16 Haziran 2022

Annat Tırmık

 

    Eski Eğret’in en önemli tarım aletlerindendirler. Annat; ikisi altta, biri bunların tam orta hizasında üst tarafta olmak üzere üç dişlidir. Biçilen ekin ferklerinin deste edilmesinde, destelerin sap olarak arabaya yüklenmesinde, çeşitli sebeplerle harmanda sapın taşınmasında hep bu annattan yararlanılır. Türkçe değildir, dilimize Rumca anadot kelimesinden girmiş. Belki Anadolu’ya yerleşen atalarımız çiftçiliğe başlarken ilgili aletleri de çoğunlukla Anadolu’nun yerleşik halkından aldılar.

    Tırmık ise; yere parelel olarak çekilen yirmi civarında dişli, bunun tam ortasında uzun, birazcık kambur bir sapı bulunan alettir. Annatla toplanan saplardan geriye kalan dağınık haldeki arpa, buğday saplarını son olarak ve kesin bir şekilde toplayan alettir. Anız arasındaki saplar ancak böyle bir tırmıkla toplanabilir.

    Annat ve tırmık hakkında yukarıda verilen bilgiler yeterlidir esasında. Benim asıl gayem bunların yapılışını anlatmak. Bu aletleri herkes yapamaz, fakat herkesin ihtiyacı olduğu için bu alanda becerisi olanlar mecburen aletlerin üretimi ve ticaretine girmişlerdir. Dedem bunları yapabilen ender insanlardandı. Ondan başka birkaç kişinin daha yaptığına şahit olmuştum. Belki de bu sebepten olsa gerek, bu birkaç annat yapımcısı da dedemin arkadaşlarıydı. Bazılarının yaptıkları onunkilerden daha güzel olmasına rağmen, ihtiyaca cevap verme ve seri üretim bakımında dedemin bu konuda namı çıkmış gibiydi.

    Keserinin tıktıkları arasında ufak takılmalara verdiği cevaplarla dedem hep sohbetin merkezinde olur ve annat tırmık yapma işini bir şölene çevirirlerdi. İki, üç, beş kişilik böyle bir cemaatin ayak işlerini görmek, çay demleyip servis etmek, onların iş ve hareketlerini gözlemlemek çok hoşuma giderdi. Onlardan sadeee Sarı Ali Osman İdis ile Mardakların Ahmet Saki aklımda kalmış, diğerlerini hatırlamıyorum... Her zaman yanında biriler olmayabilirdi, bazen yalnız çalışırdı. Her nasıl çalışırsa çalışsın onun bunları yapışı baştan sona bir maceradır.

    Macera Baharın ilk günlerinde başlar. Meşe dalları henüz uyanmışken, tomurcuk safhasındayken, yaprağa durmamışken uygun malzemeyi kesmek gerekir. Havanın durumuna göre Mart sonları bu iş için en uygun vakitlerdir. Tırmık ve annat dişi için meşe dalları kullanılmalıdır. Sert ve dayanıklı olması gereken bu dişler haricindeki sap bölümleri için söğüt dalları daha uygundur. İşte dişlik meşe dallarının tam da bu vakitlerde kesilmesi gerekecektir. Haziran sonunda hazır olması gerekir çünkü. Bu vakitler daha kışın çekip gitmediği, yazın kendini göstermediği vakitlerdir. Kışın borusu ötmektedir daha. Bu iş için Dedemle birkaç kez dağa gitmişliğim var, ondan biliyorum. Her gittiğimde üşümüştüm. En azından gölgede üşürsünüz.

    Dedem malzeme keserken mazı, gobak toplamak en iyi eğlencelerdendir. Bunlar meşenin ifrazatı gibi bir şey. Yuvarlak birer oyun aracıdırlar. Orman tabir edilen çalı ailesinin bulunduğu sık alana girip bunlardan toplarken farkında olmadan uzaklaşmamak gerekir. Kaybolma korkusu sizi hiç rahat bırakmamalı. Değişik duygulardı bunlar.

    Yine böyle bir sık meşelikte eğlenirken birden ürpermiştim. O güne kadar görmediğim kırçıl bir topçuktu beni korkutan. Bir hayvan olduğu kesindi, ama ben bunu bilemedim. Ya bir canavardıysa! Hemen dedemi çağırmıştım. Daha görür görmez onun bir göcen olduğunu söyledi. Ah, bu büyüklerin en içinden çıkılmaz durumlarda bile umursamaz görünmeleri yok mu… Göcenin tavşan yavrusu demek olduğunu o zaman öğrendim. Bu göcenle geçirdiğimiz bir aylık süreyi başka bir zaman anlatırım. Tavşan yavruları henüz kaçamayacak durumda olduğuna göre hangi mevsimde olduğumuzu anlayasınız diye bunu anlattım.

    Tırmık dişi olacak meşe, tırmık gövdesine takıldığında uzunluğu 40 santim kadar. Annat dişleri kıvrımıyla ve diğer bölümleriyle bir metre civarındadır. Tabi bunlar işlendikten sonra, artık son aşamadaki büyüklükleridir. Dağdan kesilirken ona göre bir uzunluk belirlemeli ve kesmelisiniz. Ayrıca annat dişi için kesilenler uzunluğunun yanında biraz daha kalın ve eğri olmalı. Eğriliği tam anlatamayabilirim, beli düzeltilmiş Z harfi gibi bir şey. Tırmık dişi basit çubuk olabilir. Kabaca bunları dağdan alıp eve getirmek birinci aşamadır. Sayacağız bakalım kaç kere elden geçecekler. 

    Diş için ayrılan meşe dallarının çoğu şu haliyle kullanılabilecek durumda olmadıklarından bazı düzeltme ameleyisine tabi tutulacaklardır. Sebebini hala anlayamıyorum, bunun için fırındaki kızgın külü kullanırdı dedem. Bir müddet külde beklettiği dalları sıcak sıcak, belki de –belki değil, kesin- nasırlı elleri yanarak hemen göz kararı düzeltiverirdi. Demek ki sıcaklığını kaybedince düzeltmek imkansız hale geliyordu. Ya da kül, daldaki suyu alıyor, onu kurutuyordu da bu yüzden hemen düzeltmek gerekiyordu. Ağaç yaşken eğiliyor ya, soğuduktan sonra bir daha düzelme imkanı kalmayacak. Külde yapılacak bu işlemi kadınlar henüz fırına gelmeden bitirmek durumundaydı. Kaç kez fırını bu halde gören kadınların memnuniyetsiz konuşmasına şahit olmuştum. Mahalle büyüğü olarak dedeme, hem de kadınların bu konuda bir uyarıda bulunması… Bu kimin haddineydi. Sevilir, sayılırdı dedem.

    Annat dişlerine şekil vermek biraz zahmetlidir. O kıvrımlar elde eğip bükmelerle elde edilemez. Bunun için özel bir düzenek hazırlamıştı. Çifter basamaklı ağaç merdiven. Normalde köylerde dambeşe çıkmak için kullanılan ağaç merdivenler yok mu, işte onun çifte basamaklısı. Bu çifte basamakların ne işi yaradığını anlamam da uzun sürmüştü. Ne gerek vardı ikişer basamağa! Hem sakil duruyor hem de taşımak zorlaşıyordu. Meğer merdiven değilmiş bu nesne. İki basamak arasına sıkıştırılan bir annat dişi malzemesi, sağlam bir urganla çekilip gerilirdi. 10-15 gün bu şekilde bekletilir, güneşte suyunu kaybederken bir yandan da şekil alırdı. Tırmık dişlerinin külde düzeltilmesi gibi.

    Yukarıda anlattığım düzeltme ve şekil verme işlemleri hep meşeler kabuklu iken yapılır. Sebebini bilemem, vardır mutlaka mantıklı bir açıklaması. Kabukları soyulduktan sonra yapılsa daha iyi olur, eli de acıtmaz diye düşünmüşümdür zaman zaman. Çocuk aklıyla düşünüyoruz tabi, elinde acı hissetmeyen biri için bu dert değildir. Evet, sırada kabuk soyma işi vardır. Artık olması gerektiği şekle kabaca bürünmüşler, şimdi işleme zamanıdır. Önce keserle kabaca soyulacaklardır. Tek tek ele alınan dalların önce boyu uygun uzunluğa ayarlanır, kısaltılır; sonra keserle kabaca soyulup istiflenir. Bundan sonra yapılacak her iş böyledir; dişler istiflenir bozulur, tekrar istiflenir ve tekrar dağıtılır. Sadece kabuk soyma işi bile birkaç oturumda, birkaç günde tamamlanır. Her seferinde dağılırlar dişler. Yalnız dişler mi, keserdi, kütüktü, üzerine oturulan oturaktı, arkadaşların oturduğu minderlerdi derken bütün bir teşkilat her seferinde toplanmalıdır. Ninem rahmetli bu işe çok kızardı. Yüzüne değil ama arkasından söylenir dururdu. Kolay iş değildi dedemin ardını toplamak. Adeta savaş alanına dönen avludan toplanan meşe kabuğu ve parçaları kuzinede çok güzel yanar, bunun için o atıklar değerli bir yakıt muamelesi görürdü.

    Kabaca kabuklar soyulduktan sonra ince soyma ve yontma işleri başlar. Bunda amaç öncelikle diş kalınlığını ayarlamaktır. Keserden arta kalan kabuk izleri yine keserle alınırken iş biraz daha ince bir şekilde yapılır. Böylece tırmık ve annat dişlerinin kalınlığı da ayarlanmış olur. Her şey göz kararı ile ölçülür; uzunluk da kalınlık da. Bu ikinci yontma işlemi de birkaç günde tamamlanır ve her seferinde yine bütün takım taklavat ortalıktadır. Bir farkla ki, çıkan kıymıklar artık koyu değil açık renktedir. Çünkü dişlerde kabuk kalmamıştır.

    Bu malzemeler üzerindeki çalışma kolay kolay bitecek gibi değil. Her işlemin kendine göre zorluğu, zahmeti, keyfi, seyrinden alınan lezzeti vardır. Ben izlerken en çok sıradaki işlemi severdim. Küstüreyle dişlerin düzeltilmesi. Buna sebep kullanılan alettir. Küstüre denilen bu alet bir çeşit rende. Küçük bir şey. Dedemden bana hatıra olarak bugün hala saklıyorum. Ta o zamanlar, dedemi izlerken sert meşeye ince şekiller vermesinden ve çıkan tuhaf sesten dolayı hafızama yerleşmişti. Kaç kere aynı işlemi ben de denedim, daha yumuşak ağaçlardan bile o yongayı koparamadım, dedem meşeden hep aynı yongayı nasıl çıkarıyordu? Bu tuhaf bir durumdu. Tuhaftı ama mutlaka bilek gücüyle ilgiliydi. Güçlüydü dedem. Avucunun içindeki küstüreyi, diğer eliyle yere yarı çapraz tuttuğu diş üzerinde sürter amma bunu nefes alır gibi, adım atar gibi, çay yudumlar gibi yapardı. Küstürenin üzerinden meşe yongaları, sevimli kıvrımlar olarak fır fır dönerek çıkardı. Bazen küstüre gözüne dolan yonga kırıntılarını iki parmağıyla temizlerken bunu yaptığının farkında değilmiş gibi davranır, çevresindekilerle sohbete devam ederdi. Onun için sıradan şeylerdi bunların her biri. Küstüreli işlem sonunda, iş meydanını temizleyenler daha az yonga toplarlardı. İşler inceldikçe atık da azalırdı çünkü. 

    Dişler hazırlanırken bir yandan da tırmık ve annatın diğer aksamının hazırlıkları yapılmalıdır. Bu aletler dişten ibaret değildir çünkü. Tırmık dişlerinin takılacağı gövde bunlardan birisidir.

    Söğüt gövdesinden yapılır. Kavağa göre daha serttir söğüt. Bu gövdeleri hazırlamak da eziyetli bir iş. Zaten “elden bitecek iş” hep zahmetlidir. Hızar sahibi Gedik Hasan’nın dükkana götürülecek gövdeler ve onun keyfinin yetmesi beklenecek. Önce Koca söğüt gövdesinden kabaca dikdörtgen prizmaları çıkarılır. Bunlar eve getirilir ve sırası geldiğinde dişleri geçirmek için açılacak delik yerleri kalemle belirlenir. Sonra hadi bakalım tekrar dükkana matkapla delik açmaya. Delik açıldıktan sonra hazır gelmişken, arka tarafına bombe verilir ve üzerine iki çizgilik basit nakış verilir planyada. Gövdeler eve götürülüp bırakılır. Büyük ölçüde işler bitirilmiş gibidir.

