07 Eylül 2022

Şaşdımoğlu Hüseyin

    Kocatepe Gazetesi *

    Gazetecilikle ne zaman tanıştınız?
    Eskiden Ferah Kahvesi vardı. Memurlar, o kahveye gider sohbet ederlerdi. Ben de Köy Enstitüsü’nden sonra Fethibey’de öğretmen olarak çalışmaya başladım. Ferah Kahvesi’nde ilköğretim müfettişlerinden Süleyman Çalışkan’la tanıştım. Tanıştıktan sonra ailece görüşmeye de devam ettik. Görüş alışverişi yaptık. Atatürk İlkeleri’ne o zaman da sahip çıkıyorduk. Bu siyasi tavırlarımız var. Uzun Çarşı’da Halk Partisi İl Binası vardı. Oraya Hasan Akkuş başkan yardımcısı, Asım Yılmaz İl Başkanı dışında kimse girip çıkamazdı. Tahkikat Komisyonu var. Tahkikat Komisyonu terör estiriyor. Bana da arkadaşlar ‘Sakın konuşma, durum çok kötü’ diyenler oldu. Süleyman Çalışkan ile çalışmalarımız devam etti, 27 Mayıs oldu. 27 Mayıs olduğunda ben Öğretmenler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi’ydim. Milli Birlik Komitesi Üyeleri geldi Afyonkarahisar’a. Mehmet Özgüneş ve iki kişi daha geldi. ‘Öğretmenler Lokali’nde bir konuşma yapacaklar’ dediler. Öğretmenler Lokali, şimdiki Kızılay Binası’nın üst katı. Toplantı başladı, ‘söz almak isteyen var mı’ dediler. O anda bana ‘buyrun’ dediler. Sonra biz konuşma yapmaya başladık. Türkiye’de bir kalkınma hamlesi yapılması gerekir. Biz bunu gerekli görüyoruz. Bunun için de tasfiye edilen subayların bu alanda yararlanılması gerekir. Köy-Kentler gibi bir proje anlattım. Tasfiye edilen subaylar, 5 bin kişiydi. Türkiye’de 5 bin merkez olmak üzere köylerden kalkınma hamlesinin başlaması yönünde bir konuşma yaptım. Köylerin, çevrelerindeki köylerle birlikte her türlü sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak merkezler kurulmasını önerdim. İyi dediler. Bana bir broşür hazırlama görevi verdiler. Bir broşür hazırlamaya başladım. Dönemin valisine ‘Hüseyin broşür hazırlıyor’ demişler. Vali de ‘gelsin görelim’ demiş. Vali’nin yanına gittim. 8-10 sayfa bir şey yaptım. Biraz daha geliştirmemi istedi. Onun dediği gibi gözden geçirdim. O dönemde 24 saat olarak çalıştım. Bir taraftan öğretmenlik yaptım, bir taraftan broşür var. Bu nedenle o tarihte bronşit hastalığına yakalandım. 1961’de ağır bir bronşit geçirdim. İstanbul’da Validebağı Provantoryumu’na gönderdiler. Beslenme programı uygulandı. Askerlik uygulaması var, 80 bin kişi askerlik yapamamış. Birikmiş. Bir ay daha kalmam gerekiyor Provartoryum’da, o zaman da askerliğe geç kalacağım. Bronşit kalıcı oldu, geçmedi. İki yıldır yine tedavi altındayım. Çok kuvvetli ilaçlarım var.


    Broşür çalışması devam etti bir yandan…
    Çarşıda görülen ilan panoları var. Postane’nin önünde, Oruçoğlu Çarşısı’nın önünde, Anıtpark’ın önünde Süleyman ile ben pano yaptırdık. Buralarda Devrim ile ilgili çıkmış yazıları asıyorduk. Gazete ve dergilerde çıkan yazıları asıyorduk. Yazıları panolara asarken Süleyman Çalışkan ‘Biz kendimiz de yazabiliriz’ dedi.


    Sizin başka görevleriniz de var mıydı?
    Kurucu Meclis toplanacak, bir açık hava toplantısı yapılacak, bir de kapalı salon toplantısı yapılacak. Sene 1961’de, ben miting yapmak üzere görevlendirildim. 7 yıllık öğretmenim. O miting, buranın tarihinde öyle bir miting olmadı. Meydan doldu, Uzun Çarşı, İstasyon Caddesi her taraf tıklım tıklım oldu. Afyonkarahisar’da böyle bir miting görmedim. O mitingin tek konuşmacısı benim. 27 Mayıs’ı anlatacağım. İyi kötü bir şeyler anlattım. Süleyman da Şafak Sineması’nda konuştu. Anlaşıldı ki biz 27 Mayıs’ın koordinatörü durumundayız. Her şey bize bırakılmış, Valilik’e gelir genelgeler, biz de gereken neyse yaparız. Köy ekipleri oluşturduk. Diyanetten bir kişi, öğretmen ve muhtar yer aldı bu ekiplerde. Süleyman Konya’ya, memleketine gitti, ben tek burada kaldım. Halkevi Başkanıyım, Öğretmenler Derneği Başkanıyım, 27 Mayıs’ın koordine ediyorum ve yazarlık yapıyorum. Yazarlık, o panolardan başladı.


    İlk olarak hangi gazetede yazdınız?
    Gazete olarak Gençliğin Sesi vardı, orada yazmaya başladım. Günlük gazeteydi. Gençliğin Sesi’nde bir köşe yazmaya başladım. Rifat Seloğlu ve Muammer Yalvaç’ın gazetesiydi. Devrim’i destekler nitelikte bir gazeteydi. O süreçte gazeteciliğe ve köşe yazarlığına başlamış olduk. Yazılarım dolayısıyla Belediye ile anlaşmazlığa düştüm. Belediye Başkanı, Vali. Hem Devrim ile ilgili çalışmalar yapıyoruz, hem de şehirdeki özellikle kabzımallarla uğraşıyordum. Ben kendimi saklamak için mahlas kullanmaya başladım. O zaman Belediye binası olarak kullanılan binada toplantı düzenledi. Baktım orada 22 gazeteci var. Belediye tenkitlerini anlatıyor. Biraz laf etti. Ben bir şey demedim, sustum. Nusret Koçoğlu söz aldı. O söz aldıktan sonra ortam değişti. İl yönetimi ile ilgili eleştirilerde bulundu. Rahmetli Koçoğlu’nun görüşleri hakim oldu. Eleştiri daha genişledi. Diğer gazete Afyon Haber’di. Onlar Demokrat Partiliydi. Gençliğin Sesi 4 sayfaydı. Gazete olarak ne zaman kapandı bilmiyorum ama bizim gazeteciliğimiz devam etti. Bir taraftan çalışmalarımız da devam ediyor.


    Gençliğin Sesi adı gibi miydi?
    Sempatik bir gazeteydi, Gençliğin Sesi. Temiz bir gazeteydi. O devirde Jop diye bir gazete de vardı. O gazetede de yazdım. Jopçu’yu herkes tanır. Jopçu’nun hiçbir işi yok. Asıl adı Mehmet Tokman. Jopçu, 1 yaprak haftalık gazete çıkarır. Kimlerden kendisine yardım gelebileceğini hesaplar. Onlara atıflar yapar. Şiirlerini bırakır, geri kalan bölümleri ben doldururum. Orada yazdım. Ali Türk, Birlik gazetesini çıkarırdı. Birlik gazetesi, bazen yetiştiremezdi, ben Kadınana’ya gelmiştim, bana rica ederdi. Ben yazardım. Benim ismim geçmezdi.


    İbrahim Küçükkurt’la tanıştınız sonra… İbrahim Küçükkurt’la tanışmamız nasıl oldu?
    İbrahim ile tanışmamız YÜNTAŞ üzerinden oldu. Eskişehir’de matbaalarını sel basmıştı. Afyonkarahisar’a gelmişti. Orada (harfler) çamurlar içinde. Onları yıkayıp dizgiye veriyorlar. Her taraf çamur içinde. Şimdiki sistem yok, elle diziyorlar. İbrahim, Afyonkarahisar’a geldi. YÜNTAŞ toplantısı yapıldı ama sendika başkanı Emin Dikmen’i kimse deviremiyor. Buraya Balıkesir’den geldi. Kimse onu yıkamıyor. Kooperatif kuruyor, bir kooperatif toplantısında İbrahim, konuşma yaptı. Köylülüğe hakaret etti gibi anladım. Gençliğin Sesi gazetesinde iç sayfa hariç tam sayfa buna ayırdım. Birinci sayfadan sonda 4’e de aktarmışımdır.


    Bu yazıdan sonra karşılaştınız mı İbrahim Küçükkurt’la?
    Yabuz Apartmanı’nın hisse senedi gelmişti. Karşılıklı iki daire YÜNTAŞ’ın. Ben götürdüm verdim. ‘Hoş geldin’ dedi. Çay kahve söyledi. Ondan sonra ayrılmadık bir daha. 1960’lı yıllarda. O konuşmadan sonra dargınlık yaşamadık hiç. Zaman zaman onunla da işbirliği yaptık. O entellektüel bir çevrenin adamıdır. Ben hiçbir zaman görev istiyorum dememişimdir. Sümer’den Kadınana’ya tayinim Atatürk Anıtı Yaptırma Derneği’nin faaliyetine yetişemediğim içindi. Üçüncü adam bendim. ‘Rahatlasın, bize zaman ayırsın’ düşüncesiyle çift öğretim olan okula tayinim çıkarılmıştı.


    Dargınlık olmadığı gibi dostluk devam etti değil mi?
    Matbaadaki harflerin o şekilde dizilmesi beni çok üzmüştü. Ben o sırada Halkevleri adına Taşpınar dergisini çıkarıyorum. Taşpınar dergisini Küçükkurt’ların matbaasına bastırdım. Çevre’yi çıkarmaya başladık.


    Çevre, nasıl bir dergiydi?
    Çevre Dergisi çıkardık. Acar Matbaası’na verdik. Yazıları verdik, yetişmedi onların dediği saatte. Nöbeti bana bıraktılar. Sabaha kadar matbaacı ve ben. Çevre çıktı. Açık bir siyasi görüşü yoktu. Tarafsız bir dergiydi. Kendi çevremiz ve kalkınma ile ilgili bir dergiydi. O derginin orta sayfasını ben yapıyorum. H.Şen’dir oradaki yazılarımdaki imza. O zaman askeri Vali yönetiyor Afyonkarahisar’ı. Çevre’deki yazımı askeri Vali’ye şikayet etmişler. Vali topluyor hepimizi. Matbaada da derginin bazı yerlerini boşaltıyorlar. Şikayete konu yerleri çıkarıyorlar. Gazetecileri çağırıyor. Vali köpürüyor. Oysa ben vilayetin nasıl kalkınması gerektiğini söylüyorum.
    Çevre Dergisi, bir müddet çıktı. ‘Günlük yapalım’ dedi İbrahim. İsim bulmaya çalışıyorlar. ‘Kocatepe var’ dedim. Telif hakkı var dediler, telif hakkının olmadığını söyledim. O zaman benim teklifim kabul edildi. 27 Ağustos’ta çıkacak, bunun duyurusu yapıldı. Bir gecikme oldu, 30 Ağustos’a kaldı. Hedef, Afyon’un kurtuluşu yaş günü olmak üzere Kocatepe’yi yayın hayatına sokmaktı. 3 günlük bir erteleme oldu. O günden bugüne Kocatepeli olduk.
    Kocatepe’deki çalışmalarımda genel bir özetleme yapardım. 3-4 gazete alırdık. 3-4 gazeteyi okuduktan sonra kendim bir metin yazardım. Özenle çalışırdım.


    Her gün köşe yazısı yazar mıydınız?
    Her gün yazıyordum. Hiç aksatmadım. 12 Eylül 1980 darbesine kadar yazdım. 1981’e kadar. Bir gün Nurettin Ersin, komutanlık yaptı. Takışık durumdaydık. O da İbrahim’e çok güvenirdi. Ama Ersin ile ben anlaşamayız, onlar 27 Mayıs’a karşıdır.
Nurettin Ersin, Afyonkarahisar’dan giderken gazeteye uğramış. Şükrü Küçükkurt aradı beni, ‘ağabey bir şey diyeceğim, ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum’ dedi. ‘Ne olacak, söyle’ dedim. Meğer Nurettin Ersin, ‘Arkadaşlık falan dinlemem, gazeteyi kapatırım’ demiş. Musa Seyirci ile benim yazmamamı istemiş. Arkasından da ben gözaltına alındım. Bir hafta karakolda nezarette kaldım. Sonra oradan Ankara Emniyeti’ne gönderdiler. Oradan en erken koğuşa gidenlerden biri oluyorum. Sendikal çalışmalarım nedeniyle hakkımda dava açıldı. 5 ay kaldım Mamak’ta. Vali, Milli Eğitim’e ‘çağırın ve hemen emekli edin’ demiş. Sıkıyönetim benim işime son verdi. Çalıştırması sakıncalıdır dedi, 1402 diye bilinen uygulamayla işime son verdi. Sonra mesleğe dönüş hakkı tanındı. Ben dönmedim göreve. Emekli oldum. Zaman zaman emekli olduktan sonra da yazdım.


