22 Eylül 2022

Omarcıkoğlu Abdullah

 


    Omarcıkoğlu Mehmet'in Havva Hanımdan olan büyük oğlu Hüseyin çocuklarını ele almayı sürdürüyoruz. Kızlar Ümmügülsüm, Hatiboğlu Mahmut'a varıyor; Molla Osman'ın anası olacak. Ayşe ise Çorcalı Topal Ali'ye varıp Olcaklı Musa Hoca'nın ninesi olacaktır... Büyük oğlu Ali'den Gıralilere varılacak... Mehmet'ten ise Altındiş, Arap, Güdüğizzetlere gidildiğini gördük. 

    Oğulların en en küçüğü Abdullah'a geldik. Büyük dedenin adını almış; bu büyük dede Abdullah, belki de Eğret'e gelen ilk Omarcıkoğlu oluyor... O zaman, 1874 yılında doğan Abdullah, Omarcıkoğlu Abdullah'ın adını taşıyan ilk torunu olur...

    Yahyalardan Mehmet kızı Hatice ile evlendi. Böylece Abdullah; (ikinci eşi itibariyle) Omarcıkların Ahmetçavuş ve Gağşakların Halil (Gocagulak) ile bacanak olacaklardır...

    Abdullah ile Hatice Hanımın altı tane oğlu oldu. Bunların yaş sırasına göre isimleri Hüseyin, Kerim, Osman, İsmail, Feyzullah ve Mehmet'tir...  Bunlardan sonra Omarcıkoğlu Abdullah Cihan Harbinden sonra, Eğret işgali öncesi vefat etti. Karısı Hatice Hanım ise kurtuluştan bir müddet sonra, 1931 yılında vefat etti...

    Çocuklarına dönecek olursak; Kerim ve Osman çocuk yaştayken vefat ettiler. Diğer dördünden Omarcıkların bir kolu günümüze taşınmış olacak... Sırayla gidelim....

    1. Goca Hüseyin

    Altı çocuğun en büyüğüdür, 1901 yılında doğdu. Hüseyin ismi, dedesinin adıdır. Kendisine 'Goca Hüseyin' denmesinin sebebi, yaşça kardeşlerinin büyüğü olması değil; fiziki olarak iri yapılı olmasıdır. Babası Omarcıkoğlu Abdullah kırklı yaşlarda vefat ettiğinde, evin büyüğü olarak mecburen aile reisi oldu...

    Gocahüseyin, Mollahmetlerden Süleyman kızı Azime ile evlendi. Azime Hanım, anası itibariyle de Emiralilere dayanır... Ayrıca bu evlilikle Gocahüseyin, Akbaş Ömer ile de bacanak oldu... Fadime ve Ayşe adında iki kızı ve Ahmet adında bir oğlu dünyaya geldi. Fadime, İdirizlere gelin gitti; doğum sonrası genç yaşta vefat etti. Ayşe, yine İdirizlerden Kekeç Halil eşi oldu, 2002'de vefat etti...

Omarcıkların eski Goca Oda ile Gocahüseyin adeta bütünleşti. 
Hem kardeşlerin büyüğü, hem evin büyüğü idi, oda tütecekse sorumluluğu biri almalıydı; o biri Gocahüseyin oldu. 
Misafir ağırlamayı severdi. Gerçi masraflı oluyordu; lakin bunun kendisine 'bereket' olarak geri döndüğünün de farkındaydı. 
Eğret, ana yol üzerinde bulunduğundan misafir eksik olmazdı. Oda da çoktu, ama misafir kendisine (ve hayvanına) bakılacağından emin olduğu odaya gider... 
Bu yüzden Omarcıkların oda hiç boş kalmazdı... Normal yolcular, yolda kalanlar, çerçiler, tüccarlar... 
Bir gece Odanın misafiri kil tüccarıydı... Deve kervanına yüklediği killeriyle Eğret'te mola vermiş ve Omarcıkların odaya inmişti... Belki de burada ilk konaklaması değildi, Gocahüseyin ile önceden tanışıyorlardı...
 O gece tüccar Gocahüseyin'e kil ticaretini önerdi. Aklına yatan bu teklifle başladığı kil ticaretini tam 18 yıl sürdürdü. 
Gidip nereden alıyorsa alıyor, etraf köyler ve Eğret'te satıyordu. Odada misafir ağırlamaları, kendiliğinden çok geniş bir bölgede hatır sahibi yapmıştı onu. İtibarı, çevresi ve sattığı malın temel ihtiyaç malzemesi olması sebebiyle müşterisi de hazır sayılırdı... 
Onunla birlikte yaptıkları bu işin ileride oğluna lakap olacağını bilemezdi. Oysa asıl 'Kilci' kendisiydi...

