04 Ağustos 2022

Arapselimler

     
    Eski kütükte 'Zenci Selim Oğulları' olarak kayıtlılar. Şimdilerde ırkçı anlam içerdiği gerekçesiyle kullanımı pek hoş karşılanmayan 'zenci' kelimesi, eskiden Afrika kökenli siyah derili insanları anlatmak maksadıyla kullanılırdı. İşin doğrusu biraz da olsa aşağılayıcı bir anlamı vardı. Yalnız Eğret'te bu kelime hiç kullanılmadı. Bakmayın siz resmi kayıtlarda göründüğüne, Eğretli bu insanlara evelevelden 'Arap' demiştir.

    Bütün dünyada Arap ülkelerinin halkına 'Arap' denir, lakin onların rengi siyah değildir. Biz ise bu kelimeyi ırk anlamında değil, 'siyahi derili' manasıyla kullanıyoruz. Arap ülkeleri insanlarına değil, Afrikalılara 'Arap' diyoruz. Eskiden beri Eğret'te böyleymiş ve hala bugün de o anlamıyla kullanıyoruz. Kısacası Arap demek, siyahi demektir. Bu yüzden defterde yazana değil halkın dediğine itibar edilmeli.  Hep 'Arapselimler' diye bilinmişler, hatta sonraki nesillere yeni lakaplar takmaya gerek görmeden isimlerinin önüne bir sıfat gibi 'Arap' kelimesini getirmek yeterli görülmüş.

    Yaygın kanaate göre Arap Selim, Eğretli bir Hacı tarafından 'o taraflardan' getirilmiş. Sepete sığacak kadar küçük bir çocukmuş; deve sırtında sepette getirildiği özellikle belirtiliyor. Bir çocuk uzak diyarlardan başka bir yere, binbir meşakkatli yolculukla neden götürülür ki? 

    İki ihtimal görünüyor, bu soruya cevap olabilecek... Birincisi, çocuk kimsesizdi. Acıdılar, kurda kuşa yem olmasın diye yanlarına aldılar. İkincisi, o yıllarda kölelik müessesesi henüz geçerli olduğu için ileride bu çocuğu köle olarak kullanmayı amaçladılar. Gerçi Eğret'te kölelik yoktu; ama 'bekar tutma' gibi 'hizmikar durma' ücretli çalıştırma durumları oluyordu... İki ihtimal de mantıklı görünüyor. Tabii bilemediğimiz daha başka bir sebep de olabilir...

    Arap Selim'i Eğret'e getiren Hacının Veyislerden biri olduğu fikrinde neredeyse ittifak var. Arapselimlerden birkaç kaynaktan bu bilgi nakledilmiş. Kim olduğu kesinleşmese de O Hacı'nın Veyislerden olduğu kesin gibi... Söylentiler Hacı Arifin dedesi, Böbü Dedenin babası Veyisoğlu Hacı Halil'i işaret ediyor. 

    ARAP SELİM

    1830-1840 Arasını gösteren Eğret kayıtlarında Arap Selim'e rastlanmıyor. Oysa tam da o yıllarda Hac kafilesiyle gelmiş olmalıydı. Bunun bir sebebi, o dönem defterlerinin bir bakıma vergi mükelleflerini kayda esas alması olabilir. Eğret'in yabancısı Selim, doğal olarak mükellef olmadığından kayda değer bulunmadı. 

    Yıllar geçti, Selim yaşını başını aldı, evlenecek çağa geldi. Onu Küçükmehmetin kızı Şerife ile everdiler. Şerife Hanım, Yetimlerden Hacı Mustafa, Hacı Ahmet ve Hacı Murat'ın ablalarıdır. 

    Peki onu Eğret'e getiren Veyisoğlu Halil, Arap Selim büyüyüp evlenirken neredeydi? O 1845 gibi vefat etmişti. Fakat sağlığında da Selim'i öylece bırakmadığı, Hacapdıramanların Abdülkadir'e verdiği kızından torunuyla everdiği söyleniyor; fakat bu husus net değil.

    Neticede Arap Selim, Küçükmehmet kızı Şerife ile bir yuva kurdu, ev dam sahibi oldu ve hepsinden mühimi artık Eğretli oldu... 

     Arapkızı
     Ölenler var mıydı bilmiyoruz, tespit edilebilen beş çocukları oldu. Bunlardan biri kız, adı da Hanife... 1869 Yılında doğan Hanife çocuklarının iki numarasıdır. Hacımahmutlardan Hüseyin'e vardı. Kezban, Hasan Hüseyin, Fatma ve Azime adında dört çocuğu olduktan sonra eşi vefat etti. Bu arada ortanca kızı Fatma da ölmüştü. Büyük kızı Kezban ileride Arapkızı lakabıyla bilinecek ve sırasıyla; önce Tekirgızıların Hasan'a, sonra Bolvadinli Bekir'e varacak... Gambırömer, Halil ve Köralosmanın anası olacaktır. Arapkızı Kezban'ın küçük kardeşi Azime ise ileride Şaşdımoğlu Halil ile evlenip Uykucu Ömer'in anası olacaktır...

    Yaş sırasına göre Arap Selim'in dört oğluna bakalım...

    1. Abdurrahman

    1856'da doğan ilk oğluna Abdurrahman adını koydu. Böyle bir isimlendirmede, Hacapdıramanlarla yolunun kesişmiş olmasının rolü bulunabilir... Bu isimlendirmeye dayanarak Abdurrahman'ın annesinin Hacapdıramanlardan başka bir Şerife olduğu, Arap Selim'in, onun ölümünden sonra Küçükmehmet kızı Şerife'yi aldığı düşünülebilir...

    Abdurrahman, önce Emin kızı Fatma ile, sonra Mustafa kızı Fatma ile evlendi. İki eşi de aynı isimli olduğu için çocuklarının hangileri, hangisinden olduğu anlaşılamıyor. Bugüne uzanan torunlarının beyanına göre; hayatta kalan oğlu, Mustafa kızı Fatma'dandır. Annesi itibariyle Selimler/Esnanlardan olan Fatma Hanım, Kölgeciömerin babasıyla da karınkardeştir... Birinci Fatma Hanım Hamzaoğluların kızı, İkinci Fatma Hanım da Kölgecinin babasına uzandığına göre; iki hanımından da Galgancılar/Ayanoğlular bağlantısı da var...

    Arapselimoğlu Abdurrrahmanın çocuklarından Emine 1886, Selim 1889, Mustafa 1891 ve Arif 1894 yılında doğdu... En küçükleri Arif'i ayrı tutacak olursak, üçü de bekar iken vefat ettiler. Mustafa'nın Cihan Harbinde şehit olduğu söyleniyor...

    Arap Arif

    1900 Yılında doğan Arif, esasında ikiz idi; ikiz eşi çok küçükken öldüğü için kayıtlara yansımamış. Dedesi Arapselime nispetle Arif'e de 'Arap Arif' diyorlardı.

    Sarıcaovalı Doktor Osman kızı Samiye ile evlendi. Yeni Muhacir bir Çerkes Köyü olan Sarıcaova'da tabiblik yaptığı için o lakap takılmıştı Osman'a... İlaçlarının hammaddesi otlardı, ve kendi yaptığı ilaçları hastalarının tedavisinde kullanan bir Otacı Hekimdi... 

    Samiye Hanım ile Araparifin ikisi kız üçü erkek, beş tane çocukları oldu. Bu çocukların en büyüğü olan 1921 doğumlu ilk kızına annesinin adı olan Fadime ismini koydu. Fadime Hanım, Azıraklı Hüseyin Kalkan'ın eşi oldu ve 1999 yılında vefat etti... En küçük çocuğu, 1935'te doğan Nazmiye de ileride Güdüğahmet Ahmet Işılak'ın ikinci eşi oldu.  Güdük Ahmet'in Apdıramanlardan olduğunu ve dipte Arapselimin Apdıramanlar bağlantısı hatırlanmalı... Nazmiye Hanım 2021 yılında vefat etti...

    Tıraka
    Büyük oğlunun adı Abdurrahman, yani dedesinin adı... 1923 Yılında doğdu... Ne zaman takıldı bilinmiyor, ama adından daha çok lakabıyla tanındı, 'Tıraka' dediler... Eskiden gürültülü yüksek sesi 'tarraka' kelimesiyle ifade ederlermiş. Çok ses yapan mantar tabancasına, bu kelimeyi Türkçeleştirerek 'tıraka' diyorlardı. Abdurrahman'a belki hızlı ve yüksek sesli konuştuğu için böyle bir lakap takılmıştır... 

    Sosyal ve öne çıkmayı seven bir insandı. Eğret Köyünün, belediyelik olmadan önceki son muhtarıydı. Şimdi yıkılmış olan, Hanın önündeki hamam onun zamanında yapılmış. Bu sırada işin üstesinden gelmek için bazı radikal kararlar almaktan çekinmediği karar defterinin incelenmesinden anlaşılıyor. Tabi böyle uygulamaların siyaset dünyasında yeri yok. Vatandaş, köy yararına da olsa kendi çıkarına olmayan işler yapanlara bir daha oy vermiyor. Tırakayı da bir daha seçmeyerek cezalandırmışlar; ilk belediye seçimlerine aday oldu, kaybetti...

    Tıraka, Omarcıklardan Emetinin Dikhasan kardeşi Ayşe ile evlendi, böylece Dananın Şapgöbek ve Şöförhalibram ile bacanak oldular... Bir kız beş erkek, toplam altı çocukları oldu. Tek kızı, 1951 doğumlu Nursefa, Kirtyusuf oğlu Ahmet Aydın eşi oldu. Burada biraz durmak lazım... 

    Hatırlanacağı üzere Tırakanın Dedesi iki eşliydi ve ikisinin adı da Fadime idi. İlk eşi Fatma (Fatma, Fadime, Fatı, Fadik... bunların hepsi aynı kapıya çıkar), Kirtyusufun anası olan Dudu'nun halasıdır... Evliliklerde bu kadarcık bile olsa akrabalıklar mutlaka dikkate alınıyor... Nursefa, 2014 yılında vefat etti...

    Tırakanın oğlanlara geçelim... Büyük oğlu Osman, 1949 yılında doğdu; İzmir'den evlendi, 2016 yılında vefat etti... İkinci oğlu Ramazan, İzmir'de Anıtkaya dışından evlendi.... Üçüncü oğlu Rauf 1958 yılında doğdu, Afyon'dan evlendi... Dördüncü oğlu Mehmet de Anıtkaya dışından evlendi... En küçük oğlu Adem, Körahmetin Musa Çotak kızı Kezban ile evlendi. Sadece Adem Anıtkayalı bir hanım aldı, burada bir akrabalık var mı bakalım: Kezban'ın ninesi İsmihan, anası itibariyle Güdükler/Apdıramanlardan, Adem'in Apdıramanlar bağlantısını biliyoruz...

    Kendisi 2002 yılında, eşi Ayşe Hanım ise 2012 yılında vefat ettiler... Bütün çocukları dışarıda yerleşik, hamam da yok olunca Tırakadan Anıtkaya'da bir eser kalmadı...

    Gara Selim
    Arap Arifin ortanca oğlu Selim 1930 yılında doğdu. Belli ki büyük dedesinin adını almış. Ona da 'Arap Selim' dediler, bir asır sonra Eğret'teki İkinci Arapselimdir. Bununla beraber Gara Selim lakabı daha yaygın kullanıldı... 

    Garacagarısı Haticenin, Çakallardan tay getirdiği kızı Refiye ile evlendi. Hacınınhasan (Hasan Çelik) ile bacanak oldular... Şuayip, Arif ve Ahmet olmak üzere üç oğulları oldu. 1963'te Ahmet'i dünyaya getirdikten sonra Refiye Hanım vefat etti...

    İkinci olarak Olucaklı Zakire Hanım ile evlendi. Zeyyad, Refiye ve Nazmi adında üç çocuğu da Zakire Hanım'dan doğdu. Bunlardan Nazmi, küçük yaşta vefat etti. Refiye, Kekliklerden Haciresilin Piriteşkiya oğlu Adem Tül eşi oldu.  Zeyyad ise Afyon'dan evlendi, bir kız bir de oğlu var...

    Arapselimin büyük oğlanlara geri geliyoruz... Şuayip 1954 yılında doğdu. Patlakların Celep (İhsan Patlar) kızı Zülfiye ile evlendi. Zülfiye'nin anneannesine Gazcıgızı derlerdi; Kekliklerden Kelırmızanın eşi ve Hacemirlahın kardeşi oluyor. Yani Apdıramanlar... Bir kız bir oğlu oldu Şuayip'in ve 2001 yılında vefat etti...