    Tutuklanma gerekçeniz neydi?
    Genel Kongre’de doğaçlama olarak konuşmalarım var. 4 konuşma yapmışım. Marksist-Leninist propaganda yapmak, TÖB-DER. Onu kitap haline getiriyor TÖB-DER. O kitaptan bakıyorlar, 4 tane konuşma var. İddianame hâlâ vardır bende. Askeri Yargıtay bozdu. İkinci kez suçlu bulundum. Askeri Yargıtay kesin bozma yaptı. Beraat ettim. İşimi de kaybettim. Oysa benim konuşmalarım, vatanseverlik üzerineydi. Ben memleketimin Sevr anlaşmasına doğru sürüklendiğini fark ederek buna karşı çıktım.


    Kocatepe Gazetesi’nde hangi konuları gündeme getirmiştiniz?
    Genelde ideallerimi, güncel olayları yazdım. Bir dizi yazı hazırladım. Uygarlığa Doğru dizisini yaptım. Zaman zaman da arkadaşlarıma anlatırım. Birçok araştırma yaptım. Kocatepe Parkı’nın yapılması, yukarıdaki tepelerin Milli Park olması, Hıdırlık’ın iyileştirilmesi gibi konuları gündeme getirdim. Kocatepe’de sabaha karşı 5’te program yapılmasını önerdim.


    Kitap yazmayı düşündünüz mü?
    Kitap yazmayı düşünmedim. Hâlâ düşünmem.


    Soyadınızın “Şenşaştımoğlu” olmasının da ilginç bir hikâyesi var. Nedir bu hikâye?
    1960 İhtilali’nden sonra Belediye Başkanlığı’nı eleştirirken ‘Şaştımoğlu’ mahlasını kullandım. Benim babama Şaştım Halil derler. Ben de ‘Şaştım’ın oğlu’ olurum. Babamın lakabını mahlas olarak kullanıyorum. O toplantıda Vali, bana ‘Kendini saklama, senin yazın belli olmaz mı’ dedi. Benim mahlasım çok benimsendi. Memur, esnaf beni Şaştımoğlu olarak biliyor. Rahmetli Hukuk Doktoru Ahmet Şensoy, beni tanırdı. ‘Senin soyadını değiştirelim’dedi. Mahkemeye gittik. 1964-1965’ti. Soyadı tahsisi için gittik. Şen mi olacak, Şaştımoğlu mu? ‘Şenşaştımoğlu’ olsun dediler. Benim soyadımın mahkeme kararına göre Şen Şaştımoğlu yazılması gerekir. ‘Dil bakımından soyadı ayrı yazılmaz’ dediler. Şen olan soyadım Şenşaştımoğlu olarak değişti. 1960 İhtilali’nden sonra yapılacak mitingde ‘Hüseyin Şen’ görevlidir denildi. O zaman soyadım Şen’di.


    Hüseyin Şenşaştımoğlu, ne zaman doğdu?
    Nüfus cüzdanımda 5 Mart 1934, Afyon yazılı. Oysa ben Anıtkayalı, o gün için Eğretli’yim. Babam o köyün tek okumuş-yazmış insanı. Ayrıntılara önem verir, gelişigüzel davranmaz.
    7 yaş zorunluluğu vardı. Biz 6 yaş grubu olarak 3 arkadaş fahri olarak okuma yazma öğrendik ama yaşımız tutmadığı için kaydedilmedik. O sene bir yaş gitti. Bir yaş da evlenme muamelesine gittiğim zaman, burada bir nüfus müdürü vardı, çok incelerdi. Bakıyor orada doğum 1934. O zamana kadar 1935 doğumluyum. 1934 doğumlu olsam kaydım olacak, bir sene önce mezun olacağım. Bir sene önce Köy Enstitüsü’ne girip Köy Enstitüsü olarak mezun olacağım. Ben 1935 doğumlu olarak mezun oluyorum, 1955’te evlenme muamelesine başladığım zaman 1934 oluyor.


    Köy Enstitüsü’ne nasıl başladınız?
    Eğret’de ilkokula başladım. Köy Enstitüsü’ne 1948’de girdim. Ben okumak istiyordum. Fakat babam, ağabeyim okumama karşıydı. Bir 27 Ağustos günü, Afyon’un kurtuluşuna gidiyorum diye yola çıktım. Trenle Akşehir’e, Akşehir’den de Yalvaç’a gittim, öğretmenimi buldum. Okumak istiyorum dedim. Babama mektup yazmış, gelsin okutacağım demiş. Geldik, Konya Sarayönü’ne Pratik Ziraat Okulu’na vermek istediler. Olmadı. Sanat Okulu’na vermek istediler. Buraya okumaya geleceğim, geri çevirdiler beni. Köyde kaldık. Susuz Osmaniye’ye mal satardık. Orada Emin Çavuş diye bir tanıdığımız var. Emin Çavuş’un yanına Salih Hoca diye bir eğitmen gelmiş. Salih Hoca’ya Çifteler Köy Enstitüsü’nden Sekterer geliyor. Onu ziyarete geliyor. ‘Buralarda kimse yok mu’ diyor Salih Hoca’ya. Emin Çavuş, babam köyden dönerken durduruyor ve durumu anlatıyor. Babam geldi, ‘seni göndereceğiz’ dediler. Babam Eskişehir’e götürdü. Hamidiye’ye gittik bulduk okulu. Banyo yaptırdılar. İmtihan yaptılar. 1948’de birinci sınıfa başladım. Bizim Hamidiye’de 800 dolaylarında öğrenci var. Mahmudiye resmen ilçe olunca orası kapatıldı. Bizim köylerde olmamız gerekiyordu. Mahmudiye kapatılınca oradan bizim okula gelenler oldu. Bizim okulda da dağıtım oldu. Ben o arada, yaz tatilinde beni çağırdılar. Böyle bir tayin olmayınca Yalvaç’a gittim. Bayrama rastg eldi. Bayram sonu okula geldi. Arefe günü Arifiye grubuna verilmişim, benim yerime orada olan bir kişiyi göndermişler. Ben Çifteler’de kaldım.


    İvriz’e gittiniz sonra…
    Sonra Konya İvriz’e tayinim çıktı. Konya Ereğlisi’nin Toroslar yamacında, yanında herhangi bir köy olmayan bir köy bu. Ertesi gün işe başladım. 1952’de oldu. 5’inci sınıfa başlamış oluyorum. Son sınıf olarak oraya gidiyorum, ancak mezun olmuyorum. Şubat ayında bir kanun çıkıyor, Köy Enstitüleri’nin kaldırılmasıyla ilgili. Köy Enstitüleri kapatılıyor. Adı ilköğretim okulu oldu. İlköğretim okulları 6 yıl. Bir sene de oradan gitti. İki sene boyunca son sınıf olduk. Konya’dan 1954’te doğrudan ikmale kalmadan mezun oldum.
Afyonkarahisar’a geldim. Bütün buradaki memur kadrosu Ferah Kahvehanesi’ne çıktı. Benim tayinim geldi. Benim tayinim Recep Yaşacak’ın da çalıştığı Fethibey’e çıkmış. Öğrenci kaydı yapalım. Recep’in yazısıyla 18 Ağustos’ta göreve başladım. Recep Bey oranın müdürü. Benim göreve başladığım yazıyı Milli Eğitim’e bildirdi. Fethibey’de stajyerliğimiz kalktı. O sene ben merkeze geldim. Kazım Bozkurt diye bir arkadaşım vardı, Köy Enstitüsü’nde bizden büyüktü. Kalp hastasıydı, ağır hastalığı dolayısıyla yanında birisi olması gerek. Yanına bir destek arıyor. Sen gelirsen ben de gelirim dedi. Tayinimizin yapılmasını istedim. İkimizi birden Namık Kemal İlköğretim Okulu’na verdiler. İki sene orada çalıştıktan sonra Sümer’e gittik. Sümer’i de açan kadro içindeyim, o da benim yanıma geldi. Nereye gitsek beraber oluyoruz. O hastalanınca Ankara’ya, İstanbul’a götürdüm.


    Kadrolu başyazarlık da yaptınız, değil mi?
    İkaz gazetesi, Afyon Haber, Gençliğin Sesi, Birlik birleşti. Gazeteler, Birlik adıyla birleşti. O Birlik gazetesinin başyazarlığına beni getirdiler. Birleşilen gazetede Birlik adıyla çıkan bütün yazılar bana aittir. Birlik gazetesinin altında Birlik gazetesinin imzası olan bütün yazılar benim görüşlerimi yansıtır. Patronlar kendi aralarında anlaşamadılar, ilanları kim tutarsa o aldı. Dolayısıyla Birlik yürümedi. Diğer ortaklar alamıyor. Tahmin ediyorum bir sene sonra Birlik dağıldı. 4 ortak var, resmi ilanları birlikte paylaşmaları lazım. Ama kim ağır basıyorsa o ay ilanı o aldı. Benim 150 lira aylığım var. O zamana göre bayağı iyi para. Ancak tahakkuk etmedi. Ücretimi almadığım halde çalışmaya devam ediyorum. Bir gazetede ilk kez ayrı bir ücret var. Tahakkuk etmemiş, ama bu önemli bir ayrıntı. Başyazarlık ücreti bağladılar, oldu ya da olmadı ayrı bir şey. Kendi aralarında güvensizlik nedeniyle bu iş yürümedi.


    * Bu Mülakat ilk kez Kocatepe Gazetesinin 3 Ocak 2013 tarihli nüshasında yayınlanmış olup, vefatının haber verildiği 25 Nisan 2021 tarihli nüshada tekrar yer verilmiştir.


Saşdımlar

     
    Kendisinden Şaşdımoğlu olarak bahsedilen ilk kişi, kayıtlara yansıdığı kadarıyla 'Şaşdımoğlu Ömer' görünüyor. O halde 'Şaşdım' lakabı takılan kişi, onun babası Halil kabul edilmelidir. Sülalenin tarihini 'Şaşdım Halil'den başlatacağız...

    Neden böyle bir lakap takıldığı hususunda doyurucu cevap yok. Çok büyük bir ihtimalle fazla kullandığı bu söz, yakıştırma yoluyla üzerine kaldı. Bununla beraber Ziyaddin Şen'den nakledilen bir hikaye var: Babası Halil, dükkancılık yaptığı dönemde at arabasıyla mal taşırken hep aynı güzergahı kullanıyor. Fakat bir aksilik hep aynı yerde bunu buluyor; yolun bir noktasına geldiğinde arabanın tekeri çıkıyor, hop mal ortalığa dökülüyor, yumurtalar kırılıyor filan... Bir değil, iki değil, her zaman... Ve hep aynı yerde... Şapkası elinde, eli belinde şaşkın şakın beklerken durumu soranlara izah edemiyor ve 'Valla şaştım kaldım' diyor... Gayet inandırıcı bir hikaye, ama şöyle bir problem var ki bu Halil Şen'in babası da kayıtlarda 'Şaşdımoğlu Ömer' olarak yazılı... Bu olayı yaşayan kişi olsa olsa Ziyaddin Şen'in büyük dedesi olan Birinci Halil'dir... Bu yüzden Şaşdım Halil diyoruz...

    Şaşdım Halil, İsmihan Hanım ile evliydi. Karı kocanın kimlerden oldukları, doğum tarihleri, ana-baba adları gibi temel bilgilere hakim değiliz. Sadece isimlerini öğrendiğimiz sınırlı kaynak, çocuklarının kütük kaydından ibarettir.



