26 Ekim 2022

Gağşaklar

     
    Eğret'te kullanıldığına dair Derleme Sözlüğünde bir kayıt bulamadım; ama Eski Türkçede çok yaygın 'kağşamak' fiili var. Bir şeyin ek yerlerinden gevşemesi anlamına geliyor. Zaten gevşemek fiilinin aslı da kağşamaktır. Ağaçtan yapılan aletlerde parçalar birbirine ağaç veya demir çivilerle tutturuluyor. Yağmurda-çamurda, güneşte-ayazda yıllarca durunca, ek yerlerinden gevşemeye, çürümeye başlıyor. Sağlamlığını kaybediyor... Kağşamak bu... Bu şekilde sıkılığını, sağlamlığını yitiren şeylere 'gağşak' deniliyor...


    Kayıtlara yansıyan ilk Kağşakoğlundan 1830'lu yıllarda söz ediliyor. Kağşakoğlu Ali, o sırada 66 yaşındaymış. Ona Kağşakoğlu deniliyorsa, 'Gağşak' lakaplı ilk kişi en azından babasıdır... Malesef daha eskiye gidemiyoruz... Eldekilere göre onun doğum tarihi olarak 1760-1770 yıllarına gitmemiz gerekir... 66 Yaşındaki Gağşakoğlu Ali uzun boylu, ak sakallı olarak tarif edilmiş... Bir de, tek gözlü olduğu... Gözünün birisi her nedense çıkmış...

    O zamanki kayıtlar, bir bakıma vergi mükelleflerinin sayımı biçiminde olduğundan kadınlara ve kız çocuklarına yer verilmiyordu. Bu yüzden Gağşakoğlu Ali'nin ana adını bilmediğimiz gibi, eşi ve kız çocuklarına dair de bilgi bulamıyoruz. Yalnız Osman adında bir oğlunu biliyoruz. Zaten Gağşakları günümüze taşıyan da bu Osman olmuştur.

    Gağşakoğlu Osman'ın doğum tarihi de 1800 yılı gibi görünüyor; çünkü kayıt tutulduğu sıradaki yaşı 31 olarak yazılmış. Bilinen sebepler yüzünden onun da eşi ve varsa kız çocuklarını bilmiyoruz. Bununla beraber, Arzıların ve Patlakların Ninelerinin Gağşaklardan olduğuna dair bilgiler var. Bu bilgilere kaynaklık eden kişiler hayatta olmadığı için ayrıntısını öğrenemiyoruz. Arzı Hanımın babası Selimlerden Mustafa idi, olsa olsa Mustafa'nın eşi olan Ayşe Hanımın Gağşakoğlu Osman'ın kardeşi yahut kızı olduğu söylenebilir. Bu da ancak tahmin olur... Patlakların Ninesi için de aynı tahmin yapılabilir...

    Eğer kayıtlardaki sıralamada bir hiyerarşi gözetildiğini düşünecek olursak, seksen hanelik listede 13. sıraya yerleşen Gağşakoğlu Ali hanesinin, Eğret'in eski ve köklü sülalelerinden birini temsil ettiğini de kabul etmek durumundayız...

    Tahminleri bırakıp gerçeklere bakalım... Osman'ın dört oğlu oldu. İsimleri; Ali, Hasan, Süleyman ve Hüseyin...  1823 ile 1830 arasında bu dört oğlan doğarken Ali Dedeleri hayattaydı. Doğal olarak en büyüklerine onun adı verildi. Daha sonra başka kardeşleri olduysa da bilinmiyor, hatta iki numara Hasan dışındaki üç oğlanın akıbeti hakkında da bilgi yok... Hasan'la devam edeceğiz....

    Gağşakoğlu Hasan 1827 yılında doğdu. Ayşe Hanım ile evlendi, fakat Ayşe Hanım kimlerdendir bilmiyoruz. Olucaklı olduğuna dair zayıf bir söylenti var... Varsa da kızları hakkında bir bilgi yok; tespit edilebilen iki oğulları oluyor... O iki oğul üzerinden bugünkü Gağşaklara uzanacağız...

    

20 Ekim 2022

Dene Kuyuları

    
    İşin ehli araştırmacılar, Türklerin ziraatı Anadolu'da öğrendiklerini söylüyor. Buraya geldiklerinde tarıma dayalı derin bir kültürü de hazır bulmuşlardı. Yerleşik Anadolu toplumlarıyla kurulan etkileşim sonrasında bu medeniyet ve kültüre hızla uyum sağladılar ve bir anda ileşber olup çıktılar. 

    Eğret de eski zamanlardan beri tahıl (arpa-buğday) ambarı olarak görülen bir ileşberlik merkeziydi. Bölgedeki kültürü olduğu gibi almak yerine, alıp kendi benliğine uyarlama biçimi en doğalıydı. Öyle yapılıp hazır tarım uygulama ve teknikleri aynen aktarılırken bunların isimleri Türkçeleştirildi. Mesela aslı Rumca 'Anadot'u, annat; 'draponi'yi, tırpan yaptılar. Bugün hala kullanılmakta olan çoğu ileşberlik alet  ve tekniklerinin kökü buralara dayandığı unutulmamalı. 

    Tarlayı hazırlama, ekme ve bakım, hasat etme ve harman, yiygi ve deneyi değerlendirme süreçlerinde yapılan her uygulama derin manalar barındırır. Niye olduğunu düşünmeyiz, büyüklerimizden öyle gördüğümüz için ferkleri deste ederken sapın kellesini hep annatın sol tarafında toplarız. Sonra o annatı götürüp desteye bırakırken yine bütün kelleler sol tarafa yığılmasına dikkat ederiz. Daha büyük annatlarla deleceye sap yüklerken o kelleler daima solda kalır. Delecenin iki yanına doleşim dolanırken hep soldan başlar, ilk annatı sol başa koyarız. Bütün bunları yaparken nedenini niçinini düşünmeyiz, öyle görmüşüz, öyle öğrenmişiz, öyle ederiz... Amma işin sonunda bir de baksan, araba gaşşık gibi olmuş; bütün kelleler içeride, sap kökleri dışarıda. Fiziki ağırlık merkezi içeri doğru olduğu için sapların kayma, düşme, devrilme tehlikesi yok... İşte bu basit kuralar bize dedelerimizden tevarüs etmiş, onlara da buralardaki eski kavimlerden...

    Eskiler, harmandan kaldırdıkları deneyi ertesi yıla kadar saklamanın bir yolu olarak meydan ambarları yapmışlardı. Şimdi Anıtkaya'da sadece bir tanesi ayakta kalmayı başarmış olan bu meydan ambarlarından, otuz yıl önce en az on tane daha vardı. Ahşap meydan ambarı tekniğinin de eski Anadolu uygarlıklarınca kullanıldığı biliniyor. Besbelli bizimkiler de onlardan almış...

    Deneyi saklamaktaki amaç, onu muhafaza etmektir. Neye karşı koruyacaksın? Hava şartlarına karşı; sudan, nemden, doñdan... Başka? Haşerelere karşı; sıçandan, börtü böcekten, buğday bitinden korumak lazım... Bunlar musallat olmasın ki sonraki harmana kadar dene sağlam kalabilsin. 

    Bu temel saklama amacına göre meydan ambarlarından başka yöntemler de bulunmuş. Misal, kapalı alanlara toprak duvarlı ambarlar yapılmış. Genelde ambarevi yahut unevi denilen buralara bazen de yine birbirine geçmeli el yontması çam tahtalardan seyyar ambarlar da kurmuşlardır. Güneş görmeyen bu kapalı ortam ambarları da yaygın kullanıma sahipti.

    Bir başka teknik de taliste saklamaktı. Kendir dokuma büyük habaları dikip talis haline getiriyor yahut harar dedikleri kalın habaları doldurup dikiyorlardı. Bu talislere neredeyse bir göz ambarın alabildiği kadar deneyi doldururdun, o kadar büyüktüler. Tabi bu kapalı yer ambarları ve talisler çok yeni... Yani bilemedin yüz yıllık mesele. Ondan önce böyle bir uygulama yoktu, çünkü evler çok küçüktü. İnsanlar zaten malı maşadıyla birlikte yaşıyordu, bir de dene için öyle bir yer nasıl ayırsındı...

    Her şeye rağmen, gözlü ambarlar ve talisler iyiydiler hoştular; ama haşerelere karşı da yeterince koruma sağlayamıyorlardı. Yine sıçanlar dadanıyor, dene yine bitlenebiliyordu. 

    Ve daha mühim mesele vardı; eşkıya... Otorite boşluğu olduğu dönemlerde ortaya çıkıyorlar, gelip köylünün elinde avucunda ne varsa alıp gidiyorlardı. Meydan ambarındaki deneye 'yok' diyemezsin ki, zaten meydanda... Eve girse kocaman talisleri gözünden kaçırmanın mümkünü yok. Ambarevindeki deneyi sen göstermeden alıyor zaten adam... Yani sizin anlayacağınız, mevcut tekniklerin hiç biri bu zararlıya derman getiremiyordu.

    Eşkıya ile birlikte anmak istemediğim bir şey daha vardı, ona karşı deneyi korumamız gereken... Malesef devletin dene olarak aldığı vergi, köylünün belini büküyordu. Bu vergilerin adı değişse de ağırlığı hep aynı kaldı. En son aşar/öşür oldu, sonra o kaldırıldı ama bu sefer de 'Tahsildar' öcüsü çıktı. Köylü denesini bütün bunlara karşı koruma, saklama derdindeydi...

    İşte bütün bu dertlerin çaresi olarak kuyular kazıldı, dene kuyuları... Kuyu deyince hemen akla su kuyusu gelir... Gelmesin... Yeraltı dene depoları da su kuyusu gibi kazılıyordu, sistem aynıydı yani. 1-1,5 Metre çapında ve 5-6 metre derinliğinde bir kuyu kazıyorsun. Deneyi doldurup üzerini kapatıyorsun... Günümüzün siloları gibi yani...

    Akla bazı soru işaretleri gelmesi normal, benim gelmişti çünkü... Toprağı kazınca su birikir, su kuyusunun mantığı da bu olduğuna göre, senin kazdığın dene kuyusunda neden su birikmesin? Karda kışta kuyunun üstünden su girmez mi? Bunun gibi şeyler...

    Bilindiği gibi Eğret, Güneyde Çayırözlerinden başlayıp Kuzeyde Çayırlara kadar uzanan Kepez kayalığının bir bölümüne konumlanmış. Dolayısıyla köyiçinde sert kaya, ham toprak ve kirs olmak üzere üç çeşit yüzey örtüsü var. Dene kuyusu ne kayaya, ne toprağa; ikisinin arasında bir katman olan kirsli yerlere kazılıyor. Böylece zorlu kayayı delmek gibi bir işe girişilmiyor. Ayrıca yumuşak dokulu ham toprak katmanın çökmesi engelleniyor. Daha da önemlisi, kuyu duvarlarından su sızmasının önüne geçiliyor. Kapak olarak da kuyu ağzının tamamını kaplayacak büyük bir gayrak bloğu kullanılıyor. Genellikle solluklarla açılıp kapatılan bu ağır kapakların çevresi güzelce izole edilirse hiç bir sızıntı olmuyor. 