    İlk hanımından ortanca oğlu Arif, 1956 doğumlu... Terzimusa kardeşi Zehra ile evlendi. Annesinin adı olan Refiye ismini verdiği bir kızı ve Yasin-Yasemin adlı ikizleri oldu. Afyon'da iki dönemdir Mahalle Muhtarlığı yapıyor...

    Ahmet ise, analığı Zakire Hanımın yanında Olucaktan tay gelen Sevim ile evlendi. Selim adında bir oğlu ve Refiye Selin adında bir kızları var. Arapselimin çocukları ve torunlarının tamamı Anıtkaya dışına yerleştiler.

    Sağlığında Garaselim uzun müddet bakkalcılık yaptı. İlk dükkanı Gobakların Garibanın evinin olduğu yerde, ikincisi onun hemen karşısında Çolağüseyinin evi yanında, ve son olarak da bacanağı Hacınınhasanın dükkanı yerindeydi. Şimdi Çolaklar ev yaptılar... Bu yüzden 'Dükkancıselim' diye de bilinirdi. Zakire Hanım 2010'da, kendisi ise 2012 yılında vefat ettiler...

    Mustafa
    Araparifin küçük oğludur, 1932 yılında doğdu... Hacapdıramanların Lomcu Mehmet Hoca kızı Refiye ile evlendi. Eyüplerin Veysel Dirlik ve Tatıresilin Mehmet Omak ile bacanak oldular...

    1965 Gibi erken bir dönemde İzmir'e gittikleri için Anıtkaya'da pek bilinmiyorlar. Süreyya, İlkcan ve Mehmet Noyan isimlerinde üç oğlu oldu. 

    Süreyya Anıtkaya dışından, İlkcan ise Terlemezlerin Pala İbrahim kızı Seviye ile evlendi. Küçük oğlu Mehmet Noyan Adana'da doktor...

    Eşi Lomcunun kızı Refiye Hanım 2012 yılında vefat etti... Araparifin küçük oğlu Mustafa ise 2021'de öldü...

    Dönelim başa... Araparif 1980 yılında seksen yaşındayken vefat etti. Eşi Samiye Hanım ise 1995'te öldüğünde doksanının üzerindeydi... İlk Arapselimin büyük oğlu, 1856 doğumlu Abdurrahman'ın kesin ölüm tarihi bilinmiyor; yalnız açılan davalardan 1920-25 arasında vefat ettiği anlaşılıyor.

    2. İbrahim

    Yaş sırasına göre Arapselimin ikinci oğlu İbrahim, 1872 yılında doğdu.  Mustafa kızı Elif ile evlendi. Elif Hanım'ın Eğret dışından, aslen Emirdağlı olduğu söyleniyor. Bununla beraber Hamzaoğlu/Tongulların Ahmet ile karınkardeş oldukları, bu sebeple Hassönlerle de bağlantısı bulunduğuna yönelik bir rivayet de var. Bu doğruysa, Conahmetin eşi Zehra Hanımın halası demektir...

    Elif Hanımla İbrahim'in 1900 yılında Fadime ve 1906'da Eşe/Ayşe  isimlerinde iki kızları oldu. Bunlardan Fadime, Bilallerin Recep eşi olacaktır, kısaca 'Ercepgarısı' derlerdi, 1978'de öldü... Eşe ise Müdüroğlunun (Mehmet Ali Eşiyok) ikinci eşi oldu, Çaparın anasıdır, onu doğurduktan sonra vefat etti... 

    Tek oğlunun hikayesini aşağıda anlatacağımız Arapselimoğlu İbrahim ile karısı Elif Hanım 1942-43 yıllarında arka arkaya vefat ettiler... Şimdi Şükrü'ye dönelim...

    Arap Şükrü
    Üç kızdan sonra, Cihan Harbi başladığında 1914 yılında Mehmet Şükrü adını verecekleri bir oğulları dünyaya geldi. Lakabı hazırdı, daha çocukluğundan itibaren 'Arap Şükrü' denilecek kendisine... Yunan işgaline 6-7 yaşlarındayken şahit oluyor...

Yunan gittikten sonra Elif Hanım, kaynı Abdurrahman'ın oğlu Araparif aleyhine miras davası açıyor. Asıl dava gerekçesi, doğrudan kayınpederi İlk Arapselim'in mirası değil, O öleli uzun yıllar olmuş zaten...  Elif Hanım, yakınlarda ölen kaynı Abdurrahman'ın terekesinde kendilerinin hakkı olduğunu iddia ediyor. Davayı eşi İbrahim değil de kendisinin açması da ilginç... Neyse bunu öğrenen Araparif esaslı bir avukat tutuyor... Elif Hanımın da Avukat tutacak parası yok demek ki... Davayı açarken pek oralı olmayan eşi İbrahim'i vekil tayin ediyor. İki de şahit gösteriyor; biri 'Kürtosmanoğlu Musa bin Osman', yani Demircisalek ile Kelyusufun babası; diğeri de 'İmranoğlu Hüseyin bin Ahmet', yani İşof... Dava sonucu hakkında bir malumat bulunmuyor...

Bundan bir yıl sonra 1923 yılında, bu sefer kocası 'Zenciselimoğlu İbrahim' bir dava açıyor. Onun dava konusu bambaşka... Tokuşlarlı Ahmet Ağa'ya 2500 kuruşa bir kısrak vermiş. Aradan bir yıl geçmesine rağmen parasını alamamış. Diyor ki İbrahim 'Kısrağın parasına ilave olarak bir urgan ve bir başlık-gem ücretini ekleyerek toplam 27 lirayı alıverin'... Alacak davası yani... Mahkeme 20 liraya sulhediyor bunları...

    Arapşükrüyü Selimlerden Gılindir Mısdıfa kızı Hanife ile evlendiriyorlar. Hanife Hanım, anası itibariyle de Canalilerdendir. Önceden Musluların Çürükyusuf eşiydi, onun ölümünden sonra Arapşükrüye geldi... Bir kız, iki oğulları oldu.  Kızına, annesinin ismi olan Elif adını koydu. O Elif, emmisinin oğlu, Çulluların Aziz Zenger eşi olacaktır... Kızına anasının adını koyduğu gibi, büyük oğluna da babası İbrahim'in adını koydu Arapşükrü... Yalnız İbrahim, daha bekar iken 1967'de yirmi yaşında vefat etti... 1950 Yılında bir oğlu daha oldu. Suat adını verdiği bu çocuk da dört yaşında vefat etti...

    Suat'ın öldüğü sene, 1954'te bir oğlu daha dünyaya gelince Muhittin adını koydu. Arapselimler için yeni bir isim bu... Hikayesi de anlatmaya değer... Şimdi buna 'Arapşükrü' diyorlar ya... Meşhur Araplardan kim var, ismi içinde 'Arap' kelimesi geçen... Muhiddin ibni Arabi... Yani Arabın oğlu Muhiddin... Zaten Muhittin'e de kısa bir süre sonra 'Arabın Muhittin' lakabı takılacaktır... 

    Böyle matrak bir adam Arapşükrü. Torunu doğduğunda 'Bu benden de karaymış!' diyecek kadar kendiyle barışık mutlu biri... Aynı zamanda algıları güçlü biriymiş de... Sandıklı taraflarını işaret ederek 'Bilmemne Dağı gümbürdemeye başladı, yağmur yağacak' dedi mi  yağarmış. O kadar uzak mesafeden gök gürültüsünü yalnız onun işitmesi dikkati çekici.

    'Muhittin ibni Arabi'yi Müdüroğluların Cemal kızı Hayriye ile everiyorlar. Hayriye Hanım halasının torunu oluyor... Onların da iki oğlan, iki kızları oldu. Kızları Hanife, Hacıların Talip Azbay eşi; Fatma da Çulluların Selim oğlu Onur Haykır eşidir. Fatma ile Onur arasında katmerli bir akrabalık var hem Arapkızından hem de Arapşükrünün emmisinden gelen...

    Arabın Muhittin, oğullarına dede ve büyük dedelerinin adlarını koyuyor. İbrahim, Afyon'dan evlendi; Beyza, Muhittin ve Muhammed olmak üzere üç çocuğu var. Şükrü ise Urganlının Adem kızı Zehra ile evlendi; Hayriye, Hilal ve Kevser isimlerinde üç kızı var.

    Arapselimin ikinci oğlu İbrahim'den dördüncü kuşak torunu olan Muhittin Zenger, Anıtkaya'da oturuyor.  Babası Arapşükrü 1989 yılında, annesi Hanife Hanım ise 1993'te vefat ettiler...

    3. Arabın Ali

    Arapselimin üçüncü oğlu Ali, 1876 yılında doğdu. 'Araboğlu' yahut 'Arabın Ali' diye bilinirdi. Epeyce bir süre evlenmedi...  Babadan kalan mal mülkü ve çoluk çocuk yüzünden gelecek kaygısı da olmayınca günlük yaşadı.

    İyi cura çalardı. O vakitler erkeklerin oynadığı zeybek türü oyunlar hep cura eşliğinde olurdu. Bu yüzden Araboğlu o durumların aranan adamıydı.  Yaşlılığında bile delikanlılar sırtında getirir götürür; ama mutlaka onun çalmasını isterlerdi. Karşılığında bir parça ekmekle bir parça peynir alırdı, o kadar... 

    Sonra Eyüp kızı Satı ile evlendi. 'Gara Satı' diye bilinen Satı Hanım Eyüplerdendi... Şekeralinin babasından dul kaldıktan sonra Arabınaliye vardı... İki oğlu oldu, adlarını Mehmet ve Ramazan koydular... Sonra Ali hangi yıl, kaç yaşında öldüğü bilinmiyor...

    1920 Doğumlu küçük oğlu Mehmet 'Garasatının Mehmet' diye bilinirdi, hiç evlenmedi. O haliyle 1948 yılında tek başına vefat etti... Bundan on yıl kadar sonra 1959'da ise anası Garasatı vefat etti...

    Büyük oğlu Ramazan 1916 yılında doğdu... Arabınırmızan derlerdi. Çalışmak için gittiği Aydın taraflarında evlilik girişiminde bulunduysa da bunda başarısız kaldı. Eğret'e döndüğünde Topçunun kızı Rabia ile evlendi. Ali, Nazik, Satı ve Ahmet adlarında dört çocuğu oldu. Bu çocukların adları, karı koca ikisinin de ana babasının adlarıdır. Büyük kızı Nazik, Potuk oğlu Asım Gülen eşi; küçük kızı Satı da Akbaşların Resul Karakaya eşidir... 

    Büyük oğlu Ali, dedesinin adını aldığı gibi lakabını da devralmış; Ona da 'Arabın Ali' diyorlar. Karacahmet'ten evlenen Arabınalinin iki kızıyla bir oğlu var ve Anıtkaya'da oturuyorlar...

    Küçük oğlu Ahmet de Topçu dedesinin adını almış. Anıtkaya dışından evlendiği ve Kütahya'ya yerleştiği biliniyor. Oraya gitmesinde Asım Eniştesinin etkisi olabilir...

    Arapırmızan da eğlenceli bir adamdı, çobanlık yaptı. 1985 Yılında yetmiş yaşında vefat etti... Karısı Rabia/Iraybe Hanım ise kendisinden 25-30 yaş daha küçüktü; yaklaşık o kadar sonra, 2012 yılında vefat etti...


    4. Mehmet

    Arapselimin en küçük oğlu Mehmet'tir. 1880 Yılında doğdu. Vardıysa da lakabını bilmiyoruz. İlim tahsil etti... Çorcalıoğlu Topal Alinin üvey kızı Şerife ile evlendi. Şerife Hanımın anası Omarcıklardan, Altındişin halasıdır. Şerife Hanım ayrıca anası itibariyle Olcaklı Musa Hocanın da teyzesidir...

    Şerife ile Mehmet'in iki oğlu bir kızı oldu. Bunlar Selim, Ramazan ve Halise'dir... 

    Başkimse'ye Hoca durdu. Yunan geldiğinde oradan ayrılmadı, vazifesinin başındaydı. 1922'de kaçarlarken her tarafı yakıp yıkıyorlar, önlerine çıkanı öldürüyorlardı. Olcakgırında Arapseliminin küçük oğlu, Başkimse İmamı Mehmet'i de şehit ettiler.

    Yetim kalan üç çocuğunun en küçüğü Halise 1918 yılında doğdu... Onu, yıllar sonra Konya'dan Eğret'e dönen Halimenin Mehmete verdiler. Sevimli bir kadındı, bakla atarak fal bakmaz; ama kaybolan hayvanların filan yerini tespit ettiğine inanılırdı... Dipteki Arapselim Dede hakkında büyüklerinden duyduklarını da çevresindekilere anlatırmış. 1990'da öldü...