    Şaşdım Halil ile İsmihan Hanımın kayıtlara geçen bir oğlu ve bir kızı var. Kızının adı Arife ve 1879 yılında doğmuş... Arife'yi, aslen Bolvadinli Çakaloğlu Hüseyin'e veriyorlar. Bu Bolvadinli Çakallar, önemli bir düğüm noktası olacak, hatırda tutulsun... Yalnız Çakaloğlu Hüseyin ikinci bir eş olarak Mollahmetlerin Mahmut kızı Hafize'yi de alıyor. Hafize Irafanın halasıdır. Dolayısıyla bu Bolvadinli Çakalların Mollaahmetler/Sıntırlar/Müdüroğlular ile belirgin bir bağı ortaya çıkıyor. Bu bağlantılar ileride lazım olacak... Şimdilik unutmayacağımız şey, Şaşdım Halil'in kızı Arife Bolvadinli Çakal Hüseyin eşi oldu...

    Şaşdım Halil'in oğlu Ömer, kızkardeşi Arife'den daha büyük; 1874 yılında doğmuş... Kendisinin lakabı kayıtlara 'Şaşdımıoğlu Ömer' olarak geçmiş... Ali Kızı Emine ile evlendi... Emine Hanım Bükürlerdenmiş; kütük düzenlendiği sırada anası babası sağ olmadığından tam olarak kimliğini belirleyemedik... Aşağıda çocuklarını ayrı ayrı ele alacağız. Şaşdımoğlu Ömer Cihan Harbi yıllarında vefat etti, eşi Emine Hanım ise yirmi yıl kadar sonra, 1937'de öldü...

    Ömer ile Emine Hanımın iki oğlu iki kızı oldu. Kızları İsmihan ve Hayriye en küçükleridir; İsmihan 1908 yılında doğdu. Kendisine ninesinin  adını verdikleri de bir başka husus... İsmihan'ı, ana tarafından akrabası olan Bükürlerin Mehmet oğlu Mustafa'ya verdiler. Bu Mustafa, Bükürün Ali'nin emmioğlusu oluyor... Feride adını koydukları bir kızı doğduktan sonra eşi Mustafa 1931'de vefat etti. Feride yanında  olduğu halde Sağırların Ali Osman Hoca'ya vardı... 1911'de doğan küçük kızı Hayriye ise Mollahmetlerin Ahmet oğlu Mehmet Ali eşi oldu; lafı dolandırmaya gerek yok, bu Mehmet Ali, Müdüroğludur. Hayriye Hanım taze bir oğlu varken 1935'te, yani annesinden önce vefat etti...

    ŞAŞDIMOĞLU MUSTAFA

    Kızların iki abisi var demiştik... Büyüğü Mustafa 1896 yılında doğdu. Mollahmetler/Müdüroğlulardan Ahmet kızı Ümmühan ile evlendi. Yani Müdüroğlu ile değişik usulü evlenmiş oldular.  Ayrıca Mustafa, Çolömerlerin Halilçavış ve İdirizlerin Gambırtevfik ile bacanak oldular... 

    Üç kızı ve bir oğlu oldu. Kızlar; Ratibe, Samancıların Gocabıyık Halil eşi; Halime, Arapların Deveci İsmail eşi; Ümmühan ise Hassönlerin Aşşıkhalil ilk eşi oldular... 

    Tek oğluna kendi babasının adını koydu. Böylece Şaşdımoğlu Ömer'in ismi iki nesil sonraya aktarılmış oldu. Lakin Şaşdımoğlu Mustafa, oğlu küçükken 1936 yılında vefat etti. Dul kalan Ümmühan Hanım, Bolvadinli Çakaloğlu Bekir'in büyük oğlu Mustafa ile evlendi. Ümmühan Hanıma içgüveyisi olan Mustafa, 'Yenimısdık' olarak tanınacaktır. Ümmühan Hanımın Yenimısdıktan olan çocukları başka bir yazının konusu... Yalnız Ümmühan Şen olarak 1965 yılında vefat ettiğini belirtip küçük Ömer'den devam edelim...

    Ömer Onbaşı
    1934 Yılında doğdu, büyüyüp askere gidince aldığı 'Onbaşı' rütbesi, döndüğünde onun lakabı oldu. 'Ömeronbaşı' denildiğinde akla ondan başkası gelmezdi. İdirizlerin Gambırtevfik kızı Hasibe ile evlenerek; Şampayaların Ahmet Salman, Gocagulakların Halil Kalkan ve Yeşilömerlerin Veysel Fidan ile bacanak oldular... Bu arada Ömeronbaşı ile Hasibe Hanımın teyze çocukları olduğunu unutmayalım.

    Üçü kız olmak üzere beş çocukları oldu. 1958 Yılında doğan ilk kızlarına Hayriye ismini koydular. Bu, Ömeronbaşının Yenimısdıktan olup dört beş yıl önce bir kazada vefat eden kardeşinin adıydı. Yeşilömerlerin Cemil Fidan eşi oldu. İkinci kızlarına, Onbaşının ninesi adı olan Emine ismini verdiler; O da Gağşakların Veysel Kalkan eşidir. Üçüncü kızları Beyhan, çocuklarının en küçüğüdür; 1976 doğumlu... Anıtkaya dışına, Eskişehir'e gelin edildi...

    Ömeronbaşının oğlanlara gelince... Büyük oğluna, Dedesi Şaşdımoğlu Mustafa'nın adını verdiler. Karacahmetli Ayşe Hanım ile evlenen Mustafa, orada Tarım Kredi Kooperatifinde çalışıp emekli oldu ve oraya yerleşti. Ömer ve Fatih adında iki oğlu var. Şadımoğlu Ömer ve Ömeronbaşıdan sonra üçüncü kuşak Ömer Şen Karacahmet'te...

    Onbaşının küçük oğlu Selami, daha önce ölen abisinin adını ona vermişler... Çavdarlılı Nimet Hanım ile evlendi. Bir süre İzmir'de bulunduktan sonra Anıtkaya'ya döndü. Çeşitli işlerle meşguliyetini sürdürüyor. Bir kız, bir oğlu var. Kendi annesinin adını verdiği kızı Hasibe, Anıtkaya dışına gelin olmuş; oğlunun adı ise Yasin...

    Ömeronbaşı uzun yıllar Anıtkaya İlkokulunda çalıştı ve oradan emekli oldu. Bu sebeple 'Hademe Ömer' olarak da bilinirdi. Emekliliğinde epeyce bir süre kahvecilik yaptı. Selami İzmir'den dönünce kahveyi ona bırakıp kendini tamamen emekli etti. İlgili, bilgili ve bildiğini anlatmayı seven biriydi. Konuşurken  hal ve makama uygun olarak bazen matrak ve neşeli, bazen de ciddi bir tavır takınır; ama ne olursa olsun kendini dinletirdi. 2011 Yılında vefat etti, eşi Hasibe Hanım ise 2020'de öldü...

    ŞAŞDIM HALİL

    Şaşdımoğlu Ömer'in küçük oğludur. 1903 Yılında doğdu... Dedesinin adı verilen Halil, ilk 'Şaşdım' zannediliyor. Oysa bunun böyle olmadığını izah etmiştik... Hacımahmutlardan Hüseyin kızı Azime ile evlendi. Hacımahmutlarla kurulan bu ilk bağlantı ileride geliştirilecektir; ama Azime Hanım, anası kanalıyla Arapselimin de torunu olur. Ayrıca Arapkızı olarak bilinen ablası Kezban önce Himmetoğlu Hasan, sonra Bolvadinli Çakaloğlu Bekir eşi olacaktır. Yani Şaşdım Halil, Azime Hanım ile evlenerek Arapselimler, Hacımahmutlar, Tekirgızılar ve Bolvadinli Çakallarla da akrabalık bağı hazırlanmış oldu... 

    Şaşdım ile Azime Hanımın bir oğulları dünyaya geldi. Dedesi Şaşdımoğlu Ömer'in adını verdikleri bu çocuktan sonra Azime Hanım çok yaşamadı. Şaşdım Halil tekrar evlendi; ama biz şimdi öksüz oğlu Ömer'den devam edelim...

    Uykucu Ömer
    1921 Yılında doğan Ömer, zaman geçtikçe 'Uykucu' lakabıyla tanındı ve o lakapla bütünleşti. Sağırların Ali Osman Hoca kızı Huriye/Hayriye ile evlendi. Ali Osman Hoca, Uykucunun halasıyla evlenmişti; ama Huriye Hanım, halasından değil önceki eşindendir. Ayrıca Huriye Hanımla evlenerek Çillioğlanın Hüseyin Ayas Hoca ile de bacanak oldular... 

    Uykucunun, 1952'de Ahmet ve 1955'te Kadir adını koyacağı iki oğlu oldu. 1942 Yılında bir de kızları olmuştu, ona anası Azime'nin adını verdi; lakin kız yedi yaşındayken öldü...

     Ahmet, Hacımahmutlardan Garaçaylının kızı Şerife ile evlendi. Afyon'a yerleşti. Zeynel, Dilek ve Ömer adlarında üç çocuğu oldu. Dilek, Anıtkaya dışına gelin oldu. Büyük oğlu Zeynel, Corukların Mehmet kızı Hatice ile evlendi; Canahmet ve Melisa adlarında iki çocuğu var... Dedesi Uykucunun adını alan Ömer ise Anıtkaya dışından evlendi. Uykucunun Ahmet ve çocukları halen Afyon'a yerleşikler, ama bir ayakları sürekli Anıtkaya'da...

    Küçük oğlu Kadir, Yörüklerin Habeşahmet kızı Hatice ile evlendi. Esasen Hatice Hanım ile teyze çocukları olurlar, çünkü anneleri bababir kardeş. (Ali Osman Hocanın kızları...) Kadir de İzmir'e yerleşti. İki oğlan, üç kız çocukları oldu; Halil, Mesut, Azime, Huriye, Mesudiye... Beşi de Anıtkaya dışından evlendi veya gelin oldular...

    Uykucu Ömer, uzun süre bakkal dükkanı çalıştırdı, ayakkabı tamiriyle meşgul oldu. Okumayı ve anlatmayı seven biriydi. Burnunun ucuna kadar indirdiği gözlüklerinin üzerinden karşısındakine bakarak bir şeyler anlattığı haliyle aklımda kalmış. Eşi Huriye Hanımın 1983 yılında vefatından sonra bir müddet daha yaşadı, sonra kendisi de 1998 yılında göçtü...

    Oğlu Ömer'in anası Azime Hanımın vefatından sonra Şaşdım Halil tekrar evlendi. İkinci eşinin adı Ümmühan'dır... Demirdelen Yahya kızı Ümmühan Hanım, Afyon kökenli  Garamehmetlere dayanan Sarısatının kızıdır ve Şavalgadirin kardeşidir. Önce Hacahmetlerin Sarışükrünün abisi İbrahim'e varmıştı. Kocası öldükten sonra dul kalınca Şaşdım ile evlendi. Bu durumda Çapıtçıhafız, Ayımevlüt, Tingildeklerinosman ve Gödecinahmet; Şaşdım Halil ile bacanak oluyorlar...

    İkinci evliliğinden, biri kız olmak üzere dört çocuğu daha oldu. Kızına, ilk eşinin hatırası olarak Azime adını verdi. Azime, Hacıların Mantarosmanın eşi oldu...

    Hacı Mevlüt
    Büyük oğlu Mevlüt 1931 yılında doğdu. Hacıların Çapıtçı Hafız kızı, yani teyzesinin kzı Fahriye ile evlendi... Fahriye Hanım ile evlenince Mevlüt, Hacapdıramanların Hacı Abdil oğlu Yakup ile bacanak oldu... 

    Mevlüt ile Fahriye'nin iki kızı, iki oğlu oldu. Kızları Hüsniye ve Arife Afyon'a gelin oldular. Küçük kızının ismi dikkat çekicidir. Hatırlanacağı üzere Mevlüt'in dedesi olan Şaşdımoğlu Ömer'in kardeşi Arife vardı... Dört nesil sonra hatırlanıp adı canlandırılıyor...

    Oğullarının adı Yaşar ve Ramazan... Yaşar, Ayımevlüdün Cemil kızı Saide ile evlendi. Saide'nin ninesi Sare ile Yaşar'ın iki ninesi Ümmühan ve Hacer kardeş... Afyon'a yerleşikler; İkbal, İlham ve İlker adlarında üç oğulları var... Ramazan ise Karacahmet'ten evlendi, bir kız bir oğlu var, Anıtkaya'da yaşıyor..