    Gibidir…

    Bu arada bir yandan da tırmık sapları ayarlanmalıdır. Yine söğütten; ama gövdesinden değil, dalından olmalıdır saplar. Bilek kalınlığında, uzun, hafif kamburumsu söğüt dalları… Kamburluğu tercih edilme sebeplerinden birisidir.  Yere paralel tırmık, yerden  bir metre kadar yükseklikte tutularak çekilmeli. Bu nasıl sağlanacak, elbette kambur bir sapla. Önceden tedarik edilen kuru söğüt dallarının kabukları soyulur, yontularak ince düzeltmeleri yapılır, boyu ayarlanır… Bütün bunlar yine kendi kendine oluşan bir sıralamaya göre yapılır ve günler sürer. Çünkü tek yapılan iş sadece bu değildir. Sap hazırlanırken, tırmık gövdeleri elden geçirilir, dişler inceltilmeye devam edilir, demir bağlar hazırlanır, annatların dişleri bükülür, sırımlar ıslatılır… Ve her şeyden önemlisi, tarlada, harmanda, pazarda, orada-buradaki işler de sürdürülmektedir. Meşguliyeti çok bir bir hayat!

    Diş delikleri açıldıktan sonra sırada sap deliğinin açılması vardır. Bu delik çapraz bir delik olduğundan el ile ve keski yardımıyla yapılacaktır. Bütün gövdelerin sap delikleri de açıldıktan sonra artık dişeme işlemi başlayabilir.

    Dişlere geri dönelim. Keser ve küstüre ile yeteri kadar yontulduktan sonra törpüyle kalınlık ayarı yapılmalıdır. Dişlerin kökü biraz ince, ucu daha da ince, ortası ise iki farklı inceliği birbirine yediren tuhaf bir kalınlıkta olmalıdır. Bu ancak törpüyle yapılabilir. Dedem öyle bir kullanırdı ki törpüyü, tırmık dişleri bir dolmakalem zarifliğine bürünürdü. Artık bu dişlerin yuvaya girme vakti gelmiştir.

    Tırmık dişlerinin, gövdedeki yerlerine takılmasına dişeme denir.  Usta büküş ve ittirişlerle dişler deliklere geçirilir. Bu esnada delik içindeki diş, kendi ekseni etrafında döndürülürek nihai pozisyonuna getirilir. Dişlerin hangi ucunun deliğe gireceği, hangi ucunun diş olacağı önceden belirlenmiş; kök tarafı diğer ucuna göre biraz daha kalın bırakılmıştır. Yine de asıl kalınlık dişlerin tam ortasındadır. Bütün bunlar dişlerin hazırlanışı sırasında kendi kendine oluşmuş sıradan şeyler gibidir. Süreci o kadar yakından izlememe rağmen dişe o kalınlık incelik ayarının nasıl verildiğini hiç anlayamadım.

    Bütün dişler aynı paralellikte olacak biçimde yuvalarına geçirildiyse, artık onları sağlamlaştırma vakti gelmiştir. Deliklerinde sıkıştırarak yapılır bu işlem. Diğer adı da cıbalamadır. Her tür ağaç malzeme atığından elde edilen cıba, bıçakla şekil verilmiş ince lama biçiminde çubuklardır. Bir ağaç yarığına çakılarak orayı sıkıştırıp sağlamlaştırması beklenir. Bizim dişler tırmık gövdesindeki deliklere takılmıştı ya, ince ucundan keserin düğdüsüyle vurularak iyice yerleştirilirler. Arkadan bir parmak kadar bir çıkıntı oluşması gerekir. Tabi bu çıkıntıyı verebilmek için usta eller daha dişi işlerken, kumpasla ölçmüş gibi kalınlığını ayarlamıştır. O kadar ki her diş çakıldığında, gövde arkasında mutlaka o çıkıntı bulunur. Eyidemirle o çıkıntılar yarılır ve hazırda bekletilen cıbalar çakılır. Cıba, delik içindeki dişi şişirdiğinden artık onun oradan çıkması imkansızlaşır. İyi bir tırmığın dişi çıkmaz. Peki vakitli vakitsiz, dedeme tamir için getirilen gedik tırmıkların dişlerine ne oldu? Onların dişi kırılmıştır, ya da zamanında acemi biri dişemiş, cıbalamayı unutmuştur.

    Cıbalama bittikten sonra dişlerin fazlalıkları alınır. Arkada hem cıbanın hem de diş kökünün fazlalıkları kötü bir görünüm arzeder. Daha da ötesi bunların alınmaması, cıbanın düşmesine sebep olabilir. Testereyle, hiç pürüz kalmayacak şekilde alınır bunlar. Tırmık dişlerinin ucundaki fazlalıklar da dişler aynı hizada olacak şekilde kesilir. Bu hizalamayı sağlamanın pratik yolu, en dıştaki iki dişi birbirine pamuk ipliğiyle bağlayıp, gergin ipin hizasından bütün dişleri kesmektir. Kesilen yerlerden dişler kütleşeceğinden yeni uçları hafif törpülemek gerekebilir. Anızla ilk buluşmasından sonra kendi kendine sivrilecektir.

    Annat yapma süreci tırmığınkiyle paralel işler, kafalar karşmaması için önce tırmığı bitirelim. Bilek kalınlığındaki hafif kambur söğüt dalı, daha çok küstüre ve sıyırgıyla yontularak takılmaya hazır hale gitirilmiştir. Dişemesi ve cıbalaması tamamlanan tırkmık gövdesi de sapıyla buluşmaya hazırdır. Gövde yüzeyinden tabanına doğru kırkbeş derecelik açıyla bir dikdörtgen delik açılır. Delik açılacak alan önce el matkabı (burgu) ile berelenir, sonra eyidemir ve keser kullanılarak keskin köşeli ve uygun açılı delik ortaya çıkarılır. Gönyesiz cetvelsiz yapılan bu işlerde ölçünün hiç şaşmaması incelenmeye değerdir.

    Delik tamam, öyle ya da böyle bir şekilde ölçüsüz açıldı diyelim. O deliğe yerleşmesi gereken bir sap var. Onun ucu da yine ölçmeden, sadece göz kararıyla yontulur, biçimlendirilir; ama ne hikmetse keserle vurularak takıldığında cuk oturur. Ben, birbirine geçecek iki parça yapıyor olsam kırk kere ölçer, elli kere dener yine de o ayarı tutturamam. Bu adam marangoz değil, dülger değil; bildiğin ileşber...

    İleşber dedim de... Ben böyle anlatıyorum; ama Dedemin işi sadece annat dırmık değil ki, bu arada yürütülmesi gereken bir sürü iş var. İleşberlik, tarla takga, mal maşat, pazarcılık... Bunlara ilave elin işini görmeyi, problem çözmeyi çok sever, işini öylece bırakıp gittiği çok olmuştur. Bunlara ilave, domino oynamayı da çok sever; Berber Hüseyin geldiyse, önündeki işi bırakır, doğru Süleymanın kahveye... Yani senin anlayacağın, bu işler benim anlattığım hızda gitmeyebilir, bazen her şey hazır olduğu halde tırkmık annat parçaları günlerce ortalıkta beklerdi. 

    Tırmığın sapı, açılı yuvasına takıldıktan sonra, dişlerde yapıldığı gibi cıbalama yapılırsa iyi olur; ne kadar sağlam olursa o kadar iyi. Bununla beraber, tırmığı öylece bırakmak doğru değildir. Orada sağlam gibi görünse de şoraya varır, zıvananın dibinden kırılır. Bir defa kendi gövdesi ağırdır zaten, bir de tarlada yük çekecek bu alet. İyice sağlamlaştırmadan bırakmamak lazım. 

    Altı yönlü (yukarı-aşağı, sağ-sol, ön-arka) sağlamlaştırmanın yolu, milimlik saçtan kesilmiş demir bağlardır. Uygun boyutlarda kesilmesi ve uçlarına delik açılması evde yapılamayacağından, bu basit lamalar bir demircide hazırlanır. Uçlarıında sapa ve gövdeye denk gelecek, birbirine ters yöndeki özel kıvrımları evde döverek kendisi de verebilir. Hatta bu işi ondan başka kimse yapamaz. Demir lama bağlar hazırdır, onlara özel boyutta tedarik edilmiş civata ve somunlar da...

    Sapın belinden enlemesine ve tırmık gövdesinden dikine delikler açmak gerekiyor. Dedem burguyla bu işi tek başına yapamaz, orada bana ihtiyaç duyardı. Vazifem, eşeğe biner gibi bunların üzerine oturup sabit durmalarını sağlamaktı. Malzeme 'gıyneşirse' delik açmak güçleşir çünkü. İyi de benim ağırlığımdan ne olacak, tutmam ne işe yarayacak. Elbette iş bir yerde kesintiye uğrar... Öyle zamanlarda 'Düzgün tut len, ırzıgırık!' diye takılırdı... Demir bağlarla civatalanan tırmığın işi bitmiştir, annata devam edebiliriz.

    Annat dişlerini merdivene gerili unuttuk... Germe işinin ayrıntısına inelim biraz. İş bu aşamaya geldiyse dişler bir derece inceltilmiş demektir. Yalnız bu, kalınlıklarının son halini aldığı anlamına gelmez. O iş aya haline geldikten sonra yapılacaktır. Aya, annatın üstteki tek dişidir ve profilden başparmağın kopyasıdır. Annat ayası deyince daha anlaşılır olur. Zamanla alttaki iki dirgen dişine de aya denilir olmuş, o ayrı... Annat ayası neyse de alttaki dişlerin kıvrım derceleri birbirinin aynısı olmalıdır. Tek tek gerdirilirse bu denge tutturulamayacağı için ikisi birden aynı anda ve aynı basınçla gerdirilmelidir. Bunun için, dişlerin kıvrım yeri olan bileklerinden birbirine çivilemek gibi bir yol bulmuşlar. Böylece bir annatın iki alt dişi ikiz kardeş oluyorlar ve kurudukça aynı karakteri kazanıyorlar. Şekil aldıklarında, son halini vermek için geçici çiviler çıkarılıp işlendikten sonra da aynı yerden tekrar çivilenecekler ve artık o iki kardeş ömür boyu ayrılmayacak.

    Merdiven kalıbından çıkarılan ayaların işlenmesi daha hassaslık gerektirdiğinden, bundan sonrası törpünün işidir. Belki bileklerini düzgünleştirmek için keser tekrar yardıma çağrılabilir. Ayalar hazırsa, beklesinler biraz; annata da bir sap lazım. Yine söğüt dalı gerekecek, fakat daha düzgün olmalı. Belki çok hafif kambur olabilir. Yalnız sıyırgı ve küstüre ile bir annat sapı hazırlanabilir, tırmık sapına göre daha basittir.

    Deste annatı ile sap yükleme annatının boyutları farklıdır. Yükleme annatının hem sapı uzun hem de ayaları geniş olmalıdır. Deste annatına hem daha az yük bineceği hem de onu genelde kadınlar kullanacağı için orta boy olmasında fayda var. Bir de patoz atma annatı olur ki onun sapı kısa, ayaları küçük olmalıdır. Ayalar ve sap seçim aşamasında, annatın hangi amaçla kullanılacağına dikkat edilir. 

    Bu sırada işler akıntılıdır. Ayalar tamam, sap tamamsa çiviyle bu dört parçayı birbirine tutturmaya sıra gelir. Dedem yanındakiyle muhabbetine ara vermeden bu işi yapar; ama bu noktada da dikkatli olunmalıdır. Bir kere alt dişlerin her bakımdan pozisyonu birbirine denk olmalı, ayanın da tam ikisinin ortasında bulunması gerekir. Karşısına geçip baktığında dişler     tam bir ikizkenar üçgen oluşturmalıdır. Tabi bizim ihtiyar ustaların bütün bunları düşündüğünü hiç sanmıyorum. Onlar fi tarihinde öküzü nasıl nalladıklarını filan anlatıp gülüşüyorlar. Ama gel gör ki işler yürüyor...

    Annat da bitti demek için bir adım kaldı; sırımlama... Sadece çivilerle annat o kadar yükün sokulamaz. Deriyle daha da sağlamlaştırmak gerekir. Bu iş için de Dedemin bana ihtiyacı var. 

    Önceden sığır derisi suya basılmıştır. Bir hafta mı durur, on gün mü... Suyunu kokutacak dereceye geldiğinde yeteri kadar yumuşamış demektir. Gön mü diyorlardı acaba o deriye. Keskin bir bıçakla ip gibi kıydığın zaman sırım oluyor. Ben bir ucundan tutardım, O keserdi.... Dört annat parçasının birleştiği noktadan ıslak sırımı dola dolayabildiğin kadar. Başlangıç ve bitiş noktasını pençe mıkıyla sabitle. Annat da bitti, geçmiş olsun. Sırım kurudukça sıkışıp annat kökünü boğacak, artık ona hiç bir şey olmaz, o kadar sağlam yani. 