    Kilci Gocahüseyinin eşi Azime Hanım 1947 yılında vefat etti. Bu durumda dul olarak 34 yıl daha yaşayan Gocahüseyin de 1971'de vefat etti...

    Kilci
    Gocahüseyinin üç çocuğunun en küçüğü ve tek oğlu Ahmet 1937'de doğdu. Babasıyla kilcilik yaptığı yıllardan hatıra olarak 'Kilci' lakabı kaldı. Bödü Emmisinin büyük kızı Fadime ile evlendi; daha sonra Güdüğizzetin İsmet ve Bükürün Muammer ile bacanak olacaklar... 

    Gocahüseyinin oğlu olarak çevrede zaten saygın bir yeri olan Kilci, babasından sonra da bu saygınlığını korudu. Günün şartları gereği kile ihtiyaç kalmayınca başka meşguliyet alanlarına yöneldi. 1970'li yıllarda Anıtkaya ortalamasına göre büyük çaplı hayvancılık yaptı. Kırda onun malları uzaktan sığır sürüsü gibi görünür, 'Kilcinin Sığır' derlerdi...

    Kilcinin dört oğlu oldu, büyüğüne babasının adı olan Hüseyin ismini koydu. Yine Omarcıklardan Delicaferin kızı Meryem ile evlenen Hüseyin de Şemşilerin Adem Şık ve Naymelerin İbrahim Kırbaç ile bacanak oldular... Hüseyin'in üç çocuğundan Ahmet, Canavarcının Ömer kızıyla; Akif, Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi. Kızı Azime, Canalilerin Mehmet oğlu Ali eşidir. Hüseyin, ailesiyle Anıtkaya'da oturuyor...

    İkinci oğlu Nail'e bu ismi asker arkadaşının hatırasına vermiş. 1964 Doğumlu Nail, Eftetli Havva Hanım ile evlendi. Üç kızları var; Fadime, Olucaklı Niyazi Bülbül; Yasemin,  Mardakların Dişçi Ali oğlu Ahmet Saki; Merve, Çolömerlerin Körsüleyman torunu ile evlendi. Kilcinin Nail de Anıtkaya'da oturuyor... 

    Kilcinin üçüncü oğlu Abdullah, büyük dedesinin adını taşıyor. Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi. Ahmet ve Nurullah adında iki oğlu var. Afyon'da emekli olduktan sonra tekrar Anıtkaya'ya yerleşti, halen köyünde oturuyor...

    En küçük oğlu Rahim... Kilci, Rahim ismini de bir arkadaşından esinlenerek vermiş. Daldalların Gocayörüğün Gümüş (İbrahim Honça) kızı ile evlenen Rahim'in Ahmet Yasin, Elif ve İbrahim Ertuğrul adlarında üç çocuğu bulunuyor. İbrahim, merhum Gümüşün adı... Kilcinin  torunları arasında Ahmet adını taşıyanlar da dedelerinin adını almış oluyor...

    Eski Eğret/Anıtkaya düğünlerinin seyman geleneğinin en önemli figürü olarak Kilci gösteriliyor. Çünkü seyman durmak için başta güçlü fizik gerekliydi, babası Gocahüseyin gibi iri yapılı olan Kilci de bunun için biçilmiş kaftandı... 1996 Yılında vefat etti...


    2. Goca İsmail

    Omarcıkoğlu Abdullah'ın dördüncü oğludur. 1907 yılında doğdu. Garaguzuların Arif kızı Fatma/Fadik ile evlendi ve böylece Veyislerin Deliban (İbrahim Dadak) ile bacanak oldular... Fadik Hanım, Kesgin Mahmut'un da ablası olur... 