    Şaşdımoğlu Hacı Mevlüt, erken dönemde Afyon'a yerleşti. Bakkal dükkanında ufak çaplı ticaretle meşgul oldu. Cumartesi günleri Eğret Pazarı münasebetiyle bu ticaretin bir ayağını Anıtkaya'da sürdürdü. O günlerde özellikle varillerle getirdiği yağın ölçüm tartımı çok ilginç gelirdi bize. Tellilerin Halil'in, varilin musluğuna dayadığı ölçeği ağzına kadar dolduruşu, fazlalık yağın alttaki havuza dökülüşü, huninin müşteri yağ tenekesine itinayla yerleştirilişi ve bir damlasını bile yere dökmeden ölçülen yağın tenekeye doldurulması... Bütün bunlar neden dikkatimi çekiyordu bilmiyorum... Hesabı, kızıla çalan sakalı ve güleryüzüyle masada oturan Hacı Mevlüt ile hallederdiniz... 

    Hacımevlüt 1998, eşi Fahriye Hanım ise 2010 yılında vefat ettiler. Şimdi baba mesleği bakkalcılığı Afyon'da Yaşar, Anıtkaya'da Ramazan devam ettiriyorlar...

    Hüseyin Şenşaşdımoğlu
    Şaşdım Halil'in Ümmühan Hanımdan ortanca oğlu Hüseyin 1934 yılında doğdu. Küçük yaşından itibaren okuma arzusunun önünde hiç bir engel duramadı. Köy Enstitüsünde okuyan ilk ve tek Eğretlidir. 

    1955 Yılında Afyonlu bir doktor kızı olan Şükriye Hanım ile evlendi. Çocukları olmadı. 1980 yılına kadar çeşitli okullarda öğretmen olarak çalıştı. 1960'ta başlayan gazetecilik hayatını, eğitimcilik ve memuriyetle paralel olarak sürdürdü. Bu arada gayette aktif bir siyasi hayatı vardı. 1980 sonrasında bunu sivil toplum kuruluşlarında yürüttü. 24 Nisan 2021 günü kendisi, bir kaç ay sonra da eşi vefat ettiler... Bir mülakatta soyadının hikayesini şöyle anlatmış:

1960 İhtilali’nden sonra Belediye Başkanlığı’nı eleştirirken ‘Şaştımoğlu’ mahlasını kullandım. Benim babama Şaştım Halil derler. Ben de ‘Şaştım’ın oğlu’ olurum. Babamın lakabını mahlas olarak kullanıyorum. O toplantıda Vali, bana ‘Kendini saklama, senin yazın belli olmaz mı’ dedi. Benim mahlasım çok benimsendi. Memur, esnaf beni Şaştımoğlu olarak biliyor. Rahmetli Hukuk Doktoru Ahmet Şensoy, beni tanırdı. ‘Senin soyadını değiştirelim’dedi. Mahkemeye gittik. 1964-1965’ti. Soyadı tahsisi için gittik. Şen mi olacak, Şaştımoğlu mu? ‘Şenşaştımoğlu’ olsun dediler. Benim soyadımın mahkeme kararına göre Şen Şaştımoğlu yazılması gerekir. ‘Dil bakımından soyadı ayrı yazılmaz’ dediler. Şen olan soyadım Şenşaştımoğlu olarak değişti. 


    Ziyaeddin Şen
    Şaşdım Halil'in en küçük oğludur; 1944 Yılında doğdu. Yılıkların Mevlüt kızı Hüsniye ile evlendi. İki kız, iki oğulları oldu. Büyük kızı Esin Yahyaların İbrahim oğluyla, küçük kızı Solmaz ise Ovalılardan Celil'in torunuyla evlendi.

    Büyük oğluna kendi babasının adı olan Halil ismini verdi. Samancıların Halil kızı Ümmühan ile everdi Halil'i... Gocabıyık Halil'in eşi Ratibe, Şaşdımoğlu Mustafa'nın kızıydı... Kısaca bu evliliğin iki tarafındakiler, Şaşdım Mustafa ile Şaşdım Halil'in torunlarıdır...

    Halil ilk zamanlarda Anıtkaya'da bir demirci-kaynakçı dükkanı açtı. Bir kaç yıl çalıştıktan sonra taşındı... Ziyaeddin adında bir oğlu ve Canan adında bir kızı var... Canan Anıtkaya dışına gelin oldu. Ziyaeddin ise Yahyaların İsmail kızı Sena ile evlendi. 

    Küçük oğlu Yılmaz 1967 yılında doğdu. Hacapdıramanlardan Şeytanahmetin Ömer kızı Fatma ile evlendi. Onun da üç çocuğu var: Öznur, Halil ve Barış... Öznur, Cücelerin Mevlüt oğlu Aziz Öncül eşidir... 

    Anıtkaya-Afyon hattında bir süre minibüs çalıştırıp yolcu taşımacılığı da yapan Ziyaeddin, asıl meslek olarak bakkallığıyla tanındı. Son günlerine kadar dükkanı kapatmadı... Kendisi 2017, eşi Hüsniye Hanım ise 2018 yılında peş peşe vefat ettiler...

    Şaşdım Halil 65 yaşındayken, 1968 yılında vefat etti. Eşi Ümmühan Hanım, kocasının ölümünden sonra sekiz yıl daha yaşadı ve 1976 yılında bu dünyadan ayrıldı...

    Şaşdımlar sülalesinde Halil, Ömer ve Mustafa isimleri baştan itibaren varlığını sürdürüyor. 1934 Soyadı uygulaması ile ŞEN soy ismi kullanılıyor...



03 Eylül 2022

Kediveliler

 


    Eski defterdeki iki Hacımahmutoğlu hanesinin ikincisinde, yani Hacımahmutoğlu Ahmet hanesinde büyük oğlanın adı Veli idi. Bu isme, sülalenin her iki hanesinde de rastlanıyor. Hacımahmutoğlu Mehmet'in Veli, delikanlılık çağında öldüğü anlaşılıyor. Ahmet'in çocuklarından Manavlarda ve Sakızcılarda da halen Veli adını taşıyan kişilerle karşılaşabilirsiniz. Demek ki daha köklü bir geçmişi var Veli adının...

    1820 Yılında doğan Ahmet oğlu Veli, ileride Kediveliler lakabının verilmesinde etkin olan ilk Veli olabilir... Evliliği ve ailesi hakkında bilgimiz yok, tek bildiğimiz Hüseyin adında bir oğlu olduğu ve onun da Ayşe Hanım ile evlendiği... Ayşe Hanım'ın kimliği hakkında elde bir veri yok; lakin Hacımahmutların diğer hanesi olan Mehmet'in terekesinde ismi yazılı Ayşe Hanım olduğu düşünülüyor... İşte Kediveliler, Hüseyin ile Ayşe'nin bu evliliğinden sonra belirginleşiyor...

    KEDİVELİLER

    İki oğulları var, Veli ve Mustafa... (Bir de Fatma adında kızları var; Eğret dışına Akören'e gelin gittiği için kayıtlarda görünmüyor.)...  Büyük oğlu 1876 yılında doğdu ve o zamanın geçerli uygulaması olarak dedesinin adını aldı. Hatiboğlu İbrahim kızı Kezban ile evlendi. Kezban Hanım, Gobakların Çerçi Mehmet, Halil İbrahim ve Hasan'ın ablasıdır. 

    Veli ile Kezban'ın bir kız iki erkek çocukları oldu. Ninesinin adını koydukları kızı Ayşe, Çakırmehmetin eşi oldu. Çakırlar da esasında Hatiboğlu olduğundan bu evlilikteki akrabalık  belirgindir... 

    Tam olarak zamanı bilinmiyor; Veli vefat ettikten sonra Kezban Hanım, yetimleriyle başbaşa kalınca, zorunluluktan başka biriyle tekrar evlendi. Eğretli ve hatta Afyonlu olmayan bu kişiden Şefika adında bir kızı daha oldu. Aslen Doğu illerinden birisinden olan o adam bir süre sonra Kezban Hanımı ve Eğret'i terk etti. İşte o küçük Şefika da Kirtyusufun (Yusuf Aydın) eşi oldu... Biz Kedivelinin oğlanlara bakalım...

    Çolak Hüseyin

    Büyük oğlu 1913 yılında doğdu ve ona dedesinin adı olan Hüseyin ismini koydular. Yunan gittikten sonra bulduğu bir toplu tabancayı oynarken onun patlaması sonucu üç parmağı koptu. Bu olaydan sonra lakabı Çolak Hüseyin kaldı. Gademalinin büyük kızı Emine ile evlendi ve böylece Sıntırların Kelhasan, Şeherlioğlu ve Corukların Köriban ile bacanak oldular... 

    Çolağüseyin ile Emine Hanımın bir kız bir oğlu oldu. Kızı, ninesinin adını alan Kezban'dır. Gambırarifin kardeşi Dilsiz Mahmut'un oğlu İbrahim eşi oldu. Dilsiz de Hacımahmutlardan olduğu için, Kezban ile İbrahim'inki akraba evliliği oluyor... 

    Kediveli
    Oğluna doğal olarak dedesinin adını koydular. Önceki Veli'lerin hangisinde bu lakap kullanıldığı kesin değil; ama Çolağüseyinin oğlu Veli, Kediveli olarak bilindi. Göçmen Süleymanın kızı Münevvere ile evlendi. Erken dönemde Afyon'a göçtü. İki oğlu bir kızı var; Hüseyin, Ahmet ve Emine... 

    Onların en küçüğü olan Emine, ninesinin adını taşır. Afyonlu Dombeycilerden İbrahim ile evlendi... Meryem, Osman ve Veli adında üç çocuklarında Kedivelinin adı seçilebilir...

    Kedivelinin büyük oğlu, doğal olarak dedesi Çolağüseyinin adını aldı. Boyalılı Huriye Hanım ile evlenen Hüseyin'in Münevvere, Veli ve Murat adlarında üç çocuğu var.  Münevvere Afyonlu Süleyman ile evli... Veli de Afyonlu Meryem ile evlendi; Merve, Hüseyin ve Beytullah adlarında üç çocukları var... Murat, Afyonlu Atike ile evlendi, Hüseyin ve Enes adlarında iki oğul babasıdır...  Hüseyin Ildız, halen Afyon'da Mahalle Muhtarıdır...

    Kedivelinin küçük oğlu ise Ahmet... Şimbilemin kızı Fadime ile evlendi. İkisi de Hacımahmutlardan olduğu unutulmamalı. Ayrıca, anneleri kanalıyla hem Sağırlardan hem  Omarcıklardan da akrabalıkları var... Onların çocukları da Hülya, Veli ve Fatih'tir... Hülya, Çolağüseyinin Mevlüt oğlu İbrahim Ildız eşidir... Veli, Elpirekli Zeynep ile evlendi; Halime Ecrin, Fatma Miray ve Elif adlarında üç kızı var... Fatih ise Serbanlı Büşra ile evli olup Aysima adında bir kızı var... Afyon'da oturuyorlar... Kedivelinin eşi Münevvere Hanım 2015 yılında vefat etti...

    ***

    Kezban ve Veli'nin doğumundan sonra Çolağüseyinin eşi Emine Hanım 1941'de vefat etti. İkinci defa Dilsiz kızı İsmihan ile evlendi. Dilsiz (Mahmut Öztürk)ün Hacımahmutlardan olduğunu belirtmiştik; fakat burada daha önemli bir husus var, Çolağüseyinin ilk ve ikinci eşi hala dayı çocuğu olurlar... 

    Yine bu ikinci evliliği dolayısıyla Timitiri Arif ve Cavanın Çatlak (Abdullah Er) ile de bacanak oldular. İsmihan Hanım ile evliliğinden altı çocuğu oldu, bunların biri kızdır. İsmi Emine olan bu tek kızları Timitiri oğlu Hayrettin eşi oldu. (Teyze çocukları)

    İsmihan Hanımdan oğullarına gelince... Büyük oğlunun adı Emin... Daha İlkokul yıllarında ortaya çıkan işitme kaybı sebebiyle 'Sağıremin' diye lakaplandı. Hatta sırf bu yüzden okuldan kaydı silindi. Garapaçalardan Körşükrü kızı Fadime ile evlenince Sakaların Resul ve Araphüseyinin Battal ile bacanak oldular... Ayşe, Yasemin ve Hüseyin adlarında üç çocuğundan sonra Fadime Hanım 1985'te vefat etti. Bolvadinli bir hanımla tekrar evlendi, ondan da Emrah adında bir oğlu olduktan sonra boşandılar. Birlikte Anıtkaya'da yaşadıkları oğlu Emrah 2022 yılında intiharla vefat etti. Sağıremin şimdi yalnız yaşıyor...