    Çullugızı
    Büyük oğlu, 1914 doğumlu Selim, dedesi Arapselimin adını taşıyordu. Çullu Mustafa kızı Şerife ile everdiler. Şerife Hanıma 'Çullugızı' derlerdi. İki kız iki oğlan, dört çocukları oldu. Yaş sırasına göre bunların isimleri Aziz, Safiye, Selime ve Mehmet'tir... 

    Dört çocuğundan sonra Arapselimin torunu Selim 1944'te vefat etti. Bunun üzerine eşi Çullugızı Şerife dört çocuğuyla evine döndü. Yine Arapselimin torunlarından Arapgızı Kezban'ın oğlu olan Köralosman (Ali Osman Haykır)ı içgüveyisi olarak aldı. Bundan sonra ilk eşi Selim'den olan dört çocuğu anılırken isimlerinin önüne 'Çulluların' sözcüğü eklendi. 

    Çulluların Safiye, Bilallerin Apil oğlu Hüseyin Kaynar eşi; Selime de Irafanın Hasan Dalgalı eşi oldular... 

    1938 Doğumlu Çulluların Aziz Zenger, Arapşükrü kızı Elif ile evlendi, emmi çocukları diyebiliriz. Erken dönemde İzmir'e yerleşti. Bir kızı ve İbrahim adında bir oğlunu biliyoruz. Her yaz anasının evine tatile gelirlerdi... 2016 Yılında İzmir'de vefat etti...

  Küçük oğlu 1943 yılında doğdu. Çulluların Mehmet Zenger de, yine Çulluların Mustafa Azbay kızı, yani dayısının torunuyla evlendi; 1974 yılında vefat etti...

    Anaları Çullugızı Şerife Hanım ise, Aliosmançavuşun eşi Şerife Haykır olarak 1995'te öldü...

    Düdükçü
    Arapselimin Mehmet'in küçük oğlu 1915'te doğdu... Ramazan'ın lakabı 'Düdükçü' idi. Tomanların Kel Halil ile bir davul-zurna ikilisi oluşturup epeyce bir müddet düğünlerde çaldılar. Bu yüzden Düdükcüırmızan oldu. Kelhalilin ölümüyle ikili bozulmuş oldu; ama onun davulunu miras bilip sahurlarda çaldı... 

    Düdükcüırmızan, Aydınlı Delimehmet kızı Feriştah ile evlendi. Feriştah Hanım, Haydar Acar ve Ösüzömer (Ömer Acar)ın kardeşidir. Dört oğlu bir kızı oldu. Kızı, dayısının oğlu Ali Osman Acar eşi oldu. Oğullarının isimleri; Selahattin (Satırcı), Mehmet, Selim ve Hikmet'tir. Selahattin ve Mehmet Anıtkaya'da, Selim ile Hikmet İzmir'de yaşıyorlar. Yalnız Hikmet'in eşi Anıtkayalı olduğu için yazları köyünde geçiriyor...

    Arapselimin küçük oğlu Mehmet 1922'de şehit olduktan sonra eşi Şerife 50 yıldan fazla dul olarak yaşadı. 1970'li yıllarda, oğlu Düdükcünün evinin bir köşesinde yalnız kalırdı. Oldukça yaşlıydı, yakacak namına bulduğu her şeyi toplar evine götürürdü. 'Şedden Nine' derlerdi kendisine, 1977'de vefat etti...

    Düdükçüırmızan anasının ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra 1996'da öldü. Eşi Feride/Feriştah Hanım ise 2002 yılında vefat etti...

    ***

    Arapselimin torunları, 1934 soyadı uygulamasında kendilerine 'ZENGER' soy ismini seçmişler... Seçmişler veya verilmiş; zira sanki biraz 'zenci' kelimesini çağrıştırıyor. Bununla beraber Arabınali oğlu Ramazan, karınkardeşi Şekeralinin etkisiyle olsa gerek TETİK soyadını almış...



02 Ağustos 2022

Takgaslar

     
    Dilden dile anlatılagelen hikayeye göre, Takgasların ataları Girey Ovasından Eğret'e gelmişler. Aslanapa, eski adıyla Gireği, önemli bir merkez olarak biliniyor ve çevresindeki köylerinin dağıldığı geniş düzlüğe Eğretliler 'Girey Ovası' diyorlar. İki kafadar berber Girey'den buraya gelip yerleşiyorlar. Biri, o zaman Aslanapa'ya bağlı Aşağı köyünden olduğu için O ve çocuklarına Aşşağılılar deniliyor. Diğerinin köyünü tam olarak bilmiyoruz, belki O da Aşağı köyündendir; ama O ve çocuklarına Takgaslar denilecektir... Tabi Soyadı Kanunu sonrası iki sülale de ÖNCÜL soy ismini benimsiyor...

    Bununla beraber Takgasların her iki kütükte (1831 ve 1904) baş taraflarda bir yer işgal etmesine karşılık, Aşşağılıların ilkinde ortalarda ikincisinde son sıralarda yer alması bu anlatıyı desteklemiyor. Aynı yerden gelseler bile Eğret'e yerleşmenin farklı zamanlarda gerçekleştiği açıktır. Belki Takgaslar önceden gelip yerleşmiş ve Aşşağılıların da gelişine öncülük etmişlerdir...

    İlk Berber Hüseyin

    Takgasların bilinen en eski atası 'Berber Hüseyin' olarak kayıtlara geçmiş.  1780-90 arasında doğmuş görünüyor, 'orta boylu, kara sakallı' biri diye tarif edilmiş. Eğret'e evli olarak mı geldi, yoksa burada mı evlendi, bu konuda bir açıklık yok. 1820'li yıllarda Ömer adında bir oğlu oluyor. Bundan sonrası kayıt altında olduğu için, macerayı daha net takip edebiliriz.

    Berber Hüseyin'in oğlu Ömer, Ayşe (Eşe) ile evlendi. Kesin olmamakla birlikte, Abdullah kızı Ayşe Hanımın Omarcıkların Eğret'teki ilk atası kabul edilen Omarcıkoğlu Mehmet'in kardeşi olduğu düşünülüyor. Kocası Ömer'in doğum tarihine yakın bir tarihte, 1830 yılında doğmuş...

    Ömer ile Ayşe'nin iki kız bir erkek çocukları dünyaya geldi. 1855 Yılında Atike, 1860 yılında Abide ve 1871'de Murat... Bir görüşe göre; Abide, Berberoğlu Ömer'in kızı değil, kızının çocuğudur; anası babası ölünce dedesinin nüfusuna kaydettiler... Yalnız, Abide'nin doğum tarihine bakılırsa mantıklı görünen bu görüşü destekleyip doğrulayacak bir belge bulunmuyor, günümüze şifahen gelmiş...

    Atike'yi Amcalardan Yusuf'a verdiler. İleride Godal Yusuf ve Kel Mehmet'in ninesi olacaktır. Abide'yi ise Alemdaroğlu Halil ile everdiler, O da Garadeli (Ahmet Kızılyel)in anası olacaktır... 

    Takgaslara, Murat'tan gidiliyor... 1871 Yılında doğdu. Dedesine nispetle 'Berberoğlu' diye anılıyordu. Önce Fatma Hanım ile evlendi; Mustafa, Hüseyin ve Hasan isimlerinde üç oğlu oldu. Fatma Hanımın akıbeti bilinmiyor... 

    Berberoğlu Murat, ikinci olarak Sakalardan Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım, Kel Bekir'in halası oluyor... Bu evlilikten de Ömer, Emine, Ayşe ve Firdevs doğuyor. Büyük kızı Emine Muratlar'a gelin gitti. Ortanca Ayşe, Sakızcıların Takguş eşi oldu, 1972'de öldü. Küçük kızı Firdevs ise Eyüplerden Mustafa'ya vardı, Aşçı Tahsin'in ninesidir; 1935'te vefat etti.. 

    Berberoğlu Murat'ın Hacıbeyli ile de bağlantısı var; ama tam olarak bu çözülemedi. Bir zaman kendisine 'Hacıbeylili Deli Murat' derlermiş. Hacıbeyli meselesi şüpheli olsa da bir parça gözükaralık varmış, bu yüzden 'Deli' demelerinde haklılık payı bulunabilir. İki evlilikten altı çocuğu olmuştu... İkinci eşi Ayşe Hanım 1945'te vefat edince, son dönemlerinde Şalsız Nine ile de bir evliliği var... İlk Berber Hüseyin'in torunu, Ömer oğlu Murat 1953 yılında vefat etti...

    Oğullarına gelince... Büyük oğlu Mustafa 1894'te doğdu. 1895 Yılında doğan ortanca oğluna Hüseyin adını koydu. Bu, Berber Hüseyin'den sonraki ilk kuşak Hüseyin oluyor. Abi-kardeş ikisi de delikanlılık çağında vefat ettiler. Hüseyin'in normal ölüm kaydı düşülmüş; ama Mustafa'nın Cihan Harbinde şehit olduğu düşünülüyor... 

    Torunu Murat'a gelindiğinde Berber Hüseyin lakabı halk arasında unutulmaya başlandı. İşgal yıllarından sonraki dönemde artık sülaleye 'Takgaslar' denmeye başlanacak. Manası pek anlaşılamayan bu söz, o an öyle denk gelen bir yakıştırmaya benziyor. Neden bu lakap takıldığına dair kimsenin bir fikri yok.

    TAKGASLARIN HASAN

    İlk eşi Fatma Hanımdan olan üç oğlundan hayatta kalabilen sadece Hasan oluyor. 1902 Yılında doğdu Hasan. Gözlerinin renginden dolayı 'Çakır' lakabı takılıyor...  Haliloğluların Mehmet kızı Gülsüm ile evlendi ve beş tane oğulları oldu, kız yok... Gülsüm Hanım, 1933 yılında vefat etti...Ondan sonra daha bir kaç kere evlendi... Beş oğlunun yaş sırasına göre isimleri; Hüseyin, Abdullah, Mehmet, Şükrü ve Ramazan'dır... Takgasların Hasan, 1970 yılında, 68 yaşında vefat etti...

    İkinci Berber Hüseyin
    Takgasların Hasan, 1922 doğumlu  büyük oğluna genç yaşta ölen abisinin adı olan Hüseyin ismini koydu. Bu, aynı zamanda dip dede Berber Hüseyin'in adı... Kadere bak ki ilk Berberhüseyinin beşinci kuşak torunu da Berberhüseyin oldu... Onu yetiştiren ise  Berberlerin Gocaberberdir. Gocaberberin iki mühim çırağı, biri Omarcıkların Berberüseyin, diğeri de Takgasların Berberüseyindir...

    Berberüseyin, Hacapdıramanların İbrahim kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım, Cıldırın ablasıdır. Dördü kız ikisi oğlan, altı çocukları oldu. Kızlar; Gülsüm, Dilsizlerin Hasan Veli eşi; Eşe, Galgancıların Celal eşi; Esma, Sakaların Hüseyin oğlu Halil eşi ve Hatice de Timitirinin Şükrü eşi oldu. Sakaların Halil'e Esma'nın verilmesi dikkat çekmelidir; çünkü Esma'nın büyük dedesi, Halil'in büyük halasını almıştı...

    Büyük oğlu Aziz 1954 yılında doğdu. Şükrü Emmisinin kızıyla evlenip boşandılar. Sonradan Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi; Hüseyin, Özkan ve Ayşe isimli üç çocuğu var. Hüseyin, Şerafettinin Süleyman kızı Cemile ile evli; Garaçaylının Mahmut oğlu Kazım Öztürk ile bacanak...

    Küçük oğlunun adı ise Ahmet'tir. 1960 Doğumlu olan Ahmet de Anıtkaya dışından evlendi, iki çocuğunun adları Hüseyin ve Ayşenur'dur. Ahmet 2020 yılında vefat etti... 

    Berberüseyin 1974'te öldü. Karısı Ayşe Hanım ise kendisinden yirmibeş yıl sonra 1999 yılında vefat etti. Çocukları ve dolayısıyla torunları uzun süredir Afyon'da yerleşikler...

    Abdullah
    Takgasların Hasan'ın ikinci oğlu Abdullah, 1924'te doğdu. Gazilerden Ümmühan ile evlendi. Böylece Hamdihoca (Hamdi Dadak) ve Hatcamemet (Mehmet Saki) ile bacanak oldular... 

    İki oğlan üç kız çocukları oldu. Ortanca kızı Gülsüm, Anıtkaya dışına gelin oldu. Hatice ve Şerife ise iki kardeş, elti oldular; Hatice Delimamların Süleyman'a, Şerife de Mevlüt'e vardı...

    Büyük oğlu, 1955 yılında doğdu. Dedesinin adı olan Hasan ismini taşıyor. Hamdihocanın kızı Hafize ile evlendi ve üç oğlu var.