    Bazen sırımdan ayrı, kalın bir deri tabakayla kundaklardı. Islak deriyi gerdirip basardı çiviyi. Deri kuruduktan sonra o annatın nasıl sağlamlaştığını hesap et. Yıllar sonra Nayman Ana'nın mankurt oğlunu okurken bu annat kundaklamayı hatırlamıştım. Colaman'ı mankurtlaştıran deve derisi, bizim gariban annatı ne yapmazdı.

    Her yıl otuz civarı tırmık ve bir o kadar da annatın yapım hikayesi böyle... Bir de bunların satılması var ki o da ayrı bir başlığın konusu olsun.



Omarcıklar

 

    Eskilerin telaffuzunda Ömer, 'Omar'a dönüşürdü. Garip bir şekilde Gecek'in ötesindeki hamama 'Omar Hamamı' derlerdi mesela. Meşhur çeşmenin adı da 'Omarcık' idi. Gelgelelim kişi adı olarak bu kalın söyleyişin geçerliliği yoktur. Aramızdaki Ömer'lere hiç bir zaman 'Omar' demezlerdi.

    Omarcıklar Sülalesinin adı da bu türden bir söyleyiş özelliği gösterdiği anlaşılıyor. Dipteki bir Ömer'den dolayı Ömercik demişler, sonra telaffuz kalınlaşarak yerleşmiş. Bunu doğrularcasına eski kütükte aile mensupları 'Ömercikoğlu' diye lakaplanmışlar. Yalnız bu teoriyi çökertecek bir sıkıntı var; gidebildiğimiz kadar dipte böyle bir Ömer yok. Sülalenin ilk Ömer'i 19. yüzyıl ortalarında doğmuş ve onun büyükleri de 'Ömercikoğlu' diye adlandırılıyor.

    İlk Ömer'in babası 'Umurcaoğlu Mehmet bin Abdullah' biçiminde künyelenmiş. Buradaki lakap 'Ömercik' tezini çürütüyor gibi. 'Umurca'nın 'Omarcık'a dönüşmüş olması daha mantıklı görünüyor. Çünkü Eğret ağzında kişi adı olarak 'Ömer'in kalın telaffuzu bulunmuyor.

    Belgesi yok; ama Omarcıkların Kütahya Tepeköy'den geldiklerine dair yaygın bir kanaat var. Tepeköy, Döğer ve Körs'ün daha kuzeyinde kalan bir yerleşim yeri. Eğret'e buradan gelenin kimliği, geliş tarihi, sebebi ve diğer ayrıntılar da tabii ki meçhul. O günden bugüne anlatılagelen hikayeye göre; bir vukuattan dolayı köyden sürülüyorlar. Her biri bir dala dağılan kardeşlerden birinin yolu da Eğret'e düşüyor ve burada kalakalıyor. Bu kardeşin Umurcaoğlu Abdullah olduğu tahmin ediliyor. 

    Başka bir rivayete göre Omracıkların geldiği yer Girey Ovasıdır. Aslanapa (Gireği) merkezli bu idari bölge, geniş bir alanı içine alıyor; ama Tepeköy'e kadar uzanır mı bilmem... Girey kaynaklı başka sülalelere gelin verilmiş olması da bu söylentiye dayanak kabul edilebilir.

    Yine söylenti olarak bugüne ulaşan bir başka anlatıda Omarcıkların kökeni Orta Asya'ya götürülüyor. Meşhur büyük göç başlamadan önce ataları Türkistan'da yaşarlarmış. Bir süre Moğolistan taraflarında eğlendikten sonra Anadolu'ya yönelmişler ve Eskişehir civarına yerleşmişler. Köyde dombey vuruştururken bir çocuğun ölümüne sebep olduklarından sürgün cezası yemişler. Böylece her biri bir dala dağılmış. Bu dağılımda kardeşlerin biri de Eğret'e düşmüş. Bir kaç cümlede anlattığım bu rivayet, kronolojik olarak bin yıllık bir süreyi içine alır; dolayısıyla bu kadar basit bir süreç değildir...

    Rivayetleri sıraladıktan sonra belgelere geçelim. 1831 Tarihli Eğret vergi mükelleflerini gösteren kayıt, Omarcıklarla karşılaştığımız ilk yazılı belgedir.... Seksen hanelik Eğret'te 77. sırayı işgal eden hane 'Ömercik oğlu Mehmet' adına kaydedilmiş. Ondan sonra Körselimoğlu, Hancı ve Sığırcı var... Bu sıralamadan anlamamız gereken, Omarcıkların tam da o yıllarda Eğret'e gelip listenin sonlarına eklendikleridir... Bu husus, yukarıda sülaleyle ilgili anlatılanlarla kolayca bağdaştırılabilir...

    Bu belgede Ömercikoğlu Mehmet 'orta boylu, kara sakallı, kırk yaşında' biri diye tarif edilmiş. Buna göre doğum tarihini 1790 diye düşünebiliriz. Vergi mükellefleri kaydı olduğu için belgede eşi ve kız çocuklarının bilgisi bulunmuyor; ancak yedi yaşında Hüseyin ve üç yaşında Ali adında iki oğlu var. En eski belgeden alabildiğimiz bu kadar...

    Sonraki belge 1867 tarihli tereke kaydıdır. Umurcaoğlu Mehmet vefat ediyor, vereseden biri askerde olduğu için bu kayıt tutulmuş, yoksa hepsi de yetişkin...


    Terekeden anlaşılan durum bu. Tekrar edelim Umurcaoğlu Mehmet bin Abdullah vefat ediyor. Varisleri eşi Ali kızı Kezban ile kızı Ayşe ve oğulları Hüseyin, Ömer, Mustafa, Hasan görünüyor. İlk eşi Havva, kendisinden önce vefat etmiş. Büyük oğlu Hüseyin, Havva Hanımdan; diğerleri Kezban Hanımdan.

    Belgelendirilemeyen bir bilgi olarak kaydedelim; Omarcıkoğlu Mehmet'in 1854 yılında doğan kızı Ayşe, Ayanoğlu Halil'in eşi olacaktır. Ayanoğlu Halil, Garametlerin atası oluyor. 

    Terekede görünmeyen bir kızı daha var, adı Emine... İlk eşi Havva Hanımdan 1840 yılında doğan Emine de Berberoğlu Halil eşidir ve ileride Aşşağılıların Efe Mehmetin ninesi olacaktır. Şimdi bir varsayım; Aşşağılılar da köken olarak Kütahya'nın Girey Ovasından geldiler; babası daha önce Tepeköy'den gelip Eğretli olan Omarcıkoğlu Mehmet, kızını Aşağı Köylü Halil'e verirken bu hemşeriliği de gözetmiş olabilir... 

    Omarcıkoğlu Mehmet'in 1867 tarihli terekesine yansımayan bir oğlu daha vardı. Hüseyin ile Emine arasında, tahminen 1837 doğumlu bu oğlunun adı Ali idi. (İlk belgeyi hatırlayalım, 3 yaşındaki Ali)....Terekede ve bundan sonraki kayıtlarda görünmemesinin sebebi erken yaşta ölmüş olmasıdır. Evlenip çoluk çocuğu olsaydı, en azından onlar terekeye kaydedilirdi. Omarcıklarda daha sonra görünür olacak 'Ali' isminin kaynağı böylece anlaşılıyor.

    Umurcaoğlu Mehmet'in doğum tarihini takriben 1790 diye belirlemiştik. Omarcıkların Eğret geçmişi hesaplanmak istenirse, günümüzden o tarafa doğru iki asırdan fazla bir mesafe çıkar. Uzun bir süre... Mehmet Eğret'te mi doğdu, onu da bilmiyoruz; belki çocukken geldi, büyük ihtimal Tepeköy yahut her nereyse oradan gelen, babası Abdullah idi... Hepsi belkiler üzerine kurulu malesef...

    Dört oğlandan bugünkü Omarcıklara geleceğiz. Altındiş, Arap, Güdükizzet, Sağırmahmut, Şoförhalibram, Gırali, Dikhasan, Bödü, Gocahüseyin, Feyzullah... Soyadı SAĞLAM olanların cümlesi ve diğerleri, Omarcıkoğlu Mehmet'in, ikinci belgedeki dört oğlu üzerinden incelenecek...


15 Haziran 2022

Yörüğoğlular

 


    Emirdağ Anadolu'da Türkmenlerin dağıtım İstasyonu işlevini gördü. Orta Asya ve sonra Ortadoğudan Anadolu'ya gelen Türkmenlerin yerleşme merkezlerinin önemli noktasıydı. Sonra buradan başka yerlere bireysel göçler yaşandı. Eğret'e gelen Türkmenlerin büyük kısmının çıkış yeri bu yüzden Emirdağ'dır. 

    Bunlardan birisi de Halil... Halil, Gözeli/Manahoz/Manavözü'ndendi. Manavözü Köyü, 1715 yılından itibaren Boynuyoğun Türkmenlerinin yerleştirildiği bir merkez olarak biliniyor. Bu durumda Türkmen Halil, Boynuyoğun Türkmenlerindendir denilebilir. Ayrıyeten Hassönlerin atası Gedikoğlu Hüseyin'in köyü Gedikevi de Gözeli'ye komşudur... Birbirine yakın köylerden gelen Hassönler, Arzılar ve Yörüğoğlular; aralarında akrabalık bağı tespit edilmese de onların köyleri,  Boynuyoğun Türkmenlerinin yerleştirildiği noktalardır.

      Afyon kökenli Eyüplerden Ayşe ile evlendi böylece, Emirhanoğlu Hüseyin ile bacanak oldu. Bu Hüseyin (Hasan), İşofun dedesidir... Türkmen Halil ile Ayşe Hanımın dört çocuğu var, biri kız. Ayşe Selimlere gelin olup galiba çocuksuz vefat ediyor. Küçük oğlan Ali, askerdeyken bekar vefat ediyor. İki erkek kardeş kaldı; büyük olan Halil'in çocukları Yumruklar oldu. Küçük kardeş Ahmet'e gelince....

    Türkmenoğlu Halil'in küçük oğlu 1874 yılında doğdu. Adını Ahmet koydular. Bu isim aslen Eyüplerden olan Ayşe Hanımın baba adıdır, oğluna babasının adını koymuş oldu. Büyüdüğünde gelin olarak da yeğenini layık gördü, kardeşi Derviş Halil'in en küçük kızı Fadime ile oğlu Ahmet'i everdi. Bütün bunlar normal karşılanmalı; çünkü Yörük Halil zaten Eğret'te yabancı, elbette yeni akrabalıklar eşinin yakınları vasıtasıyla kurulacak...

    Türkmen Halil ile eşi Ayşe'nin 1896 yılında hayatta olmadıkları anlaşılmıştı. Bundan sonraki belgelere oğlu Ahmet 'Türkmenoğlu' biçiminde kaydedilmiş; ama ahali nezdinde 'Yörükoğlu'dur, sülalesi de 'Yörüğoğlular' diye bilinecektir...

    Yörüğoğlu Ahmet, Dervişhalilin kızıyla evlenince dört de bacanağı oldu; zira Dervişin hiç oğlu olmayıp beş kızı vardı. Yörğüoğlunun bacanakları; Küpelilerin Berberoğlu İbrahim, Söylemezoğlu İbrahim, Hatiboğlu İbrahim ve Çorcalıoğlu Mehmet... 

    Fadime Hanım ile Yörüğoğlunun üç erkek dört kız, yedi çocuğu oldu. Şerife, Ali, İzzet, Sabire, Satı, Halil ve Zehra...  Her biri ayrı ayrı ele alınacak... Yörüğoğlu 1938 yılında vefat etti. Eşi Derviş kızı Fadime Hanım uzun yıllar daha yaşadı ve 1968 yılında vefat etti...

    Büyük kızları Şerife 1901 yılında doğdu. İşofun eşi oldu. İşofun ninesi ile Şerife'nin ninesi kardeş, bunu unutmayalım. Şerife Hanım 1957 yılında vefat etti... 

    İkinci kızı Sabire, Hassönlerin Gocaömer eşi oldu. Burada biraz duralım. Gocaömerin anası tarafından nineliği Fatma ile Sabire'nin anası kardeş... Şöyle ki; Dervişhalilin beş kızından Fatma, Çorcalıoğlu Mehmet'e varmıştı. Ömer, Halil, Eyüp (Godalömer, Büzükhalil, Gavureyüp) doğduktan sonra kocası vefat etti. İkinci olarak Tongulların Hasan'a vardı; o Hasan ki Gocaömerin dedesidir... 