    Çolağüseyin, İsmihan Hanımdan ikinci oğluna Mahmut adını verdi. Bu, kayınpederi Dilsizin ismidir. Karacaahmetli Aysel Hanım ile evlendi. Mahmut da erken dönemde Afyon'a yerleşenlerden... Üç oğlu ve bir kızı oldu. Büyük oğlu Hüseyin, Ümmühan Hanım ile evlendi, bir kız bir oğlu var. Halen Şuhut PTT'de çalışıyor... Ortanca oğlu Metin, Döğerli bir hanımla evlendi, üç kızı var. Afyon'da Türkçe Öğretmenidir... Küçük oğlu İsmail de Afyon'dan Sultan Hanımla evlendi ve orada yaşıyor. İki kızı var... Mahmut'un tek kızı Dilek, Anıtkaya dışına gelin oldu...

    Çolağüseyinin oğlanların ortancası Mevlüt 1956 yılında doğdu. Gobakların Derviş kızı Sare ile evlendi. Hatırlanacağı üzere Mevlüt'ün ninesi Kezban Hanımın Gobaklardan olduğunu söylemiştik. İşte o Kezban Hanım, Derviş İbramın halasıdır. Kısaca Mevüt ile Sare, bir kuşak öncesinden hala-dayı çocukları denilebilir. İbrahim ve Şenay adını verdikleri iki çocukları oldu. Şenay Anıtkaya dışına gelin oldu. İbrahim'i ise Kediveli oğlu Ahmet'in kızı Hülya ile everdiler. İbrahim'in Mevlüt Talha ve Ahmet adında iki oğlu var, Afyon'da yerleşikler... Bununla beraber Mevlüt, Anıtkaya'da çiftçilik de yapıyor...

    İsmihan hanımdan dördüncü oğluna Veysel adını koydular. Veysel Karani'den seken 'Garani' ismi, Çolağüseyinin Veysel'e lakap oldu. Vefatına kadar ismi söylenmedi hep Garani diye anıldı, hala da öyle biliniyor... Cavaların Abdullah kızı, yani teyzesinin kızı Ayşe Hanım ile evlendi. İki oğlu bir kızı oldu. Melek, Gavurarif oğlu Fatih Önkal eşidir... Oğullarına babalarının isimlerini verdiler. Hüseyin, askerlik vazifesi sırasında 2012'de vefat etti. Anıtkaya'nın son dönem şehitleri arasında yerini aldı. Abdullah ise; Ahmet > Veli > Hüseyin > Veli > Hüseyin > Veysel > Abdullah zincirini, son halka olarak Anıtkaya'da sürdürüyor... Hacı Veysel Garani ise 2019 yılında vefat etti...

    Çolağüseyin ile İsmihan Hanımın en küçük oğulları, 1968 doğumlu Mehmet 'Atom' lkabıyla tanınır. Minyon tipi ve çok hareketli kişiliği sebebiyle bir dönemin çizgi film karakteri Atom Karınca'dan esinlenerek bu yakıştırma yapılmış... Karacahmetli Şerife Hanım ile evlendi, Mahmut Abisi ile bacanaktır... Bir oğlu bir kızı olunca, onlara ana babasının adlarını koydu. Bütün kardeşlerinin çocuklarında babası Hüseyin'in adını görebilirsiniz; ama annesi İsmihan'ın adı yalnız Atom Mehmet'in kızında yaşıyor... İsmihan Kocaelili bir beyle evlendi, Hüseyin ise Afyonlu İkranur ile... Şerife Duru adında bir kızı var... Atom da oğlu ve torunuyla halen Afyon'da yaşıyor...

    Kediveli oğlu Çolağüseyin 1986 yılında vefat etti. Altı çocuğunun anası, ikinci eşi İsmihan Hanım ise ondan çok sonra, 2022'de öldü...

    İbrahim Ildız

    Hacımahmutlardan Veli ile Kezban'ın ikinci oğlu İbrahim 1917'de doğdu... Manasının derinliğine inecek olursak bu isim, Kezban Hanımın babası, Gobakoğlu şehit İbrahim'in adıdır... 

    Tellilerin Goca Hasan kızı İsmihan ile evlendi. Burada duraklamak lazım... Tellilerle Kediveliler Hacımahmutlardan, birinci bağ... Telli Halilin eşi Fatma, Gobak Hasanın kızı... Veli eşi Kezban, Gobak Hasanın torunu... Kısaca söylemek gerekirse; İbrahim'in adını aldığı ana-dedesi ile, İsmihan'ın ninesi kardeş... Böyle bir yakınlık var yani...

    Boyundan dolayı 'Uzun İsmihan' diye bilinen İsmihan Hanım ile İbrahim'in on tane çocuğu oldu. Bunların dördü erkektir. Kızlar; Kezban, Gasapların Araphüseyin oğlu Mevlüt eşi; Zele, Mihrioğluların Ahmet eşi; Züla, Patlakların Çeteoğlu Muhittin eşi; Hacer, Tırılların Aziz eşi; Sevcihan, Gecegonduların Mehmet eşi; Ayşe, Tevfiklerin Metin eşidir...

    1948 Yılında doğan büyük oğluna babasının adı olan Veli ismini koydu. Bolvadinli Şerife Hanım ile evlenen Veli'nin Dilek ve Yasemin adlı iki kızı da Anıtkaya dışına gelin oldular.

    İkinci oğlu Ramazan, Gobakların Kel Şaban kızı Sunay ile evlenerek İbişlerin Yakup ile bacanak oldu. Nursen, İbrahim ve Şaban adlarında üç çocuğu var. 

    Ramazan'ın küçüğü Tahsin, çocuğu olmayan Şeherlioğlu Ali ile evli Teyzesi Feride'ye evlatlık verildi. Dayısı Gocaguş (Mevlüt Öztürk) kızı Emine ile evlenen Tahsin'in de Ali, Feride ve Yasin olmak üzere üç çocuğu var. Tahsin ile Ramazan'ın imam olduklarını da belirtmeliyiz...

    En küçük oğlu Adem ise, büyük abisi Veli gibi Bolvadin'den Rüveyda Hanım ile evlendi. Onun da üç çocuğu var; isimleri Emine, İbrahim ve Gamze'dir... İbrahim Ildız'ın dört oğlu da Anıtkaya dışına yerleştiler. Büyükleri Veli Ildız, 2022'de vefat etti...

    Kedivelinin İbrahim 1993, eşi Uzunismihan ise 1995 yılında vefat ettiler...

    Hacımahmutların Hüseyin oğlu Veli çocukları olan Çolağüseyin ve İbrahim kardeşler, 1934 Soyadı uygulamasında diğer Hacımahmutoğulları gibi ÖZTÜRK soyadını aldıkları anlaşılıyor. Sonra nedendir bilinmez, YILDIZ'da karar kılmışlar. Gazilerinki ile karışıklık olunca 1960'lı yıllarda bugünkü ILDIZ soyismi nihai olarak yerleşmiş...

    

27 Ağustos 2022

Yav Hazırlıksız Filan...

 

    Çantadan evrak dosyasını çıkardı, kağıtları bir kaç kez alt üst etti; lakin bulamadı. Bana verdi, bir de ben baktım, hayır...  Yoktu. Son yazdıklarını İzmir'de unutmuş Berber Emmim... Epeyi hayıflandı. 'Fotoğrafını çekip gönderirsin' dedim. Çocuklar telefonla nasıl fotoğraf çekeceğini, o fotoğrafı birine nasıl göndereceğini gösterdiler...

    Ertesi gün tuttuğu yeni notlarla geldi... Ortam biraz kalabalıktı, aldım onları pek üzerinde durmadım. Dereden tepeden konuşurken aklıma geldi, ortalığa '27 Ağustos Cumartesi günü Dr. Selami Kurt'un tebliği var, ben gideceğim; isterseniz beraberce gideriz' diye bir teklif sundum.

     Haberi kısaca özetledim. Türk Tarih Kurumu Büyük Taarruzun 100. yılı münasebetiyle üç gün sürecek bir sempozyum düzenlemiş. Türkiye'nin her yerinden yüzden fazla akademisyen geliyor. Protokol konuşmalarından sonra Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın konuşması ilk gün... Ertesi günkü bildirilerden biri de Selami Bey'den... 'Adını Anıtkaya Şehitliğine Altın Harflerle Yazdırmış Türk Süvarisi: Binbaşı Galip ve Silah Arkadaşları'.. İlk günkü programa katılamayız: ama ertesi gün boşuz...

    Benim teklife pek ilgi gösteren olmadı... Biri müstesna... Berber Emmim heyecanlandı 'Unutturma da gidelim' dedi... 'Eğer düşündüğüm konu ise, Selami Bey buna uzun zamandır hazırlanıyordu. Merak ediyorum, dinleyelim. Köyümüzün konuşulacağı yerde bulunmamız icap eder. Ayrıca Selami Beye sürpriz yapmış oluruz, hem şaşırır, hem sevinir...'

    Geceden sözleştiğimiz gibi, sabahleyin kendisini almaya gittim. Bu arada şu da bilinsin, bu katılım için gece oğluyla Köye dönmeyip Afyon'da kalmıştı... Neyse, çıkmamıza yakın 'Ara da sor bakalım, programda bir değişiklik var mı? İptal, tehir gibi şeyler olabilir, işi sağlama alalım' dedim. Böyle organizasyonlarda her şey planlandığı gibi gitmeyebilir. Aksamalar, teklemeler olağandır...

    Aradı, her şey yolundaymış, belirlenen saatte onların oturumu başlayacakmış... Her şey yolundaymış amma... Bizim plan bozuldu... Kendi ellerimizle sürprizi bozmuş olduk yani... Hesaba göre añıstadan varacaktık... Ben bunları düşünürken Berber Emmim telefonu elime tutuşturdu, Selami Bey yer tarifi verecekti... Sesinde memnuniyet izleri vardı... Yer tarifinden sonra '... Hem Berber Amcanın katkısıyla sunum güzelleşir...' gibisinden söylediklerini Berber duymuyor tabi... Ben de varana kadar añmadım kendisine... Bozulan sürprizin yerine, yenisi gelmişti kendiliğinden... Sadece adres değişti...

    Vardık... İçten bir sevinçle karşıladı Selami Bey, sağolsun... Oturum Başkanına ve arkadaşlarına 'Anıtkaya'nın canlı tarihi Berber Ahmet'i takdim etti. Bildirisinde kendisine de söz vermek istediğinden filan söz etti... Biraz konuştuk...

    Berber Emmi meselenin nereye varacağını fark ettiğinde, çoktan salondaki yerimizi almıştık. 'Yav hazırlığımız da yok...' filan diye söyleniyor, ama... 

    Selami Beyden önceki sunumları herkes uslu uslu dinledi. Onlar da efendice anlattılar, dinledik, alkışladık... Sıra beklediğimiz sunuma gelirken yeni dinleyiciler de salona girdi, ortalık hareketlenmeye başladı.

    Şöyle oldu: Selami Bey kürsüye çıktığı sırada Oturum Başkanı kısa bilgilendirme konuşması yaptı. Bu arada Berber Emmiden de söz etti... Emmim aynı modda 'Yav hazırlıksız filan..' Tabi sadece ben duyuyorum bunları... Selami Bey'in sunum konusu, kendi yaşadığı topraklar olduğu için; coşkusu beden diline ve ses tonuna yansıyor. Bu yüzden daha sözlerinin başında gerek Başkan ve gerekse katılımcılar ile etkileşimli bir sohbete döndü iş. O ana kadar bir robot soğukkanlılığıyla konuşmacıları dinleyen bizler, birden programın bir parçası oluverdik. Bunda Selami Beyin sıcak üslubunun büyük etkisi vardı...

    Bildirisinin sonuna doğru, Başkan isteyen herkese söz verdi. Yüzüncü Yılın resmi/soğuk sempozyumu birden sımsıcak bir panel/sohbete dönüşüvermişti.

    Süre çoktan aşılmış olmasına rağmen yine de 'Canlı Tarihi' kürsüye çağırdı. Oraya giderken hala 'Yav hazırlıksız filan...' diye hafif sesle söyleniyordu...

    Adam 'hazırlıksız filan...' ama, hiç de öyle kürsüye yabancı gibi durmuyor... Dinleyici koltuğunda bulunanların psikolojisini bildiğinden olsa gerek, kısa konuştu... Alkışlarla yerine otururken, bu sefer de 'Keşke haberim olaydı' diyordu...