    Küçük oğlunun adı Adem'dir. Kelyusuf kızı Meryem ile evlendi. Onların da bir kız bir erkek çocukları oldu.

    Takgasların Abdullah'ın çocuklarının evliliklerindeki bazı akrabalıklara dikkat çekmek gerekebilir. Evvela, bu çocukların nineleri Haliloğlulardan olduğunu hatırlayalım. İki kardeş bacanaklar Delimamların Süleyman ile Mevlüt'ün ana tarafından büyük nineleri de Haliloğlulardan... İkinci olarak, büyük oğlan Hasan ile eşi Hafize teyze çocuklarıdır... Takgasların Abdullah Öncül 2015 yılında vefat etti...

    Mehmet
    Hasan'ın üçüncü oğlu Mehmet 1926'da doğdu, Hacıların Sağırmehmet kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım Tülümurat (Murat Azbay)ın kardeşidir... 

    Ramazan ve Hasan olmak üzere iki oğulları oldu. Ramazan, Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi; dört çocukları oldu, bir kız bir oğlu hayatta... Hasan ise Hacılardan Şerafettin kızı Hacer ile evlendi. Mücahit, Mehmet ve Ayşegül adlarında üç çocuğu var. 

    Takgasların Mehmet 2003'te, eşi Ayşe Hanım ise 2019'da vefat ettiler; çocukları uzun zamandır Afyon'da yaşıyorlar...

    Şükrü
    Takgasların Hasan'ın dördüncü oğlunun adı Şükrü, 1928'de doğdu...  Kelömer Emmisinin kızı Firdevs ile evlendi. Erken dönemde Eğret'ten ayrıldılar. 

    İki oğlu, bir de kızları oldu. Azime, aynı zamanda çocuklarının en küçüğü olup Anıtkaya dışına gelin oldu. Oğulları da Anıtkaya dışından hanımlarla evlendiler. Büyük oğlu Murat'ın Firdevs ve Uğur; küçük oğlu Mevlüt'ün Aykut, Yiğit ve Mert isimli çocukları var.

    Takgasların Şükrü 2009, hanımı Takgasların Firdevs ise 2018'de vefat ettiler...

    Posteci
    Beş kardeşin en küçüğü Ramazan 1933 yılında doğdu... Eğret'te söylenişiyle 'Irmızan'... Ramazan ayında doğduğundan bu isim verilmiş olabilir. 

Evin en küçüğü ve öksüz... Hafızlık çalışsın diye Hocaya yollamışlar. Terlemez Hoca'ya galiba... O vakitler 'Eti senin, kemiği benim' dönemi... 
Bir vakit sonra Ramazan, Hocayı babasına şikayet etmeye başlamış, 'Dövüyor beni, falakaya yatırıyor' filan diye... 
Takgasların Hasan, varmış Gocacamiye... 
Namazdan sonra, Hocaya durumu sormuş... Durumu sormuş ama, hali tavrı hesap sorar gibiymiş. 
Bu yüzden duymazlıktan gelmiş Hoca... Fakat Hasan'ın ısrarı karşısında sabrı taşmış...
 'Falakaya mı yatırıyormuşum senin oğlanı! Tutun cemaat şunu, getirin falakayı!...' demiş. 
İlk defa bir talebenin babası falakaya yatırılmış

    Demirdelenlerden Hayta Mahmut'un kızı Emine ile evlendi, İresilhoca (Resul Ayas) ile bacanak oldular... 

    Bir vakit sonra Anıtkaya PTT şubesinin memuru oldu. En önemli iletişim aracının mektup olduğu dönemlerdi... Eski Belediyenin yan tarafındaki PTT binasına haftanın üç günü uğradığımızda görürdük Posdeci Irmızan'ı... Bizi görünce, yeni gelen posta yığınını tasnife başlar, yolumuzun üstündekileri vererek yükünü hafifletirdi. Tasnif işini abartılı bir titizlikle yapar, zarfların birbiri üstünde düzgün durmasına dikkat ederdi. Görenleri rahatsız edecek kadar simetri hastalığı vardı galiba... Emekli olana kadar değil, ölene kadar 'Posdeci Irmızan' diye lakaplandı.

    Posdeci Irmızan ile Emine Hanımın birisi erkek altı çocukları oldu. Beş kızı; Gülsüm, Gülten, Selma, Neriman ve Figen'dir... Selma ile Figen Anıtkaya dışına gelin oldular. Gülsüm, Haliloğlulardan Ramazan Kanat; Gülten, Keçilerin İsmail Seçen; Mustafa da İresilhoca oğlu Mustafa Ayas eşi oldular. Bunların üçü de akraba evliliğidir.

    Posdeci Irmızan'ın tek oğlu  Mehmet de Anıtkaya dışından evlendi. Özgür ve Kaan isimlerinde iki oğlu var.

    Takgasların Hasan'ın beş oğlundan Anıtkaya'da kalan yalnız en küçükleri Postacı Ramazan'dı, 2018'de vefat etti. Onun tek oğlu Mehmet de görevi gereği Anıtkaya dışına çıkmak zorunda kaldı... 

    KEL ÖMER

    Berberoğlu Murat, 1907 yılında doğan en küçük oğluna, babasının adı olan Ömer ismini verdi. Halk arasında 'Kel Ömer' diye bilindi.

    Kelömer önce Yörük Ahmet Ağanın kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım Yörük Kerim'in kardeşidir.... Bir oğlu oldu, adını Mustafa koydular. Mustafa tazeyken Ayşe Hanım Gocagırdaki tarlaya işe gitmiş. Yolma mıdır, çapa mıdır her neyse... Yanında evin zağarı da varmış. Bir yılan musallat olmuş, eve kadar kovalamış bunları. Bereket yanında zağar varmış, yılan onunla boğuşacağım diye Ayşe Hanıma yetişememiş. Yine de köpekten vakit buldukça atlayarak kadına saldırırmış. Can havliyle koşa koşa evi bulmuşlar; ama yılan da eve kadar kovalamış... Tabi çok korkmuş Ayşe Hanım... O korkuyla öldüğünü söylüyorlar; ertesi sabah kapalı kapının önünde ağlayan Mustafa'nın sesine varmışlar da öldüğünü fark etmişler. Kadın, öncesinde başından geçenleri birine anlatmış olmalıdır; yoksa olay bu kadar ayrıntılı nasıl bilinebilir ki... Neyse işin özü, 1930 yılında Kelömer bir taze çocukla dul kaldı... 

    Ayşe Hanımın vefatı sonrası Hadımoğlu İbrahim kızı Fatma'yı aldı. Diğer çocukları Fatma Hanımdandır. Bir oğlu, iki kızı daha oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Ayşe, Firdevs ve Mahmut'tur... Ayşe, Ösüzömer (Ömer Acar) ve Firdevs, Hasan Emmisinin oğlu Şükrü eşi oldular... 

    Cılı Mısdık
    Kelömerin büyük oğlu 1928 yılında doğan Mustafa'nın lakabı 'Cılımısdık' idi. Sağırların Ali Osman Hoca kızı Rahime ile evlendi. Rahime Hanım Hilmihocanın kardeşidir. Ayrıyeten bu evlilik yoluyla bacanak olduğu kişiler: Üseyinhoca (Hüseyin Ayas), Uykucu (Ömer Şen), Habeş (Ahmet Demir) ve Bezekininali (Ali Tok)... Burada Cılımısdığın anası Yörüklerden olduğu hatırlanırsa, akrabalık bağları daha iyi anlaşılabilir.

    Rahime Hanım ile Cılımısdığın bir kız, iki erkek çocuğu oldu. Kızları Huriye, Gambırömerin Kadir Haykır eşi oldu. Büyük oğlu Resul, önce amcasının kızı Elveda ile evlendiyse de bu uzun sürmedi. Sonrasında Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi. Küçük oğulları Murat da Anıtkaya dışından evlendi...

    Erken dönemde İzmir'e giden Cılımısdığın çocukları oraya yerleştiler. Kendisi 1993, karısı Rahime hanım ise 2018'de vefat ettiler...

    Zelo
    Kelömerin küçük oğlu Mahmut 1941 yılında doğdu. Güdüğizzet kızı Eşe (Ayşe) ile evlendi. Beş kız, bir de oğulları oldu. 

    Kızları; Şerife Urganlıların Adem Öncül eşi; Elveda, emmioğlusu Resul Öncül eşi; Fatı, Güdüğizzetlerin Emin oğlu Abdullah Sağlam eşi, Kerime, Galgancıların Osman Aytar eşi olurken Fatma da Muratlar'a gelin gitti. Beş kızın beşi de akrabaları ile evlendirildiler... Elveda 2022'de vefat etti...

    Bu arada Takgasların Mahmut'a 'Zelo' lakabı takıldı. Bu kelimenin ne anlama geldiği ve hangi maksada binaen böyle bir lakap verildiği anlaşılamadı...

    Zelo, tek oğluna kendi dedesi Berberoğlu Murat'ın adını koydu. Patırların İsmail kızı Hatice ile evlenen Murat da Anıtkaya dışında yaşıyor... 

    Berberoğlu Murat'ın torunlarından Zelo Mahmut, karısı Eşe Hanımla birlikte Takgasların Anıtkaya'daki tek temsilcisi durumunda...

    ***

    Yukarıda Berberoğlu Murat'ın tam aydınlatılamayan Hacıbeylilik durumundan söz etmiş, hatta kendisinden bazen Hacıbeylili Deli Murat diye bahsedildiğini söylemiştik. Çakırhasanın anası, ilk eşi Fatma Hanımın akıbetinin bilinmezliğiyle bu durumu birleştirince akıllara ister istemez Fatma hanımın Hacıbeylili olduğu fikri düşüyor... Çakır Hasan ve  dolayısıyla onun çocukları acaba bir ucuyla Hacıbeylili miydiler?



27 Temmuz 2022

Bilaller

     

    1830-1840 arası Eğret nüfusunu gösterir kayıtlar düzenlenirken Tekelilerin reisi Ahmet 35, oğlu Hüseyin ise 11 yaşında olarak yazılmış... 

    Tekelioğlu Hüseyin, Ayşe Hanım ile evli idi... Kendileri hakkında başkaca hiç bir bilgimiz yok. Evlatları ile ilgili kayıtlardan edinebildiğimiz sadece bu... Ayşe Hanımın da kocasıyla akran olduğunu düşünerek doğum tarihlerini 1820 kabul etmeliyiz...

    İki kızları ve bir  oğulları var; Dudu, Atike ve Mehmet Ali... Büyük kızı Dudu, Gocamatların Ahmet Tektaş'ın dedesinin ilk hanımıdır. Doğum tarihini bilmiyoruz; ama 1884 yılında bir torun sahibi olduğu kayıtlarda var...

    Küçük kızı Atike ise 1844 yılında doğdu ve Hasan ile evlendi. Atike Hanım, Tekelilerin Gocabıyık İbrahim Taşkın'ın büyük Ninesidir....

    Tekelioğlu Mehmet Ali

    Tek oğlunun adı Mehmet Ali... Malesef doğum tarihi bilinmiyor, çünkü eski kütük düzenlenirken hayatta değilmiş. 1844 Doğumlu, Gırhasanlar/Tomanlar/Tığlıların Mehmet kızı Hafize ile evlendi. Hafize Hanım da Körüslüoğlu Ömer'in eşi Fatma Hanım ile kardeş. Yani Tekelioğlu Mehmet Ali ile Körüslüoğlu Ömer bacanak oldular. Daha açıkçası, Bilallerin Apil (Abdil Kaynar)ın  ninesi ile Garaömer (Ömer Kök) ninesi kardeş... Fakat o noktaya gelmek için epeyce bir açıklama gerekecek...

    Şimdi Mehmet Ali ile Hafize'nin çocuklarındayız.... Bir kız, üç oğlan... Kız Cemile, 1875 yılında doğdu; Mihrioğlu İbrahim eşidir. Kayıtlarda Cemile göründüğüne bakmayın, Habibe olarak tanınıyordu; bu isimle çocuklarına 'Hebbeler' denilecek... 

    Erkek çocuklarından, Ahmet soyundan gelenler TEMEL soyadını aldılar; Gocagafalar, Köressan-Gasaphalil bunlardan... Halil soyundan gelenler ise Damcılar diye bilindi... 

    Bizim konumuz, erkek kardeşlerin üçüncüsü Hüseyin...

    Bilaller

    Mehmet Ali, 1873 yılında doğan büyük oğluna kendi babası Tekelioğlu Hüseyin'in adını koydu. Hüseyin, Hacapdıramanların kızı Gülsüm Hanım ile evlendi; böylelikle Yetimlerin dedesi Hacımurat ile bacanak oldular... 

