Ülkenin her yerinde az çok kural değişiklikleriyle oynanan bir oyun. Hatta benzer oyunlar dünyanın değişik yerlerinde var. O kadar yaygın oyunun Türkiye'deki genel adı beştaş. Hemen her yöre ve köyde aynı isim altında oynanması çok ilginç olabilir; bence asıl ilginç olan herkes 'beştaş' isminde ittifak etmişken Anıtkaya'da buna 'epdiş' denilmesidir.
Seslerinin benzerliğinden dolayı 'epdiş' ile 'beştaş' arasında rahatlıkla bağlantı kurulabilir, bilemedin 'epdiş beştaştan bozolmuş' der geçersin. Yalnız bu kelimenin 'ebe taşı' sözünden geldiğini düşünenler de var. Malum epdişteki beş taştan biri ebe taşı oluyor. Nasıl olduysa olmuş, epdiş denilmiş; bu sıkıcı etimolojik kısmı geçip ayrıntılara girelim.
Beş tane taşla oynanan bir oyundan bahsediyoruz. Yalabık ama yuvarlak olmayan taşlar. Rengi önemli değil, tabi gösterişli ve güzel olması tercih edilir. Çiymer denen sert taşlar epdiş oynamaya çok uygundur. Özel olarak epdiş toplamaya çıkılmıyor hiç bir zaman. Çapada yolmada, kırda bayırda önüne gelen beğendiğin taşı cebine atıyorsun. Sonra bu taşlardan, rengine boyutuna biçimine göre bir takım kuruyorsun. Şaka değil, birbiriyle epdiş alışverişi yaparak yeni epdiş takımı yapanlara bile rastlanırdı... Bu taş takımında bazen taşların rengi etkendir; birbirine yakın renkteki beş taşı biraraya getirerek takım yaptığın gibi; ak, gök, sarı, kara, çil, kızıl, gri vs. değişik renklerden alaca bir takım da kurabilirsin...
Rengi kadar epdişlerin şekli şemali de önemlidir. Pürüzsüz, yalabık olması istenir, zaten topraktaki bütün taşlar doğal sebeplerle yalabıklaşır... Yuvarlak ve yassı da olmasın; yuvarlak epdiş, atınca duracağı yerde durmaz, yuvarlanır gider; yassı olursa da yeteri kadar hareket etmez lök gibi oturur kalır, hepsi küme halinde aynı yere düşer... Yaaa! Taş deyip geçme, her taştan epdiş olmuyor...
Bir de epdişin büyüklüğü önemli... O beş taşın beşini avucunun içinde rahatça hareket ettirebilmelisin. Mesela dördü avucundayken beşinciyi de havada kapabilmelisin. O büyüklükte olsun yani... Tabi olması gerektiğinden küçük olurda bu kez tutmaya gelmez, parmaklarınla kavrayamazsın... Ne büyük ne küçük çakıl taşları gibi...
Böyle bir eski zaman oyunu epdiş... Masrafsız... Özenerek baktığın oyun aracı gerekmiyor. Herkesin ulaşabileceği basit beş taşın varsa tamam... Taşıması da kolay, rakibini bulduysan olduğun yere yayıl... Toz toprak içinde de oynayabilirsin, evde kilim üzerinde de; yeter ki epdiş oynanacak yer düzgün ve sert olsun...
Oturarak oynandığı için olabilir, genelde kız oyunu olarak bilinir. Geceleri dışarı çıkmamıza izin verilmediği dönemlerde bizim de oynamışlığımız vardır. O zamanlarda epdişin çok çekişmeli geçen bir oyun olduğunu yakından gözlemledim. Aynı zamanda bu oyunda, göz-el uyumunun çok gerekli olduğunu söyleyebilirim. Öyle olunca kız erkek ayırımı tamamen lüzumsuz, herkes oynayabilir yani...
Oyunda amaç; beş tane epdiş taşını tek elle atıp tutarak çeşitli aşamalardan geçip sayıya ulaşmaktır. Aşamalar dediğimiz her etabın kendine göre kuralı vardır, amma iki ana kural var: Birincisi, havaya atılan taşı yere düşmeden tek elle tekrar tutabilmek; ikincisi ise, havadaki taşı tutmadan önce yerdeki taşları oyuna sokarken ilgisiz taşa değmemektir. Bu basit ama uygulaması zor kuralları tam anlayabilmek için oyunun tarifine geçelim.