    Ayrıca burada Yumruklar ile Söylemezlerin yakınlığını hatırlayalım... 1911 Yılında Söylemezoğlu Ali Osman şehit olduğunda tereke davasındaki şahitlerden biri de Yörüğoğlu Ahmet idi. Davalarda sokaktan geçen rastgele birini şahit olarak yazmıyorlar, mutlaka ilgililerle yakınlığı bulunanlardan seçiyorlar.  Yani Yumrukların ötesinde Yörüğoğlularla Söylemezlerin akrabalığı söz konusu. Belki de  daha Türkmenoğlu Halil ve eşi Ayşe döneminde kurulan bir bağ vardı, o bağ Yumruklar ve Yörüğoğlularca devam ettirildi. Sebebi anlaşılamayan bu bağ yüzünden, bundan iki nesil önceki Söylemezler ve Yörüğoğlular büyükleri birbirine 'Teyzeoğlu' diye sesleniyordu... Neyse, sonuçta Sabire, Hassönlerin Gocömer (Ömer Koç) eşi oldu ve 2002'de vefat etti... 

    Diğer kızları; Satı 1922 yılında doğdu. Kantinlerin Alibey oğlu Tahir'e vardı ve orada 2008 yılında vefat etti...

     Kızlarının ve çocuklarının en küçüğü Zehra da Hacımahmutlardan Hafız oğlu İbrahim Öztürk eşi oldu. 2013 Yılında vefat etti...

    Ali Efe

    Yörükoğlunun oğullarına gelelim... Büyük oğlu, 1901 yılında doğduğunda, 15 yıl önce şehit olan amcasının hatırasına Ali adını koydular. Yıllar geçtikçe 'Ali Efe' olarak bilindi, tanındı, çağrıldı. Bir dönem Eğret'in ileri gelenlerinden olduğu söyleniyor. 1950'li yılların başında Eğret Muhtarı imiş... Eski Ortaokul binasının yapılmasında öncülük etmiş... 

    Yaşlılık dönemine yetişebildim, aklımda kalan hali; kış günü, eşek sırtında bir ihtiyar... İki ucundan tuttuğu değneğin ortasıyla eşeğin omuzuna yüklenmiş... Turuncu işlemeli yaşmağıyla, kasketinin üstünden başının tamamını sarmış... Ucunda ha düştüm ha düşeceğim gibi duran külüyle yarılanmış Birinci sigarası ağzında... Ağıla gidiyor besbelli... Hafızamda bu haliyle kalmış...

    Ali Efe, Gobakların İbrahim kızı Ümmühan ile, yani teyzesinin kızıyla evlendi. Böylece Hacımahmutların Veli (Kediveliler) ile bacanak oldu. Evlilik tarihi tam olarak bilinemiyor, kayınpederi şehit olduktan sonra evlenmiş olması daha muhtemel... 

    İkisi kız üçü oğlan beş çocukları oldu. En büyük ve en küçükleri kızlar... İsimleri Ayşe, Ahmet, Musa, Şevket ve Selime...

    Eşi, Gobakların ve aynı zamanda teyzesinin kızı Ümmühan Hanım 1980 yılında vefat etti. Bundan iki yıl sonra, 1982'de ise Aliefe vefat etti... Şimdi çocuklarını işleyelim...

    Büyük kızı Ayşe/Eşe, Çerçimehmetin Şükrü eşi oldu. Çerçi ile Aliefe yakınlığı hem teyze çocukları, hem de enişte/kayın olmaları dolayısıyla; Şükrü ile Eşe hala dayı çocuğu olurlar. Ayrıca Şükrü'nün anası da Hassönlerden... Eşe Hanım, 2014 yılı Kurban Bayramında vefat etti...

    Küçük kızı Selime'yi de Hassönlerin Körmısdıfa oğlu Kazım'a verdi. Söylemezler-Gobaklar-Hassönler üçgeninde Yörüğoğluların yerine değinmiştik; bu evlilikle Yörüğoluların o akrabalık sarmalına bir müdahale daha yaptıkları görülebilir. 

    Yörüğoğluların bundan sonra; Gobaklar, Söylemezler, İşoflar, Hacımahmutlar, Hassönler ile evlilik yoluyla kuracakları akrabalıklar dikkat çekici derecededir...

    Ali Efe büyük oğluna kendi babasının adı olan Ahmet ismini koydu. İzzet Amcasının kızı Rabia ile evlenen Ahmet Suzan adını koydukları bir kızı olmuşken 1950'de vefat etti. Bir kızıyla dul kalan Rabia'yı, Ahmet'in küçük kardeşi Musa'ya verdiler... 

    1935 Doğumlu oğluna verdiği Musa adının hikmetini Yumruklarda buluruz... Rabia ile Musa'nın üç oğulları oldu; Seydi Ahmet, İzzet ve Metin... Bu arada Yörüğoğlu Ahmet'in kızı Suzan'ı Mılıklar (Çatkuyu)ya gelin ettiler. 
    Büyük oğlu Seydi Ahmet 1956 yılında doğdu, Çolakların Mehmet Ali kızı Ayşe ile evlendi; Yetimlerin Rafet, Şevket emmisinin oğlu Cengiz ve Hatiplerin Şükrü ile bacanak oldular... iki oğlu Fatih ve Ali Amasyalı kardeşlerle evlenip bacanak oldular... Seydi Ahmet 2017 yılında vefat etti... 
    İzzet Erkmenli bir hanımla evlendi. Asıl mesleği olan öğretmenliği hiç yapmadı, esnaflıktan emekli oldu. Bir süre Afyon'da Belediye Meclis üyeliğinde bulundu. Gökhan ve Merve adında iki çocuğu var, Afyon'da yerleşikler. 
    Musa'nın küçük oğlu Metin, Ali Efe'nin Anıtkaya'da oturan tek torunu. Gobakların Deliyakıp kızı Halime ile evlendi; Alican ve Ercan adında iki oğlu var. Alican Takanorinin Ahmet kızı Betül ile evli...
    Aliefenin Musa 2007 yılında vefat etti. Hanımı İzzet emmisinin kızı Rabia Hanım ise 2011 yılında öldü...

    Küçük oğluna Şevket adını koyan Ali Efe, onu yine küçük kardeşi İzzet'in diğer kızı Nuran ile everdi. Böylece Ali Efe'nin üç oğlu da İzzet amcalarının kızlarıyla evlenmiş oldu. İki kız bir oğlu olan Şevket'in Aysel ve Emel adındaki kızları Anıtkaya dışına gelin oldular. Tek oğlu Cengiz ise Çolaklardan Sevda ile evlenerek amcaoğlusu Seydi Ahmet'in bacanağı oldu. Musa Yasin ve Şevket adında iki oğlu var, Afyon'da yaşıyorlar... Eşi Nuran Hanım 2009'da vefat ettikten sonra, 2014 yılında da Aliefenin Şevket vefat etti...


    Halil Efe

    Yörükoğlu Ahmet'in ortanca oğlu 1911 yılında doğdu. Ona dedesi Türkmenoğlu Halil'in adını koydular. Abisine benzer bir lakapla 'Halil Efe' olarak tanındı. Hassönlerin İbrahim kızı Raziye (Iraz) ile evlendi. Raziye Hanım Goca Ömer'in kardeşidir. Gocaömer de Halil Efe'nin kardeşini almıştı, bu durumda onlarınki değişik usulü evlilik oldu. Ayrıyeten bu evlilikle bağıyla bacanak olduğu kişilere bakalım: Gobakların Çerçimehmet, Hassönlerin Halil, Hacellerin Mustafa, Guycuların Ahmet Hoca...

    Halil Efenin üç kız üç oğlan, altı çocuğu oldu. Kızları; Melahat, Hassönlerin Münir Koç eşi; Şengül, Garaçaylının Muhittin Öztürk eşi (Muhittin'in anası İşof kızı); Vildan da Hacellerin Ahmet Dadak eşidir. (Ahmet-Vildan teyze çocukları)

    Erkek çocuklarına gelince... Büyüğü 1940 yılında doğdu; adı Ahmet, dedesinin ismini vermişler. 'Gurtlu Ahmet' diye lakaplandı. Arzılardan Ahmet kızı Selime ile evlendi, Beygirlinin Adem ile bacanak oldu. Eren, Cengiz, Veysel ve Halil adını verdikleri dört oğulları var. Eren, Anıtkaya dışından evlendi, iki oğlu var... Cengiz, Hassönler/Gasapların Körömer kızı Meryem ile evlendi, iki oğlu var... Veysel, Hassönlerden Terzi Topal kızı Filiz'le evli, bir kız bir oğlu var... Halil Efenin adını alan küçük oğlu Halil de Kölgecinin Remzi kızı Perihan ile evlendi... Gurtluahmet 2013 yılında vefat etti...

    Ortanca oğlu Lutfi, Arzılardan İbrahim kızı Ayşe ile evlendi. Uzun süre bakkal dükkanı işlettiği için 'Bakkalnutfi' diye bilindi. Bir dönem mahalle Muhtarlığı da yaptı. Yörüğoğluların Halil Efe'nin hayatta kalan tek oğlu olarak Anıtkaya Sanayisinde 'Yörükoğlu' adını sürdürüyor... Altı kızı var. Fadime, yeğeni merhum Yalçın Öztürk eşi idi; Sultan, Çakırların Osman Erdem eşi;  Raziye, Hassönlerden Candırma Halil oğlu Hasan eşi; bir kızı Mardaklardan Ahmet Saki eşi; Narin, Bayramgazi'den Ergün eşi olurken, Refiye de Afyon'a gelin oldu...

    Küçük oğlu Sait 1954'te doğdu, Noritokaların Apil kızı Melahat ile evlendi. Elveda, Raziye ve Halil isimlerinde üç çocuğu var. Elveda, Garaçaylının Muhittin oğlu Kazım Öztürk eşi; Raziye de Arzılardan Dendenin Nebi oğlu Osman Tüblek eşidir. Sait Tüplek 2008 yılında vefat etti... 

    Haliefe, abisi Aliefeden on yıl önce 1972 yılında öldü. Eşi Raziye hanım ise kocasından yirmi yıl sonra, 1993'te vefat etti...

    İzzet

    Yörükoğlu Ahmet'in en son doğan ve ilk önce vefat eden oğlu İzzet, üç erkek kardeşin en küçüğüdür; 1912'de doğdu. Ablaklı Gülsüm ile evlendi. Gülsüm Hanım esasında Arzılardandır, anası zamanında Ablak'a gelin olmuş... İki kız iki oğulları oldu. Kızlar büyüktür. Rabia, önce Ali Efe Emmisinin Ahmet'e vardı, o ölünce Musa'ya verdiler. Nuran da Ali Efe Emmisinin Şevket ile evlenerek ablası Rabia ile elti oldular. 

    Yörükoğlu İzzet'in büyük oğlu Şükrü'dür, 1943 yılında doğdu. İnebolulu Ümran Hanım ile evlendi. Üç oğlu oldu: İsteniş Hakan, Sandıklılı bir hanımla evlendi, iki oğlu var... Hacı Ömer, Kalecikli bir hanımla evlendi, Ümrangül ve Şükrü Talha adlarında iki çocuğu var... Güngör Soner ise Gezlerli hanımla evlendi, onun da bir kız bir oğlu var... Şükrü 2021 yılında öldü...

    Küçük oğlu Asım 1946 yılında doğdu. Daha kırkı çıkmadan babası vefat ettiği için adını ona hürmeten İzzet olarak değiştirdiler. Sipsinli Zehra Hanım ile evlenen İzzet'in iki oğlu bir kızı var. Kızı Gülsüm Anıtkaya dışına gelin oldu. Büyük oğlu Asım Afyonlu bir hanımla evlendi, bir kız bir oğlu var. Halen Afyon'da Diş Hekimidir.... Küçük oğlunun adı Şenol...

    Yörüğoğluların İzzet 34'ünde, genç denecek bir yaşta vefat edince, geniş akraba çevresinde İzzet ismi yaygınlaştı... 

    1934 Soyadı uygulamasında, Yumruklarla Yörüğoğlular Tüblek soy ismini seçmişti. Arzılarla karışıklık olmasın diye TÜPLEK'te karar kıldılar...

 


14 Haziran 2022

Guzudişi

 

    Şimdilerde hepsine birden 'dolu' diyoruz . Bulmacalarda bir yağış türü diye soruluyor, dört harfliyse cevap bu... Çocuklar için eğlenceli bile olabilir; amma büyükler için tam bir felaket. Hele ileşberin korkulu rüyası.

    Bahar ve yaz aylarında yağıyor. Mahsulün tarladaki her hali için zararlı. Küçük ve yumuşak şeyleri hasır ediyor, ekin bir daha kendini toparlayamıyor. Sil baştan yeniden başlasa harmana kadar tam olgunlaşamıyor. Boy atmış, kelle çıkarmış, kazıklaşmışsa bu sefer de belini, kellesini kırıyor, her şey gidiyor. İkisinin arasında orta boy bir ekinse, kelleler özürleniyor, yeniden koltukkelleleri çıkıyor. Onlar da pek bir şeye benzemiyor. Bir şey yapmasa ekini yatırıyor, kelleler dene tutmuyor; bol bol saman çıkıyor. Ekinde böyle de diğerlerinde farklı mı! Günaşık, nohut, mercimek vs. hepsi için zararlı... Şuna faydası var diyebileceğimiz bir durumu yok.