    İkisi kız ikisi oğlan, dört çocukları oldu; Kerim, Abdullah, Hatice ve Sultan... Aslında 1930'da doğan bir oğulları iki yaşındayken vefat etti, onun adını  iki yıl sonra doğacak Abdullah'a verdiler...  İsimlendirmelerin hiç biri sebepsiz değil; her birinin geçmişe ait bir dayanağı var. Abdullah ile Hatice ana-babasının adı; Kerim, ölen Abisinin adı; Sultan ise Fadik Hanımın büyük ninesinin adı...

    Bu dört çocuktan sonra Omarcıkoğlu İsmail 1946 yılında vefat etti. Fadik Hanım çocukları yanında olduğu halde, eşi vefat eden Yonuzların Halil'e vardı. Çocukları orada büyüdü ve evlendiler. Kızları Hatice, Garadelilerin Hödükhaliban (Halil İbrahim Kızılyel) eşi; Sultan da Yahyaların İbrahim Diril eşi oldular.  Burada bir hatırlatma lazım; İbrahim Diril'in Yahya Dedesi ile Sultan'ın Hatice Ninesi kardeştir...

    Kerim Sağlam
    Büyük oğlu Kerim 1934 yılında doğdu. Babalığı Yonuzların Halil'in kızı Ayşe ile evlendi. Mehmet Ali adını verdiği oğlu 1955 yılında doğdu. Bundan sonra Kerim İzmir'e göçtü... 

    Oğlu Mehmet Ali İzmir'de Eyüpçetinin İbrahim Hoca kızı Kezban ile evlenerek Etemin Adem ile bacanak oldular... Canan, Ayşe ve Sümeyye adlarında üç kızı İzmir'de yaşıyorlar.... Kerim'in bir oğlu daha oldu, adını Ümit koydu. Anıtkaya dışından evlenen Ümit, Ankara'da yaşıyor... Kerim Sağlam kendisi 2017, eşi Ayşe Hanım 2023 yılında vefat ettiler...

    Kelapdılla
    İsmail'in küçük oğlu Abdullah, 1936 yılında doğdu. Yine Omarcıklardan Azizin Apil Hoca kızı Satı ile evlendi. Böylece, Berber Şükrü Sağlam ve Kemiğin Ali Öter ile bacanak oldular... Zamanla Abdullah 'Omarcıkların Kelapdılla' diye lakaplandı. Dört oğlu oldu...

    1969 Yılı seçimlerine Belediye Başkan Adayı olarak girdi, kazanamadı. Bundan sonra Köyde çok durmadı, İzmir'e taşındı. Dört oğlunun yetişme ve evlenmeleri bu döneme rastlar. 

    1958 Doğumlu büyük oğlu İsmail, Manavların Dodirinin kızı Emine ile evlendi. Emine Hanımın Kesgin Mahmut Dedesi ile İsmail'in Fadik Ninesi kardeş olduğunu unutmayalım... Halil ve Mehmet Ali adında iki oğulları oldu; Halil, 2014'te genç yaşta vefat etti... Mehmet Ali, Ramazan İbili kızı Hamiyet'le evlendi; iki oğlu var... İzmir'de oturuyorlar...

    İkinci oğlu Selahattin Anıtkaya dışından evlendi, Sercan ve Serhat da onun oğullarının adıdır... Onlar da İzmir'de oturuyorlar...

    Diğer oğlu Apil (Abdullah), Amcası Yonuzların Yunus kızı Hacer ile evlendi. Apil'in iki oğlunun isimleri Tuncay ve Abdullah...
    En küçük oğlu Aziz ise Samsunlu bir hanımla evlendi. Abileri gibi Aziz'in de iki oğlu oldu. İsimleri, Muratcan ve Mert Abdullah... Hepsi İzmir'de yaşıyorlar...

    Kelapdılla da İzmir'de yaşıyor; ama yazları Anıtkaya'da geçiriyordu, 2021'de vefat etti...