    Bundan sonra Hüseyin-Gülsüm çocukları Tekeliler yerine Bilaller olarak anılacaklardır. Böyle lakap değişiklikleriyle, özellikle evlilik sonrası sık karşılaşılıyor; bir bakıyorsunuz, adam eşinin sülalesiyle anılır olmuş...  Lakin buradaki olay tam olarak öyle değil. Hüseyin'in çocuklarına Hacapdıramanlar denilmiyor, Bilaller deniliyor. İşin tuhaf yanı, ismini veren Bilal ortada yok. Gülsüm Hanımın geçmişinde de bu isimli birine rastlanmıyor. Daha da garip durum şu, bundan sonra da Bilaller sülalesinde Bilal ismi hiç yok... Hasılı kelam bu lakabın mantığını esrarlı...

    Bilallerin Hüseyin'in altı çocuğu oldu, bunların ikisi kız... Yaş sırasına göre isimleri; Recep, Ayşe, Atike, Abdil, Mehmet Ali ve Ömer'dir. Altı çocuk babası Tekelioğlu 1920 ile 25 yılları arasında vefat etmiş. Eşi Gülsüm Hanım ise kendisinden yirmi yıl kadar sonra, 1942'de ölmüş...

    Çocuklarına gelince... 1902 ve 1903 yılında doğdukları kaydedilen kızların büyüğü Ayşe hiç evlenmeden 1985 yılında öldü. Küçüğüne  ise 'Kör Atike' diyorlardı; son zamanlarında Patlakların Sağırömer ile evlendi. Kocası öldükten sonra Bilallerin evinde 1984 yılında vefat etti... Oğlanlara geçelim...

    Ercep

    Büyük oğlu Recep, 1901 yılında doğdu diye yazılmış. Birer yıl arayla üç çocuk doğması ne kadar mümkün ise, bu bilgilerin güvenilirliği o kadardır... Anıtkaya'da bu ismi taşıyan başka birini bilmiyorum, 'Ercep' deyince her zaman tek kişi akla gelmiştir. Bu yüzden Bilallerin Ercep demek yerine, kısadan Ercep denildiğinde maksat hasıl oluyordu...

    Arapselim torunu Fadime ile everdiler Erceb'i... Fadime Hanım, Arapşükrü (Şükrü Zenger)in ablasıdır. Ercep ile Fadime arasında bir akrabalık aranırsa bulunur... Hacımurat (Yetimlerin dedesi) Ercep'in teyzesiyle evli. Fadime'nin ninesi de Hacımuratın ablası oluyor... 

    Üç kız bir erkek çocukları oldu. Büyük kızı Müzef (Muzaffere), Eselerin Yusuf eşi oldu... Ortanca kızı Hafize (Güler), önce Garadelilerin Hödükhalibana (Halil İbrahim Kızılyel) vardı, sonra Kürtırzaya... (Kürt Rıza Bilallerin mezarlığa defnedilmiş, sonradan dikilen hece taşına 'Kürt Irzası' diye yazılmış; ölüm tarihi 1958) Onun vefatı üzerine de Sığırcı Kelosman (Osman Altınbaş) ile evlendi... Küçük kızı Emine ise Gademlerin Körahmet oğlu İbrahim Çotak eşi oldu... 

    Esasında Ercebin tek oğlu, çocuklarının da en büyüğüdür, 1927'de doğdu. Oğluna, doğal olarak kendi babasının adı olan Hüseyin ismini koydu. Ercebin Hüseyin, aynı zamanda Tekelioğlu Hüseyin'in torununun torunu oluyordu. 1949 Kışında askerden izinli gelmişti... 

İzin günlerinde değirmene buğday öğütmeye gitti. 
Zemheriydi... Hava çivi gibi... 
Eğret, tarihe 'goca kar' diye geçmiş uzun süren karlı günlerden birini yaşıyordu.
Kasım'da yağan kar hala kalkmamış, Hıdrelleze kadar kalkacağa da benzemiyordu.
O yıllarda en yakın değirmenler Araplı-Gecek hattında bulunuyor... 
Yükünü arabaya yüklediğinde kar yağıyordu, Bayramgazi rampasını kavradığında şiddetlendi. Bayramgazi'ye geldiğinde ise tipiye çevirdi. 
Biraz mola verip hem kendini hem öküzlerini dinlendirdi. 
Bu arada tipi şiddetini artırdı. Buna rağmen yola koyulmak isteyince oradan 'Bu havada yola çıkılmaz' diye durdurmak istediler. 
Israr edip datdedi... 
Çirçir civarına geldiğinde tam olarak nerede olduğundan habersizdi, göz gözü görmüyordu. 
Öküzler de zorlanmaya başlamış, zaman zaman tekerler dönmez olmuştu.
Zikkeyi çıkarıp boyunduruğu serbest bıraktı. Un derdinde değil, can derdindeydi artık.
Arabayı öylece bırakıp öküzleri yedmeye başladı; ama tamamen tersi devrilmişti. Artık nereye gittiğini bilmiyordu. 
Ertesi gün buldular cansız bedenini... Mübarek Cuma günü... 
Uzunderede Yataklara doğru bir ağacın altındaydı. 
Boyunduruktaki öküzleri de yanında... 

    Ercebin Hüseyin'in donması, Eğret'in trajik olaylarından biri olarak tarihe geçti. Bu olaydan seneler sonra, Ercebin Hüseyin'in hatırasına üç kız kardeşi de birer oğluna Hüseyin ismini koyarlarken, dedelerinin dedesi Tekelioğlu Hüseyin'den haberleri var mıydı acep?

    Billallerin Ercep, oğlunun ölümünden yirmi yıl kadar sonra, 1968'de vefat etti. Hanımına 'Ercepgarısı' derlerdi, kocasının ölümünden on yıl sonra, 1978'de vefat etti...

    Apil

    Bilallerin Hüseyin'in ikinci oğlu Abdil, 1908 yılında doğdu, halk arasında 'Apil' olarak anıldı. Tekirgızılardan Gülsüm Hanım ile evlendi. Bu evlilikten onbeş çocukları olduğu söyleniyor. Bunların çoğu küçükken ölmüş, hayatta kalabilenlerin isimleri; Halil, Hafize, Hüseyin, Osman, Selahattin, Salim, Ahmet, Kerime'dir... 

    Büyük kızı ve Apil'in ninesinin adını taşıyan Hafize, Garadelilerin Yarımçakmak eşi oldu. Kerime'yi de Gobakların Seydi Ahmet oğlu Garagaş Salih'e verdiler...

    Apil'in büyük oğlu Halil 1930 yılında doğdu, Yörüklerin Hüseyin kızı Ayşe ile evlendi. Kelarzımanın Meşhur Ahmet ile bacanak oldular.... Bir kız bir oğlu oldu, Afyon'a yerleşti. Kızı Hüsniye Gobakların Celil oğlu Ahmet Kaçmaz eşidir... Oğlu Muhittin 2020 yılında vefat etti... Halil, kendisi de 2000 yılında ölmüştü...

    Diğer oğluna babasının adı olan Hüseyin ismini koydu. 1939 Doğumlu Hüseyin, Çullugızının kızı Safiye Zenger ile evlendi. Safiye Hanım'ın babası Selim, Arapşükrü ile emmi çocuklarıdır. Ayrıca bu evlilikle, Irafanın Hasan ile bacanak oldular... Erken dönemde İzmir'e yerleştiler, bir oğulları bir de kızları oldu. İkisi de Anıtkaya dışından evlendiler. Hasta oğlu ve ardından kendisi İzmir'de vefat ettiler...

    Üçüncü oğlu Osman, 1941 yılında doğdu. Gobakların Seydi Ahmet kızıyla evlendi. Garagaş Salih ile değişik usulü yapmış oldular. Zamanında şans oyunlarına düşkünlüğü sebebiyle 'Totocu Osman' diye de anıldı. Hasan, Fatma ve Hatice adında üç çocukları oldu. Anıtkaya'da Bilallerin ocağını tüttüren sadece Osman'ın oğlu Hasan Kaynar kaldı dense yeridir. Samancı, Kepçeci, Biçerci, Zahireci, Haşeşci... Uzak durduğu meşgale yok... Bilallerin Osman da 2015 yılında öldü...

    Apil'in bir diğer oğlu Salim, Ayağındaki aksaklık sebebiyle 'Topal Salim' diye lakaplandı. Apdıramanların Yeniali kızı Zele ile evlenince; dipten akrabası Tekelilerin Mahmut Taşkın; Hafızın Hayrettin Öztürk; Tökürdeklerin Mürsel As ile bacanak oldular. Evlendikten sonra İzmir'e yerleşti. İki kız iki oğlan, dört çocukları oldu, 2001'de İzmir'de vefat etti...

    1947 Yılında doğan diğer oğlunun adı Selahattin'dir. Ziraat Lisesinde okudu. İşi gereği Manisa taraflarına yerleşti ve Ödemişli Fatma Hanımla evlendi. Bu arada arıcılığa yöneldi, en azından yazları arı bahanesiyle Anıtkaya'da bulunduğunda Köyde 'Arıcı' diye bilindi. Fatma Hanım 2022 yılında vefat etti. Arıcı halen Ödemiş-İzmir taraflarında yaşıyor...

    Bilallerin Apil'in küçük oğlu Ahmet, 'Şımır' diye biliniyor... Tatıresilin kızı Azize ile evlendi. İzmir'e yerleştiler, Hülya ve Ümmühan isimlerini verdikleri iki kızları oldu. Boşandılar...  Şımır uzun süredir Anıtkaya'da yalnız yaşıyordu, 2023'te vefat etti...

    Yörüklerin Zıkıye Osman Anıtkaya'da sünnetçilik yaptığı yıllarda Bilallerin Apil Dede de onun yanında bulunur, birlikte çalışırlardı. Bu durum uzun süre devam etti... Sonra Apil Dede ne vakit vefat etti, farkedemedik. Meğer 1978'de ölmüş; ama eşi Gülsüm Hanım 80 yaşına kadar yaşadı, 1987 yılında vefat etti... Onların vefatından sonra anladık ki Apildedenin bir lakabı da Bilal imiş. Sırf bu lakaba istinaden bütün sülalesinin lakabı Bilaller olmuş... Tekelilerin Bilallere dönüşmesindeki sır bu kadar yakınımızdaymış...

    Mehmet 

    Bilallerin Hüseyin, 1908 yılında doğan üçüncü oğluna kendi babasının ismi olan Mehmet Ali adını koymuş. Halk arasında Ali'si kaldırılmış, sadece Mehmet olarak biliniyor. Bana söylendiğine göre, Apil'in büyüğü imiş. Yalnız kütükteki sıralamada Apil önceki satıra kaydedilmiş. Kayıtlardaki asıl tuhaflık, iki kardeşin aynı tarihte doğmuş görünmeleridir; doğum tarihleri '30 Kanun-u Sani 1324'... Apil ile ya ikizler, ya da kayıt yanlış...

    Bilallerin Mehmet Telli Halil kızı Ümmühan ile evlendi. Daha doğrusu Ümmühan Hanım'a iç güveyisi oldu... Önceden Hacımahmutların Veli oğlu Mustafa'ya (Kıni Mısdık) varmıştı Ümmühan...  Kınimısdık, Kazım ve Satı adında iki yetim bırakarak vefat edince dul kalmıştı. İşte Bilallerin Mehmet, Ümmühan Hanım'a bu halde içgüveyisi oldu... 

    Onların da 1937 yılında bir oğulları olunca adını Mustafa koydular. Sonra 1940 yılında Hafize adını verecekleri bir kızları oldu; 13 yaşında vefat etti... Bilallerin Mehmet 1980 yılında öldüğünde 72 yaşındaydı; eşi Ümmühan Hanım ise 1973'te vefat etmişti...

    Mustafa'nın adı, Ümmühan Hanımın ilk eşine istinaden mi konuldu bilinmez. Lakin, Bilallerin Mehmet'in oğlu Mustafa'ya 'Kınimısdık' dediler. Sonraları, yöneldiği meslekten dolayı verilen 'Demircimısdık' lakabı öncekini bastırsa da hiç bir zaman 'Bilallerin Mısdık' demediler... 

    Demircimısdık sadece metalde değil, diğer malzemeler hususunda da el becerisi yüksek biri olarak bilindi. Babası, içgüveyiliğinde bulunduğu Kınilerin evden Bilallerin yurduna taşınınca orada kendine bir dükkan açtı. Yeni nesil demirciler ortaya çıkana kadar onun dükkanı çok işlekti...

    Hacariflerin Ahmet kızı Güllü ile evlendi; Sağırların Pehlivan Ali Osman ve Göçmensüleymanın Sami ile bacanak oldular... Gülsüm, Ümmühan, Fatma, Salih ve Şaban onların çocuklarıdır...