    Çocuklara eğlence olmasının sebebi adında gizli olabilir. 'Guzudişi' deyince küçük dünyamızda canlanan, sevimli hayvancıklar ve onlardan daha sevimli dişleriydi. Yağış sırasında 'hani nerede bu kuzuların dişi' diye gerçek dişler aradığımı da hatırlarım. Bizce çok makul ve masum olan bu arayışa hiç bir mantıklı cevabı olmayan akıllı büyükler, gülümseyerek sükut ederdi.

    Çatırtıyla birden tepemize inen buz tanelerinin sadece küçüklerine 'guzudişi' derlermiş. Fındık gibi kocamanlarına neden 'dolu' dediklerini de hiç bir zaman öğrenemedim. Bunların neresi doluydu ki; bunlar doluysa, guzudişi boş muydu? Cüssesine göre ad veriliyorsa, bunlara da neden 'öküz dişi'  denmiyor mesela. Beyhude sorular...

    Büyüdükçe bütün bu soruların cevaplandığını farketmiyorsun bile. Çünkü sevimli guzudişinin senle beraber büyüyüp gergedan dişi gibi korkunçlaştığını görüyor, cüssesiyle birlikte zararının da büyüdüğünü anlıyorsun. Bütün bu olumsuzluklarla yüzleşmek için yılların geçmesi gerekiyor. O vakit guzudişi yağarken büyüklerin neden 'Lâ havle velâ guvvete...' çektikleri de anlaşılıyor.

    Bundan tam yarım asır önce... 6 Haziran 1972 günü yağan dolu tam doluymuş. Esasında yağış köyde değil, Dağda oluyor; ama felaket tarafı köyde hissediliyor...

    Önce sağanak yağmur biçiminde bastırmış. O yıllarda ve o vakitte Dağ şenlik... Mal güdenlerle dolu... Kepeneklere bürünüp sırtlarını dönüvermişler, öküzler de öyle... Yağış dindikten sonra bir de bakmışlar, ortalık ağarmış; kar yağmış gibi... Bu gece burada durulmaz diye köyün yolunu tutmuşlar.

    Derelerden geçerken sel suyu boyunlarına geliyormuş. Hayvanların sadece kafası ve boynuzları su üstündeymiş. Afrika belgesellerinde görürsün ya, öküz başlı antiloplar azgın nehri geçerken ne maceralar yaşanır... Bizimkilerin sel yolaklarından geçerkenki hali de öyle işte. Seyfettin Kasal'ın bir sıpası varmış, kaç kere dalıp dalıp kıyıya vurmuş. Dere bir değil ki... Birini geçiyorsun, bir başkası çıkıyor karşına... Bin bir güçlükle geliyorlar Köye...

    Anlattıklarına göre, köyden Dağın görünüşü de farklıymış o gün. Bir anda karşılarında bembeyaz bir dağ manzarası... Sen sanırsın, Haziranda değil Ocaktayız da yoğun bir kar yağışı var... Öylece manzarayla kalsa iyi, bir süre sonra bir sel gelmiş köye... Hendekarası deniz olmuş, millet seyire çıkmış.

    Tahirin Topalın koyunlar nerede kapıldıysa o sele maruz kalmışlar. Çayın yanında vatandaşlar kurtarabildiklerini çekip çıkarmışlar. Koyunların çer çöp gibi sürüklenip gittiğini o selde görmüşler. 

    Acaba daha 'ganel' açılmadı mıydı ki? Çünkü dediklerine göre 'susa' görünmüyormuş. Okulun bahçesi, Karakol, Kelibanın evleri filan hep su basmış. Beylik bahçesinin öteki ucuna kadar varmış... Hatta anlatıyorlar, o sırada asfalttan geçmekte olan bir araba mecburen durmuş, milletle birlikte yabancı şoför de seyre dalmış; kaç kere 'Bu nehrin adı ne?' diye sormuş.

    Selle birlikte gelen milin içinde erimeden sağlam kalabilen dolu taneleri de bulunuyormuş. Demek ki hava birden soğudu... Dediklerine göre o dolu yığınları, milin altında ertesi yıla kadar erimeden öylece kalmışlar.

    Bütün bunlar olayın tanıklarından dinlediklerim. Bu yüzden mışlı mişli anlatıyorum. Benim hatırladığım, Mezerböğrü ile Hendekarası meydanında belli belirsiz kalabalığın bulunduğu... 

    Bundan bir asır kadar önce de ciddi bir sel gelmiş Dağdan. Guzudişi sonrası mı oldu bilinmiyor. O vakitler hamam Kelibanın evin olduğu yerdeymiş. Hatiplerin kadınlarla Eminlerin kadınlar mahsur kalmışlar içeride... Artık nasıl bir sel idiyse, hamamın kubbesini delip öyle kurtarmışlar içeridekileri...

    Bugün (14 Haziran 2022) şiddetli bir guzudişine maruz kalınca aklıma bunlar geldi.


13 Haziran 2022

Yumruklar

 

    Arzıların atası olan Emirdağlı Balabanların Musa, Eğret'e geldi, Selimlerin Mustafa'ya bekar durdu. Sonra evin kızı Arzı ile kaçıp gittiler Emirdağ'a... Tekrar Eğret'e döndüklerinde ardından başkalarının Eğret'e gelmesi için de teşvikkar oldular. Bunun üzerine Emirdağ'dan çok gelenler oldu. Bunlardan birisi de Halil'dir.

    Halil, Musa'nın komşu köyünden Gözeli/Manahoz/Manavözü'ndendi. Manavözü Köyü, 1715 yılından itibaren Boynuyoğun Türkmenlerinin yerleştirildiği bir merkez olarak biliniyor. Bu durumda Türkmen Halil, Boynuyoğun Türkmenlerindendir denilebilir. 

    Eğret'e geldikten sonra Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım'ı da biraz tanıtmak gerekecek. Afyon kökenli Eyüb'ün Ahmet ve Mehmet adında iki oğlu var. Bunlardan Eyüpler ve Yahyalara yol gidiyor. İki de kızı var ki büyüğü Şerife, Emirhanoğlu Hüseyin ile evleniyor; ileride İşofun ninesi olacak. Küçük kızını da Eğret'e yeni gelen Türkmen Halil'e verdi. Bakalım Ayşe Hanım kimlerin ninesi olacak...


    Ayşe Hanım ile Türkmen Halil'in  üç oğlan bir kız, dört çocukları var. 1904 Kayıtları tutulurken hayatta olmadıkları için yaş sırasını bilemediğimiz çocukların isimleri Ayşe, Ali, Halil ve Ahmet'tir. Tek kızları Ayşe Selimlere gelin oldu, ileride Keçiler/Melezler/Guldurların Ninesi olacaktır...

    Halil 1865 yılında doğuyor, Ahmet ise 1874'te... Ali'nin doğum tarihi bilinmiyor. Esasında Ali'nin varlığından bile ölümüyle haberdar oluyoruz; zira askerdeyken öldüğünü bildiren şu ifadeler onun tereke kararından alındı: "...Eğret köyü ahalisinden ve ikinci orduya mensub dördüncü nişancı taburunun ikinci bölüğünün üçüncü haymesi neferâtından iken birliğinde vefât eden Halil oğlu Ali'nin veraseti öz kardeşleri Ayşe, Halil ve Ahmed’e ait olduğu..." 

    Bu belgeden anlıyoruz ki Ali evli değildi. Kardeşi Ayşe'den büyük olabilir: ama üç erkek kardeşin en küçüğüydü. Ayrıca terekede kendilerine yer verilmediğine göre, belge tarihi olan 1896'da ana babaları Türkmenoğlu Halil ile Dervişlerin Ayşe sağ değillerdi... 

    Geride kalan iki kardeşin küçüğü olan Ahmet'in çocukları, Yörüğoğlular diye anılacak. Büyük kardeş Türkmenoğlu Halil ise Yumrukların büyüğüdür...

    Türkmenoğlu Halil 1865 doğumlu. Söylemezlerden  Mehmet kızı Ümmühan ile evlendi. Ümmühan Hanım, Tongulların Gocibanın dedesi kardeşidir. Bu evlilikle ayrıca Terlemez Süleyman ile de bacanak oldu... 

    Ümmühan Hanım ile Halil'in üç oğulları oldu. Bunlar Musa, Halil İbrahim ve Ali'dir. Oğullarıyla birlikte Türkmen Halil'e bu dönemlerden itibaren 'Yumruklar' denmeye başlanmış. Neden böyle bir lakapla anıldıklarına dair bilgi yok. Tahminler, gözlerinin yarı kapalı gibi, yumulmuş gibi görünmesi sebebiyle 'Yumuklar' diye anıldıkları, zamanla bunun 'Yumruklar'a dönüştüğü yönünde...

    Yumrukların Halil'in 1920-25 arasındaki bir tarihte vefat ettiği tahmin ediliyor. Eşi Söylemezler kızı Ümmühan Hanım ise tam olarak 1926'da vefat ettiği kaydedilmiş...

    Musa

    Büyük oğulları Musa, 1892 yılında doğdu. Hacapdıramanlardan Mehmet kızı Hatice ile evlendi. Altı kızkardeşin en büyüğünü alarak; Arzıların Çolak Musa, İdirizlerin Deli Mehmet ve Cavaların Ahmet ile de bacanak oldular... 

    Musa'nın Balkan Savaşlarına katıldığı,1912'de Mora'da Gıdilerin Mehmet ile birlikte bulunduğu, Mehmet'in orada şehit olduğuna dair mahkemede tanıklık ettiği kayıtlardan anlaşılıyor...

    Çocuğu olduğuna dair kayıt yok, başka bilgi de edinilemedi. Cihan Harbine katılıp katılmadığı da meçhul. 1920'de veya 1921 yılı başlarında, Seydi Çavuş hadisesinde öldürüldü. Kazara mı öldürüldü yoksa Yumrukların Musa da Düzenli Orduya katılmak istemeyen bir Kuvvacı mıydı belli değil. Ankara Hükümetinin adamı olan Zaptiye Kumandanı Ayıcı Halil, kendisini almak için geldiği Seydi Çavuşun çekip gitmesine izin verirken, Türkmen Musa'yı öldürmüş olmalarının bir sebebi bulunmalı... Sonuç olarak Yumrukların Musa, daha otuz yaşına gelmeden Sığıreğleğinde öldürüldü... Eşi Hatice Hanım anası evine döndü ve orada 1950 yılında vefat etti...

    Halil İbrahim 

    1895 yılında doğan Halil İbrahim, resmiyette sadece İbrahim olarak kaydedilmiş. Kekliklerden Alemdaroğlu Mehmet kızı Emine ile evlendi. Emine Hanım, Kel Ali'nin teyzesidir ve annesi Kezban itibariyle Mihrioğlulara dayanır... 

    Ağabeyi Musa'nın vefat ettiği olayda, Halil İbrahim'in de Sığıreğleğinde olduğu, oradan kaçarak canını kurtardığına dair bir rivayet var. Bu doğruysa, kardeşi kaza kurşununa kurban gitmiş değil, bile isteye öldürülmüş oluyor...

    Bu olaydan sonra Halil İbrahim'in Eğret'te duramadığı, gidip Akhisar'a yerleştiği biliniyor. Yalnız eşi Emine Hanımın köyde kaldığı kayıtlara geçmiş. Cumhuriyetten sonra 1924 yılında, "Eşi Yörükoğlu Halil İbrahim'in Akhisar'a yerleşip Hacı Hoca Mahallesinde ikamet ettiği, nikahlı eşi olduğu için nafaka talebinde bulunduğuna" ilişkin Hukuk Mahkemesine müracatı var. Tanık gösterilenlerin kimliği de çok ilginç; Halil oğlu Seydi ile Hacı Abdurrahman oğlu Abdil.... Biri Sığıreğleği olayının başkişisi Seydi Çavuş, diğeri de orada ölen Yumrukların Musa'nın kayınbiraderi...

    Eşinin daha sonra Akhisar'a gidip gitmediği bilinmiyor, yalnız Yumrukların Halil İbrahim bir daha Eğret'e dönmedi. Akhisar'da arabacılık yaptığını görmüşler. Bir oğlu olduğunda ona, gözünün önünde öldürülen abisinin adını vermiş. Yıllar sonra emmioğulları ziyarete gittiğinde Akhisar'da kendisine 'Çolak Musa' dendiğini, emmioğullarını gördüğüne çok sevindiğini, yalnız ve garip olmadığını göstermek istercesine onları gururla tanıttığını görmüşler... 1961 Yılında Akhisar'da vefat etmiş...

     Çolak Ali

    Türkmenoğlu Halil'in küçük oğlu 1907 yılında doğdu, Ali amcasının adı verildi. Söylemezoğlu İbrahim'in kızı Satı ile evlendi. Yani eşiyle hala dayı çocuğu oluyorlar... Ayrıca Satı Hanım Tongulların Gocibanın halasıdır... Satı Hanım ile Türkmen Ali'nin çocuklarıyla Yumruklar sülalesi günümüze uzanacak... 