    Oldum olası yazdıklarının, anlattıklarının önemsiz/lüzumsuz şeyler olduğunu düşünür. Kaç kere 'Sen anlattıklarının kıymetini bilmiyorsun, her kelimesi bizim için önemli' dediysem de hala aynı kafada. Yemekten sonra Selami Bey, 'Ne dediğinin önemi yok, bugün o kürsüye çıkmış olman mühimdir' dediğinde  cevap olarak  'Yav hazırlıksız filan...' diye mırıldanıyordu.

    26 Ağustos 2022 günü Atatürk Kongre Merkezi'nde İlber Ortaylı'yı dinleyemedik. Ancak ertesi gün kürsüde Berber Emmim vardı...

    Kongre Merkezinden ayrılırken Dr. Selami Kurt, 'Bugün burada yaşananlar güzel bir yazı konusu olur artık' dediyse de... Duymazdan geldim...



23 Ağustos 2022

Çakallar

 

    Çiftçioğlu Bekir'in Ömer ve Himmet adında iki oğlu vardı. İkisine birden Himmetoğlu deniliyordu. Büyük olan Ömer'in çocuklarından bugünün Tekirgızılarına geliniyor. Küçük olan Himmet'e ise Eğret telaffuzuna daha yakın bir söyleyişle Ümmet dediler. Haliyle Himmetoğlu Himmet kolu 'Ümmetler' biçiminde yerleşti.


    Himmet kayıtlara 1 yaşında diye geçirilmiş. Kayıt tarihi kesinlik arzetmiyor, sadece defterin 1830-1840 arasında tutulduğunu biliyoruz. Bu yüzden net bir tarih verilemese de bu tarih aralığında doğduğu kesin... 

    Fatma Hanım ile evleniyor ve 1872 yılında Hasan dünyaya geliyor. Bir vakit sonra Fatma Hanım vefat ediyor. Himmetoğlu Himmet dul kaldı...

    Alemdaroğlu Mehmet ve Hüseyin kardeşlerin (Keklilkler) Fatma adında bir kızkardeşleri vardı, Türkmenoğlu Ali'ye (Arzılar) vermişlerdi. 1888 Yılında Ali askerde kalınca yeni doğan oğluna da Ali adını verdiler. Fatma Hanım, taze çocuğuyla kardeşlerinin yanına döndü. Biraz palazlanınca dayıları Ali'yi kendi çocuklarıyla birlikte büyütmeyi üzerlerine aldılar. Fatma tekrar kocaya gidiyordu...

    Beride eşi Fatma Hanımın ölmesiyle dul kalan Himmet, kendisi gibi bir çocukla dul kalmış Kekliklerin Fatma ile tekrar evlendi. 1894 Yılında Kezban adını verecekleri bir kızları dünyaya geldi. Ümmetlerin Hasan'ın bir kardeşi olmuştu... Lakin bir süre sonra babaları Himmet vefat etti. Kekliklerin Fatma'ya tekrar yol göründü, kardeşlerinin yanına dönecekti. Bu sefer kucağında Ümmetlerin kızı Kezban vardı... Ümmetlerin Hasan'ın kardeşi ve meşhur Çanakkale kahramanı Kel Ali'nin de karınkardeşi olan bu Kezban'ın akıbeti bilinmiyor...

    Ümmetlerin tek oğlu Hasan'ın saçında beyaza yakın bir ağartı vardı. Bu yüzden ona Çakal Hasan lakabı da takıldı. Sülaleye de hem Ümmetler hem de Çakallar denildi.

    Babası ikinci hanımını aldığında Çakalhasan da evliydi. Velciklerin Ahmet kızı Nazife/Nazike ile evlenmişti. Hatta kardeşi Kezban ile aynı yaşta bir oğlu vardı, adı Ahmet... Ondan sekiz yıl sonra 1902 yılında kızları Gülsüm doğdu. Daha sonra 1907'de Bekir ve 1911'de ise İbrahim doğdular...

    Üç oğlan ve bir kızın macerası bize yirminci asır Ümmetler/Çakallarını anlatır. Tek tek onları ele alalım...

    Birinci Dünya Harbi başladığında Ahmet 20 yaşında delikanlıydı. Cepheye gittiğinde evli değildi... Bir daha geri dönmedi... Kızları Gülsüm ise gelin olmadı, o halde 1937 yılında vefat etti. Kızından bir yıl sonra da Çakalhasan kendisi öldü... Eşi Nazife/Nazike Hanımın 1925'ten önce vefat ettiği sanılıyor...

    Hayatta kalan iki oğluna gelince.... Çakalların Bekir, Sıntırlardan Ali kızı Hatice ile evlendi. Hatice Hanım Kelhasanın kardeşidir... Refiye ve Gülsüm adında iki kızları olduktan sonra Bekir 1946'da vefat etti. Eşi Hatice Hanım kızları yanında tay olduğu halde Garaca Süleyman'a vardı. Kızlarını oradan gelin etti. Büyük kızı Refiye, Arapselimlerden Selim Zenger eşi; küçüğü Gülsüm de K.Kalecikli Hacınınhasan (Hasan Çelik) eşi oldu... 

    İbrahim de Sıntırlardan evlendi. Aslında onun eşi Emine Arapların Halil'in kızıydı, ama anası itibariyle Sıntırlardandı. Emine Hanım, Devecinin de kardeşi olur. Ayrıyeten bu evlilikle Dönelerin Ali ile Çakalınibram bacanak oldular... Ümmetlerin İbrahim 1982 yılında vefat etti. Eşi Emine Hanım ise yirmi yıl sonra 2002'de öldü...

    Üçü kız üçü oğlan, altı çocukları oldu. Kızları; Nazik, Canavarcı eşi; Hatice, Devecinin Cemil eşi; Kerime, Dönelerin Ali'nin Zafer eşi oldu. Kızların evliliklerindeki akrabalıkları tekrar tekrar belirtmeye gerek yok... 

    Ümmetin İbrahim'in erkek çocuklarına gelince... Büyükleri Hasan, dedesi Himmetoğlu Hasan'ın adını taşıyor. 1944 yılında doğdu. Lakabı 'Akkiprik' idi. Uzun yıllar Anıtkaya Tarım Kredi Kooperatifinde çalıştığı için 'Kopretifçi Hasan' da derlerdi. Kalecikli Fadime Hanım ile evlendi. İbrahim, Emine ve Gültekin adını verdiği üç çocuğu oldu. İbrahim, Kalecik'ten teyze kızıyla; Gültekin ise Afyon'dan evlendi... Akkiprik 1910 yılında vefat etti... Küçük oğlu Gültekin Afyon'da çalışıyor ve orada oturuyordu. 2022 Yılında bir trafik kazasında vefat etti...

    İbrahim'in ortanca oğlu Halil'dir. 1949'da doğdu... O da ana-dedesi olan Arapların Halil'in adını almış. Tatıresilin Mustafa kızı Nezahat ile evlendi ve Sağıroğlunun Salim, İdirizlerin Sarı Mehmet, Kumpirhasanın Mısdan oğlu Adem ile bacanak oldular... DSİ' de çalıştığından Anıtkaya'dan erken ayrılıp Afyon'a yerleşti. Emeklilikten sonra bir ayağı köydedir... Maziye dair geniş bir bilgi dağarcığı var. Anlattıklarını ayıklayabilirsen, çok değerli bilgiler bulursun. Ben öyle yaptım; kendisi fark etmese de kaynak kişilerimden biri oldu... Kadriye, Hülya, İbrahim ve Tuğba adlarında dört çocuğu var... Dedesinin adını alan İbrahim'in çocukları ise; Gökçen, Zeynep ve Ertuğrul... Afyon'da oturuyorlar...

    Çakalların İbrahim'in en küçük oğlu, 1955 doğumlu Ahmet'e, herhalde şehit amcasının adını koymuşlar. Bidakgenin kızı Ayşe ile evlendi. Ahmet'in bacanakları: Şemşilerin Lütfi, Hacapdıramanların Ahmet, Akömerin Terzi İzzet, Gulizin Mahmut... Emine adını verdikleri kızı, Dönelerin Yusuf oğlu Ali eşidir. Oğlu ise dedesi Çakalların İbrahim'in adını taşır...

    Çiftçioğlu Bekir'in büyük oğlu Ömer'den torunları, nasıl adım adım Tekirgızılara dönüştüyse; küçük oğlu Himmet'ten torunları da sırasıyla Çiftçioğlu > Himmetoğlu > Ümmetler > Çakallar olmuş. Yalnız Tekirgızılarda bariz bir biçimde Selimlerle akrabalık kurulduğu görülürken, Çakallarda akrabalık yönelimi Sıntırlara kaymış. Bir de Çakalların soyadı YET...


21 Ağustos 2022

Tekirgızılar

 

    1840 Yılında Eğret'te Çiftçioğlu sülalesi bulunuyordu. Üç haneden oluşan Çiftçilerin yalnız biri yirminci yüzyıla ulaşabildi. Uzun boylu, kara sakallı ve 40 yaşlarındaki Çiftçioğlu Bekir'in dışındakiler bir şekilde eridi... Bekir'in soyundan gelenler de Himmetoğlu diye anılıyordu, yani Çiftçioğlu lakabı unutuldu. 

    Onlara Himmetoğlu denmesinin bir sebebi olarak Bekir'in küçük oğlunun Himmet adını taşıması gösterilebilir. Ancak daha 1840 yılındaki Çiftçilerin üç hanesinden birinin reisi 'Çiftçioğlu Himmet'in oğlu İbrahim' diye kaydedilmişti. Yani Bekir'in oğlundan önce sülalede Himmet vardı... Hatta onlardan 4-5 nesil önce, 1690'lı yılların mahkeme kayıtlarında Eğretli 'Ömer oğlu Himmet' ismine rastlanıyor. Tabi o kadar uzak geçmişteki bir isimle bu Himmet'in bağı olduğu söylenemez... Ancak olmadığı da söylenemez...


    Konumuzu teşkil eden Çiftçioğlu Bekir'in 11 yaşında Ömer ve 1 yaşında Himmet adında iki oğlu var. Küçük Himmet'in çocuklarına 20. yüzyılda 'Ümmetler' 'Çakallar' denilecek... Şimdilik işimiz Ömer ile...

    Ömer'in 1820-1830 arasında doğduğu anlaşılıyor. Evlendikten sonra onun da iki oğlu oldu; büyüğü Hasan, küçüğü Halil... 

    Ömer'in büyük oğlu Hasan, Ayanoğlu Ömer kızı Fatma ile evlendi. Fatma Hanım Kölgecinin halası olur. 1855 Doğumlu Fatma Hanımla akran olduklarını düşünerek Hasan'ın da o yıllarda doğduğunu söyleyebiliriz... Aslında Fatma Hanımla bu evlilik sayesinde Himmetoğlular-Selimler arasında ilk irtibat kuruldu diyebiliriz. Çünkü Fatma Hanımın anası Selimlerden... İkisi kız, altı çocukları oldu.  Doğum tarihilerine göre bir sıralamaya tabi tutunca o çocukların dizilişi şöyle olur: 1878 Halil, 1879 İsmihan, 1880 Osman, 1881 Hasan, 1889 Ali ve 1894 Ayşe... 

    Küçük kız Ayşe doğduktan bir süre sonra Himmetoğlu Hasan vefat etti. 1905 yılına gelindiğinde altı çocuğun durumu şöyleydi: Büyük kız İsmihan, Selimoğlu Halil'e vardı; Samancı ile Bulduk'un anası olacak... Büyük oğul Halil, Musa kızı Hatice Hanım ile evlendi, hatta Aliye ve Şerife... Babası öldükten sonra evin reisi Osman olmuştu, O da Selimlerden Çolömerin kardeşi Ayşe Hanım ile evlendi, Emine adında bir kızı var... Diğer Oğul Hasan, Arapselimin kızından torunu Kezban ile evlendi, Kezban'a ileride Arapgızı denilecek... Küçük kardeşler Ali ile Ayşe henüz evlenmediler...