    Bir süre Anıtkaya'da çalıştıktan sonra İzmir'e yerleştiler. Kızları; Gülsüm, Eselerin Yusuf oğlu İsa Eminç eşi; Ümmühan, Çullulardan Alosmançavuş oğlu İbrahim Haykır eşi oldular. Fatma ise Anıtkaya dışına gelin gitti...    

    Büyük oğlu Salih, Anıtkaya dışından Kezban Hanım ile evlendi. Bir kız ve bir oğlunun isimleri Gül ve Mustafa'dır. Küçük oğlu Şaban, Şeherlioğlu Ahmet Kırdar'ın kızı Dilek ile evlendi. Büşra ve Sudenaz isimlerinde iki kızı var...

    İki oğlu da çeşitli metal işlerinde yoğunlaştı. Afyon ve İzmir'de bu alanda çalıştılar. Halen Salih İzmir'de, Şaban Afyon'da oturuyor. Demircimısdık 2023 yılının sonunda İzmir'de vefat etti...


    Ömer

    Bilallerin Hüseyin'in en küçük oğlu Ömer, 1913'te dünyaya geldi. Kınimısdık kızı Satı ile evlendi. Satı Hanım, aynı zamanda yeğeni Demircimısdık (Mustafa Kaynar)ın da karınkardeşiydi... 1990 Yılında 77 yaşındayken vefat etti... Eşi Satı Hanım ise 1997'de öldü...

    İki oğulları oldu. Büyüğü İbrahim 1942 yılında doğdu. Keliban (İbrahim Dalgıç) kızı Zühre ile evlendi. Bir kız, üç erkek; dört çocukları oldu. Kızları Anıtkaya dışına gelin oldu. Oğulları Mustafa Sandıklı'da çalışıyor. Adem 2009'da, Ömer 2019'da vefat ettiler... Karı kocadan ilk vefat eden Zühre Hanım oldu, 2015'te öldü. Bilalleriniban ise 2019 yılında vefat etti...

    1948 Yılında doğan küçük oğlunun adı Yakup'tur... Kıni Kazım kızı Fatma ile evlendi... Fatma Hanımla Yakup hala-dayı çocukları olduğu unutulmamalı. İzmir'e yerleştiler, dört kız ve bir oğulları oldu. Küçük kızları ikizdir. Çocuklarının tamamı Anıtkaya dışından evlendiler... Yakup, senenin yaz aylarını Anıtkaya'da geçiriyor...

    Bilaller sülalesinin soyadı KAYNAR...



25 Temmuz 2022

Kes

    

    Biçerler Añıdinine gelmiş diyorlar, millet elinde telefonla ekinini hasat ettirme derdinde... Dediklerine göre, bu yıl  dene iyiymiş; lakin saman sıkıntılı... Sap zayıfmış, balyalar seyrek düşüyormuş... Arpalarda böyle, belki buğdayda durum değişiktir...

    Eskiden arpa orakları ile buğday orakları arasında hatırı sayılır bir aralık olurdu. Buğday daha geç eriyor; sapı daha kalın, biçimi ve sürmesi de ona göre daha zor oluyor ve uzun sürüyordu. Bazı buğday saplarına 'gamış gibi' derlerdi, o kadar kalın yani... Öyle olunca buğdayların biçilmesi, arpa harmanından bir hafta on gün sonrayı bulurdu. Şimdi neredeyse aynı vakitte biçerle hallediyorlar.

    Samanlar arasındaki fark çok net anlaşılabilir. Arpa samanı daha ince ve yakıcı olur. Sırf bu yüzden onun tozlu olduğunu söyleyenler bile çıkar. Tabi bütün bunların sebebi buğday sapının arpaya göre daha kalın oluşu... 

    Daha düğen sürerken buğday sapının direttiğini farkedersin. Arpa harmanını dört kere aktarıyorsan, onu altı kere aktarırsın. İlkini bir günde yığarken, diğerini birbuçuk gün sürersin. Daha sonra savururken; arpa samanı uçup gider, buğdayın samanı bile ağırbaşlıdır, vakurdur; oturduğu yerde kalır... Hatta bazen dene pozları takınır. Tınaz ile çeç arasında, arpada olmayan bir bölüm oluşur buğday savururken. Neredeyse dene kadar ağır saman taneleri iki yığın arasında tampon bölge oluşturur. Bu bölgede bulunan yığın samandan ağır, deneden hafiftir... Belki biraz deneyle karışık saman bölgesidir burası. Tekrar savursan da ayıramazsın ikisini.

    Tek çare gözerle çalkamaktır, o vakit ağır saman taneleri gözer üstünde kalır, yana atarsın. Kalburüstü gibi bunlara da 'gözerüstü' denilebilir. Peki nedir gözerüstünün özelliği?... Buğday samanını ağırlaştıran, sapındaki boğum yerleridir. Buraya 'dirsek' diyorlar. Düğenle ezilmez, kırılmaz; bir santim büyüklüğünde çöp gibi öylece kalırlar. Deneye özenenler bunlardır işte... Ağırlığından dolayı uçup gitmez, çeçden de fazla uzaklaşmazlar. Ve dirsek buğday sapında daha çok bulunur...

    Mallara saman dökerken görürdük, hayvan saman yerken adeta bu dirsekleri bir kenara ayırıyor, 'Yemem ben bunları' diyor, kese çıkarıyor... Bu kalın samana kes derlerdi, saman dökmeden önce aharın dibinde kalan kesleri alır bir kenara atar, sonra yeni samanı verirlerdi. O kesler de damı kürüdükten sonra, kurulama amaçlı hayvanın altına sepilenirdi.

    Yok, o kadar da değersiz değildir; bazen öküzün aharından alınan kesler eşeğe verilirdi. Durumun adaletsizliğinden, kendisinin hakir görülmesinden filan şikayet etmeyen eşek, kesleri kütür kütür yerdi. Sanki arpa yiyor mübarek... Gerçi yemeyip de ne yapsın, hayvan ac, ac!.. Belki dile gelse, o kesi verdiğin için sana teşekkür edecek...

    Eğret'e özgü 'keslemek' diye bir tabir var, başka bir yerde bu sözün kullanıldığını işitmedim. Doygunluktan dolayı kaptaki yemeği seçme, kötülerini bırakma yahut daha fazla yiyemeyecek durumda bulunma manasına geliyor. Demek ki hayvanların kes bırakmasından esinlenmişler...

    Ahardan alınıp biriktirilen kesler, bir dönemin yakacak kalemlerinden biri sayılırmış. Ben bu dönemin sonlarına yetiştim, gördüğüm kadarıyla olay şöyle gerçekleşiyordu: Malların beğenmeyip bıraktığı kes, alınıp ocağa getiriliyor. Şimdi fazla kalmadığı için 'ocak' açıklama ister; bugünün şöminesi dersek daha anlaşılır olur... Ocağım sönmesin, bacam tütsün diye sönmek üzere olan ocağa kes dökülüyor. Artık o ocak ne yanar, ne söner; saatlerce tüter durur. 

    Duman bacadan tüterse sıkıntı yok; amma içeriye basarsa göz gözü görmez olur. Tam yanma gerçekleşmediği için öyle bir duman üretir, deme gitsin... Isı değeri de yoktur ha, ortalığı ısıtmaz. Sırf ocağım sönmesin diye, bu kadar dumana katlanılır. Bir de tabi, yakacak yok... O zamanlar kömür zaten bulunmuyor da... Demek ki meşeyi de ota boka kullanmak istemiyorlar... Belki günaşık kökü vardı biraz, ya da cıv... Gerçi ha cıv, ha kes; ikisi de aynı. Geçer gider, ardından külden başka bir şey bırakmaz. Oflar poflar, tüter de tüter, işin sonunda sacıraktaki ocak güyümünü bile ısıtmaz... 

    Neylersin ki ocaklar bunlarla idare ediliyor o zamanlar. Bir ikisi değil, bütün ocaklarda kes yakılıyor; amma az, amma çok... Kes Osman'ın ocakta biraz çokça tütüyormuş, sırf bu yüzden 'Kes' lakabı takılmış... Hayta'nın babasına öyle derlermiş, kaynak Torunları... 'Kes Dede' derlermiş kendisine. Ocakta sürekli kes yakar, odayı duman bürürmüş. Çocuklarının en küçüğü olan Hayta, nefes alabilmek için cam ararmış... Kes Osman'ın ev öyle de diğerleri farklı mı sanki...

    Şimdi saman diye bütün saplara diyorlar... Parça saman yok, balya var... E haliyle saman saşgı olmayınca kes de yok. Bir zamanlar yem ve yakacak olarak hayatımızda önemli bir yeri varmış halbuki...



22 Temmuz 2022

Değnek

    
    Bir yere, bir şeye ulaşmak, erişmek, nail olmak, temas etmek manalarına gelen 'değmek' fiilini biliyoruz. Eski Türkçede bu fiil ikincil olarak 'dövmek, vurmak, darbetmek' anlamını kazanmış. Bu ikincil anlam, ister istemez bir araçla gerçekleştirilecek. İşte bu dövme aracına 'değnek' denilmiş. Kısacası bir dayak aracı olarak değnek, değmek fiiliyle yakın akraba...

    Kelime kökenindeki bu durum kimseyi yanıltmasın, değnek demek sadece dayak demek değildir. Başka ne işe yarar ki değnek? İnceleyelim biraz...

    Hazreti Musa Medyen'de, Şuayib (as) yanında on yıldan fazla çobanlık yapmıştı. Yaptığı sadece çobanlık değildi, evin diğer işlerini de görüyordu. Şuayib (as)a uzun süreli bekar durmuştu, diyebiliriz. Bir de kızıyla evlenince, bir bakıma ev sahibi, bir bakıma iç güveyisi gibi bir durum oluştu. Bu esnada Kayınpederi Şuayib (as) kendisine bir değnek hediye etti. Üst ucunda bir budak bulunan bu değneği Hz. Musa, vefatına kadar yanından hiç ayırmadı. Tabi kaynaklarda buna değnek değil âsâ deniliyor. Âsâ-yı Musâ diye meşhur olmuş bir değnek...

    Sözleşmesi bitip vakit tamamlanınca, ailesini de alıp Mısır'a dönüş yolculuğuna başladı. Sıkıntılı bir gecede ateş alma ümidiyle Tur Dağı'na çıktı, orada Allah kendisine Peygamberlik görevini verdi. Bu görev tebliği sırasında da yine meşhur değneği Hz. Musa'nın elindeydi. 

    - "Musa, şu sağ elinde tuttuğun şey de ne?" diye sordu, Allahu Teala... Hz. Musa'nın cevabı ilginç:
    "O asamdır dedi, üzerine dayanırım, onunla davarlarıma yaprak çırparım, ayrıca onunla daha birçok ihtiyacımı gideririm."

    Görüldüğü üzere, verilen cevapta dayak anlamı yok. Varsa bile 'daha birçok ihtiyaç' genel torbasının içine konulmuş önemsiz bir anlam gibi duruyor. Ona dayanarak dinleniyor, koyunlara yiyecek temininde kullanıyor, ve daha başka ihtiyaçlarını gidermesine yardımcı oluyor. Kendi hayatını kolaylaştırdığı gibi malının da emniyetini sağlıyor onunla.

    Musa (as)ın cevabından sonra, Allah onu yere bırakmasını istiyor ve hoop değnek canlı bir hayvan gibi hareket etmeye başlıyor. Musa (as)ın bahsettiği vazifelerden sonra, o değneğe başka vazife daha yüklenmiş oluyor. Bundan sonra Hz. Musa , Kuran'da sözü edilen bütün mucizeleri o âsâ/değnek aracılığıyla gösterecek.

    Asa-yı Musa özel bir değnekti, bütün değneklerde o özellikleri aramak beyhude uğraş. Lakin şunu anladık ki değnek sadece dayak aracı değil...

    Zamane çobanlarının değneğini düşünelim. İki elini kaide gibi üst ucuna yerleştirdikten sonra onların da üstüne çenesini dayar. Değnek bir direk olmuştur, vücudun ağırlığını bacaklardan alır. Çoban bu vaziyette sizinle konuşurken çaktırmadan bacaklarını dinlendirir. Bacak dinlenirse kafa da dinlenmiş olur. Uzun süreli bu şekilde durmak yorucu oluyorsa, pozisyon değişiklikleriyle kendini yeniler. Her seferinde değnek onun için üçüncü bir bacaktır.

    Değneğine dayanarak uyuyan çoban bile var. Dayı'yı (Hasan Yola) tanıtırken anlatmıştım...  Sakaların Hüseyin'i, çobanlığı öğrensin diye Dayının yanına vermişler. Çocuk yaşta olduğu için ilk zamanlarda bu iş disiplinine uyum sağlayamamış Hüseyin. Uykusuzluk canına tak edince, işte öyle değneğine yaslanır uyurmuş.