Oyuna kimin başlayacağı sayı atışıyla belirlenir. Tek avuca alınan epdişler havaya atılır, bu arada aynı elin sırtı taşların altına tutularak epdişlerin oraya düşmesi sağlanır. Amaç çok sayıda taşı elin dış yüzünde tutabilmektir. Burada ilk atış hızı, açısı ve dengesi kadar, taşların boyutu ve biçiminin önemi ortaya çıkar. Yavaşça ve düzgün atılan küçük ve biçimsiz taşlar, tersine bombelenmiş el yüzeyinde, tıpkı kuşyuvasındaki yumurtalar gibi rahatça oturabilir... Daha fazla taşı elinde tutabilen oyuna başlama hakkını kazanmıştır.
Birler, ikiler, üçler, dörtler, köprüler ve sayı adı verilen altı etaplı bir oyun başlar. Her etabı geçmek gerekir, fakat yanlış yapıldığı anda oyun hakkı karşı tarafa geçer. Havaya attığın taşı tutamazsan, etabın gerektirdiği sayıda taşı yerden alamazsan, başka taşlara elin temas ederse yanarsın... Tekrar hak sana geldiğinde kaldığın aşamadan devam edersin.
Birlerle başlıyoruz. Bunun anlamı, yerdeki taşları birer birer toplayacaksın demektir. Önce bütün epdişleri rastgele yere serp... Kural belli... Havaya atacağın taşı seçip alırsın. Bu seçimde dikkat edeceğin husus, taşları teker teker toplarken senin başına bela olma ihtimali en yüksek taşı alman işine yarar. O taşı havaya at, aynı elinle yerden bir taş al, ama dikkat et tek taş alırken diğer taşlara değmemelisin. Yerden aldığın taş içinde olduğu halde avucunu hemen aç, çünkü havaya fırlattığın taş gelmiş olmalı, aman yere düşmesin. Böyle böyle yerdeki dört taşı teker teker toplarsan ilk etabı geçmiş oluyorsun.
İkilerde, her atışta ikişer taş alıyorsun. Üçlerde, ilk atışta tek taş, ikincisinde üç taş alıyorsun. Dörtlerde tek hamlede dört taş... Her etap başında yere epdişleri saçıyor sonra atış yapacağın birini seçiyorsun ya... Ha, işte o vakit kaçlardaysan... iki, üç, dört... taşı daha rahat hangi pozisyonda alabileceksen atış taşını ona göre seç...
Beşinci etap biraz değişik... Kullanmadığın elin işaret parmağını orta parmağın üzerine atıyor ve böylece başparmak ile orta parmağı bir köprünün ayaklarıymış gibi yere dikiyorsun. Bu yüzden bu aşamaya köprüler denmiş; yoksa modern zamanların futbol-hentbol kafasıyla düşünselerdi kale derlerdi... Taşlar yere serpildi, uygun bir atış taşı seçildi ve uygun görülen bir yere kale/köprü dikildi... İşte burada rakibe bir hak verilerek yerdekilerden kendince uygun bir ebe epdiş seçmesi istenir. Ebe taşın, kale/köprü önünde diğer taşların kaleye girişine engel olabilecek bir pozisyonda olması lazım... Defans oyuncusu gibi yani... Artık iş oyuncuda. Taşı havaya atacaksın, bu arada yerdeki bir taşı köprü altından geçireceksin, tabi diğer taşlara değmeden ve yukarı attığın taşı yere düşürmeden... Üç taşı köprü altına taşıdıktan sonra geride kalan ebe taşı kaleye göndermek çocuk oyuncağı...
Son etap da kolay... Aslında bu aşamada ceza veya kalmak, yanmak yok. Burada hasılatı topluyorsun. Ödül atışı gibi bir şey... Oyuna başlayacak kişiyi belirleme atışı vardı ya... İşte o atışı bir kere daha yapıyorsun, elinin sırtında kaç epdiş kalırsa o kadar sayı alıyorsun... Oyun sonunda bu sayılar toplanıyor ve yüksek olan kazanıyor...
Sonradan aklıma geldi... Malum, küçüklüğünden dolayı Anıtkaya'da doluya guzudişi deniyor. Biraz büyükçe yağdığında hemen 'epdiş gibi' diyorlar. Halbuki aşırı derecede iri yağarsa 'ceviz kadar' diye büyüklük benzetmesi yapılıyor. Buradan epdişin büyüklüğünü fındık kadar filan düşünmeliyiz...
Ve bir şey daha... Eskiler, çocuklar epdiş oynarken onlara kızarlardı. Neymiş, havaya taş atılırsa yağmur yağmazmış... Yağmur duası sırasında Bunara taş atılmasının tersi bir uygulama gibi düşünülebilir. Yağdırmak için aşağı atıldığına göre; taşı yukarı atarsanız yağmura engel olursunuz, gibi zorlama bir mantığın sonucu bunu söyleyebilirler... Yahut tamamen mantıksız bir batıl inanç...
Çocukların elinden telefonu alıp onlarla epdiş oynamayı deneyin...