    Üç kız beş oğlan, sekiz çocukları oldu. Kızların durumu şöyle; Emine, Danagafaların Hüseyin Temel eşi; Ümmühan, Gavalcıların Halil Aracı eşi; Havva, Keçiler/Melezlerden İbrahim Seçen eşi oldular...

    Halil
    1929 Yılında doğan büyük oğlu Halil, dedesinin ve büyük dedesinin adını almış oldu. Dananın Mehmet kızı Ayşe ile evlendi, Mihrioğlu İbrahim ile bacanak oldular... Onların da iki kız, iki oğlu oldu. Dört çocuğun en büyük ve en küçükleri kızlardır. Büyük kızı Hatice, Tekirgızıların Alaattin Haykır eşi; küçük kızları Züfrem de Tırılların Ahmet Alperen eşidir. İki oğluna gelince... 

    Büyük oğlu, dedesi Ali'nin adını aldı. Turabilerin Hüseyin kızı Şemsi ile evlendi. Bir oğulları var, adı Halil... Türkmenoğlu Yörük Halil'den bugüne kadar her nesilde mutlaka bir Halil bulundu. Ali-Şemsi'nin oğlu Halil, altıncı kuşak oluyor... Afyon'dan Arzu ile evlendi, Alihan ve Eren adında iki oğlu var, Anıtkaya'da yaşıyorlar...

    Küçük oğlunun adı da Halil İbrahim'dir. Dedesinin Akhisar'a göçen abisinin adını taşıyor. Garömerlerin Mısdık kızı Sevim ile evlendi, Altındişinhasan oğlu Meşhur Ahmet ile bacanak oldular... Çağla, Ayşe ve Mehmet adında üç çocukları var. Çağla Delibanların Gaddafi oğlu İbrahim Dadak eşi olurken, Ayşe Anıtkaya dışına gitti... Halil İbrahim kah Anıtkaya'da, kah Afyon'da...

    Babaları Yumrukların Halil, 2017 yılında vefat etti...

    Musa
    Çolak Ali 1936 doğumlu ikinci oğluna, öldürülen abisi Musa'nın adını koydu. Arapların Gambırüseyin kızı Sare ile evlenen Musa, Yılıkların Ahmet ile bacanak oldu... 

Sare Hanım ile Musa'nın iki oğlu oldu. Dedesinin adını koydukları büyük oğulları Ali evlenmedi, bekar olarak 2019'da vefat etti. Mezerböğrünün altındaki eski kör çeşme onun hayratı olarak yeniden düzenlenip canlandırıldı; adı orada yaşıyor... 

    Küçüğüne ise Ali Osman adını koydular. Bu isim, Yumrukların Musa'nın, kendinden önce ölen küçük kardeşinin adıdır. İsminin kısaltılmışı 'Alos' diye çağrılan Ali Osman, Gıvıkların Ömer kızı Elveda ile evlendi. Bir kız bir oğlu var. Kızı Delibanın Hasan'ın Mutlucan Dadak eşidir, oğlu Musa Anıtkaya dışından evlendi...

    Ali Osman halen Anıtkaya'da oturuyor. Babası Yumruklarun Musa 2009'da ölmüştü; annesi Sare Hanım ise 2023'te vefat etti...

    Ali Osman
    Yumrukların Ali ile Satı Hanımın üçüncü oğlunun adı Ali Osman idi, 1938'de doğdu. Bu isim, Satı Hanımın 1911 yılında şehit olan abisinin adıdır. Adını aldığı dayısı gibi Ali Osman da erken vefat etti. 1964 Yılında Garcamatgırında bıçaklanarak öldürüldü. Yumruklarda bu isme çok rastlanmasının sebebi dayı-yeğen iki Ali Osman'dır... 

    Ahmet
    Dördüncü oğlu Ahmet 1939 yılında doğdu. Alemdaroğlu Gındi kızı Şerife/Müşef ile evlendi. Haroahmetin Musa Tül ve Delicaferin Mahmut Sağlam ile bacanak oldular. Üç oğlan bir kızı oldu. En küçükleri Satı, Tellilerin Halil oğlu Uğur Öztürk eşidir. 

    Büyük oğlu Ahmet, Karacahmet'ten Yasemin ile evlendi; Furkan, Ahmet Gürkan ve Umut isimlerinde üç oğlu var. Furkan, Çayırbağlı Sümeyye ile evli diğerleri bekar, Anıtkaya’da oturuyorlar... 

    İkinci oğlu, dedesinin adı olan Ali ismini aldı. Kipilin Köremin kızı Elveda ile evlendi; iki çocuğunun isimleri Ahmet Enes ve İlayda, Anıtkaya’da oturuyorlar... 

    Küçük oğlu Ali Osman, eşi Fadime’yi askerlik yaptığı Sivas’tan getirdi; onun da bir kız bir oğlu var. Kızı Sıla, Karaaslan’a gelin oldu; oğlu Ahmet Emre ise bekar. Anıtkaya'da yaşıyorlar...  Babaları Yumrukların Ahmet de 2003 yılında vefat etti...

    Apil
    En küçük oğulları Apil (resmiyette Abdil) 1946'da doğdu. Apdıramanların Curak kızı Satı ile evlendi. Curağın anası da Emirdağ kökenli Türkmenlerden... 

    Bir kız iki oğulları oldu. Kızı Ayşe, Delibıdığın Mustafa oğlu Mehmet Soylu eşidir. Büyük oğlu Ali Osman Mılıklar'dan evlendi, bir kız bir oğlu var. Küçük oğlu Gökmen ise Kemiklerin Süleyman kızı ile evlendi...

    ***

    Türkmenoğlu Halil'in, büyük oğlu Halil'den gelen çocukları Yumruklar olarak biliniyor. Önceden Tüblek olan soyadları Arzılarla karışmasın diye TÜPLEK biçiminde değiştirilmiş.



09 Haziran 2022

Birinci Baraj

 

    Eğret Çayının ana kaynağı Buñardı. Havuz içindeki bir kaç noktadan bülken su, yolculuğuna başladıktan sonra, köyiçinde bazı çeşmelerce desteklenip öylece başını alır giderdi. Yüzyıllarca gemlenmeyen bu minik çay etrafını çayırlaştırdı. 

    Herhalde 70'li yılların başıydı, DSİ eliyle dere ıslah çalışması başladı. Köylünün 'ganel' dediği geniş bir yolak açıldı dereye. Böylece Buñarın özgürlüğüne ilk kısıtlama getirilmiş oldu. Köylü için bu, özgürlüğe müdahale değil suyu kontrol altına alma çabasıydı. Bu sayede çayırlar bahçe olabilirdi.

    Koca makineyle 'ganel' açılması işin birinci boyutuydu. Sırada daha küçük kanallarla suyun dağıtımı mevzusu vardı. Bunun için belli noktalarda suyun biriktirilmesi gerekiyordu. İki nokta tespit edildi, betonlarla setler oluşturulup burada suyun birikmesi sağlandı. Belli seviyeye ulaşan suyun taksimi için de kapaklar konuldu. Büyük bir vanaya benzeyen bu kapaklarla su, beton kanallara gönderiliyordu.

    Basit su taksim istasyonlarına biz 'barec' diyorduk. Muhtemelen büyüklerimizden öyle duyduğumuz içindi, yoksa nereden bilecektik bu kelimenin anlamını. Diğer yandan yapılan iki istasyon, bir barajın maketi gibiydi. Tabi bunun böyle olduğunu anlamamız için çok yılların geçmesi gerekti.

    Buñar kaynağından itibaren ilk sete ikinci, sonrakine ise birinci baraj deniliyordu. Bu ters isimlendirmenin sebebi köye yakınlığın baz alınması olabilir. Buna göre ikinci barajdan, derenin sol tarafına açılan kanala su veriliyordu. Bu kanal sol taraftan hendek arasına kadar gidiyordu. Sonra dere ilerleyip birinci baraja varılınca bu sefer baraj kapağı sağ tarafa açılıyordu. Ganelin sağından ilerleyen kanal, Çay (Çamaşırhane)nin ardından yolun öbür tarafına tünel ile geçiyordu. Buradaki iki kapakla ikiye ayrılan kanalın sol taraftan ilerleyeni Taşlıtarlaları sular ve Kötayollarına doğru beyhude uzardı. Sağdan ilerleyen kanalın güzergahı ise çok ilginçtir. Evvela eski asfaltın altından yine bir tünelli geçiş, ilkokul bahçesine öğrencilerin yemenilerini yıkaması için şöyle bir uğrama, Karakolu arkadan sıyırıp yine yoldan bir tünelli geçiş, bir kaç evin avlusundan zorunlu geçiş, Malbazarında havalandırmaya çıkma, sonra bahçelerden kıvrılıp bütün bir Atmezerini turlama ve... Tarlaların Çayırlarda eridiği yerde bitiş.

    İkinci barajın havzası biz yaştakilere göre çok derindi, ganele akış üstten değil büyük kapağın altından olurdu. Basınç yüksek olduğu için su oradan harlayarak çıkardı. O harlağın altına girip çıkan küçük balıkları izlemek pek hoş olurdu. İnip de o balıkları yakalamak içimizden geçer ama bunu kesinlikle yapmazdık; çünkü o civarda bir kaç kere gördüğümüz su yılanlarının zararsız olduğunun henüz farkında değildik. 

    Kelarzımanların Mehmet Ali bir keresinde oltayla o harlağın az ilerisinde, suyun nispeten dinginleştiği noktada balık tutuyordu. Daha doğrusu tutmaya çalışıyor, oltayı atmış öylece bekliyordu. Bizimle çene çalarken su yüzeyindeki mantar oynamaya başladı. Heyecanla çekti oltayı. Ortalığı neşeli bir gürültü doldurdu; Hem kendisi hem biz katıla katıla güldük, bir de kurbağa vıraklaması... Oltaya takılan balık değil, can havliyle ortalığı ayağa kaldıran börtlek gözlü bir kurbağaydı...

    Tabi biz hiç kurbağa yakalamadık. İğne mi büktük, çivi mi.. Basit bir olta ayarladık. Mantar yerine bir kuru kazık ve olta iğnesine gerçek bir solucan... Parmak büyüklüğünde balıklar tuttuk. Acemi balıkçıların ekibinde Kelahmetlerin Arzımanın Abdullah da vardı. Balıkları onların evde pişirdiğimiz için hatırlıyorum. O günkü balık tava ile güzelce karnımızı doyurduk. Adam başı hamsi büyüklüğünde birbuçuk balık düşen ziyafette, tadını hatırlamıyorum; ama o balıklar balık gibi kokuyordu. 

    İkinci baraj hakkında aklımda kalanlar bunlar. Lakin Birinci Barajın bendeki yeri ayrıdır. Onu keşfettiğimde herhalde 5-6 yaşlarındaydım. O yaşta oralara gitmeme izin verilmezdi; ama Kahvecinin Kadir'e takıldıysan serbest olurdu. Çünkü büyüklerimiz ona güvenir, bizi kurda kuşa yem etmeyeceğini bilirlerdi. Onunla berabersek, gözleri arkada kalmazdı. Kadir'in başını çektiği ekibin elemanları da aklımda. Kardeşi Metin vardı, elinden sapan düşmez, pek boşa atmaz, sürekli serçe-sığırcık düşürürdü. Gariban vardı (biz öyle derdik, yıllar sonra Böcek diyecekler) sürekli asfalt kenarında izmarit kollardı. Biri daha vardı, şimdi hatırlayamadım.

    Öğretmen lojmanının olduğu aradan indik, o yıllarda sarı boyalı eski lojman binası vardı. Asfalt boyu biraz ilerledikten sonra Gözelibanın evin hizasından bahçeye daldık. Gaş kenarından Söğütaltına doğru ilerliyoruz. O bahçe Gobakların, önceki ev Gözelibanın olduğunu daha sonraları öğreneceğim. Kıpkızıl domateslere yumuldu millet. Demek ki Ağustos ayı, harmanın cavcav vakti, ortalıkta bizden başka kimsecikler yok... Önceden keşfetmişler onlar, ben işin acemisi olduğumdan biraz çekingen davranıyorum. Neyse, ortama uyup kopardım bir kaç tane. Evde yüzüne bakmadığımız domatesleri, çekirdeğini pırtlata pırtlata yediğimizi hiç unutmadım.

    Derdim domates değil... Tarla bittikten sonra bir çayıra vardık. Biçilmiş otlar tekrar yeşerip boy atmış gibi. Yer yer koca gövdeli, bazıları düzgün biçimli söğütlerin arasından oynaya oynaya gidiyoruz. Benim oynamalarım hala temkinli...  Ahalinin adımlarında belirgin bir hızlanma var. Ve soyunuyorlar. Sıkmalarını, fanilalarını çıkarıyorlar... Derken çığlıkların foşlamaya karıştığı bir curcuna. Soyunmayı tamamlayan çıplak bedenler caapp! caapp! suya atlıyor. 