    Her şeye rağmen dene kuyularının dibinde kalanlar, yahut az da olsa duvardan nem kapan kısımlar olursa onlar ayrılıp hayvanlara yem olarak kullanılıyor. Bu kadar fire göze alınıyor; haşere girmesinden, sıçan dadanmasından, bitlenmesinden iyidir. İhbar edilmediği sürece ne eşkıya tarafından fark edilir, ne tahsildarca görülür.

    Tabi zamanla çağın gereği olarak dene kuyularına gerek kalmadı. Harmanda kaldırılan deneyi anında pazarlayan zahireciler; elektriğe bağlanan ve sayıca çoğalan değirmenler, hatta fabrikalar vb. sebeplerle arpa buğdayı depolamaya gerek kalmadı. Öyle olunca kuyular da kullanımdan düştü. Meydanlarda tehlike arzetmeye başlayınca ebir gübürle dolduruldu yahut üzerine kapak kapatılıp öylece terkedildi. 

    Onları dünya gözüyle görebilen nesiller hala hayatta. En meşhurları Söğütcük Meydanındaydı. Hacımahmutların kuyular diyorlardı, Manavların Kör Mustafa'ya aitmiş çoğu. O kadar çok dene kaldırırmış adam, yaza doğru etraf köylerden öndüc almaya gelirlermiş. Ağır taş kapakları merasim yapar gibi kaldırıp çuvalları doldururlarmış. O bahar boşalan kuyular, harman kalktıktan sonra yine dolarmış... O kuyuların gübürlük olarak kullanıldığı döneme yetişebildim ben...

    Benzer dene kuyuları, kahvelerin yanında, eski meydan ambarı arkasında da vardı. Bir zamanlar o civarda Tureşlerin evler varmış; kuyular belki de onlara aitti.

    Geçtiğimiz günlerde altyapı çalışmaları için yapılan kazı sırasında böyle bir kuyuya Bidakgelerle Çakırların evi arasında bir yerlerde rastlanmış. Onların dene kuyusu olarak kullanıldığını bilen yok. Daha önce de buna benzer antik kuyular ortaya çıkarılmıştı. Dene kuyusu olarak kullanıldığı düşünülen buluntuların eski medeniyetlerden kaldığına şüphe yok. 

    Zaman, bir değirmen gibi... Son çağda çok hızlı dönmeye başladı... Ve neleri öğütmedi ki... Meydan Ambarları gibi dene kuyuları da yok oldu gitti...



Yahyalar

     
    Sülaleler arasında sürekli bir geçişgenlik olması çok normal. Ne kadar geriye gidersek o kadar çok yakınlaşma olduğu her sülale için geçerli. Bu olağan yakınlaşmayı belgelemek zaman zaman mümkün olmuyor; ama sözlü tanıklıklar bunu doğruluyor. Sıntırları incelerken Mollahmetler ile Keklikler arasında bu tip bir yakınlıktan söz etmiştik. Benzer bir durum, Dervişoğlu Eyüpler ve Yahyalar ile Keklikler arasında da bulunuyor. Bu yüzden Yahyalar incelemesi yer yer Eyüpler ve Kekliklere atıfla başlayacak...

    Eğret'e yerleşen Afyonlu Eyüp'ün Ahmet ve Mehmet adında iki oğlunu biliyoruz. Ahmet'i Mollahmetlerin Eyüp kızı Ayşe ile everdi; onların çocukları iki Eyüp dede torunu olarak Eyüpler sülalesini oluşturdu. Diğer oğlu Mehmet'i de bir başka Ayşe ile everdiğini söylemiştik. İşte Yahyalar sülalesinin macerası da bu Eyüp oğlu Mehmet'in Ayşe Hanım ile evliliği ile başlıyor...

    Eyüpoğlu Mehmet de Ahmet abisiyle aynı sülaleden evlendi. Eşi Ayşe Hanım Mollahmetlerin Hüseyin kızı...  Garamehmet olarak bilinen Eyüpoğlu Mehmet hakkında bilgimiz sınırlı; çünkü ilk kayıt sırasında doğmamıştı, ikinci kayıtta da hayatta değildi. Ancak eşi Ayşe Hanımın 1840'ta doğduğuna dair bir kayıt var. Tek dayanağımız bu kayıt olduğu için; belirtilen tarihi doğru kabul edip, Mehmet'in de ona yakın bir tarihte doğduğunu söyleyebiliriz...

    Ayşe Hanım ile Mehmet'in üç kız, bir de oğlu oldu. Yaş sırasına göre bu çocuklar; Gülsüm, Hatice, Yahya ve Fatma'dır... Büyük kız Gülsüm 1878 yılında doğdu, Omarcıklardan Ahmetçavuşun eşidir, 1938'de öldü... 1880 Doğumlu ortanca kızı Hatice ise yine Omarcıkoğlu Abdullah eşidir, 1931'de vefat etti... Ninesi (anneannesi) Fatma'nın adı verilen küçük kızları ise Gağşakların Gocagulak Halil eşi oldu ve 1969'da vefat etti...

    Tek oğulları Yahya 1883 yılında doğdu. İleride sülalesine adını verecek olan Yahya'nın ismini nereden veya kimden aldığı bilinmiyor. Ancak bundan sonra onun adı sülale adı olarak kullanılacak, o zamana kadar resmiyette Dervişoğlu diye geçen lakap, halk arasında Yahyalar olarak yerleşecektir... 

    Yahya, Emirhanoğlu Ahmet kızı Halime ile evlendi. Halime Hanım İşofun kardeşidir... Onların ninesi de Dervişoğullarından olduğu hatırlanmalıdır... Halime Hanım ile evlenince Dervişoğlu Yahya, Apdıramanların Çiloğlan Mehmet ( Resul ve Hüseyin Ayas Hocaların babası) ile bacanak oldular...

    Yahya ile Halime'nin iki oğlu, dört kızı oldu. Kızları; Emine, Omarcıkların Arap Halil İbrahim eşi; Şerife, Mardakların Hüseyin eşi; Ayşe, Curak eşi; Kezban da Tingildeklerin Hacapdılla eşi oldu... İki oğlan Mehmet ve Ahmet incelemesine geçmeden önce belirtelim; babaları Dervişoğlu Yahya 1943 yılında, anneleri halime hanım ise 1960 yılında vefat ettiler...


    GARA MEHMET

    Büyük oğulları Mehmet 1904 yılında doğdu. Esmer renginden dolayı 'Kara Mehmet' diye lakaplandı. Dedesinin lakabı da öyle olduğunu biliyoruz, demek ki ırsi bir durum var... Nazike Hanım ile evlendi... Nazike Hanım, İdirizlerin Ömer kızıdır ve Sarıömerin de halası olur... Üç çocukları oldu, bunların büyüğü kız, adı da Hafize... İdirizlerin Saralosmanın eşi oldu ve 2011 yılında vefat etti...

    Garahüseyin
    Garamehmetin büyük oğlu 1932 yılında doğdu, adını Hüseyin koydular. Büyük Nine Mollahmetlerin Ayşe Hanımın baba adı Hüseyin idi, herhalde ilk oğluna isim koyarken Garamehmet aklında bu büyük dedesi vardı...  Babası gibi Hüseyin de garayağız olduğu için ona da 'Kara Hüseyin' dediler... 

    İdirizlerden Dedemısdık kızı Nuran ile evlendi Garaüseyin... Gıllıoğlu ve Tekelinin Gocabıyık ile bacanak oldular... Dört tane oğlu oldu; Lütfi, Vehbi, Mehmet ve Abdullah... Büyük oğlu Lütfi 1957'de doğdu, 1977 yılında yirmi yaşında vefat etti... 

    Hayatta kalanlardan büyük oğlu Vehbi, mesleği sebebiyle 'Aşçı Vehbi' olarak tanınacaktır... Garadelilerin Hödükhaliban kızı Aynur ile evlendi. Bu evlilikte Aynur'un annesi Hatice'nin etkisi barizdir. Çünkü kendisi gibi Omarcıklar/Yonuzlar kızı olan küçük kardeşi Sultan da Yahyaların İbrahim (Vehbi'nin amcası) eşi olunca Dervişoğulları ile bir bağ kurulmuştu. Vehbi'nin bacanakları; Eyüplerden İzzet Dirlik ve Mardaklardan Adem Saki olduğu düşünülürse bu bağın ne kadar güçlü olduğu anlaşılabilir... Aynur Hanım ile Vehbi'nin üç kızı oldu. Nazik Ninesinin adını verdiği büyük kızı Yonuzlardan Ahmet Yonat eşidir. Annesinin adını alan Nurhan ve Kezban Anıtkaya dışından beylerle evlendiler... Eşi Aynur Hanım 2014'te vefat ettikten sonra Aşçı Vehbi, Manavların Gızmehmetin Ahmet kızı Sultan ile ikinci evliliğini yaptı. Sultan, Sıntır dedesi kanalıyla Mollahmetlere bağlanır... Afyon'da oturuyorlar...

    Garaüseyin ortanca oğluna babasının adı olan Mehmet ismini koydu. Mehmet, büyük amcası Gocahmetin kızı Halime ile evlendi. Hüseyin, Mustafa ve Necati adında üç oğlu oldu.... Hüseyin, Çolakların Ahmet Kurt kızı Nuray ile evlendi; Mehmet, Ravza ve Beyza isimlerinde üç çocuğu var... Mustafa, Anıtkaya dışından evlendi; Berna, Mehmet, Utku ve Umut onun çocuklarının isimleridir.... Necati de Anıtkaya dışından evlendi; Mehmet adında bir oğlu var. Afyon'da oturuyorlar...

    Küçük oğlu Abdullah 1964 yılında doğdu. Sağırmahmutların Ziya kızı Emine ile evlendi. Omarcıkların Ahmetçavuş ile önceden bir bağları vardı...  Abdullah'ın iki oğlu bir kızı oldu. Büyük oğlu Hüseyin'i Anıtkaya dışından everdi, Abdullah adında bir torunu var. Küçük oğlu Fatih'i de Anıtkaya dışından everdi... Tek kızının adı Medine... Abdullah da uzun zamandır Afyon'da yerleşik...

    Garahüseyin 2016 yılında ve eşi Nuran Hanım 2023 yılında vefat ettiler...

    İbrahim
    Garamehmet'in küçük oğlunun adı İbrahim... Resmi kayıttaki adının 'İbrahim Ethem' olduğunu görünce neden bu isim verildiği anlaşılıyor... Omarcıkların İsmail kızı Sultan ile evlendi ve Garadelilerin Hödükhaliban ile bacanak oldular...

    Yahyaların İbrahim ile Sultan Hanımın dört oğlu oldu. İsimleri; Yahya, İhsan, İsmail ve Ahmet'tir... Yahya, dedenin; İsmail de Omarcıkoğlu İsmail'in adı...

    Büyük oğulları Yahya, 1963 yılında doğdu. Dayıların Mehmet kızı Yasemin ile evlendi. İbrahim ve Melek adında bir oğlu bir de kızları oldu. İkisi de Anıtkaya dışından evlendiler. İbrahim'in de ayrıca bir kız ve bir oğlu var... 

    İkinci oğlu İhsan, Şaşdımların Ziyaeddin kızı Esin ile evlendi. Kübra ve Sultan adlarında iki kızları var, ikisi de Anıtkaya dışından beylerle evlendiler...

    Diğer oğulları İsmail de Guycuların Adem kızı Hayriye ile evlendi... Merve ve Sena adında iki kızları var; Merve Anıtkaya dışına gelin oldu, Sena ise Şaşdımların Ziyaddinin Halil Şen gelinidir...