    İşte bu sırada altı kardeşin amcaları, Himmetoğlu Halil ortaya çıktı. Uzun süre önce Eğret'ten ayrılmıştı. Kütahya'ya yerleşmiş, orada evlenip düzenini kurmuş. Fatma ve Ayşe adında iki de kızı varmış... Şimdi, 1905 yılında Afyon Mahkemesine başvurmuş, diyor ki:

... Eğret Köyünde Yayla Yolunda altı dönüm, Seki Altında dört dönüm, Tekketoprağında dört dönüm, Uluyolda iki dönüm, İnüstünde üç dönüm, Yataklarda üç dönüm, Çadırayakta on dönüm, Fasılhüyükte  otuz dönüm, Angıtininde (Añıdini) otuz dönüm, Köprübaşında dokuz dönüm, Bükte iki dönüm olmak üzere toplam yüz üç dönüm, on bir parça arazi; bundan önce vefat eden pederim Himmet oğlu Ömer bin Bekir’den benimle ana-baba bir erkek kardeşim Hasan’a intikal etmiş; kardeşim Hasan da vefat edince hissesi evlâdları Osman, Halil, Hasan, Hüseyin, İsmihan ve Ayşe’ye intikal etmiştir. Belirtilen arazilerden yarı hissemin kızlarım Ayşe ile Fatma'ya taksimini... Yine Eğret Köyünde bulunan evimin sadece kızım Fatma'ya verilmesini...


    Halil Amcanın dava dilekçesi böyle. İş nasıl neticelendi, bilinmiyor. Bu dilekçeden bizim hissemize düşen şu: Himmetoğlu Hasan'ın nüfusta Ali olarak kaydedilen küçük oğluna Hüseyin diyorlarmış... Kardeşi Ayşe ile birlikte evlenmemişlerdi, sanırım hiç evlenmediler; zira onlardan günümüze bir yadigar kalmamış... Yalnız 1927 tarihli bir mahkeme kaydında 'Himmetoğullarından Hasan kızı Ayşe' davacı olarak görünüyor; davalı ise Selimoğlu Ömer; bu Körselimlerin Ömer oluyor... Davanın konusu ve neticesi anlaşılamadı, acaba evli miydiler?... 1948 Yılında vefat ettiğinde Ayşe Hanımın evli olduğuna dair bir bilgi bulunmuyor; Bacıdede defterinde 'Davılcı Hasan'ın halası Ayşe Haykır' diye tanımlamış...

    Şimdi üç oğlanın hikayesine bakalım...

    1. Himmetoğlu Halil

    En büyükleri olan Halil, Dumanoğlu Musa kızı Hatice ile evlendi; Gadıngızların Kedimehmet ile bacanak oldu... Hatice Hanım ile Halil'in iki kızı vardı, Aliye ve Şerife... Şerife'ye 'Gambırşerif' diyorlardı, Tekelilerin Nuri'ye vardı; Delifadime, Garasabire, Palaibram, Tekelilerinşükrünün anasıdır... 1897 yılında doğan büyük kız Aliye ise, Gümülcine macurlarından Ahmet ile evlendi. Daha doğrusu Macur Ahmet, Aliye'ye içgüveyisi girdi. Söylendiğine göre Apak Mevlüt'ün evin yanında bir yerlerde duruyorlarmış. O sıralar Bilaller de orada oturuyor... Macur Ahmet'in babası adı Abdi olduğu için 1925'ten sonra doğan oğluna o ismi vermişler. Macur Ahmet 1931, Aliye Hanım ise 1943'te vefat ettiler. Sonradan İzmir'e taşınan Abdi, Şekerim Abdi olarak lakaplanacaktır...

    2. Himmetoğlu Kel Hasan

    Himmetoğlu Hasan'ın ortanca oğlu Hasan 1883 yılında doğdu. Aslında en küçükleri Ali/Hüseyin'i saymazsak, Himmeteoğlunun küçük oğludur denilebilir... 'Kelhasan' diyorlarmış... Arapkızı Kezban ile evlenmişti. Kezban Hanıma böyle demelerinin sebebi Arapselimin torunu olmasıdır. Anası Arapselim kızı, babası da Hacımahmutlardan  Hüseyin'dir. Buna rağmen Hacımahmutlara değil de Arapselimlere nispet edilmesi de ilginç tabi... Kadir ve Ömer adında iki oğulları vardı...

    Cihan Harbine katılan Kel Hasan geri dönemedi... Himmetoğlu Hasan oğlu Hasan; İkinci Kolordu, Altıncı Fırka, Onyedinci Alay, Birinci Tabur, İkinci Bölük, İkinci Takım, Onbirinci Manga neferi iken, 11 Temmuz 1915 sabahı Seddülbahir'de sol omuzuna şarapnel isabet etti. İki saat kadar sonra, saat 10.30 sıralarında şehiden vefat etti... Selimlerden Çolömerin oğlu Halil Çavuş ile aynı mangadalardı. Müdüroğluların Halil Çavuş ile, Selimlerin Halil Çavuş; köylüleri şehit Kel Hasan'ı oraya defnettiler... 

    Büyük oğlu Kadir zaten hastacaktı, çok yaşamadı öldü. Sakınılan göze çöp batarmış 'Ömerime iyi bak' diye Kel Hasanın emanet ettiği küçük oğlu da dambeşten düştü, üstelik başına da ağır bir şey isabet etti. Bu olaydan sonra çocuğun adı 'Gambır Ömer' olarak kalacaktır. 

    Bu arada dul kalan Arapkızı, Bolvadinli Çakal Bekir ile evlenecek ve ileride ondan da Köralosman ve Halil doğacaktır. Onlar ayrı başlıkta ayrıca incelenecekler, biz Gambırömeri burada da zikredelim...

    Gambırömer
    Anası Arapkızı Kezban'ın yanında Bolvadinli Bekir'e tay giden Ömer... Bu yetim çocuğun başına da gelmeyen kalmadı. Dambeşten düştüğü yetmiyormuş gibi, ağır bir şey gelip kafasına isabet etti. Bu kazadan sonra sakatlandı, sırtında oluşan kamburluk sebebiyle lakabı 'Gambırömer' kaldı.

    Gambörömer de büyüdü. Selimlerden Gocaguliz (Ali Osman Uysal) kızı Hafize ile evlendi, böylece Omarcıkların Bödü Mehmet ile de bacanak oldular. Gambırömer 1974, Hafize Hanım ise 2009 yılında vefat ettiler...

    Bir oğulları var... 1950 yılında doğan bu oğullarının adını Kadir koydular. Bu isim, Gambırömerin küçükken ölen abisinin adıydı. 'İncegadir' dediler ve bu ona lakap oldu. Daha yaygın lakabı ise 'Gambırömerin Gadir'...

    İncegadir, bir zaman dedesi Gocagulizden kalan yerde ayakkabı dükkanı açtı. Önünde oturur saz çalardı... Fazla yürütemedi o işi... Takgasların Cılımısdık kızı Huriye ile evlendi. Bir kız, üç oğlu oldu. Kızına ninesi Arapkızının ismi olan Kezban adını koydu. Kezban, Tekelilerin İbilinin oğlu Cengiz Taşkın eşidir. Gambırömer ve Gocagulizin adlarının yadigarı iki oğlu Ömer ve Osman erken vefat ettiler. Küçük oğlu Fatih, Hassönler/Şekeralilerin Ali kızı Azime ile evlendi. Ömer, Ernur ve Ela isimli üç çocuğu var.

    Aragızı ile mevzuyu kapatalım... Uzun yıllar yaşadı... Evi, oğlu Gambırömerin evin ardındaydı. 1970 Yılında orada vefat ettikten sonra, o ev uzun müddet öylece kaldı. İçinde oyun oynadığımız harabeye, kendisini hiç görmediğimiz Kezban Hanıma nispetle 'Arap Ninenin Ev' derdik...

    3. Himmetoğlu Osman

    Babası öldükten sonra evin reisi olan Osman, aslında ortanca kardeştir; 1880 yılında doğdu. Selimoğlu Halil kızı Ayşe Hanım ile evlenmişti. Ayşe Hanım Çolömerin kardeşiydi, ama anaları ayrı idi.  Ömer'in annesi Emine, Ayşe'nin annesi ise aslen Tekirdağlı olan Ayşe Hanım idi. İşte tam da bu yüzden Himmetoğlu Osman'ın eşi Ayşe Hanıma 'Tekirkızı' diyorlardı. Bu evlilikle beraber Tekir kızı, sülalenin adının 'Tekirgızılar' olarak değişmesini sağlayacaktır...

    Tekirgızı Ayşe ile Himmetoğlu Osman'ın üç kız iki oğlan, dört çocukları oldu. Gülsüm, Maver, Hasan, Mevlüt ve Fatma... En küçükleri Fatma, 1924 yılında doğdu; iki yaşındayken vefat etti... Gülsüm, Bilallerin Apil eşi oldu. Maver, Apdıramanların  Kadir'e; o öldükten sonra abisi Körhalile vardı. Ondan da ayrıldıktan sonra, daha bir kaç evliliği oldu. En sonunda Karacahmet'e gitti ve orada vefat etti... Ali Osman Kirkit'in anasıdır... 

    Davılcı Hasan
    Tekirgızının 1918'de doğan büyük oğluna, dedesinin adıdır diyerek Hasan ismini koydular. Davul çaldığı için 'Davılcı' diye de bilinirdi. Selimlerden Dayı kızı Refiye ile evlendi. Dört kız üç oğlan, toplam yedi çocukları oldu. Kızlar; Ayşe, Terlemezlerin Osman eşi; Beyhan, Danaların İbrahim eşi; Aliye, Tekelilerin Rofi Taşkın eşi; Selime, Garapaçaların Osman eşi oldular... 

    Davılcı Hasan'ın oğlanlara gelince... Büyükleri Ahmet 1954 yılında doğdu. Körömerin kızıyla evlendi. Çocukları Refiye, Sevda ve Hasan'dır. Kızlar Anıtkaya dışından evlendiler; Hasan ise Müdüroğluların Çapar torununu aldı.

    Ortanca oğlu Osman 1960 doğumlu. Afyonlu Hacer Hanım ile evlendi. İzmir'de yerleşik ve mesleği icabı 'Aşçı Osman' olarak biliniyor. Bir oğlan üç kız, dört çocuğu var. İkisine ana babasının adları olan Hasan ve Refiye isimlerini vermiş... Küçük kızı bekar onun dışındakiler Anıtkaya dışından evliler...

    En küçük oğlu, 1965 doğumlu İsmail'dir. İlk ve Ortaokulda iyi kalpli karakteriyle sevilen birisiydi. 19 Mayıs kulelerinin zirvesinde bayrak açan hep İsmail Haykır olurdu. Çolömerlerin Körsüleyman kızı Şerife ile evlendi. Hasan ve Oktay adında iki oğlu var. Eşi Şerife Hanım 2020 yılında vefat etti. İsmail ve çocukları halen İzmir'de yaşıyorlar...

    Davılcı Hasan 1966 yılında vefat etti. Eşi Refiye Hanım ise uzun yıllar çocuklarının başında kaldı ve 1979'da vefat etti...

    Mevlüt Usta
    Tekirgızıların küçük oğlunun adı Mevlüt... 1923 Yılında doğdu... Eğret'in önemli yapı ustalarından biriydi...   Turabilerden Fatma Hanım ile evlendi. Osman, Alaaddin ve Fadime adlarında üç çocuğu oldu. Tek kızı Fadime, Garmenlerin Yakup Geçer eşidir... 

    İki oğlu da kendisi gibi inşaat sektörüne yöneldi. Büyüğü Osman, Sağırmahmut kızı Gülsüm Hanım ile evlendi. Üçü kız ikisi oğlan, beş çocukları oldu. Kızları Fikriye, İdirizlerden İbrahim oğlu Ramazan eşi; Emine, Arzıların Veysel oğlu Cengiz eşi; Fatma ise Hakkıların Süleyman oğlu Günaydın eşi oldular... 

    Osman'ın büyük oğlu Hasan Hüseyin, Gadıngızların Muzaffer kızı Ümmühan ile evlendi. Yaren ve Gülsüm adında iki kızları var, Afyon'da yaşıyorlar. Küçük oğlu Mevlüt ise Beyköylü Münire ile evlendi, Osman adında bir oğlu var. Eşi Gülsüm Hanım 2021 yılında vefat etti; Tekirgızıların Osman, oğlu Mevlüt ile birlikte Anıtkaya'da yaşıyor...