    İnsanın sadece bacakları ağrımaz. Neren ağrıyorsa değneği bir fizik tedavi aracı olarak kullanabilirsin. Belin ağrımışsa ortadan beline dayar, dirseklerinle iki yandan kelepçelemiş gibi gerdirirsin. Beline masaj yapmakla birlikte bir çok kasını gerdirir dinlendirirsin.

    Omuz bölgende bir sıkıntı varsa, oraya yerleştirir, bu sefer kollarınla aşağıya doğru kelepçelersin. Bu vaziyette karşıdan siluetini görenler, seni çarmıha gerilmiş İsa zanneder... 

    Bütün bu hareketleri istemsizce yapar çoban. Taşırken de öyledir... Ağırdır, ama yük olmaz. Hayvanları yönlendirmek, çevirmek için havaya kaldırır, yere vurarak ses çıkarır. Bazen de tören yürüyüşündeki askerin silahını omuza alması gibi omuzuna kaldırır. Dediğim gibi bunları yaptığının farkında olmaz.

    Herkes senin gibi değil ya, hırsızı var uğursuzu var... Kötülere karşı çobanın değneği silahtır. Ciddi bir vuruşla öldürmese de ağır hasar verir... Hz. Musa'nın değneğinde olmayan işlev, bazen burada gerekli olabilir. Sadece insanlar için değil, yırtıcılar için de değnek gereklidir. Hak edene hak ettiğini vermek haktır... Yani mal ve can güvenliğini sağlamada bir çobanın değneği çok önemli...

    Değnek onun için, bedeninde bir organ gibidir. Değneği yoksa çoban yarımdır; kördür, sağırdır, dilsizdir, çolaktır, topaldır, küttür, kötürümdür...

    Kuyudaki Çoban hikayesinde Berber Emmi değneği almak için kuyuya iniyor ya... Demek ki bu, o kadar da saçma ve anlamsız değilmiş...

    Bu kadar çok işe yarayan değnek nasıl yapılıyor acaba? Çok basit... Düzgün bedenli bir taze meşeyi kökünden çıkaracaksın. Soy, budaklarını al, uçlarını düzelt, kurumaya bırak... Bu kadar. Yalnız köklü olmasına dikkat et. Meşenin köküne kütük derler, kütükten bir parça bulunsun yani. İşte o kütük yumrusu 'kütümek'tir.  Onun sağladığı ağırlık sayesinde değnek bu kadar işlevsel hatta arganomiktir. 

    Meşeden olacak, ucunda kütük yumrusu bulunacak, kütümekli olacak. Kütümek o kadar mühim ki, düz bir değnek çoban değneği değildir zaten. Çünkü gerektiğinde (misal uzaktaki hayvan çevrileceği zaman) eldeki değneği kütülemek gerekir. Bumerang gibi yalpalatarak değnek atmaya kütüleme denir. İsabetli bir atış gerçekleştirmek için, değneğin ucunda ağırlık merkezini değiştirecek bir kütümek ne kadar gerekli, anlarsın... 

    Asa-yı Musa'nın kütümeği ters taraftaymış, yani üst uçtaki bir budağı kütümek olarak kullanmış. Tabi O değneğini koyunları için değil, Firavun ve avanesine karşı kullandığından öyle olması daha kullanışlıydı belki. Hem onunkisi meşeden de değilmiştir...

    Hep çoban değneğinden bahsediyoruz diye, değnek demek çoban değneği demek sanılmasın. Basit bir sopaya da değnek denir esasında... Yine de kullanım alanlarına göre değnekler gruplanmıştır. Misal met değneği yalnız o oyunda işe yarayan, belli kalınlık ve uzunlukta bulunan bir değnektir. Koltuk değneği terimleşmiş, ağaçtan yapılmasa bile hastanın yürümesine yardımcı araçlar o isimle anılır olmuştur.

    Değnek kelimesi 'iki ucu boklu değnek' biçiminde deyimleşmiş olup içinden çıkılması güç durumları anlatmada kullanılmaktadır. Bir de atasözlerimiz var değnek kelimesiyle ilgili... Aklıma gelenleri sıralayayım...

    Köpeksiz köy bulmuş değneksiz geziyor
    Delinin eline değnek verilmez
    Deli deliyi görünce değneğini saklar
    Dayak isteyen keçi çobanın değneğini yalar
    İti an değneği hazırla

    Görüleceği üzere bu atasözleri hep şiddet içerikli. Yani değnekle dayak özdeşleşmiş, ne yapsan birbirinden ayrılacak gibi değil. Onun eşanlamlısı 'sopa' kelimesi bile aynı zamanda dayak manasına geliyor. Dolayısıyla çobanın elindeki değnek bir anda silaha dönüşüveriyor; kimi zaman savunma, kimi zaman saldırı silahı...

    Cihan ve İstiklal harbinden önce çoğu sülale gibi Körüsler de koyunlarının çokluğuyla meşhurlar. Dınali'nin damadı olan Körüslerin Osman koyun güdermiş. Sürüsünün mevcudu bin koyunun üzerinde, öyle otuz kırk tane eksilmesini fark etmek mümkün değil. Çalanlar da o kadar götürürlermiş. Yalnız bir gün Kekliklerin Kelali 70-80 tane çalınca sürüye hırsız dadandığını anlamış. Anlamış, ama yaşı küçük olduğundan bir şey diyememiş. Lakin bunu da aklının bir köşesine yazmış. Bir kaç yıl sonra biraz diklenince Kelali yine hırsızlığa gelmişmiş. Osman iflah olmaz hırsızın kafasına değneğini öyle bir indirmiş ki, o günden sonra değil Kelali, başka hiç bir hırsız Körüslerin koyuna yaklaşamamış. Olayı nakleden Dayı (Hasan Yola) 'Ben o değneği kaldıramadım' deyesiymiş.

    Kaderin cilvesi işte... Bu olaydan bir kaç yıl sonra patlayacak Cihan harbinde Körüslüoğlu Osman ile Kekliklerin Ali aynı cephede çarpışacaklar; beriki Eğret'e Çolak Ali olarak dönebilirken, Osman şehit düşüp bir daha köyünü göremeyecektir...

    Başa dönecek olursak, Musa (as) asasının özelliklerini sayarken dayaktan bahsetmiyor; ama 'daha başka ihtiyaçlarımı onunla karşılarım' derken belki güvenlik ve savunma ihtiyacını da kastediyordu.


Sıntırlar

     
    Mollaahmetoğlu Ali'ye, Ali Hoca denildiği anlaşılıyor. Mustafa, Eyüp ve Hüseyin'den sonra Kezban Hanımdan İsmail ve Ramazan doğuyor. İsmail'den Alihocalara gidildiğini gördük. Sıra en küçük kardeş Ramazan'a geldi...

    SINTIRLAR

    Ali Hocanın diğer oğlunun adı Ramazan... Yaşı, eşi/eşleri gibi ayrıntılardan çocukları vasıtasıyla bilgi ediniyoruz; zira kütük kaydı yapılırken kendisi ve ilk eşi hayatta değilmiş. En küçük çocuğunu nazara aldığımızda, 1897 yılında hayatta olduğunu söyleyebiliriz.

    Ramazan, önce Hatice Hanım ile evlendi. Kimlerden olduğunu bilemediğimiz bu hanım, Ali ve Hüseyin adlarında iki oğul dünyaya getirdikten sonra vefat etti. Bundan sonra sülale içinde Hatca (Hatice) ismine çok rastlanacaktır... Daha sonra Ramazan, Havva Hanım ile ikinci defa evlendi. Ondan da Hatice ve Kezban adını verdiği iki kızı doğdu. 

    Önce de belirttiğimiz gibi, 1904 kayıtları tutulduğu sırada Ramazan ve ilk eşi Hatice hayatta değillerdi. Ancak ikinci eşi Havva Hanım uzun yıllar daha yaşayacak ve 1944 yılında vefat edecektir... Şimdi çocuklarına bakalım, ne olmuş...

    1895 Yılında doğan büyük kızına, ilk eşi Hatice Hanımın adını koydu. Ramazan kızı Hatice Daldallardan Hüseyin ile evlendi. Bakkal Süleymanın dedesinin kardeşi olan Hüseyin şehit olunca, Arapların Halil'in ikinci eşi oldu. Burada Deveci (Şah İsmail), Dönelerin Ali eşi Esma ve Ümmetlerin İbrahim eşi Emine'nin anası olacaktır. 1967 Yılında vefat etti...

    İkinci eşi Havva Hanımdan olan küçük kızı 1897'de doğdu. Ramazan ona annesinin adı olan Kezban ismini koydu. İsmail Amcasının oğlu Mehmet ile evlendiğini söylemiştik. O da Körhalil eşi Gülsüm ile Ayvaz eşi Cemile'nin anaları olacaktır. 1973 Yılında öldü...


    Kel Hasan
    Ramazan'ın oğulları ilk eşi Hatice Hanımdan... Büyüğüne, Babası Ali Hocanın hatırası olarak Ali ismini koydu. 1877 Senesinde doğmuştu Ali... Emine Hanım ile evlendi; eşinin kimlerden olduğunu bilmiyoruz, ama Gıdilerin Mustafa oğlu Ahmet ile bacanak oldular...  Dört çocukları oldu; iki kız, iki oğlan... 1904 Doğumlu büyük kızlarının adı Ayşe, Emine Hanımın anası adı... 1910 doğumlu küçük kızları ise tabii ki Hatice... Ayşe'nin akıbetini bilmiyoruz; ama Hatice'yi, önce Ümmetlerin Bekir'e verdiler. Daha sonra Garacanın ikinci eşi olacak ve 'Garacagarısı' diye anılacaktır, 1985'te vefat etti...

    Ayşe'nin abisi Hasan ise 1903 yılında doğdu. Nasıl ki Ayşe, Emine Hanımın annesi adı ise; Hasan da baba adıdır. Bir müddet sonra ona 'Kel Hasan' demeye başladılar. Mollaoğlu ve Alihocalar tabirleri unutuldu, ailesinin lakabı bu oldu... 

      Gademalinin kızı Hatice Hanım ile evlendi. Böylece Şeherlioğlu, Çolağüseyin ve Corukların Köriban ile bacanak oldular...  Kendi babasının adını verdiği tek oğlu da ileride 'Kelasanın Ali' diye anılacaktır... Ali'nin küçüğü Emine, 1959 yılında kız iken vefat etti...

    Kelasanın Ali, Musluların Çürükyusuf  kızı Ayşe ile evlendi. Doğal olarak eşine de 'Çürük Âşa' lakabı takılmıştı... Ayrıca bu evlilik yoluyla Dayısı Gademellerin Kazım ile de bacanak oldular; çünkü baldızı Tevfike, Kazım Dayısına varmıştı... 

    Ayşe Hanımla evliliğinden 1961 yılında Mevlüt, 1963'de Yusuf, 1965'te Hatice, 1969'da Emine ve daha sonra Aysun dünyaya geldi. Kızları... Hatice, Dıkmanın Ahmet Özen eşi; Emine, Mollaahmetlerden Müdüroğluların Çaparın Arif Eşiyok eşi; Aysun da Sağırların Ahmet Sancak eşi oldu. 

    Büyük Oğlu Mevlüt, Aşşağılıların Osman kızı Halime ile evlendi. İlk oğullarına isim verirken, karı koca babalarının adını birleştirdiler: Ali Osman... Küçük oğluna da Dedesi Kelasanın ismine hürmeten Hasan adını koydu... Mevlüt, ailesiyle Afyon'da oturuyor...

    Küçük oğluna ana-dedesi Çürüğünyusuf  hatırası olarak Yusuf adını koydular. Anıtkaya dışından evlenen Yusuf'un Ayşegül, Tuğba ve Murat adında üç çocuğu var... Afyon'da oturuyorlar...

    Eşi Gademali kızı Hatice Hanım 1953'te, Kelhasan ise 1963'te vefat etmişlerdi. Oğlu Ali'nin de önce 2011 yılında eşi Çürükayşa, sonra 2015'te kendisi vefat etti...


    Gavcar İbrahim
    Mollaahmetlerin Ali'nin küçük oğlu 1907 yılında doğdu, adı İbrahim olarak kayıtlara geçti. Önce Hadımoğlunun kızı Arife ile evlendi. Arife Hanım çocuksuz olarak 1937'de vefat edince Veyislerden Halime ile evlendi. Halime Hanımın anasının adı da Halime olup Paşaoğlu Mehmet'in kızıdır... Raike adında bir kızdan sonra, 1940  yılında bir de erkek çocukları oldu, adını Hüseyin koydular. İleride bu oğluna 'Kötüseyin' lakabı takıldı... 