    Ve Garamehmet oğlu İbrahim'in en küçük oğlu Ahmet, Eyüplerden İzzet Dirlik kızı Çiğdem ile evlendi. Çiğdem, Hatice teyzesinin torunu olur... Ayrıca Yahyalar ile Eyüplerin dipteki akrabalığını da unutmayalım... Önce bir oğulları oldu, vefat etti... Şimdi bir kızları var... 

    İbrahim Ethem de 2018 yılında vefat etti, çocukları temelli Afyon'da yerleşikler... İbrahim ile çocuklarının sonuna geldiğimiz Garamahmet ile Nazike Hanım çok önceden rahmetli olmuşlardı; önce Nazike Hanım 1956'da, sonra Garamehmet 1961'de öldüler...


    GOCA AHMET

    Dervişoğlu Yahya küçük oğlunun adını Ahmet koydu. Bu isim akıllara, en dipteki Molla  Ahmet'i getirebilir; lakin kayıtlardaki isminin Seydi Ahmet olması, Karacahmet etkisini gösteriyor. Abisine ten renginden dolayı 'Garamehmet' demişlerdi, buna ise fiziki yapısı iri olduğu için 'Goca Ahmet' lakabını taktılar... Gocamatlar sülalesiyle karışıklık olmasın diye arada bir 'Yahyaların Gocamat' derlerdi. 

    1926 Yılında doğan Goca Ahmet, Tekelilerin Mustafa kızı Satı ile evlendi. Satı Hanım, Gocagafanın kardeşidir... Bunların anaları Apdıramanlardan, Curağın ablasıdır... Hatırlanacağı üzere Curak da Goca Ahmet'in ablasını almıştı... Ayrıyeten Satı Hanım ile evlenince Gırali ile Goca Ahmet bacanak oldular...

    Satı Hanım ile Yahyaların Gocametin, iki erkek dört kız, altı çocukları oldu: Yahya, Hidayet, Emine, Ünzile, Halime, Şerife... 2004'te Gocahmet, 2009'da ise eşi Satı hanım vefat ettiler... Çocuklarının durumuna bakalım; Emine, İdirizlerden Saralosmanın Mehmet İdis eşi; Ünzile, Bolvadinli Çakallardan Halil oğlu Bekir Haykır eşi; Halime, Garahüseyinin Mehmet Diril eşi; Şerife, Hacızekeriyelerin Zekeriya Çelebi eşi oldu...

    Gocayahya
    Gocahmet, 1949 yılında doğan büyük oğluna babasının adı olan Yahya ismini koydu. Ona da 'Yahyaların Gocayahya' dediler. Tingildeklerin Hacapdılla evlatlığı olan Halime ile evlendi. Halime Hanım ile Gocayahya, hala-dayı çocuğu oluyorlar. Yine bu evlilikle Tingildeklerin Bakkalsarı oğlu Osman Akyol ile bacanak oldular...

    Gocayahya ile Halime Hanım üç kız bir de oğlu oldu. İsimleri; Ayşe, Nasiye, Kezban, Abdullah'tır... Kızlardan Ayşe, Daldalların Gocayörüğün Ahmet Honça eşi; Nasiye, Güdüğizzetlerin İzzet Sağlam eşi oldu. Küçük kızı Kezban/Mersiye ise Olucaklı bir beyle evlendi...

    Tek oğlu Abdullah (Herhalde Hacapdıllanın adı), Gobakların Arif kızı Dilek ile evlendi. Aynı zamanda Bidakgenin Aziz oğlu Ahmet Eser ile bacanak oldular... Abdullah ile Dilek'in iki kız bir oğlu var. Çocuklara ad koyarken ana babanın isimleri Halime ile Yahya unutulmamış....

    Gocayahya 2022 yılında vefat etti, çocukları Afyon'da ve Anıtkaya'da oturuyorlar...

    Hidayet
    Gocahmetin 1951 doğumlu küçük oğlunun adı Hidayet... Paşagızıların Egekemal kızı Satı ile evlendi ve Terlemezlerin Memişahmet oğlu Muharrem Terlemez ile bacanak oldular... 

    Yahyaların Hidayet ile Satı Hanımın iki kız, üç oğulları oldu. Bu çocukların isimleri; Nazik, Sibel, Ahmet, Mehmet ve Kemal...  Büyük kızı Nazik, Melezlerden Ali Osman Seçen eşi olurken; küçük kızı Sibel Işıklar'a gelin oldu.

    Büyük oğluna Yahyaların Gocametin adı olan Ahmet ismini koydu. Gobakların Köreminin Necati kızı ile evlenen Ahmet'in ; Hidayet, Deniz ve Damla adlarında üç çocuğu var.

    Hidayet'in ortanca oğlu Mehmet, Daldalların Ramazan Honça kızı Merve ile evlendi. Onun da iki oğlu var; isimleri Hidayet Efe ve Talha...

    Egekemalın ismi verilen küçük oğlu Kemal, Takanorinin Kahveciahmet kızı Muzaffere ile evlendi. Eda ve Ela adında iki kızı, Ege adında bir oğlu var...

    Gocahmetin Hidayet Diril de 2023 yılında vefat etti, oğulları Anıtkaya'da yaşıyorlar.

    Dervişoğlu Yahya'nın çocukları 1934 Soyadı Kanunundan sonra kendilerine DİRİL soyismini aldılar. Dervişoğlu Eyüp çocuklarının soyadı olan Dirlik ile aynı olmasalar da birbirini andırıyorlar.

    Yahyalar, sülale adı olarak soyadından daha fazla onlarla bütünleşti. Bir dönemden sonra, Yahyaların (Hidayet'in çocukları hariç) bütün kolları Afyon'a yerleşti. Onlarla bağlantılı ailelerle neredeyse bir mahalle oluşturdular. Taşlıdere Mahallesi hizasına denk gelen anayolun bir bölümü halen 'Yahyalar Durağı' olarak bilinir.



16 Ekim 2022

Bitmeyen Namaz

     
    Odalar erkeklerin toplanma yeri. Burada vakit geçiriliyor, iş ve ev hayatı dışında kalan zamanlarda. Eğlenme, öğrenme, misafir ağırlama, önemli kararlar alma, gerektiğinde duruşma yapma, çalgı çalma, oynama, ferfine yapma vb. bir sürü şeye sahne oluyor odalar...

    Oda ahalisi ezan okunmaya yakın, kolları sıvar abdest almaya durur, namaza hazırlık başlardı. Ezan başladığında odadan çıkılır, namaz başlayacağı vakit camide olacak şekilde ayarlanırdı. Yani odadaki hayata namaz molası verilirdi. Yine de camiye yetişemeyenler için keçi postundan namazlağılar asılı dururdu, isteyen namazı burada kılabilsin diye...

    Her odada imamlık yapabilecek kapasitede kimseler bulunduğundan, bazen cami asılır, oda birden mescide dönüverirdi. Onca fonksiyonuna ilaveten bu özelliğini belirtmezsek oda tarifi eksik kalır. Böyle durumlar için her odada yeterli donanım bulundurulur; yani namazlağı ile tespih... Hatta odalar yapılırken biraz da buna uygun inşa edilir, kıble istikameti en isabetli şekilde verilmeye çalışılırdı. Öyle ki eski odalar içinde kıbleye çapraz konumlananı bulamazsınız. 

    Macur Ali'nin odada kıble tarafında duvar dibinde boydan boya tahtadan yapılmış kolçak vardı. Sabit köşeyastığı gibi dururdu; yere otururken bir kollarını yasladıkları için ergonomik, sırtı duvarın soğuğundan koruduğu için sağlıklı, gerektiğinde tabure gibi oturulabildiği için de gayet kullanışlı bir şeydi... O kolçağın tam ortasından yarım metre kadar bir bölüm testereyle muntazam kesilmiş, gerektiğinde yerinden çıkarılabiliyor, orada gereksiz bir genişlik sağlanıyordu... Yani bana öyle gelmişti, gereksiz sanmıştım... Meğer namaz kılmaya kalktıklarında imamın secde edeceği kadar da olsa bir yer açılıyor böylece arkada cemaat için bir saf alanı oluşturuluyormuş. O kolçağı kaldırdıklarında adeta bir mihrap yapmış oluyorlar... Bunu sonradan mı düşündüler, yoksa daha başlangıçta öyle mi planladılar belli değil; fakat odayı ustaca mescitleştiriyorlardı... Orada ekseri Körhoca namaz kıldırırmış...

    ***

    Tabi odada namaz, her kafalarına estiğinde kılınmıyor. Dışarı çok soğuksa, camiye yetişilemediyse, yahut bir başka zorunlu halde 'Hadeñ galkıñ, namaz gılamıñ' denir, namaza kalkarlarmış. Bunu da herkes diyemiyor tabi, namazı kıldırabilecek ehliyette biri olacak...

    Bükürün Odadaki en ehil imam Tırıl Hasan... Hafız değilmiş; ama kıraati, ezberi ve bilgisi diğerlerine göre daha iyiymiş. Bir kaç kez imametteki halini test etmişler, fena da değilmiş... Hatta Hocalar bu yolda teşvik etmişler... Amma burada, Bükürün Odada değil, başka yerlerde...

    Odanın müdavimlerinden birisi olan Bükürün Ali ile Tırıl Hasan pek geçinemiyorlar, sürekli kakışıyorlar... Aslında uzaktan akrabalık da var; lakin aralarında didişme eksik olmuyor. Bu yüzden Tırıl Hasan, Bükürün Odada imamlığa pek de gönüllü değil... Gönülsüz de olsa bir gün sürüyorlar öne... Akşam veya yatsı namazıymış, kıraatin dıştan yapıldığı bir namaz... İnsanlık hali, bazen çok iyi bildiğimiz bir şeyi, mesela dedemizin adını unutabiliriz... İmam da Fatiha'yı okumuş, öylece donakalmış... Artık okuyacağı sureyi mi hatırlamadı, hangisini okuyacağını mı şaşırdı, ne olduysa susmuş kalmış... Sessizlik uzayınca cemaat arasındaki Bükürün Ali'nin sabrı taşmış:
    - 'Eee, deyive ne deceeseñ!'
    Sair zamanlarda didişmeye alışık olduğu birinden, böyle sıkıntılı anında alaylı bir laf işitince Tırıl imam durur mu:
    - 'Bunnaañ böönesine imam olursuñ bide!...'
    Dünya kelamı namazı bozarmış, kimin umurunda... Güzelim namaz, imam cemaat atışmasına dönüşüvermiş...

    Arkada Bükürün Ali varsa, Tırılın her imamlığı ayrı bir maceraya gebeymiş. Diğer insanlar daha başlangıç tekbirinde maceraya hazırlıklı olurlarmış... Huşûya(!) bak sen... 

    İhtiyarlıktan mı kulunçtan mı neyse, Tırıl eklem ağrılarından muzdaripmiş bir ara... Bilhassa rükuya giderken çok sızlarmış beli veya dizleri, her neyse... Yine imamlıkta, yine arkada Bükür var... Rüküya varırken ağrıya dayanamamış:
    - 'Anam, anam, anaaam!' diye inlemiş. Arkadaki durur mu;
    - 'Anañ nerde len!' diye çıkışmış. Fakat Tırıl imamlıkta olduğu için ona cevap vermemiş, kendi kendine söylenmiş:
    - 'Len bunuñ böönesine bişey deseñ namaz bozulcek!...' Bozmamış namazı, selam verene kadar sabretmiş...