    Çekingenliğim bir müddet daha devam etti. Sonra dayanamadım, daldım ben de... Islandık, toprağa belendik; daldık durulandık. Yorulana kadar böyle sürdü. Sonra Delimamların çayırda oyunlar oynadık; aklşama kadar hopladık, küllendik. 

    O zevki tattıktan sonra daha sık gitmeye başladık Birinci Baraja. Ekibin niyeti yoksa da ben ısrarcı oluyordum. Güle oynaya yüzmeyi değilse bile suda çırpınmayı orada öğrendim. Ertesi yıl Buñara alışacağımız için, Birinci Baraja o yılki kadar hiç rağbet olmadı. Yine de çocuk zihnimde silinmez bir iz bırakmış.


08 Haziran 2022

Daldallar

 

    Dadak, Honça ve Değer soyisimlerini kullanan bugünün geniş Daldallar sülalesinin en eski temsilcisi olarak Daldal Hüseyin'e varabiliyoruz. Ondan da öncesine ait tek bilgi, Hüseyin'in baba adının Veyis olduğudur; ancak bu kadar. 

    Babasının adı 'Veyis' olması hemen akla Veyisler sülalesini getiriyor. Onlarda bile bu isim kişilere ad olarak verilmemişken, Hüseyin'in Veyis'in oğlu olması elbette dikkat çekmeli. Belgelerde 'Veyisoğlu Dal Hüseyin' denilmiyor, öyle olsaydı kolaylıkla bu adam Veyislerden derdik. Aksine 'Dal Hüseyin ibni Veyis' ifadesi var ki bu, baba adına işaret ediyor.

    Peki Veyisler sülalesi mensubu olarak düşünmemize engel bir durum var mı? Yok.... Elbette Veyislerden olabilir. Nitekim 1830-1840 arası Eğret erkek nüfusunu gösteren kayıtlarda kendisi tam da bu şekilde 'Veyisoğlu Hüseyin' diye  kaydedilmiş.

    Böbü Dedenin babası Halil ile Dal Hüseyin'in babası Veyis emmi çocuklarıydı, demek için elimizde bir delil yok; ama bunun böyle olabileceğine dair ikna etmeye yeter veriler de var. Misal, 1882'de ölen Daldal Hüseyin'in torunu Molla Mustafa için, 'İbrahim bin Ali'nin amucazadesi Mustafa bin Ali' ifadesi kullanılmış. Yani kısaca 'Delimamın emmioğlusu' diyor... 

    İlk belgelerde Hüseyin'den 'Dal Hüseyin' diye söz ediliyor. Tek hece olarak  'Dal'  lakabının hangi anlamda verildiği bilinmiyor; dal gibi uzun boylu olabilir, dal gibi ince olabilir, kırılgan yapılı olabilir. Çift hece, 'Daldal' kullanımına ilk defa 19. yüzyıl sonlarında rastlanıyor. Ondan önce hep 'Dal Hüseyin' var. Fakat belgelerdeki lakaplara çok da itibar etmemek lazım, asıl olan halkın dilindekidir. Eğretliler 'Daldal' demişse biz de onu esas almalıyız. Bu anlamda düşününce 'daldal'ın manası kahraman, yiğit oluyor.

    Anlaşıldığı kadarıyla Daldal Hüseyin girişimci ve aktif bir kişilikti. Eğret köyünde ekip biçmek ve bir şekilde hayatiyetini sürdürmekle yetinecek biri gibi durmuyordu. Afyon Çavuşbaş Mahallesinden biri 1865'te öldüğünde, terekesinde Eğretli Dal Hüseyin 230 kuruş borçlu olarak görünüyordu. Bu meblağ, neredeyse Eğret ikinci Muhtarının bir yıllık maaşı kadardı. Borçlanmaktan korkmuyormuş...




    Sözü edilen kayıtlarda, dört Veyisoğlu hanesinden en yaşlı ve genişine sahip olarak Veyisoğlu Hüseyin karşımıza çıkıyor. Bu defterdeki son güncellemeleri de dikkate alırsak 1840 yılındaki durum şu:

    Veyisoğlu Hüseyin 46; oğulları Ali 25, Hüseyin 18, Hasan 16, Mehmet 7, Veyis 1 yaşında... Doğduğu yılı buna göre hesap ettiğimizde, Daldal Hüseyin en geç 1795'te doğmuş olmalıdır... Çocukları da bunlarla sınırlı değil; buraya kaydedilmeyen kızlar var, sonradan doğan oğullar var, evlenmeden ölenler var...

    İki evli olduğu anlaşılıyor ki hanımları Rabia ve Zeliha adında... Bu hanımların kimlikleri hususunda da malesef elde bilgi yok. Yirminci yüzyıla ulaşan torunlarının, iki büyük oğlu Ali ve Hüseyin'den olduğu anlaşılıyor. Tespit edilebilen iki Daldal Hüseyin kızının büyüğü Şerife, Tanzimat'tan önce, 1834 yılında doğmuş; Hassönlerin/Gasapların atası Hacı Halil'in eşidir.  Küçük olan Neslihan ise 1859 yılında doğmuş; Apdıramanların Hüseyin'in eşi, Güdükmehmetin anası olacaktır. Bu Neslihan Hanımın, Daldal Hüseyin'in kızı değil, oğlu Hüseyin'den torunu olduğu anlaşılıyor. Ayrıyeten Neslihan'ın kendisinden üç yaş küçük kardeşi Fadime de Gedikoğlu Halil'in büyük oğluna, Gasapların atası olacak Resil'e varmış. Bir başka deyişle halasının oğlu oluyor...

    Kızların abileri Ali ile Hüseyin'in hikayesine paralel olarak Haceller, Aliguru, Hamdi Hoca, Çapar, Gödenler, Buğdeyci Gadir, Sarasan, Deli Şükrü, Gociban, Goca Yörük, Eşenin Ömer, Kipil Mahmut, Köremin, Gıdakömer ve Bacıları incelemiş olacağız. 


07 Haziran 2022

Terlemezler

 

    Terlemezoğlu Süleyman Tanzimat'tan önce doğdu. Babası  Mehmet, anası ise Şerife Hanımdır; onların doğumu hesap edilsin artık. Sülaleye adını veren Terlemez, Süleyman'ın babası Mehmet olabilir.

    1831 Yılı itibariyle Eğret'teki haneleri gösteren listede adı bulunmadığına göre, Terlemezlerin 1840 sonrasında buraya geldiklerini düşünebiliriz. 1904 Kayıtlarında Taşçılarla arka arkaya kaydedilmiş olmaları; onlarla bağ kurmamızı, hatta aynı dönemde aynı istikametten Eğret'e geldiklerini düşünmemizi sağlayabilir... Ayrıca Söylemezlerden kız almış olmaları, Söylemez-Terlemez benzerliğinden dolayı sülale adının kaynağı konusunda da bir fikir verebilir. Elde bir belge olmadığı sürece, böyle fikir yürütmenin zararı yok...

   Terlemezoğlu Süleyman 1833 yılında doğdu. Bu sırada Eğret kayıtlarında görünmediklerini söyledik. Eğret'e geldikten sonra Söylemezlerin Mehmet kızı Havva ile evlendi. Havva Hanım, Kırtişin Apilin halası, başka bir deyişle  Gociban (İbrahim Özen)in dedesinin kardeşidir. Hemen hemen aynı dönemde Eğret'e geldikleri düşünülen Türkmenoğlu Halil ile bacanak oldular. Türkmenoğlu Yörük Halil, Yumrukların atasıdır...

    Terlemezin Süleyman'ın bir kız bir oğlu oldu. 1860 yılında doğan kızına, annesinin adı olan Şerife ismini koydu. Şerife, önce Akörenli Osman adında birine vardı ve ondan İsmihan adını verdiği bir kızı oldu. Osman vefat edince kızı İsmihan yanında tay olduğu halde Eğret'e döndü ve Taşçıoğlu Murat ile evlendi. Kızı İsmihan Çolömerin eşi olacaktır...

    Oğullarının adı ise Yusuf olup 1883 doğumludur. İki çocuk arasında neredeyse çeyrek asır var, bu garip durum. Belki ikisi arasında hatta Şerife'den de önce başka çocuklar vardı, yaşamadılar, bilemiyoruz. Kayıtlara geçen sadece Şerife ile Yusuf var...

    Terlemezoğlu Yusuf önce İdirizlerden Ayşe ile evlendi. Resmiyette Ayşe diye kayıtlı olmasına rağmen Azime olarak biliniyor. Azime Hanım, İdris Ağa'nın kızıdır. Babası İdris Ağa 1889'da vefat ettiğinde henüz 8-9 yaşlarındaydı. İdirizlerin Sarımehmet ve Gocaosman, Azime'nin abileri oluyor. Öte yandan Azime Hanım ile evlenince, Terlemezoğlu Yusuf; Hassönlerin Hacı İbram, Eminlerin Ömer ve Garametlerin Gabaoğlan Mehmet ile bacanak oldular...

Zencirliguyu mevkiinde Yusuf'un dört dönüm tarlası vardı. Gobakların Salih'inkiyle añ aña olan bu tarla sebebiyle aralarında anlaşmazlıklar oluyordu. 1927 yılında Salih'i mahkemeye dava etti, 'Tarlama sürekli müdahale ediyor' diye şikayette bulundu. Karar 26 Ekim tarihinde Yusuf lehine çıktı. 
Buna kesin çözüm ise on yıllar sonra bulundu; iki tarla arasına añ yeterli gelmiyor diye kocaman susa yapıldı. Daha sonra bu susa, bildiğin Afyon-Kütahya karayoluna dönüştü.
 Salih'in tarlası oğlu Gocakazım'a, ondan da Hilmi Kaçmaz'a geçti. Yusuf'unki ise şimdi Hatiplerde... 
Kim dediyse iyi demiş, hakikaten 'Kim öle kim kala; Kim öle kime kala!'...

    Terlemezlerin Yusuf ile Ayşe/Azime Hanımın üç tane oğlu oldu. Bunlar Ahmet, Ali Osman ve Süleyman'dır... Bu durumdayken, Yusuf tekrar evlendi. İkinci eşi  Sarıcaova/Yeniceli Şerife Hanımdır. 13 Yaşındaki Çerkes kızı Şerife Hanımla evliliği, harp ortamının zaruretinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Şerife Hanımdan bir kız iki oğlan, üç çocuğu daha oldu. Bunların isimleri Mehmet, Havva ve Abdullah'tır. 

    Terlemezin Yusuf, 1955 yılında vefat etti. İlk eşi Azime Hanım kendisinden üç yıl sonra, 1958'de; Çerkez Şerife Hanım da 1991 yılında vefat ettiler... 

    Şimdi Terlemezleri Yusuf'un altı çocuğu üzerinden inceleyeceğiz. Evvela belirtelim ki altı değil, dokuz çocuğu oldu. Çerkez Şerife Hanımdan erken vefat eden üç oğlu daha vardı. Bunların en büyüğü Mehmet Emin'dir, 1924 yılında doğdu ve dört yaşında öldü. İkincisi, 1933 yılında doğana Şerife hanımın babası adı olan Osman adını koydular. Bu oğlan vefat ettiğinde yirmi yaşında delikanlıydı. Erken ölenlerin sonuncusu da 1941 yılında doğan Abdullah'tır. 1941 Yılında doğan Abdullah, iki yaşındayken vefat emiş. Neyse ki bundan sonra doğan oğluna aynı adı verecek... 

    Dokuz çocuğun içindeki tek kız, Havva'dır... 1932 Yılında doğdu, Selimlerin Dayıoğlu Mehmet'e vardı. Vahit Usta'nın anasıdır, 2021 yılında vefat etti... Gelelim Terlemez Yusuf'un oğlanlara...

    1. Memiş Ahmet

    Yusuf'un büyük oğlu Ahmet, 1900 yılında doğdu. Göze batacak derecede kısa boylu olduğu için 'Memiş Ahmet' diyorlardı. İdirizlerin Sarımehmet kızı Dudu ile evlendi. Eşi Dudu Hanım ile hala-dayı çocuğu oluyorlar... Kendisi 1971'de, eşi Dudu Hanım ise 1986 yılında vefat etti...

    Terlemezlerin Memişahmetin iki kız dört erkek çocuğu oldu. Büyük kızı Şerife, Daldalların Hamdi Honça eşidir. Esasında Hamdi ile Şerife de teyze çocuğu oluyorlar... Küçük kızı Ayşe de Çolağömerlerin Seyrekbasan Mahmut Selman eşi oldu... 