    Halime Hanım önceden Çorcalılardan Piremez Abdullah'a varmıştı. Kocası gittiği yerden dönmeyince, öldü zannedilmiş ve bunun üzerine tek kızı Havva Dudu ile İbrahim'e gelmişti. Hal böyleyken bir gün Piremez çıkıp geldi... Geldi ama ne çare ki karısı kocaya varmıştı... O da başkasıyla evlenmek istedi, lakin olmadı... 

    Tam bu sırada, 1943'te Sıntırların Gavcar İbrahim vefat etti... Halime Hanım ikinci kocasının da ölümüyle üç çocuklu bir dul olmuştu... Piremez haber gönderdi, 'Sen benim çocuğuma baktın, ben de senin çocuklarına bakmaya hazırım' gibisinden üstü kapalı evlenme teklifinde bulunduysa da Halime Hanım kabul etmedi... Bu arada Piremez de vefat etti...

    Büyük kızları Havva Dudu, Gademlerin Banguş Osman oğlu Mevlüt Çatak'a; küçük kızı Raike'yi de Ağamehmete verdiler... 


Bu arada Halime Hanım Güneyköylü Ahmet adında biriyle evlendi. Daha doğrusu Ahmet'i iç güveyisi olarak aldı. 
Bu ikinci eşine 'Yeni Ahmet' dediler...
Halime Hanımın Yeniahmet'ten de bir oğlu olmuş, lakin yaşamamış... 
Ağız yapısından dolayı Yeniahmet'e 'Gocadudak' lakabını da takmışlar. Sonradan bu lakap aile için de kullanılır olmuş, 'Gocadudaklar' demişler. 
Halime Nineye  'Nerden buldun bu çikin adamı?' diye takıldıklarında 'Aman, çikin olsun da çiftten gelen olsun.' diye cevaplarmış. Çalışacak adama ihtiyacı olduğunu, onun da çok çalışkan olduğunu işaret edermiş. 
Yeniahmet gerçekten çok çalışkan birisiydi. Yazın öküz arabasıyla sürekli gelip gittiğini görürdünüz, tek başına harmanın hakkından gelirdi. 
Halime Ninenin onu yazın çalıştırıp kışın ise evden çıkardığı, bu yüzden kışları genelde Güneyköy'de geçirdiğine dair söylentiler var. Yeniahmet'e bazen 'Güneyköylü' diye hitap ettikleri olurdu... 
1988 Yılında öldü...


    Kötü Hüseyin
    Dönelim Kötüseyine... Körhalilin kızı Münevvere ile evlendi. Münevvere Hanım, anası itibariyle Mollaahmetler/Alihocalardan olduğunu hatırlatalım...  Ayrıca bu evlilikle Körhocanın Çolakarif, Gavasıntopal ve Ayvazın İsmail ile bacanak oldular... 

    Erken dönemde Kütahya'ya yerleşti; ama Anıtkaya ile bağını koparmadı. Dördü kız, altı çocukları oldu. Kızlarından Emine, Ağamehmetin Saadettin Dadak eşidir; hala-dayı çocukları oluyorlar. Diğer kızları Selime, Elveda ve Serpil Anıtkaya dışından Kütahyalı beylerle evlendiler...

    Kötüseyin büyük oğluna babasının ismi olan İbrahim adını koydu. Kirpitçilerin Ali Osman kızı Şükran ile evlendi. Ali Osman Kirkit, Körhalilin kardeşidir; akrabalık anlaşılsın diye belirtiyorum. İbrahim ile Şükran'ın çocukları, Hüseyin ve Münevvere; Dede ve Ninenin isimlerini taşıyorlar...

    Küçük oğlu Şaban Anıtkaya dışından evlenmiş, Onun da bir kız bir oğlu var... Kötü Hüseyin'in oğulları İbrahim ve Şaban Kütahya'ya yerleşikler... 

    Annesi Halime Hanım 1994'te vefat etmeden çok önce Kötühüseyin Kütahya'ya yerleşmişti. Halen çocukları ve torunlarıyla orada yaşıyor...

    Mollahmetlerin Ramazanın büyük oğlu Ali'nin ölüm kaydı bulunmuyor. Bu, Cihan Harbinde şehit olduğuna dair bir işaret olabileceği gibi; onun 1920-25 aralığı döneminde vefat ettiğini de düşündürebilir. Torunlarından bu konuda herhangi bir bilgi elde edemedim. Ancak eşi Emine Hanım kaynanasıyla aynı yıl, 1944'te vefat etmiş... Torunları Kelhasan ve Gavcar, Soyadı Kanunu çıkması üzerine İNANIR soyadını almışlar ve çocukları halen onu kullanıyorlar. Tamamı Anıtkaya dışında, Afyon ve Kütahya'dalar.


    Sıntır Hüseyin
    Ramazan'ın küçük oğlu Hüseyin, 1891 yılında doğdu. Apdıramanlardan Abdurrahman kızı Atike ile evlendi. Atike Hanım Curak Mehmet'in ablasıdır. Bunların Anneleri Ayşe ile Mollahmetlerin Ahmet eşi Sultan kardeş. (Kafalar karışmasın; Sıntırırmızanın ninesi Ayşe ile Müdüroğlu Mehmet Ali'nin ninesi Sultan kardeş.)

Savaşlar dönemini aktif bir biçimde geçiren Hüseyin'e yaşıtlarının çoğunda olduğu gibi 'Hüseyinçavuş' diyorlar...
Onun da askerlik ve eşkıyalık dönemleri var... 
Nişancılığıyla ünlüymüş. O günlerden kalma yeteneğiyle, son zamanlarında bile attığını vururmuş... 
Hani parayı vuranlar vardır ya... Hüseyin Çavuş onlardan değilmiş... Parayı vurmaz; ama delikli 2,5 kuruşun deliğinden geçirirmiş kurşunu...
Hatiplerin Odada yemek mi yiyorlarmış, helva mı her neyse... Kendisinden 5-6 yaş daha büyük olan Molla Osman, biraz geri duran Hüseyin'e 'Len, sıntır sıntır durma, sokul sofraya!' diye çıkışmış. Bu olaydan sonra Hüseyin'in lakabı 'Sıntır' kalmış. Tabi kendinden sonra sülalesine 'Sıntırlar' denilecek...


    Sıntırüseyin ile Atike Hanımın 1920'de bir oğulları oldu. Kendi babasının adı olan Ramazan ismini koydu. Bir süre sonra Atike Hanım vefat etti. Yılıklardan Süleyman kızı Fatma hanımla tekrar evlendi. Fatma Hanım da Gobakların Halil'den dul kalmıştı. Ondan da bir oğlu ve bir kızı oldu, Kazım ve Atike... Atike Tahtalının eşi olacak. Tahtalının annesi de Yılıklardan olduğunu düşünürsek, bu evlilik büyük ihtimal teyze çocuklarının evliliğidir. Yine hatırlanacağı üzere Tahtalının Alime Halası da Mollaahmetlerin İsmail'e varmıştı. Önceden kurulan akrabalık bağları kavileşiyor... 

    Garakazım ve Atike'nin anaları Fatma Hanım 1960'ta vefat etti. Sıntırhüseyin kendisi de 1964 yılında öldü... Oğlanlara bakalım...

    Sıntır Ramazan
    Atike Hanımdan büyük oğluna dönelim. Babasına nispetle oğluna da aynı lakapla seslenip 'Sıntırırmızan' dediler. Yetimlerin Şükrü kızı Muzaffere ile evlendi. Üç kız üç oğul, toplam altı çocukları oldu. Kızları Havva, Gülsüm ve Atike'dir... (Bunların dışında babası Sıntırhüseyinin adını taşıyan Hüseyin adında 1948 doğumlu bir oğlu vardı. 1953 Yılında Mevlüt dayısının kızı Hüsniye ile birlikte Gocagırda donarak vefat etti.)

    Büyük kızı Havva, Manavların Gızmehmetin Ahmet Öztürk eşi; Gülsüm, Corukların Cavit Oran eşi; Atike de Yetimlerin Necati Azbay eşi oldu. Atike ile Necati hala-dayı çocukları...

    Büyük oğlunun adı Reşat... Osmanköy'den Sedef Hanım ile evlendi. Havva, Mualla, Melek ve Ahmet onların çocuklarıdır. Kızları Anıtkaya dışına gelin oldu. Oğlu Ahmet de Anıtkaya dışından evlendi. Onun da dört çocuğu var: Yağmur, Sedef, Güneş, Reşat... Uzun zaman önce Afyon'a yerleşen Reşat 2022'de vefat etti. Çocukları Afyon'da yaşıyorlar...

    Sıntırırmızanın ortanca oğlu Şükrü, ana-dedesinin adını almış. Hatiplerden Salimhoca kızı Ayşe ile evlendi. Bir kız bir oğlu var. Kızı Muzaffere, Şemşilerin Ademin oğlunda... Oğlu Cem ise Manisalı bir hanımla evlendi ve bir kız çocuğu var. Şükrü de uzun zamandır Afyon'da oturuyor...

    Küçük oğluna Sezai adını koydu. İmam hatip eğitimi alan Sezai, Sultandağlı Cemile Hanım ile evlendi. Ramazan ve Samet adlarında iki oğlu var. Uzun yıllar İzmir'de çalıştıktan sonra Afyon'a geldi, şu anda Afyon'da ikamet ediyor.

    Sıntırırmızanın eşi Muzaffere Hanım1987 yılında vefat etti. Ondan sonradır ki oğlanlar dağıldılar. Bu sırada Sıntır yalnız yaşadı ve 2004 yılında vefat etti...

    Gara Kazım
    Sıntırüseyinin ikinci hanımından 1930'da doğan oğluna, esmerliğinden dolayı 'Garakazım' dediler. İdirizlerden Sarıömer kızı Sultan ile evlendi. Sultan Hanım annesi tarafından Yeşilömerlerdendir...  

    Bir kız iki oğulları oldu. Ümmühan adını verdikleri kızları Akbaşların Veysel eşidir... Büyük oğluna kendi dedesinin adı Ramazan, küçüğüne de babasının adı olan Hüseyin isimlerini koydu... 

    Ramazan, Tatıresilin Mahmut kızı Tayyibe Hanım ile evlendi. Bir oğulları oldu, babasına hürmeten Kazım adını koydu. Yetimlerin Necati kızı Havva ile evlenen Kazım'ın üç kız bir oğlu var... Çocukları İzmir'de oturuyorlar, ama Ramazan yılın büyük bölümünü Anıtkaya'da geçiriyor...

    Garakazımın küçük oğlu Hüseyin, Hacıların Şerafettin kızı Ayşe ile evlendi. Kazım ve Ali adlarında iki oğulları var. Kazım, Kinislerden Adem Soya kızıyla evlendi... Hüseyin de İzmir'de oturuyor...


Garakazım 1963'te vefat ettiğinde geride bu üç yetim kalmıştı... Tanıyanlar Onun matrak biri olduğunu söylüyor...
Abisi Sıntırırmızan, evini ve ardındaki harmanyerini Kötüseyinden satın almış. Bilinen evine yerleşmesi sonradan yani...
İki yanından, Etemler ve Keçinin Ali ile komşu olmuş. Evini yapıp tamamladıktan sonra avlusunu çeşitli meyve ağaçlarıyla şenlendirmiş. 
Nasıl olduysa Etem ile aralarında sürtüşme çıkmış. Galiba kendisi Etem tarafına biraz geçmiş... 
Yardıma çağırıyor Garakazımı... Geliyor gelmesine de... Hiç istifini bozmuyor, iki evi karşısına alıp yeni kazılan kuyunun başına oturuyor...
Sıntırın avludaki ağaçlara bakınarak deyişleme söyler gibi söyleniyor:
Dıkmalar Mahallesi
Gavaklı Caddesi
Kirazlı Sokak
Ramazan Sımsıkı...
Eğret Köyü İhsaniye'ye bağlandığında Eğret-İhsaniye hattında at arabasıyla dolmuşçuluk da yapmış. O vakit Yenimısdığın ve Garakazımın atlar çok namlymış... Soğuk ve yağmurlu bir gün, araba çamura saplanmış. Onu kurtaracağız filan derken epeyce ıslanan Garakazım orada kaptığı hastalıktan iflah olmayıp kısa süre sonra vefat etmiş...


    Sıntırüseyinin oğulları Ramazan ve Kazım, SIMSIKI soyadını aldılar. Onların çocukları halen bu soyismini kullanıyor.

    Netice olarak Mollahmetlerden Kelhasanın torunları Afyon'dalar, Kötüseyin çocukları Kütahya'da... Sıntırırmızan çocukları Afyon'da, Garakazım oğulları İzmir'de... Yalnız Garakazımın Ramazan Sımsıkı, yılın büyük bölümünü Anıtkaya'da geçiriyor...