    ***

    Bu mübarek Ramazan gününde bırakmak istemiyorlar Gopuk Selim'i. Çilmahmut, 
    - 'Âşama ne galdı, bu vakıtta gidilir mi!' diyor. Diğerleri de üsteleyince, çorbayı burada içip iftardan sonra köyüne dönmeye ikna oluyor. 

    Gopuk Selim Macur, Cumalı'dan... Eğret onlar için merkez ya, çok sık gelirmiş buraya. Zaten komşu köylerin çoğuyla aynı köydenmiş gibi tanışıp bilişiyor eskiler. Oturup kalkıyorlar, dostlukları var. Gopuk Selim daha çok tanınıyor. Lakabından belli, matrak birisiymiş.

    Mübarek gün avlanayım diye tüfeğini omuzlayıp Eğret'e gelmiş. Bütün gün Dağda dolaşmış. Ne vurdu, ne vuramadı bilinmiyor; ama kösülmüş. O halde bir misafiri bırakmak istemiyorlar tabi... O vakitler, bir misafir varsa erkekler iftarı odada yapıyor. Gopuk hatırına mahalleli de Çilmahmut'un odada toplanıyor. Oruçlar açılıyor, karınlar doyuyor. Çilmahmut'ta hocalık var, imam oluyor Akşam namazını kılıyorlar. 

    Gopuk'un namazla filan pek işi yok, belki oruçlu da değildi... Gopuk çünkü... Ama 'Bi namazdan nolcak' deyip o da duruyor, cemaate uyarak... Çayı içince fırtacak nasıl olsa... Çay içerken essalat verilmeye başlanıyor, Teravih öncesi... Ama ezan okunurken çay bardakları daha ellerinde.

    - 'Nassosa Hocamız va' demiş biri, 'Tereviyi burda gılıveremiñ'. Teravihi de odada kılmışlar. Tabi Gopuk Selim kaçmaya fırsat bulamadan Teravihe de yakalanmış. Kanter içinde kalmış bu sırada. Ne yapsın, bünyesi alışık değil... Ama bitirmiş Teravihi... Ayrılmak için acele etmez olmuş. Nasıl olsa olan oldu diye... 
    Tam müsade istemeyi düşünürken, ortaya yine bir teklif düşüyor;
    - 'Böyün Gadir, bi de tesbek namazı gılıverem bâli...' 
    Meğerse Kadir gecesi imiş o gece, bu yüzden bu teklif de kabul görüyor. Gopuk Selim ise 'En zorunu atlattım, dört rekattan nolcak ki!'  diye düşünüyor... Garibim bilmiyor ki Tesbih namazını...

    Yıllar sonra bu olayı anlatırken Gopuk Selim hala öfkeliymiş:
    - Ti be, bilmemnettimin  Manavları! Ne bitmez namazları varmış! Yatıyolar, kalkmak bilmiyolar; kalkıyolar, otumak bilmiyolar!'

     ***
    Eğret'in odaları sadece oda değildi. Hal ve makama göre okul, toplantı salonu; bazen misafirhane, bazen eğlence yeri; yerine göre aşçı dükkanı, yerine göre kıraathane... Ve odalar bazı bazı mescit olurdu...



15 Ekim 2022

Bükürler

 
    Bükmek fiil köküyle ilgili gibi duran 'bükür' günümüzde kullanılmayan, unutulmuş bir kelime. Bu anlamda 'eğri büğrü' ikilemesindeki büğrünün en eski hali olduğu anlaşılıyor. Tek başına anlamı 'kambur' demek... Atalarının arasında kambur olan birisi var mıydı bilinmiyor; ama iki asır evvel Eğret'te Büküroğlu Ali adında biri var...


    1790'lı yıllarda doğduğu anlaşılan Büküroğlu Ali'nin ana baba adı gibi temel bilgilere sahip değiliz. Orta boylu ve sarı sakallı biri olarak kaydedilmiş... O günkü anlayışa göre kayıtta kadınlara yer verilmediği için eşi ve varsa kız çocukları hakkında da bilgi edinemiyoruz. Mehmet ve Mustafa adında iki oğlu var. Küçük oğlu Mustafa beş altı yaşlarındayken vefat ediyor. Bugünün Bükürlerine büyük oğlu Mehmet'ten ulaşacağız... 

    Büküroğlu Mehmet 1820'lerde doğduğu anlaşılıyor. Askere kaydedildiğinde uzun boylu, henüz bıyıkları terlememiş bir delikanlı olarak tarif edilmiş. Kayıtlardan anlayabildiğimiz kadarıyla iki oğlu var. Onlardan birine kendisiyle babasının adını birleştirip Mehmet Ali adını koymuş, diğerine ise Mestan... (Bu isim akıllara Kumpirhasanın Mısdan'ı getiriyor; lakin zorlama da olsa ikisi arasında bağ kuramadım.)


    Büküroğlu Mestan

    Mehmet Ali ile Mestan'ın hangisinin daha büyük olduğu bilinmiyor. Eldeki bilgiler çocuklarının nüfus kaydından çıkarılabilenler... Bu yüzden önce Mestan'dan gidelim... Adını bilemediğimiz bir hanımla evlendi. Hasan ve Şerife adlarında iki çocuğu doğduktan sonra bu hanımı vefat etti. Sonra Arife adında bir başka hanımla evlendi. Kimlerden olduğunu bulamadığımız Arife Hanımdan da 1900 yılında bir kızı ve 1902 yılında bir oğlu dünyaya geldi. Oğluna, babasının adı olan Mestan ismini koydular; çünkü Büküroğlu Mestan o sıralarda vefat etti... Genç yaşta iki çocukla dul kalan Arife Hanımı Emiralillerin Ali'ye verdiler. Bu Ali Yeşilömerin kardeşidir… Kızı Arife’nin akıbeti hakkında bir şey bulamadım. Mestan ise 1921-22’de Çerkez çeteler tarafından şehit edilmiş…

     Mestan'ın ilk Hanımından da bir oğlu bir kızı vardı... Kızı Şerife'nin Eğret dışına gelin edildiği anlaşılıyor. Bacıdedenin ölüm defterinde 'Bükürün Şerif Nine' notuyla 9 Haziran 1973 tarihli bir ölüm kaydı bulunuyor. Sanırım Mestan kızı Şerife, 88 yaşında Anıtkaya'da ölmüş... Oğlu Hasan ise Çolakfatılardan Fatma ile evlenmiş. Henüz çocukları olmamışken Hasan da vefat ediyor; Onun dul eşi Fatma da Elciklerin Deliçakır Ahmet (Çakiriban İbrahim Ata'nın babası) eşi olacaktır... Büküroğlu Mestan parantezi bu şekilde kapanmış oldu.


    Bükürler

    1845 Doğumlu Satı Hanımla evlendiğine göre Büküroğlu Mehmet Ali de onunla aynı yaşlarda olmalıdır. Eşinin kimlerden olduğunu bilmiyoruz, ancak baba adı Süleyman... Satı Hanım ve Mehmet Ali ailesiyle bugünün Bükürlerine bir adım daha yaklaşıyoruz... Tespit edebildiğimiz üç çocukları var, bunlardan biri ve çocukların en büyüğü kız... Adı Hanife olan ve 1865 Yılında doğan bu kız Garmenlerin Ali eşi olacaktır. (Önce Hacapdıramanların Mehmet oğlu Ali Osman sonra Demirdelenoğlu Yahya'nın eşi Şerife, yani Şavalgadirin anası; Körüslerin Ali eşi, yani Akömerin anası Akile; Apdıramanların Ali eşi Fadime ve Arapların İsmail eşi Ayşe, işte bu Hanife Hanımın kızıdırlar.)

    Büküroğlunun büyük oğlu Hüseyin biraz beklesin, Onun küçüğü Mehmet'e bakalım... 1884 Yılında doğdu. Bu ismi almasının sebebi Mehmet Dedesidir...  İki evliliği var. Önce Şeherlioğlu/Gadıngızların Kedimehmet kızı Fadime ile evlendi. Bu evlilik sayesinde Selimlerden Dayıların Dayı ile bacanak oldular... 1907 Yılında Fadime Hanımdan adını Mustafa koyacağı bir oğlu oldu. Aynı yıllarda Ali kızı Ayşe Hanımla da evlendi, fakat bu ikinci eşinden çocuğu yok. 

    Büküroğlu Mehmet, iki eşi ve bir oğlu varken katıldığı Cihan Harbinden geri dönemedi. Hangi cephede şehit olduğu bilinmiyor. İkinci eşi Ayşe, Eğret dışına kocaya vardığı anlaşılıyor. İlk eşi Fadime ise Aşağı Dandır'a gitti; tabi oğlu Mustafa Eğret'te kaldı. Biraz büyüyünce Onu Şaşdımoğlu Ömer kızı İsmihan ile everdiler. İsmihan Hanım, Ömeronbaşının Halası olur, ayrıca İsmihan Hanımın ana tarafından Bükürlerden olduğunu da kaydedelim... Feride adını verdikleri bir kızları oldu ve Kader hükmünü bir kez daha icra etti; Büküroğlu Mustafa 1931'de vefat etti. Dul kalan İsmihan Hanım, yanında kızı Feride tay olduğu halde Sağırların Ali Osman Hocanın ikinci eşi oldu. Kızı Feride, ileride Bekiralilerin Buydeycigadir eşi, Palavırın annesi olacaktır... Büküroğlu Mustafa'nın ölümüyle Bükürler Defterinin bir sayfası daha kapanmış oldu...

    Yirminci yüzyılın tanıdık Bükürlerine Mehmet Ali'nin büyük oğlu Hüseyin ile varacağız... 

    Büküroğlu Hüseyin, 1880 yılında dünyaya geldi. Sülalede ilk olan bu ismin veriliş sebebine dair bilgi yok... Garamusaların (Tingildekler ve Gödeşler) Mustafa kızı Emine ile evlendi. Böylece Ayanoğlu Hüseyin (Kölgecinin Babası) ve Küpelilerin İbrahim (Urganlının Babası) ile bacanak oldular...

    Hüseyin ile Emine'nin ikisi kız biri oğlan üç çocukları oldu. En büyükleri Şerife ve küçükleri Satı, ortanca ise Ali... Şerife, önce Hacımahmutlardan Gocasana vardı. Çocuğu olmuyor gerekçesiyle oradan çıkarılınca Çolömerlerin Efekçiye verdiler. Gerçi orada da çocuğu olmadı; ama 1982'de ölünceye kadar huzurlu yaşadı... Küçük kızı Satı'yı ise Urganlının kardeşi Teke Hüseyin'e verdiler... Teke ile Satı teyze çocukları oluyorlar... Şerife Ablası gibi Satı'nın da çocuğu olmadı, 1990'da öldü... İki kız kardeşin çocukken yedikleri sakatattan zehirlenerek üreme kabiliyetlerini yitirdiklerine dair bir bilgi var... 

    Burada belirtilmesi gereken bir husus da şudur: Büyük kızı Şerife 1903 doğumlu, Ali ise 1908 yılında doğdu. İkisinin arasında Ümmühan ve İbrahim adında iki çocuk daha var... Yetişkinliğe ulaşamayıp çok küçük yaşta öldüler... Bunların dışında 1923 yılında doğup beş yaşına gelince ölen Atike adında bir kızları kayıtta bulunuyor...