    Mevlüt'ün diğer oğlu Alaattin (Ali) Yumrukların Halil kızı Hatice Hanım ile evlendi. İki oğlu ve bir kızı oldu. Kızı Refiye Tomanlara gelin gitti. Büyük oğlu Ali Osman, Cıldırın kızı Hüsniye ile evlendi; Ali ve Sena olmak üzere iki çocuğu var... Diğer oğlu Mevlüt, Köprülülü Ayşe ile evlendi. Onun iki çocuğunun isimleri Ali Buğra ve Hatice'dir...

    Babaları, Tekirgızıların Mevlüt Usta 2003 yılında öldü. Fatma Hanım ise kocasından sonra çok durmadı ve 2005'te vefat etti...

    Önce Çiftçioğlu, sonra Himmetoğlu ve daha sonra Tekirgızılar olan sülalenin soyadı HAYKIR; Fakat Anıtkaya'daki bütün Haykır'lar Tekirgızılardan değil...



18 Ağustos 2022

Paşa Tekkesi

 

    Sülale araştırmalarında kağıt üzerinde bir yere kadar gidebiliyorsun, işler mutlaka varıp bir duvara tosluyor, öylece kalakalıyorsun. Kayıtları, listeleri tekrar tekrar kontrol etsen de hep aynı yerde mutlaka tıkanma oluyor. Bunun çaresi hafif bir dokunuş...

    Hafif hafif eriyen karın veya oluktan akan suyun bazı noktalarda göllendiği olur. Çer çöp, saman saşgı bir yerde suyun önünü tıkar, su akmaz olur orada birikir. Oysa o saman çöpünü alsan, önü açılacak ve su akmaya devam edecek. Ta ki yeni bir tıkanma yaşanacağı yere kadar... Böyle böyle her tıkandığı yeri hafif dokunuşlarla açtığında, avluda su birikmez, akar gider... Bu yüzden tıkandığı yerde mutlaka bir müdahale ister...

    Bizimkisi o hesap işte... Çıkmaza girdiğinde önünü açacak hafif dokunuş beklersin. Bilen birisinin dokunuşu... O sülaleyi en iyi bildiğini düşündüğün kişiyle görüştüğünde az veya çok bir ilerleme sağlarsın. Çünkü mutlaka işine yarayacak bir bilgi, problemi çözecek bir ipucu verir sana. İşte bu sebeple görüşme yöntemi en sağlıklısıdır, sık sık bilenlerle konuşman gerekir. 

    Planlı görüşmelerin dışında, bazen bir anda sürpriz fırsatlar çıkabilir önüne... Kütahya'da öyle bir fırsat oldu. Uzaktan gösterdikleri bir beyefendinin 'Hacının Hasan' (Hasan Çelik) olduğunu söylediler. Hakkında bir şeyler duymuştum; ama yaşadığını bile bilmiyordum... Gittim, tanıştık... Masadakilerin hepsini de gıyaben, kağıt üstünde biliyordum da... işte şimdi tanışıyorduk... Epeyce konuştuk... Babasını (Ahmet Çelik) anlattığı sırada, bir süreliğine çalıştırdığı dükkanın yerini tarif edecekti. Nasıl anlatsam der gibi bir tavrı vardı, sonra da 'Paşaların Tekkenin tam karşısındaydı' dedi... Benim hala anlamadığımı düşünerek 'Almanyalı Yaşar'ın evi karşısı, Lütfi Tüblek'in dükkanın oralardaydı' diye açıkladı... Tamam, şimdi anlamıştım...

    Dün akşamki sürpriz Hacının Hasan görüşmesi çok yararlı oldu. Daha önceden kafama takılan çoğu soru böylece cevabını bulmuştu. Gerçi şimdi de başka soru oluştu; Paşaların Tekke'yi ilk defa duymuştum. Ne yani, Almanyalı Yaşarın evin oralarda türbe mi varmış? 

    Gün boyu bunu soruşturdum. Varmış... Ali Paşa'nın evinin avlusunda tekke (Anıtkaya'da türbeye yatır veya tekke derler) varmış ve buna Paşaların Tekke derlermiş. Hacı İbrahim türbesine Eminlerin Tekke dediklerine göre, buna da Paşaların Tekke demeleri gayet normal... Eğret'teki diğer tekkelere gösterilen hürmet buna karşı da gösterilir, sık sık başında Fatihalar okunur, dualar edilir, adaklar dağıtılırmış. Sonra sonra unutulup gitmiş... Paşaların damadı olan Yaşar Soylu buraya ev yapınca ve o eski dualı, adaklı günleri yaşayanlar da birer birer göçünce hatırlayan da kalmamış. 

    Şimdi, o civarda büyümüş, hatta evleri Tekkeye komşu bir kaç kişiden işittim; küçüklüklerinde Tekkeden doğru dümbek (kudüm) sesi işitmişler defalarca... Yalnız bu ses herkesin kulağına gelmez, genellikle çocuklara duyururmuş kendini. O çocuklar da büyüdükçe işitmez olmuşlar... Acaba şimdilerde hangi çocukların dimağındaki nağmedir kudüm sesleri?...

    Paşaların Tekke meselesi böylece halledilmişken... Birden aklımda tuhaf bir şavk parladı, söndü...

    Bundan bir yıl kadar önce Ömer Kayır Bey bir şiir göndermişti. Muhtemelen İrfan Ünver Nasrattınoğlu'ndan alıntılanan bu şiir, Eğret Tekkelerini manzum bir biçimde anlatıyordu. Resul Baba ve Hacı İbrahim için söylenen birer kıtadan sonra, çok bilinmeyen iki zat için de birer dörtlük söylenmişti... Bu zatların neredeyse unutulmuş olması üzüntü vericiydi...

    Paşaların Tekke acaba o iki tekkeden birisi miydi? Şiiri kaydettiğim dosyayı açtım... Ta kendisiydi...

            İlahi yarabbi, koru bizi
            Mahşer yerinde imanımızı
            Eğret Köyü'nde PAŞA TEKKESİ
            O da ermiş evliyadandır.

    Ali Paşa'nın avludaki türbeye Paşaların Tekke derlermiş. Hacının Hasan sayesinde Paşa Tekkesi bulundu. Unutulmuş diğer türbe Öksüz Tekke imiş... Şiirin onu anlatan kısmını da aşağıya alayım, kim bilir bir vesileyle Öksüz Tekke de bulunmuş olur...

            Mahluklar içinde muzırdır çekke
            Çok olursa millet; kıtlık çeke
            Eğret Köyü'nde ÖKSÜZ TEKKE
            O da ermiş evliyadandır.

    çekke: çekirge




14 Ağustos 2022

Ayıcı Arif

 

    Seydileri çalışırken, Seydi Yavuz (Terzi Seydi) ile mülakat yapmıştık. O sülale hakkında bilgi alabileceğimiz en yetkin kişiydi. İster istemez görüşmenin merkezini Dedesi oluşturdu ve böylece ortaya bir Seydi Çavuş portresi çıktı.

    Seydi Usta, dedesini anlatırken heyecanını saklayamıyordu. Görüşme bittiği halde sırf 'Sığıreğleği Olayı'nı nakletmek için bizi yoldan geri çağırmıştı. Olayı anlatırken heyecanı doruktaydı. Kısaca olayı hatırlayalım...

    Yunanların İzmir'e asker çıkarmasından sonra elde düzenli bir ordu bulunmadığı için, yerel halk çeteler yoluyla işgale karşı durmaya çalıştı. Bu sırada çok sayıda irili ufaklı çeteler ortaya çıktı. Bununla beraber Kuvay-ı Milliye adı altında dağıtılan ordudan arta kalan birliklerle yeni güçler de vardı. Diğer yandan Ankara Merkezli bir Meclis çalışmasının da başladığı günler... İlk zamanlarda düşmana karşı gayet başarılı direnişler gösteren çeteler, bir süre sonra dert olmaya başladılar. Çünkü eşkıya çetesini andırır başıbozuk hareketler yapıyorlardı. Kuvay-ı Milliyeye katılmaları konusunda bir çalışma başlatıldı. Ya orduya katılacak ya da öldürüleceklerdi, çalışmadan kasıt budur

    Seydi Çavuş da Gediz-Altıntaş-Eğret hattında faaliyet gösteren bir çete reisi.  Sonradan çetesinin eşkıyalaştığını kendi adamları da itiraf ediyor. Büyük çeteler halledildikten sonra sıra Karacaoğlu Seydi Çavuş çetesine geliyor. Onun Eğret'te olduğu bilgisini aldıklarında Seydi Çavuş yalnız, adamlarını getirmemiş. Komutan Ayıcı Arif, Muhtar Molla Osman'ın odada pusuda... Seydi Çavuşun da pusudan haberi var... Buna rağmen giyiniyor, silahlarını kuşanıyor ve Tekkenin yanından Sığıreğleğine giriyor. Silahını havaya sıkıp, naralar atarak Ayıcı Arif'e meydan okuyor... Bir şamatadır kopunca halk da Sığıreğleğinin beş girişine yığılmış... Sonunda Yeşilömer Dedeyi çağırtarak ona cura çaldırıp bir güzel de zeybek oynamış... Ve Hatiplerin Odanın yanından, askerlerin önünden geçerek Aliyelerin Odadan kıvrılmış, Söğütcük'e doğru çekip gitmiş. 

    Terzi Seydi'nin anlattığı Sığıreğleği olayı ana hatlarıyla böyle... Anlattıklarında mantık çerçevesine oturtamadığım yanlar vardı. Onun duygusallığına ve heyecanına vermiştim bunları... Mesela Seydi Çavuş ve Bayatlı Ayıcı Arif'ten efsanevi kişilikler gibi söz ediyordu... Yine de olayı Çakır Mehmet gibi gerçek kişilerle şahitlendirince, bulanık görüntü netleşmeye başladı. Bunun üzerine Seydi Çavuş'u kaleme almaya karar verdim ve o ham haliyle yazdım. Kafamda hala bazı soru işaretleri bulunmasına rağmen... 

    Bayatlı Ayıcı Arif, uğrunda Eğret'e kadar geldiği Seydi Çavuş'u öldürmek veya derdest etmek dururken, neden elini kolunu sallayarak gitmesine izin verdi?

    Bazı soruların cevabı, vakt-i merhunu bekliyor...

    Taşpınar Dergisinin 26. Sayısında 'Afyonkarahisar Havalisi Kuvay-ı Milliye Kumandanı Kaymakam (Bayatlı) Arif Bey' başlığını görünce, yazının Sığıreğleği olayındaki 'Bayatlı Ayıcı Arif'i anlattığını anladım. Şükrü Türkmen imzalı harika incelemeyi hemen okudum. Gerçi Seydi Usta'nın dediği gibi 'Ayıcı Arif' demiyorlardı; ama basbayağı Kumandan Bayatlı Arif'ti işte... 

    Meğer Seydi Çavuş gibi Ayıcı Arif de efsane değil gerçekmiş...

    Diğer ayrıntıları yazının kendisine havale ederek bir hususu belirteyim. Kuvvacı olduğu için İstanbul Hükümetince Yarbay Arif Bey hakkında yakalama kararı çıkarılır. Zaman zaman Jandarma peşine düşer, çarpışmalar yaşanır, adamlarından ölenler olur filan... Sonra bazı görüşmeler yaparak yakalama kararını kaldırtır. Bundan sonra kendi müfrezesini kurar, Kuva-yı Milliye'nin başına getirilir, Afyon bölgesini çetelerden temizleme görevi verilir. Bunu yaparken, prensip olarak önce eşkıyayı orduya kazandırma amacını güder. Kaç kere, öldürmek üzere olduklarının askere katılma sözü üzerine canlarını bağışlamıştır.

    Bu yazıyı okuyunca, kafamdaki soru cevabını bulmuş oldu. Ayıcı Arif, Seydi Çavuş'u öldürmek gayesiyle hareket etmemişti. Belki son çare olarak onu da yapardı; ama asıl gayesi onu Milli Kuvvetlere eklemlemekti. Ayrıca onun vatansever biri olduğuna ikna olmuştu; konuşmasının bir yerinde Seydi Çavuş 'Hey Ayıcı Arif! Sen zaptiyeysen, ben de zaptiyeyim!' diye bağırmıştı. Belki bu söz ile Ayıcı Arif, bir zamanlar kendisinin de -vatansever olduğu halde- kanun kaçağı ilan edildiğini hatırlamıştı...

    Seydi Çavuş'un gitmesine neden izin verildiği anlaşıldı ama....

    Bende sorular bitmiyor... O gün Sığıreğleğinde, Yumrukların Musa Çavuş'u kim, neden vurdu?... Acaba bunun cevabını bulabilecek miyiz?...