasan'ın oğlu Mehmet vefat ediyor. Dul kalan Ayşe, Gasapların Ömer'e varacak ve Araphüseyin, Bidakge ve Gasapların İbramın anaları olacaktır... Konuyu dağıtmadan kızı Dudu'ya dönelim... Gurbağı Halanın kızı Ayşe, Onu yanında tay götürmedi. Amcası Hasan vakti geldiğinde gelin etti, ve Çorcalıların Godalömere verdi. Nereden buldu Godalömeri derseniz... Bekleyelim.... Dudu, orada Gödemehmet, Gıvık ve Kirtyusufun anası olacaktır...

    Sırada, Hamzaoğlu Hasan'a gelirken Ayşe Hanımın yanında tay getirdiği, aslen Eminlerin kızı olan Fatma var... 1864 Yılında doğan Fatma da evin kızı gibi gelin edildi. Onu Arapselimoğlu Abdurrahman'a verdiler. Abdurrahman'ın öteki eşinin adı da Fatma olduğu için oğlu Araparif, hangi eşinden bilinmiyor...

    Hamzaoğlu Hasanların üçüncüsündeyiz... 1870 Yılında doğdu. Artık bu Hasan'dan sonra Hamzaoğlu adı da yavaş yavaş unutulacak; tamamen Tongullara dönmesine ise daha vakit var. Bu arada Hamzalar adı da yeni sahibini bulmuştu... 

    Hamzaoğlu Hasan iki evliydi; önce Ayanoğlu Ömer kızı Havva ile evlendi. Havva Hanım kısaca Patlaklardandır.  Bu evlilikle Yetimlerin Ahmet, Çatalların İbrahim; Deligızların  Hamsinci Mustafa ile bacanak oldular... Ne sebeptendi bilinmiyor, Havva Hanıma 'Tongul' diyorlar; ileri yaşlarda 'Tongul Nine' denilecek. Asıl önemlisi de Hamzaoğlunun sülale adını tamamen 'Tongullara' dönüştürmesidir... Tongul Nine 1949 yılında vefat etti...

    Havva Hanım'dan bir kızı, bir de oğlu oldu. Kızı Kezban 1901 doğumludur. Onu  Hassönlerin Hacı İbrahim'e verdiler, Goca Ömer Koç ve Hüseyin Koç'un anaları olacaktır... 

    Kezban'ın erkek kardeşi Ahmet 1908 yılında doğdu... Gocaberberin kızı Havva ile evlendi. Havva Hanım, Berberlerin Emin ile Delialinin teyzeleri olur... Havva Hanımdan Zehra ve Ali Emin adını koydukları bir oğluyla bir kızları oldu... 1924 Yılında doğan Ali Emin üç yaşındayken öldükten sonra başka oğlu olmuyor diye eşi Havva Hanımı çıkardı... Her ne kadar ayrıldılarsa da Deliberberin kızı Havva Hanım 1951 yılında vefat ettiğinde Tonguloğlunun soyadını taşıyordu...

    1940 Yılından sonra, o sıralarda vefat eden Söylemezlerden Kırtişapilin dul eşi Satı ile evlendi. Satı Hanım Hacımahmutların kızı...  Ondan çocuğu olmadı. Yalnız Satı Hanımın çocukları İbrahim (Gociban) ile Mevlüt (Dıkma)yı kendi çocuğu gibi benimsediği, 1968 yılında Gocibanın yanında vefat ettiği anlatılıyor...  Mezar taşında 'Tongul oğlu Ahmet Yiğit, 1898-1968' ibaresi kazınmış. Bundan doğum tarihinin yanlış yazıldığını çıkarabiliriz... Bacıdedenin defterine bu ölüm 'Boklu Ahmet Ağa'nın ölümü' biçiminde kaydedilmiş. Bu kayıttan da onun lakabını öğreniyoruz...

    Tonguloğlu Ahmet'in kızı Zehra'ya gelince... Con Ahmet (Aydın) eşi olacaktır... (Geniş bir parantezle burada bir hususu daha arzetmek gerekiyor. Arapselimlerin İbrahim eşi Elif Hanım, yani Arapşükrünün anası; Tongulların Ahmet ile kardeş olduğu söyleniyor. Bu söylenti doğruysa karınkardeş olmalılar. O halde Tongulların Hasan'ın bizim bilmediğimiz Ayşe adında üçüncü bir eşi daha vardı ve O da Hassönlerdendi...)

    Şimdi tekrar Hamzaoğlu Hasan için geriye döneceğiz...

    Hasan, son zamanlarında yaşlı bir hanımla daha evlendi. Bu Devrimbeşlerin atası   Mehmet'ten dul kalan Fatma Hanımdı. Oğulları Ömer, Eyüp ve Halil'i yanında tay getirdi mi bilinmiyor. Büyük oğlu Godalömerdir...  Hasan, amcası olarak yetim Dudu'yu  neden Godalömere verdiği şimdi anlaşıldı... Ele değil, hanımının oğluna vermiş... Ayrıca torunu Zehra ile Fatma Hanımın torunu Con Ahmetin evlenmesindeki sır da ortaya çıktı; karı kocanın torunları başgöz edilmiş...

    İkinci eşi Fatma Hanım, Eyüplerden Derviş Halil'in beş kızından biridir. Bu ikinci hanımı sebebiyle Gobakların İbrahim (Çerçimehmet, Halil İbrahim ve Hasan Kopan'ın babaları);  Söylemezoğlu İbrahim (Gociban, Gıbış ve Dıkmanın dedeleri); Türkmenoğlu Ahmet (Halil ve Ali Efelerin babası) ve Küpelilerin İbrahim (Küçükmehmet, Urganlı ve Tekenin babaları) ile bacanak oldular...   

    Tekrar Tonguloğlu Ahmet'e dönmek gerekiyor; Havva Hanımı çıkardıktan sonra Kırtişinapilden dul kalan Satı Hanım ile evlenmişti. Kırtişinapilin anası ile Ahmet'in analığı kardeş olduğu ortaya çıktı. Yani önceden bir yakınlık zaten varmış... 

    Şu durumda Hamzaoğlular, Söylemezlere uğruyor ve Tongullarla Hamzalar karışıyor. Sonra bir damat kanalıyla Hamzalar bayrağı el değiştiriyor; geriye kalan Tongullardan bir kız (Kezban) Hassönlerin Hacı İbrahime; Onun yeğeni (Zehra) Con Ahmet'e ulaşıyor... Tabi Zehra'dan önce, Gurbağı Hala torunu Dudu, Godalömere geldi... 

    Adres değişikliği olsa da bugün Anıtkaya'da hala Hamzalar var... Hala Tongullar var... Tongulların bir diğer kolu olan Söylemezlerdeki durum ise şu; Söylemezoğlu adı unutulmuş ve Tongullar sülalesinin tek temsilcisi olarak kalmışlar... Bunun bir sebebi de Tonguloğlu Ahmet Yiğit'in Gocibanın yanında ölmesi ve Tongullar adını onlara miras bırakması olabilir... 

    Son eşi, Hacımahmutların kızı Satı Hanım ondan otuz yıl sonra, oğlu Gocibanın evinde ruhunu teslim ettiğinde Tonguloğlu Bokluahmetin soyadını taşıyor ve 1998'de Satı İde olarak vefat ediyordu... Bundan anladığımız; Tonguloğlunun ilk soyadı YİĞİT, sonradan İDE olarak değiştirildi...