    Oğlunu inceleyeceğiz; Bükür Hüseyin'in 1930 yılında, elli yaşındayken vefat ettiğini belirtelim. Eşi Emine Hanım da çok durmamış, bir yıl sonra ölmüş...

    Hüseyin'in tek oğlu Ali'ye 'Bükürün Ali' diyorlardı. 1908 Yılında dünyaya geldi. Önce Mardaklardan Hüseyin kızı Emine ile evlendi. Emine Hanım Dişçi Ali'nin halası olur... Üç aylık gelin iken vefat etti Emine Hanım. Görümcelerine yapılan büyünün tesirinde kaldığı rivayet ediliyor... İkinci olarak Kinislerden Kumpirhasanın kardeşi Fadime ile evlendi; Kinislerin Dınali, Sakaların Abdurrahman ve Gağşakların Gadir ile bacanak oldular...

    Fadime Hanım ile Bükürün Ali'nin biri kız olmak üzere altı çocukları oldu. Tek kızına, Ninesinin adı olan Emine ismini koydular... Emine, ileride İşofların Sağırisa eşi olacaktır, 1972'de öldü... Beş oğlan üzerinden Bükürleri inceleyelim...

    Büyük oğul 1936 yılında doğdu, Dedesinin adı olan Hüseyin ismini koydular. 'Bükürün Derviş' diye lakaplandı; zira 60'lı yıllarda öyle bir meşrebi vardı... Kelahmetlerin Ömer kızı Münevvere ile evlendi. İki oğulları oldu; 1962'de doğan büyüğe Menderes adını koydular, çünkü sevilen Başbakan Menderes daha yeni öldürülmüştü... Menderes Sakaların Sebahattin kızı Gülcan ile evlendi... Sakalarla daha önceden kurulmuş iki akrabalık adımı vardı; bu, üçüncüsü oldu. Adımların ilki, Fadime Ninesinin kardeşinin Sakalara gitmesi; ikincisi ise, Annesi Münevvere'nin de anne tarafıyla Sakalardan olmasıdır... Neyse, Menderes'in de Hüseyin ve Emre adında iki oğlu oldu. Hüseyin, Muammer Emmisinin kızı Sultan ile evlendi; Menderes ve Elçin adında iki çocuğu var. Emre ise Döğerli Zeynep ile evlendi, Fatih Efe adında bir oğlu var... Sakalar ve Kelömer Dedesinin etkisiyle olsa gerek Menderes Eskişehir'e yerleşti, çocukları ve torunlarıyla orada yaşıyor... Dervişin küçük oğlu ise Ali Aslan... İkinci adı pek bilinmez, O daha çok Dedesinin adı olan Ali ismiyle tanınır. Garaburunun Şevket kızı Özgül ile evlendi. İki oğlu var; büyüğü Uğur, Bursalı Pervin ile evlendi, küçüğü bekar... Ali, görevi gereği Ankara'da yaşıyor... Bükürün Hüseyin 2006 yılında vefat etti...

    Bükürün Ali'nin ikinci oğlu Ali İhsan 1943 yılında doğdu. Çatalların Delibıdık kızı Fatma ile evlendi; Hacapdıramanların Süleyman ve Mustafa Keleş ile bacanak oldular... Anıtkaya Belediyesinde kadrolu eleman olarak çalışmaya başladı. Köye elektrik gelince bu hususta kurs alıp uzmanlaştı. Bundan sonra 'Eletdirekçi Alessan' diye bilinecektir... Bir kız, bir oğulları oldu; Nuray ve İrfan... Onlar da Afyon'a yerleşikler... Fatma Hanım 2004'te, eşi Bükürün Ali İhsan ise 2010'da vefat etti...

    Ali İhsan'ın küçüğü Adem 1945 doğumludur. Kinislerden Dınalinin kızı Kerime ile evlendi. Adem ile Kerime hem teyze çocukları hem de ikinci kuşaktan hala-dayı çocuklarıdır. Ayrıca bu evlilikle Adem, Kekecin Osman ile bacanak oldular... Gobakların Arif ile Bükürün Adem, sesi birbiriyle uyumlu ikili oluşturarak yıllarca Gocacamide müezzinlik yaptıkları aklımda kalmış... Hüseyin, Emine ve Tahsin adını verdikleri üç çocukları oldu. Hüseyin evlenmeden 2013'te vefat etti; Tahsin Seydilerli Ayşe Pınar ile evlendi, Hüseyin ve Zeynep adında iki çocuğu var ve Afyon'da yaşıyorlar... Bükürün Adem de 2017'de öldü...

    Bükürün Ali, 1951'de doğan dördüncü oğluna iki dedenin adlarını birleştirerek Mehmet Ali adını verdi... Mehmet Ali, Gağşakların Kadir kızı Zübeyde (Güzide) ile evlendi. Eşiyle teyze çocuğu oluyorlar. Afyon'un değişik yerlerindeki PTT şubelerinde postacı olarak çalıştıktan sonra Anıtkaya'ya geldi ve buradan emekli oldu. Bu yüzden 'Posdeci' olarak bilinir... Beş oğlu oldu; Kadir, Göksel, Kadir, Ömür ve Önder... İlk oğlu Kadir küçük yaşta vefat edince üçüncüsüne de aynı ismi verdi, lakin O da küçükken vefat etti. Ömür ise yakalandığı hastalıktan iflah olmayarak 1990'da genç yaşta vefat etti... Göksel, Arzılardan Çavuşmehmetin kızı Fatma ile evlendi; böylece Bakkalırmızan oğlu Musa Türkmenoğlu ile bacanak oldular. Ömür, Sena ve Zeynep adında üç çocuğu var... Emekli olduktan sonra Posdeci Mehmet Ali ve çocukları Afyon'a yerleştiler... 

    Bükürlerin en küçüğü Muammer 1953 yılında doğdu. Omarcıklardan Bödü Mehmet'in kızı Ayşe ile evlendi. Yine Omarcıklardan Kilci ve Güdüğizzetin İsmet ile bacanak oldular... İki kız ve bir oğlu oldu: Satı, Sultan ve Mehmet Ali... Satı, Delibanların Sedat Dadak; Sultan da Menderes'in oğlu Hüseyin Ölçer eşidir. Oğlu Mehmet Ali, Çolömerlerden Erdoğan Selman kızı Yağmur ile evlendi. Ayşe Duru adında bir kızı var ve Afyon'a yerleşikler... Bükürün Muammer 2019 yılında öldü...

    Altı çocuğun babası Bükürün Ali 1981 yılında öldü. Eşi, Kinislerin kızı Fadime Hanım ise 1998'de vefat etti...

    18. Yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan çizgide, Büküroğlu Ali'den günümüze ulaşabilen  sadece Bükürün Ali çocukları oldu. 1934 Soyadı Kanunu ile ÖLÇER soyismini aldılar. Bükürün Ali'nin altı çocuğundan hayatta olan yalnız Posdeci Mehmet Ali var; kısa süreli geliş gidişler dışında, Anıtkaya'da yaşayan Büküroğlu bulunmuyor... 



11 Ekim 2022

Çeç Üstü


  Adettendi, eskiden sünnet olan çocuğa telli çevre hediye ederlerdi. Bunlar, selpak icad olunca ortadan tamamen kalkan mendillerin atası kabul edilebilir. Sünnet çocuğunun büyümesi, koca adam olması dileğini belirtircesine 'sap çekerken boynuna dolarsın' derlerdi...

    Gerçi dokuma sırasında iplerin arasına yerleştirilen teller boynu tahriş ettiği için orakçılar, sapçılar pek tercih etmezdi telli çevreyi. Yine de erkeklerin cebinde bulunurdu, çünkü kocaman bir şey olduğu için işlevseldi. Yere serip üstünde ekmek yiyebilirdin mesela, sofra yaygısı gibi... Yahut ufak tefek şeyleri doldurup çıkılayıp çanta niyetine kullanabilirdin... Yahut dene koyar, torba olarak kullanırsın....

    Harmanyerinde çok rastlanan bir durumdur; akşama yakın çıkan yelde harman savrulmuş, saman ayrılmış, dene yığılmış... İnsanların yüzünde, sesinde huzurlu bir yorgunluğun izleri var; çünkü çeç çıkmış... Çalışıyor da olsa bu insanlara 'kolay gelsin'  demek yerine 'bereketli olsun' diye selam veriliyor... Çünkü o sıradaki meşgaleleri gıda/nimet üzerine... Hem selam hem dua olan bu iyi niyet sözüne karşılık olarak 'aç çevreni' deyip deneyi dolduruverirler... Mübalağa yok, o telli çevreye bir demir dene koyabilirsin...

    Bir selamlaşmanın hatırına, bir teneke buğday niye verilir ki? İşin sırrı 'bereket' kavramında... Adam 'bereketli olsun' diye senin için dua etti. Bu dua bir yana, eskiler verdikçe  malının bereketleneceğini düşünür ve karşılıksız vermekten çekinmezdi. Teorik olarak Kuran'daki 'infak' emrini belki bilmiyordu; ama bunu hayatında pek güzel uyguluyordu. Kime olursa olsun; kaldırdığından, kazandığından, pişirdiğinden mutlaka başkalarına da verirdi. Bu yüzden çevreye doldurulan deneye şaşırmamalı...

    Çeç çıkarılınca verildiği için 'Çeç üstü' diye adlandırılan bu dene ikramı, çevre sahibi çocuk ise hemen bakkala götürülürdü. Bakkal da uzakta sayılmazdı, harmanyerine kurulan yazlık bakkallar vardı; bir cerge altına mallarını koyarlar, dene karşılığı satış yaparlardı. Çocuk dene dolu çevresiyle bakkala varıp 'bişey' alırdı.

    'Bişey'ler çok çeşitlidir; bazen gofret, bazen püsküt (bisküvi)... Bazan günaşık, bazan tespih şeker... Zaten çocuğa dene verirken 'bişey al' diye tembihlerler. Bu, 'git istediğini al' demektir. Bu yüzden o 'bişeyin' içine her şey girer; fıstık da, sünger (sapan lastiği) de... Amma değişmez ikili, lokum-püsküt hiç bir vakit geri planda kalmaz...

    Çecüstü diye kalıplaştığına bakmayın bu kavramın, her türlü mahsülden vermek adet haline gelmiştir. Bu yüzden çecüstü sadece harmanda çeçten ayırıp verilen şey değildir. Evinin önünde haşhaş savururken de çecüstü verilir, çeşmede dene yıkarken de...

    Misal tarhana karılıyor. Biri geldi 'berkatlı olsun' dedi... Bu duaya teşekkür sadedinde 'Al bunu filanca emmime pişiriver' diye bir pişirimlik de olsa tarhana verilir; bu, çecüstüdür...

    Yahut bulgur kaynatılıyor... Sıcak gölleye ortakmış gibi sağdan soldan tasını alan sıraya geçmiştir zaten... Kimse gocunmaz, vermekten de çekinmez... Her kaba gölle doldurulup gönderilir... Bu da çecüstü...  O bulgur kurutuldu, sürüldü, savruluyor diyelim. Yanına gelen birine ondan verir 'pilav bişir' dersin...