    Memişahmetin 1929'da doğan büyük oğlunun adı Salih... Bu isim, eğer daha yakınlarda bir hikayesi yoksa, Goca nine Havva Hanım'ın dedesi Söylemezoğlu Salih'e kadar çıkar ve Böbülerin Salih Kabadayı ile akrabalığa işaret eder... Salih Terlemez, Hoca Emmisinin kızı Satı ile evlendi. Şükran ve Meryem adlarını verdikleri iki kızları oldu. Şükran Sinoplu bir bey ile evlendi, Meryem ise Paşagızılar Kemal oğlu Ahmet Ege eşidir... Salih 2018, eşi Satı Hanım ise 2020 yılında vefat ettiler...

    İkinci oğlu İbrahim'e 'Pala' diyorlar. 1934 Doğumlu Pala İbrahim, Tatıresil kızı Gülsüm ile evlendi. Şampaya, Körsüleyman, Pepehasanıniban ve Bilallerin Şımır ile bacanak oldular... İki kız, bir erkek çocukları oldu. Büyük kızı Ferah, Arapların Gözelalinin Mevlüt Tok eşidir. Küçük kızı Seviye de Araparif oğlu Mustafa'nın gelini oldu. Pala, oğluna kendi dedesinin adı olan Yusuf ismini koydu. Yusuf ile Tatıresilin Terzi Topal kızı İsmihan hala-dayı çocukları olarak evlendiler... Pala 2022 yılında vefat etti, çocukları İzmir'de oturuyor...

    Memişin üçüncü oğlu Osman, Tekirgızıların Hasan Haykır kızı Ayşe ile evlendi. İki kız iki erkek çocukları oldu. Küçük oğluna babası Ahmet'in adını koydu. Bu dört çocuğunun tamamı Anıtkaya dışından evlendiler ve İzmir'e yerleşikler...

    En küçük oğlu Muharrem 'Topuksuz' lakabıyla bilinip iki metreye yakın boyuyla tanındı. Askerliğini Ankara'da Süvari Birliğinde yaptı. Törenlerde gösteri amacıyla oluşturulan atlı birliğin süvarisi olarak, 1967 yılı Anıtkaya 28 Ağustos Şenliğine katıldı...  Paşagızılar Kemal kızı Atike ile evlendi. Hatırlanacağı üzere Egekemalın oğlu Ahmet de abisinin kızı Meryem'i almıştı. Atike Hanım ile Muharrem'in Hülya adında bir kızı, Ahmet adında bir oğlu var. Kızı Hülya, Seyrekbasan oğlu Orhan Salman eşidir; hala-dayı çocukları olduklarını da unutmayalım. Oğlu Ahmet de Delibıdığın Mustafa kızı Fadime ile evlendi. Öykü, Özgür ve Ahmet Çınar adlarında üç çocuğu var...

    2. Terlemez Hoca

    Ali Osman, Terlemezin Yusuf'un ikinci oğludur. 1904 Yılında doğdu. Küçük yaştan itibaren Kur'an merkezli ilimlere yönlendirildi. O vakitler hafızlık eğitimi sahasında önemli bir yere sahip olduğu düşünülen Eğret'te hıfzını tamamladığı anlaşılıyor. 

    Öncesinde de Afyon'daki medreselere gitmiş olabilir; ancak Yunan gittikten sonra bir müddet daha medreseye devam ediyor. Hafız Mehmet (Öztürk) ile birlikte talebesi oldukları medresenin derslerine bakalım: Arapça, Farsça, Fıkıh, İbadet, Edebiyat, Psikoloji, Kur'an-ı Kerim, Müzik... 

    1924 Yılında medreseler kapatılınca talebelerin kaydı Afyonkarahisar Sultanisine aktarılmış. Eğer devam ettilerse Ali Osman Terlemez ile Hafız Mehmet Öztürk, Afyon Lisesinin Eğretli ilk talebeleridirler. Terlemez Hoca bir keresinde Milletvekili olma yeterliliğinde bulunduğunu söylemiş, sözünün ettiği şey bu Afyon Lisesi eğitimi olabilir. Ayrıyeten İstanbul'da bir medresede eğitim aldığına dair rivayet var.

    Terlemezlerin Ali Osman'ın aldığı bütün bu eğitimler neticesinde lakabı 'Terlemez Hoca' olarak kaldı. Eğret'te Kur'an öğretimi hususunda Kör Hoca ile birlikte ömürlerinin sonuna kadar gayret ettiler. Çocukların ve gençlerin eğitimini Gocacami ve yanındaki medresede; yetişkinlerin eğitimini de odalarda sürdürdüler. Eğretlilerin çoğu, bu ikisinin rehle-i tedrisinden geçti.

    Ali Osman Hoca, dayısı İdirizlerin Gocosman kızı Azime ile evlendi. Gocaosmanın ilk eşi Söylemezoğlu Salih kızı, ikincisi de Söylemezoğlu Mehmet'in dul hanımıdır. Söylemezlerle Terlemezlerin önceden belirttiğimiz bağına bu bilgi de eklenmelidir... Ayrıca Terlemezhocanın bacanaklarını da zikretmeliyiz; önce Keçimehmetin babası sonra Kölgeciömer, Aliciklerin Çakıriban, önce Selimhoca sonra Eseninhasan... 

    Dört erkek dört de kız çocukları oldu. Azime Hanım 1960 yılında, 54 yaşındayken vefat etti. Terlemez Hoca ise ondan sonra daha uzun yıllar yaşadı. 1984 Yılında vefat ettiğinde seksen yaşındaydı...

    Kızları Satı, amcaoğlusu Salih Terlemez eşi; Halise, Omarcıklardan İlyas Sağlam eşi oldu. Hüsniye ise Afyon'a gelin oldu, İGM üyesi Nurettin Birliktir'in annesidir... Terlemezhocanın Huriye adında bir kızı 1965 yılında taze çocuk olarak vefat etmişti...

    Terlemez Hocanın 1936 yılında doğan büyük oğlu, dedesinin adı olan Yusuf ismini aldı; Alçaklardan Rasime ile evlendi, Aliciklerden Naymelerin Delihasan ile bacanak oldular... Onların bir kızı Ayşe,  Körüslerin Akömerin Veysel oğlu Birol Kök eşidir. Bununla beraber Ayşe'den önce 1959'da Şevki ve 1962'de Azime adlarında iki çocukları daha olmuş; lakin 1962 yılında bu çocukların ikisi de ölmüş. Bu yüzden tek kızları Ayşe'de bahsediyoruz... Terlemezin Yusuf, 2011 yılında vefat etti...

    İkinci oğlu Şaban 1939 yılında doğdu. Omarcıklardan Feyzullah kızı Raike ile evlendi. Küçük kızı Halise Feyzullah'ın İlyas'a, Feyzullah'ın kızı Raike de oğlu Şaban'a... Değişik usulü evlenmiş oldular. Çocukları olmayınca iki kızı evlat edindiler; yalnız bu kızlar yabancı değildi. İlki, kardeşleri İlyas-Halise'nin kızı; ikincisi de yine Raike Hanımın kardeşi Selime ile Kör Hoca oğlu Terzi Mevlüt Varlı'nın kızları oluyor. İki kızlarını da büyütüp gelin ettiler. Afyon'a yerleşen Şaban, orada 'Terlemezin Şaban Hoca' diye bilindi. 2002 Yılında kendisi, 2023'te de eşi Raike hanım vefat ettiler...

    Üçüncü oğlu Nazmi, Delimamın Ali kızı Fadime ile evlendi. Bir dizi bacanağın en küçüğüdür; önce Tülümurat sonra Dedelerin Çapar, Gocayusuf, Sağıroğlunun Süleyman, Bakkalsarı, Hörküleninarif... İzmir'e yerleşti. Selman ve Semra isimlerindeki kızları Afyon dışına gelin oldu. Oğluna, Terlemez Hocanın adı olarak Ali Osman ismini vermişti, onu da Kayıhanlı bir hanımla everdi. Terlemez Hocanın hayatta kalan tek oğlu olarak Nazmi Hoca, yılın büyük bir bölümünü Anıtkaya'da geçirir...

    En küçük oğlu Hulusi, Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi. İzmir'e yerleşti ve 2010 yılında orada vefat etti.

    3. Güçcük Terlemez

    Terlemezoğlu Yusuf'un Azime Hanım'dan son çocuğu Süleyman'dır. Yusuf'un babası adı oluyor Süleyman. Abisi Memişahmet gibi onun da boyu kısa idi. Ya bu sebepten ya da yaşça küçük olduğundan ona 'Güçcük Terlemez' derlerdi.  Altıntaşlı Emine/Pakize Hanım ile evlendi, Afyon'a yerleşti. Afyon'da eski Adliye önünde ve Kent Kahvesinde uzun yıllar arzuhalcilik yaptı. Beş kız, iki erkek çocukları oldu. Sedat ve Ayşe adlarında ikisi 1950'li yıllarda küçük yaşta öldüler... 

    Eşi Emine (resmiyette Pakize) Hanım 1967'de vefat etti... Terlemezin Güçcük, Süleyman Terlemez ise otuz yıl sonra 1997'de vefat etti...

    Büyük kızı Atike, Omarcıklar/Arabecilerin Ali Sağlam eşidir, 2023'te vefat etti... 1945 Doğumlu Zübeyde, Anıtkaya dışına, Dumlupınar'a gelin gitti, 2017'de vefat etti... Aynur, Eskişehir'e göçen Sakaların Hüseyin'in oğluna vardı... Küçük kızı Nurkız ise; Terlemez Hocanın Şaban'ın küçük evlatlığı vardı, Fadime (Kör Hocanın Mevlüt'ün kızı) işte Fadime ile Nurkız elti oldular... 

    Süleyman Terlemez'in tek oğlu Vedat, Gağşakların Hasan Kalkan kızı Hüsniye ile evlendi. İki oğlan bir kızı olan Vedat, büyük oğluna kendi dedesi Yusuf adını koydu. Yusuf, Gobakların Derviş İbramın kızı Şerife ile evlendi... Küçük oğlu Sedat berberdir, Anıtkaya dışından evlendi. Kızının adı da Emine'dir; ninesinin adını alan Emine, Böbülerin Veli oğlu Cengiz Kabadayı eşi oldu...

    4. Derviş Mehmet

    Terlemezoğlu Yusuf'un ikinci hanımı Çerkes Şerife Hanımdan 1929'da doğan büyük oğlunun adı Mehmet'tir. Bu isim, Terlemezoğlu Yusuf'un dedesi adıdır. 'Derviş Mehmet' diye bilinirdi...

    DervişmehmetÇilmahmut kızı Muhsine ile evlendi, dört kızları oldu. Aslında bir de oğulları oldu; 1951'de doğan çocuğa Abdullah ismini verdiler, fakat yaşamadı... Büyük kızı Hatice, Turabilerin Zekeriya oğlu Murat Külte eşi oldu. Esasında Murat ile Hatice, teyze çocuklarıdır... İkinci kızı Fadime 1970 yılında, Dayıların Adem Yola'ya, yani halasının oğluna varmıştı; lakin taze gelin iken vefat etti... Üçüncü kızı Emine Garapaçaların  Süleyman oğlu Mehmet Çetin eşi oldu... Küçük kızı Hacer de yine Dayıların Hasan Yola eşidir. (Hala-dayı çocukları)

    Derviş Mehmet'in eceli, onu köy içinde bir trafik kazasıyla buldu. 1998 Yılında bisikletteyken traktör çarptı, vefat etti. Eşi Muhsine Hanım ise 2008'de öldü...

    Abdullah Hoca

    Terlemezoğlu Yusuf'un en küçük oğludur. İdirzilerin Sarıömer kızı Fadime ile evlendi. 'Abdullah Hoca' diye bilindi, Almanya'ya gitti. Yusuf ve Cem adlarında iki oğlu oldu... Sonra eşiyle ayrı yaşamaya başladılar; Abdullah Hoca Almanya'da, Fadime Hanım iki oğluyla İzmir'de... 

    Büyük oğlu Yusuf, Güdükemin kızı Cemile ile evlendi; Bir oğlu bir kızı var. Kızı Fadime Torbalı'ya gelin oldu, oğlu İrfan bekar. Yusuf, ailesiyle İzmir'de yerleşik. Ortanca oğlu Cem, Aşağı Dandırlı Hülya ile evlendi; Kevser ve Suder adlarında iki çocuğu var... 

    Diğer Hanımından küçük oğlu Cengiz, Almaya'da bir Alman ile evlendi; orada yaşıyor.

    ***

    19. Asır başlarında doğan Terlemez Mehmet'in oğlu, Terlemezoğlu Süleyman olarak bilindi. Onun oğlu da Terlemezoğlu Yusuf... Soyadı Kanunu ile sülale adını/lakabını soyisim olarak kaydettiren birkaç şanslı Eğretliden biri de bu ailedir. Terlemezlerin soyadı TERLEMEZ oldu...