    Oldu ya, mercimek çalkıyorsun... Bu sırada berkatlı olsun derlerse 'al şunu bükme et' diye gönüllüyorsun o kadını... Haşhaş eliyorken ondan verip 'gatmer, hamırsız et' diyorsun... Bunlar hep çecüstü... Çeşmede, Bunarda dene yıkarken birisi öküz sulamaya gelse, 'gören gözün hakkı var' diye yıkadığın şeyden veriyorsun. Bunlar hep çecüstü diye adlandırılmış. 

    Kısaca sadaka, zekat, iyilik, ikram, ihsan vs. vs. her ne niyetle olursa olsun karşılıksız verilen her türlü tahıla çecüstü deniliyor... Böyle adlandırmanın çıkış noktası harman vaktindeki çeç olduğu su götürmez. Yalnız her vakit, her yerde ve herkese verilen dene genel olarak çecüstü oluyor...

    Çecüstüne alışan hayratçılar ve isteyiciler harman sonunu gözetmeye özen göstermişler ve vakti gelince istediklerini almak için sokakları ve harmanları dolaşmışlardır. Eğretli, kim olursa olsun gelen hiç kimseyi boş çevirmemiş, az çok her isteyene vermiştir. Hatta onların istemesine bile fırsat vermeden, görür görmez elinden gelen yardımı yapmıştır. 

    Zamanla Eğret'te çecüstü kavramının kapsamı genişlemiş. Başta söylediğimiz bereket-cömertlik ilişkisi idrak edilince bu genişleme kendi kendine sağlanmış olmalı... Baktılar ki vermekle mal eksilmiyor, ikramı çoğaltmışlar...

    İkramın görüldüğü en önemli merkez sokak fırınları... Orada pişirilen başta ekmek, sonra nokul, bükme, hamırsız... Hatta tepsiyle fırına sürülen yemeklerden bile sağa sola ikram edilmeden olmaz. 

    - Ekmek ettim, yumuşecik yiyive..
    - Bükme ettim, kıyır kıyır yiyive...
    - Hamırsız ettim pambık gibi yiyive...
    - Kumpil gömdüydüm, ıscecik yiyive...
    - Pancar godum, pek gözel yiyive...
    - Balık sürdüydüm, kokmuşdur yiyive...

    Bu ve bunun gibi sözlerle, fırından çıkanlar eve varana kadar teknede tepside ne varsa dağıta dağıta gider... Bütün bunlar da çecüstü ve Anıtkaya sokaklarında hala yaşanan şeyler... 

    Şimdi harman, ıramas, tınas, çeç, badas filan kalmadı... Telli çevre nedir bilinmiyor... Yeni nesiller bu kelimelere yabancı olması gayet doğal... Yalnız onun hatırası çecüstü uygulaması, zamanın şartlarına göre biçim değiştirerek varlığını sürdürüyor. 

    Çeç yoksa da çecüstü var...


08 Ekim 2022

Bulduklar, Samancılar

     
    Selimoğlu Ali'nin torunu olduğu düşünülen İsmail; Selimlerin dokuz erkek çocuğunun hangisinin oğlu olduğu bilinmiyor. Eldeki sınırlı bilgiden yola çıkarak Ayşe Hanım ile evli olduğu, Halil ve Ali adında iki oğlu; Nazike adında bir kızı bulunduğunu anlıyoruz. Küçük oğlu Ali'ye Kemik dendiği için o kol Kemikler olarak ayrıldı. Kızı Nazike ise Selimoğlu Veli eşi oldu; ileride Esnanın anası olacak... Şimdi onun abisi Halil'den devam edeceğiz.




    Selimlerin İsmail'in büyük oğlu Halil, 1876 yılında doğdu. Himmetoğlu Hasan'ın kızı İsmihan ile evlendi. İsmihan Hanım, Tekirgızıların Mevlüt ile Gambırömerin halalarıdır... Ayrıca 1905 yılında Kütahya'da oturan Halil amcasının yüz küsür dönüm tarlanın paylaşımı için açtığı miras davasının taraflarından biri de İsmihan Hanım idi... 

    Halil ile İsmihan Hanımın iki oğlu oldu...

    1. Bulduklar

    İlk oğlu 1908 yılında doğdu. Adını Mehmet koydular. Ne Himmetlerin İsmihan Hanımın ne de Selimoğlu Halil'in ataları arasında Mehmet adına rastlanmazken, acaba ilk oğullarına neden bu ismi verdiler?

Türk aile yapısında çocuk isimlendirmelerinde yaygın uygulamaya göre önce nine-dedenin adı verilir. Sonra sırasıyla aile büyüklerinin adları çocuklara isim olarak konulur. Eğret'te de bu uygulamaya titizlikle riayet edilmiştir. O kadar ki çocukların adına bakarak nine dedenin adlarını bulabilirsiniz. Yalnız bu, çok katı bir uygulama değildir. Bazen aile dışından da hatırı sayılır kimselerin isimleri çocuklara ad olabilir. Böyle isimlendirilen çocuklara 'bulduk' denir. Birkaç anlama gelen bu sözcük Eğret'te yalnızca bu anlamıyla kullanılmıştır. 

    Aile dışından birinin hatırına adı konulduğu için Mehmet'e 'Bulduk' lakabı takıldı. Bu kelime Mehmet ile o kadar bütünleşti ki; zamanla Anıtkayalıların kullanımından düşse de Mehmet'in lakabı olarak öylece kaldı. Hatta onun ailesinin yeni bir sülale adı oldu: 'Bulduklar'...

    Bulduk, Alemdaroğlu Mehmet'in kızı Satı ile evlendi. Satı Hanım, Kantinlerin Alibey ile amca çocuklarıdır. Bu evlilik yoluyla Bulduk ile Esnan bacanak oldular... Aslında Esnan ile Bulduk akrabalığı katmerlidir; bir kere ikisi de Selimlerden, ikinci olarak hala-dayı çocukları oluyorlar, son olarak da bacanak oldular...

    Buldukla evlendikten sonra Satı Hanım da ölene kadar kullanacağı lakabını bulmuş oldu; 'Bulduk Garısı'... İki kız ve dört oğulları oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Mehmet, Süleyman, Azime, Halil, Beytullah ve İsmihan'dır... Hayatta kalan tek kızı Azime, Hassönler/Şekeralilerin Hasan eşidir; zira 1942 doğumlu Süleyman ile en küçükleri 1946 doğumlu İsmihan, küçük yaşta vefat ettiler...

    Büyük oğlu 1937 yılında doğdu. Ona Mehmet adı vermelerinin sebebi babası Bulduk değil;  Buldukgarısı Satı Hanım'ın babası Alemdaroğlu Mehmet'tir... Böylelikle sülalede hiç bu isim yokken  üç halkalık bir Mehmet zinciri oluştu. Bulduk Mehmet, Bulduğun Mehmet ve 1964'te doğacak onun da oğlu Mehmet...

    Bulduğun Mehmet
    Bulduğun Mehmet önce Patlakların Garametin kızı Şerife ile evlendi, Arzıların Denden ile bacanak oldular. Fakat Şerife Hanım çok yaşamayıp 1957'de vefat etti. Belinde hafif eğrilik bulunan Şerife Hanıma 'Gambırşerif' derlermiş. Ölmeden kısa bir süre önce bir oğlu olmuş, adını Adem koymuşlardı. O çocuk üç yaşında ölecektir... 

    Gambırşeriften sonra Gavalcıların Hüseyin kızı Rabia ile evlendi. Yeni bacanakları; Turabilerin Yusuf, Capbağın Mısdık, Cavaların Mehmet, Tomanın Ahmet, Tomanın Hüseyin, Şeytanhasanın Ahmet, Mandanın Tombak...

    Bulduğun Mehmet ile Rabia Hanımın iki kız ve bir oğlu oldu. Ana babasının adları olan Mehmet, Satı ve Fadime isimlerini verdi. 1968'de Doğan Fadime sekiz yaşındayken öldü. 

    İzmir'e yerleşmişlerdi, bütün bunlar İzmir'de gerçekleşti. Satı orada Konyalı bir bey ile evlendi. Mehmet de Anıtkaya dışından evlendi, iki oğlu bir kızı var... Bulduğun Mehmet 2001'de, eşi Rabia Hanım 2023'te İzmir'de vefat ettiler...

    Bulduk, 1942 yılında doğan ortanca oğluna babasının adı olan Halil ismini koydu. Halil de erken dönemde İzmir'e yerleşti. Orada Anıtkaya dışından Şahsenem Hanım ile evlendi. Erkan, Erhan ve Nilgün isimlerinde üç çocuğu var. Kendisi 2015'te vefat etti...

    Küçük oğlu Beytullah 1948 doğumlu... Garenli Sevim Hanım ile evlendi. İlknur, Şennur ve Sonnur isimlerinde üç kızı var... Şennur, Bayramalilerli Ömer Yıldırım ile evli... Beytullah 1989'da vefat etti..

    Bulduk Mehmet, zamanın şartları sebebiyle çevre köylerde çobanlık yapmak maksadıyla 1949 yılında Eğret'ten ayrıldı. Murathanlar'da uzun süre çoban durdu. Sonra tekrar Eğret'e döndüyse de çocukları burada durmayıp İzmir'e yerleştiler. Hangi dönemde olduğu bilinmiyor, kendisine en az Bulduk kadar yaygın 'Arnavut' lakabı da takılmış. Sebebi de bilinmiyor, inatçılıklarıyla ünlü Arnavutlara benzetilmesine bir gerekçe, Bulduğun inadı olabilir... Son zamanlarında nefes zorluğu sebebiyle gırtlağını delmişler; herhalde gırtlak kanseriymiş... İşin tıbbi tarafı bir yana, gençliğinde tilkileri canlı canlı yüzdüğü için başına böyle bir şey gediğini düşünenler de var... Arnavut Bulduk Mehmet 1965'te vefat etti, eşi Buldukgarısı Satı Hanım ise uzun yıllar daha tek başına yaşadı ve 2001 yılında vefat etti. Şimdi Anıtkaya'da Bulduklardan kimse bulunmuyor.

     2. Samancılar

    Selimoğlu Halil ile İsmihan Hanımın 1910'da doğan küçük oğlunun adı İsmail'dir; dedesinin adı... Bolvadinli Kelbekirin öksüz kızı Kezban ile evlendi. Kezban Hanım Yenimısdığın ablasıdır...

    Afyon şehir merkezinde halkın çoğu hayvancılık yapar, en azından evinde bir kaç manda, inek beslerdi. Hayvanların temel besini olan saman ihtiyacı çevre köylerden sağlanırdı. Şehre yakın ova köylerinden ziyade Eğret gibi tahıl ambarı sayılan köylerden götürülen samanların alıcısı her zaman hazır olurdu. Bir asır öncesinde bile Eğret'ten Afyon'a taşınan saman sektörü oluşmuştu. Bu işi sık yapan kişiler vardı, hem fazlalık samanını pazarlıyor hem de bu işin ticaretini yapıyorlardı. Bunlardan biri de Selimoğlu İsmail idi, lakabı 'Samancı' olarak kaldı. İleride bu lakap, çocukları ve torunlarının sülale adı oldu. 

    Samancı İsmail'in iki oğlu iki kızı oldu; isimlerine bakalım: Halil, İsmihan, Ahmet, Ümmühan... Halil ile İsmihan, Samancının ana-baba adı; Ümmühan ise Kezban Hanımın ana adı... Bu arada 1942'de doğup iki yaşında ölen oğullarının adı da Bekir'dir, yani Kezban hanımın baba adı... 

    Selimlerden Samancı İsmail 1964, Eşi Kezban Hanım ise 1975 yılında vefat ettiler... Çocuklarının durumunu ele alacağız...

    Kızlardan İsmihan Kemiklerin Cafar eşi, Ümmühan da Tevfiklerin Ahmet eşi oldu. İsmihan ile Cafer'in dedeleri kardeş... Tevfiklerin Ahmet ile Ümmühan da birbirlerine uzak olmadıkları anlaşılacak...

    Gocabıyık
    Samancının büyük oğlu Halil 1937 yılında doğdu. Uzun boyu ve kaytan bıyıklarıyla meşhurdu. Bu fiziki yapısıyla düğünlerde seyman durur, bayrak taşırdı. Meşhur bıyıkları kendine lakap oldu, 'Gocabıyık' dediler.

    Gocabıyık, Şaşdımoğlu Mustafa kızı Ratibe ile evlendi. Ratibe Hanım Eskimısdığın kızı, Yenimısdığın kızlığı, Ömeronbaşının ablasıdır. Annesi Müdüroğlulardandır ve Gambırtevfikin hanımı ile kardeştir... Ve unutulmasın; Gocabıyık Yenimısdığın yeğeni... Ayrıyeten Gocabıyığın İsmihan Ninesi, Gambırömerin halasıydı. Gambırömerin anası Arapgızı Kezban Hanım, Yenimısdığın da analığıdır... Kafalar karışsın diye değil, akrabalık bağları ne kadar güçlü olduğu anlaşılsın diye yazıyorum... Bir ekleme daha; Ratibe Hanım ile evlenmekle Gocabıyık, Arapların Deveci (Şahısmeyil) ve Hassönlerin Aşşıkhalil ile bacanak oldu...

    Ratibe Hanım ile Gocabıyığın bir oğlu ve üç kızı oldu. Büyük kızı Hayriye İnaz'a gelin oldu. Ortanca Türkan, Çilmahmutların Necayip Omak; küçük kızı Ümmühan ise Şaşdımların Ziyaeddin oğlu Halil Şen eşi oldular... 

    Tek oğulları İdris 1958 yılında doğdu. Akören Köyündeki yatıra 'satılmış' olduğundan bu isim verildiği anlaşılıyor. Osmanköylü Neslihan Hanım ile evlenen İdris'in iki oğlu ve bir kızı oldu. (İsmail ve Çiğdem adlarını verdiği bir oğluyla bir kızı da tazeyken öldüler.) Kendi ninesinin adını verdiği Kezban, Yarımağanın Ömer oğlu Fatih Soylu eşidir... 

    İdris, büyük oğluna da dedesi Samancının adı olan İsmail ismini koydu; bu aynı zamanda Selimoğlu İsmail'in de hatırası oluyor. Anıtkaya dışından Emine ile evlenen İsmail'in üç kızı var; ikisinin isimleri Iraz ve Neslihan... Küçük oğluna da babası Gocabıyığın adı olan Halil ismini vermiş ki bu isim de Selimoğlu Halil'in adıdır... 

    Eşi Ratibe Hanım 1990, Samancının Gocabıyık ise 1995 yılında vefat ettiler...

    Gamalı
    Samancının küçük oğlu Ahmet 1944 yılında doğdu. Belindeki kında taşıdığı bıçakla meşhur oldu ve bu sebeple 'Gamalı' lakabıyla tanındı. Kekliklerin Kelırmızan kızı Fadime ile evlenerek Çilmahmutun İzzet ve Patlakların Celep (İhsan Patlar) ile bacanak oldular... 

    Ayşe ile Ümmühan isimlerini verdiği iki kızı dünyaya geldi. Bu arada eşi Fadime Hanım 1966'da vefat etti. Öksüz kalan kızlarını Gavalcılardan Bokuşağın Abdurrahman evlat edindi, büyüttü, gelin etti. Büyük olan Ayşe, Hassönler/Şekaralilerin Candırma lakaplı Halil Omak eşidir. Hatırlanacağı üzere Halil'in anası da Bulduk kızı idi... Gamalının küçük kızı Ümmühan ise Gavalcıların Erol Aracı eşidir....

    İlk eşi vefat ettikten sonra Gamalı tekrar evlendi. İkinci Hanımı, Kürtosman torunu Demircisalihin kızı Sultan'dır. Bu ikinci eşi dolayısıyla Kantinin Osmanın oğlu Mevlüt Kızılyer ile bacanak oldular... İki oğlu bir kızı daha oldu.  Kızı Dilek, Selimlerin bir başka kolu Çolömerlerden Seyrekbasan Mahmut'un oğluna vardı... 

    Gamalının büyük oğlu İsmail, Olucak'tan; küçük oğlu Mustafa, Karacaahmet'ten evlendi.

    Selimoğlu İsmail'in büyük oğlu Halil'den gelen Bulduklar ve Samancılar SAÇAK soyismini benimsediler. Bulduk Mehmet'in torunları şimdi Anıtkaya dışındalar. Ancak Samancı İsmail'in gerek Gocabıyık, gerekse Gamalı kanalıyla gelen çocukları halen Anıtkaya'da yaşıyorlar...


06 Ekim 2022

Kemikler

     Selimoğlu İsmail'in baba adının yazılı olduğu bir belgeye rastlayamadım. Öyle olunca 1840'larda ölen Selimoğlu Ali'nin hangi oğlundan torunu olduğunu bulamadık... Selimlerden oldukları kesin; lakin Samancılarla Kemikleri Selimoğlu Ali'ye ulaştıran zincirin bir halkası karanlıkta kalıyor.


    Ayşe Hanımla evli Selimoğlu İsmail... Ne yazık ki Ayşe Hanımın kimlerden olduğu, ana-baba adı doğum tarihi gibi hususlar da meçhulümüz. Yirminci yüzyıl başına gelindiğinde ikisinin de vefat etmiş olduğunu biliyoruz sadece...

    İki oğlu bir kızları var. 1876 Doğumlu büyük oğlu Halil, Samancılar ve Bulduklarn  dedesidir. Kızı Nazike ise 1883 yılında doğdu ve Selimlerden Veli'nin eşi oldu, ileride Esnanın anası olacaktır... Konumuz, küçük oğlu Ali...

    İsmail ile Ayşe Hanımın küçük oğullarına Ali adını verme sebebi, çok büyük ihtimalle, dede Selimoğlu Ali'dir... Ali, 1880 yılında doğdu... Kendisine neden 'Kemik' denildiğini bilmiyoruz; ancak 'Kemikler' sülalesini başlatan zat işte bu Selimlerin İsmail oğlu Ali'dir...

    Kemik Ali'yi, yine Selimlerden Bekir kızı Şerife ile everdiler. Burada sık sık Selimlere vurgu yapmamız elbette dikkat çekmelidir. Selimoğlu Ali'nin çocukları o kadar kalabalık ki Selimler sülalesi neredeyse bütün evlilikleri kendi içinde yapacak kadar genişlemiş... Mesela Kemiğin anası Ayşe'nin kimlerden olduğunu bilmiyoruz; ama çok büyük ihtimalle, kocası İsmail ile emmi veya hala-dayı çocuklarıydı... Daha o yıllarda bile alabildiğine geniş bu Selimler... Neyse, Ali'nin evlendiği Şerife Hanım; Dayılardan  Dayı' olarak bilinen Hasan'ın ablasıdır... 

    Kemik Ali ile Şerife Hanımın iki oğlu bir kızları oluyor. Kızları Ayşe, ninesinin adını almış ve iki oğlanın büyüğü oluyor; 1910 yılında doğmuş... Bu Ayşe, Turabilerden Capbak (Osman Külte) eşi olacaktır... Ayşe'nin küçüğü iki oğlan üzerinden Kemikleri inceleyeceğiz. Babaları Kemik Ali'nin 1920-25 yılları arasında vefat ettiği tahmini var.  Eşi Şerife Hanım ise kocasından sonra yarım asır daha yaşamış ve 1971'de vefat etmiş. Öldüğünde tam doksan yaşındaymış...

    1. Kemiğin İsmail

    Ali'nin büyük oğlu 1911'de doğdu... Dedesinin adını verdiler... Esnanın kardeşi Fadime ile evlendi. Fadime Hanım ile Kemiğin İsmail hala-dayı çocuklarıdır. Onların da dört oğlan ve bir kızları oldu. İsimleri; İbrahim, Cafer, Bekir, İhsan ve Ayşe'dir... Tek kızın adı Ayşe, Kemiklerde hemen her kuşakta Ayşe ismine rastlanıyor... Ayşe, Tekelilerden Köressanın hanımı, Gasaphalilin anası olacaktır...

    Fadime Hanım 1987, kocası Kemiğin İsmail ise 1995 yılında vefat ettiler... Şimdi oğlanlara bakalım...

    İbrahim
    İsmail'in büyük oğlu İbrahim 1931 yılında doğdu, Turabilerin Salih kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanıma 'Kemiklerin Ayşe' derlerdi, kırık çıkık durumlarından anlamasıyla sülaleye 'Kemikler' denmesi arasında küçük aklımızla bir bağ kurmaya çalışırdık...

    Bir kız ve bir oğlan çocukları oldu. Büyük olan ve adını Nazik koydukları kız çocuğu ileride Omarcıkların Gıralinin Mahmut eşi olacaktır.  

    Tek oğullarının adı Şuayip... 1957 Yılında doğdu. Nüfusa bundan dört yıl sonra kaydedilirken, Kemiğin Ali'nin oğluyla birlikte 1960 yılında doğmuşlar gibi yazdırıldılar. Bu sırada adı da o zamanın meşhur âlimlerinden yeni vefat etmiş biri (Said Nursi)nin adına telmihen Sait olarak yazıldı; amcaoğlusu da Nursi olacaktı...

    Afyon'dan evlenen Şuayip'in ikisi erkek olmak üzere altı çocuğu var. Kızları Sevim, Turabilerden İbrahim oğlu Zekeriya eşi; Fadime, yine Turabilerden Süleyman oğlu Serdar eşi oldular. Ayşe ile Sinem Afyon'a gelin oldular... Oğlanların büyüğüne babasının adı olan İbrahim ismini koydu. Küçüğün adı Hakan... İbrahim dedeleri 2012, Ayşe nineleri 2016 yılında vefat ettiler. Şuayip ve oğulları Anıtkaya'da yaşıyorlar...

    Cafar
    İsmail'in ortanca oğlu Cafer, 1937 yılında doğdu. Eğret'te söylenişiyle 'Cafar' dediler, böylece ismi lakabı oldu. Samancı İsmail kızı İsmihan ile evlendi. Cafar ile İsmihan Hanımın babaları emmi çocuğu oluyor... Fidan, İsmail ve Yaşar isimlerini verdiği bir kızı ve iki oğlu oldu. 

    Kızı Fidan, Ganinin Hasan eşi oldu. Hasan'ı Amcası Yusuf büyütmüştü; onunla beraber büyüttüğü Elveda isimli kızı da oğlu İsmail'e aldılar. Elveda aslında Sakaların Guzuguzu (İsmail Atay) kızıdır. Yine de Ganinin Hasan ile Kemiklerin İsmail değişik usulü evlenmiş sayılırlar. İsmail'in dört kız bir de oğlu oldu. Büyük kızı İsmihan Afyon'a gelin gitti; onun küçüğü Yeşim, yine Kemiklerden Nursi'nin gelinidir. Diğer iki kızının adları Elvan ve Emine, tek oğlunun adı ise Cafer... Anıtkaya'da oturuyorlar...

    Cafarın küçük oğlu Yaşar İscehisar'dan Sevim Hanım ile evlendi. Menderes adını verdikleri bir oğulları tazeyken öldü. Sonra bir oğlu daha olduktan sonra 2020'de Sevim Hanım vefat etti...

    Eşi İsmihan Hanım 2014 yılında vefat etti, Kemiklerin Cafar çocuklarıyla beraber Anıtkaya'da yaşıyor...

    Bekir
    Kemiğin İsmail, 1940 yılında doğan üçüncü oğluna Bekir adını verdi. Neden? Çünkü İsmail'in, Dayılardan Bekir dedesinin adı... Bekir'i Anıtkaya dışından Atike ile everdiler. Onların da üç oğlu bir kızı oldu. İsimleri İsmail, Ali Osman, Fadime... Kemiklerin Bekir de 2015 yılında vefat etti...

    İhsan
    En küçük oğlu İhsan'a gelince... 1945 Yılında doğdu. Olucaklı Ballılardan Hanım ile everdiler. Hanım ile İhsan'ın Veli adını koydukları bir oğulları oldu. Onu da yine Olucaklı teyzesinin kızıyla everdiler. Annesinin adı Hanım ismini verdiği bir kızı var... Veli'nin annesi Hanım Hanım 2001, babası İhsan da 2019 yılında vefat ettiler. Veli halen ailesiyle Anıtkaya'da yaşıyor... 

    2. Kemiğin Abdullah

    Kemik Ali'nin küçük oğlu, annesi Şerife Hanımın babası olan Abdullah dedesinin adını aldı. Bu Abdullah Dede, Topaloğluların sülalesindendir ve Tokanorilere doğru uzanır... 

    Kemiğin Abdullah, Omarcıklardan Apilhocanın kardeşi Ümmühan ile evlendi. Üç oğulları oldu; Ali, Süleyman ve Ahmet... Onların hikayesine geçmeden önce Kemiğin Abdullah'ın evlilikleri üzerinde duralım...

    Ümmühan Hanımın 1943 yılında vefat ettiği kaydedilmiş. Bundan sonra Ümmününseydinin küçük kardeşi Sabire ile evlenmiş görünüyor. Sabire Hanım önceden Dolaksızın İsmail eşiydi, onun ölümü üzerine Abdullah'a gelmiş olmalı. Burada da çok yaşamayıp 1951'de vefat ediyor. Bundan sonra üçüncü olarak Keçilerin kızı Emine ile evlendi. Emine Hanım da 1952'de Deliveliden dul kalmıştı ve yanında bir kızı Sultan tay geldi... On yıl sonra 1962'de Emine Hanım da vefat etti... Kemiğin Abdullah bundan sonra evlenmedi, son eşinin ölümünden sonra otuz yıl kadar dul yaşadı ve 1990 yılında vefat etti... Şimdi bu takvime göre iki küçük oğlu Süleyman ve Ahmet, Emine Hanımdan olmalılar.  Nitekim aşağıda görüleceği üzere ikisi de birer kızlarına Emine adını vermişler... 

    Emine Hanımın yanında tay gelen Sultan da bu kapıdan gelin edildi; kime? Sağırmahmutun Ziya'ya... Neyse Sultan'ın karınkardeşlerine ve Kemiğin Abdullah'ın oğlanlara dönelim...

    Kemiğin Ali
    Abdullah, 1934'te doğan büyük oğluna babası Kemik Ali'nin adını koydu. Bu yüzden olsa gerek 'Kemiğin Ali' diye lakaplandı. Dayısı Apilhocanın kızı Emine ile evlendi. İçgüveyiliğine girdi de denilebilir... 

    Kemiğinalinin de üç oğlu bir kızı oldu. Dört çocuğunun en küçüğü olan kızlarına anası Ümmühan Hanımın adını verdi, lakin Ümmühan 1985'te çocuk yaştayken vefat etti... Oğullarına geçmeden önce belirtelim, Kemiğinali 2002 yılında öldü...

    Üç oğlunun en büyüğü Nursi, 1961 yılında doğdu. Capbağın Ali'nin kızı Nurcan ile evlendi. Onun da iki kız bir oğlu oldu: Nurgül, Nurdan ve Tuncay... Nurgül, İdirizlerin Gökhan İdis eşi; Nurdan, Arzıların Sarımısdık oğlu Ömer Tüblek eşidir... Tuncay da Kemiklerin İsmail kızı Yeşim ile evlenmişti... Nursi, Anıtkaya Sanayisinde yetişen demirci-kaynakçı ustalarındandı, yakalandığı hastalıktan kurtulamayıp 2021'de vefat etti...

    Kemiğinalinin ortanca oğlu Tuncay 1963 yılında doğdu. Berberşükrünün kızı Aylin ile evlendi. Aylin ile aynı zamanda teyze çocuğu oluyorlar. Tuncay da 1988'de genç yaşta vefat etti; ama ismi sülalenin erkek çocuklarında yaşatılıyor...

    Küçük oğluna dedesi Apil Hocanın adını koydular. İhsaniye Muratlar köyünden evlenen Apil'in Tuncay ve Ali adında iki oğlu var...

     Kemiğin Süleyman
     Abdullah'ın ortanca oğlu Süleyman 1954 yılında doğdu. Kekliklerden Piriteşkiya lakaplı Hüseyin kızı Yüksel ile evlendi. Noritokaların Nuri Toka ile bacanak oldular. Üç çocuğu var: Emel, Emine ve Abdullah... Çocuklarına isim koyarken annesiyle babasının adını unutmamış... Emel, Yumrukların Apil oğlu Gökmen Tüblek eşi; Emine, Turabilerden Mahmut oğlu Hüseyin Külte eşidir. Oğlu Abdullah ile birlikte Süleyman İzmir'e yerleşikler...
    
    Ahmet
    Ve Kemiğin Abdullah'ın küçük oğlu Ahmet, Anıtkaya dışından Türkan ile evlendi. Emine ve Murat adlarında bir kız ve bir oğlu oldu. Murat Kütahya'da yaşıyor...

    Selimoğlu İsmail'in küçük oğlu Ali'ye Kemik diyorlardı. Onun çocukları ve torunlarının oluşturduğu sülale de Kemikler oldu. 1934 Soyadı Kanunundan beri Kemikler ÖTER soy ismini kullanıyor...

 


05 Ekim 2022

Yemeni Duası

     

    Kara lastik deyip geçme...

    Zamanında lüks sayılır, herkes giyemezmiş...

    Çarıktan kunduraya geçişin ara elemanı sayılan lastik yemeninin saltanatı da uzun sürmüş...

    Yalnız yemeniye geçiş bir anda olmuş değil; o da bir süreç... Dedik ya herkes sahip olamıyor... Çarığın aksine, evde kendin yapabileceğin bir şey değil. Petrol mamulü, fabrikasyon bir ürün olduğu için eldeki imkanların ve el becerine güvenip imal edemezsin yani... Öyle olunca da satın almak için para lazım... Savaşlar ve ardından küresel ekonomik krizden yeni çıkmış bir ülke çocuğuysan para ne gezer... İlk çıktığında her ürünün başına gelenleri lastik yemeni de yaşamış. Ona sahip olana gıptayla bakarlarmış...

    Molla Osman oğlanlardan birine yemeni almış... Köyün ileri gelenlerinden ve zenginlerinden olduğu için yemeni alacak kadar durumu var... Amma gözlü mala ne olursa ona da o olmuş; kaybolmuş. Biri almış götürmüş... Artık evlerinden mi yürüttüler, odadan mı  kim bilir...

    Hatiplerin yemenilerin çalınması olay olmuş.... Köyde zaten kaç lastik yemeni var ki... Orda burda hırsızın kimliğine dair yorumlar yapılmaya başlanmış... Ora bura dediğimiz de odalar tabii ki...

    Hatiplerin Goca Oda, şimdiki Yağcının yanı... Genelde Hoca takımı da o yıllarda orada oturuyor. Terlemez, Lomcu, Körhoca... Oda ahalisinde hoca olduğu zaman sohbet mevzunun varıp dayanacağı şey bellidir. Yalnız o hoca içinizden biri, yani o köylü olduğu zaman herkesin ilgi alanı neyse sohbet oraya odaklanmış olur... 

    Alt tarafı bir yemeniydi kaybolan; ama yine de Molla Osman da bu durumdan etkilenmiş görünüyordu. Oda sahibinin morali bozuk olması, odadakilere de tesir ediyor haliyle... Hocalar odada bulunmak hasebiyle kendilerini ister istemez o atmosferin içinde buluyorlar. 

    Bir de o yıllarda Hocanın köyde çok forsu var. İdari olarak Muhtar ile birlikte İmam da söz sahibi... Ayrıyeten ahali arasındaki itibarları daha fazla... Hemen hemen her problemlerinin çözüm mercii olarak Hocayı görüyorlar. Başın ağrıdı, yürü Hocaya; gelin kaçak gitti, doğru Hocaya; koyun kayboldu, Hocaya kurtağzı bağlattır... Şimdi böyle bir ortamda, oda sahibinin yemenisi kaybolmuş, olay herkesin dilinde ve siz de Hoca takımı olarak orada bulunuyorsunuz... İster istemez gözler Hocalara çevriliyor ve bu vartadan çıkış yolu bekleniyor... Çözüm nedir, yemeniyi bulman...

    Molla Osman'a 'Bir avuç nohut getir' diyorlar... Bu istek karşısında millet şaşkın. Molla Osman da şaşırmış; ne yapacaklarını düşüne düşüne gidip getiriyor nohutu... Hocalar başlıyorlar okumaya... Dudakları kıpır kıpır, okuyup okuyup üflüyorlar orta yere konulan nohuta... Yeteri kadar okuduktan sonra, yarı yerine kadar suyla dolu bir kavanoza dolduruyorlar.

    - 'Bu nohutları iyi gözle, yarılmaya başladıklarında hırsız da çatlayacak...' 

    Yemeni bulma duasına şahit olanlar ve Molla Osman, yapılanlara inandı mı bilinmiyor. Yalnız, dua etkisini çabuk göstermiş. Daha nohutlar yarılma fırsatı bulamadan, hemen ertesi akşam yemeniler gelmiş... 

    Bu kadar çabuk sonuç alınmasını sağlayan, etkili duayı merak eden bazıları sormuşlar Hocalara 'Ne okudunuz?' diye... Katiyen öğrenememişler...

    Mutlaka okudukları bir dua vardı; yalnız Hocalar 'yemeni bulma' duasına başlamadan önce aralarında konuşmuşlar. Hırsızın tanıdık birisi olması gerektiğini, Molla Osman'ın yakınlarından birisi olması muhtemel olduğunu ve hatta oda ahalisinden birisi olabileceğini değerlendirmişler. Dua öyle bir okunmalı ki muhtemel hırsız akıbetinden korksun, aldığını geri getirsin...

    Sonradan yemeni hırsızının kim olduğu ortaya çıkmış Hocaların nezdinde. Tahmin ettikleri gibi Molla Osman'ın yakınlarından ve o sıralarda Hatiplerin Goca Odaya takılan birisiymiş... 

    Duanın sırrnı söylemedikleri gibi, hırsızın kimliğini de açık etmemişler kimseye...