    3. Kel Feyzullah

    Omarcıkoğlu Abdullah, 1911'de doğan beşinci oğlunun adını Feyzullah koydu. Eğret'te bu isim daha önce duyulmuş değil. Dediklerine göre, Omarcıkların Odada o sırada bulunan bir misafirden esinlenerek böyle isim konulmuş. Bu yüzden Feyzullah'a 'bulduk' da diyorlarmış; zira bu kelimenin Eğret'te kazandığı anlamlardan birisi de bu imiş...

    Aynı adı taşıyan başka kimse bulunmadığı, Eğret'te tek olduğu için ayrıca bir lakaba da gerek yok aslında; ama yine de kendisinden 'Kel Feyzullah' diye söz ediliyor.

    Feyzullah, Omarcıkların Arabeci kızı Ümmühan ile evlendi. Böylece Mardakların Mustafa ve Garapaçaların Bali Mehmet ile bacanak oldular... Annesi itibariyle Osmanköylü olan Ümmühan Hanım ile Feyzullah'ın altısı kız üçü erkek, toplam dokuz çocukları oldu: Hatice, Selime, Raike, Osman, Selver, Azime, İlyas, Abdullah, Fidan... 

    Kızlarının isimlerine bakalım... Büyük kızı Hatice, Feyzullah'ın ana adı... Selime, Mollaosmanın ikinci hanımı adı... Raike, bulduk; yani sülale dışından ilham alınmış... Selver, Amcası Omarcıkoğlu Ali'nin genç yaşta ölen kızının adı... Azime, Gocahüseyinin Hanımı adı... Gülfidan/Gülfadime, Feyzullah'ın Ninesi adı...

    Kelfeyzullah 1992 yılında vefat etti. Eşi Ümmühan Hanım, sekiz yıl sonra 2000'de öldü...

    Büyük kızı Hatice, Haytanın Ali Özdemir eşi; Selime, Körhocanın Mevlüt Varlı eşi; Raike, Terlemezin Şaban Hoca eşi; Fidan, Dendenin Şahin Tüblek eşi oldu. Selver, önce Gobakların Arif Kopan'a, sonra Susuz Köyüne gelin oldu, orada vefat etti. Azime ise henüz çocukken vefat etti...

     Büyük oğluna Osman adını koydu, çünkü bu isim ölen Abisinin adıydı. Osman küçükken geçirdiği menenjit sebebiyle işitme ve konuşma yetisini kaybetti. Bundan sonra 'Feyzullahın Dilsiz' diye anılacaktır. Akörenli Hatice Hanım ile evlendi ve İzmir'e yerleşti. Üç kız bir de oğlu oldu. Kızlar Anıtkaya dışından beylerle evlendiler. Feyzullah adını verdiği oğlu da İzmirli bir hanımla evlendi. Hepsi İzmir'de yaşıyorlar...

    1951 Yılında doğan ortanca oğlunun adını İlyas koymalarının sebebi, Hıdrellezde doğmuş olmasıdır. Terlemezin kızı Halise ile evlendi. Üç kız, iki de oğlu oldu. Kızları Azime Konyalı, Hüsniye Yozgatlı beylerle evlendiler. Ortanca kızı Fadime, Balıkesirli Nevzat ile evlenip Raike halasının kızı Fadime ile elti oldular. İlyas'ın büyük oğlu Beytullah, İhsaniye/Demircili hanımla evlendi; bir kız, bir oğlu var... Küçük oğlu Mehmet de Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi. Samet ve Özge onun çocuklarının adı... İlyas 1998'de vefat etti, çocukları İzmir'de oturuyor...

    ...Ve küçük oğlu, 1956 doğumlu Abdullah, dedesinin adını aldı. Hatiplerin Mollaosmanın torunu Necla ile evlendi. Gece Bekçisi olarak çalıştı ve emekli oldu. Bu yüzden 'Bekçi Abdullah' diye tanınır. İki kızının büyüğü Hacer Eselere, küçüğü Leyla ise Tellilere gelin oldu... Büyük oğlu Feyzullah, Kalecikli Fatma ile evlendi; Necla ve Abdullah adlarında iki çocuğu var... Küçük oğlu Ömer ise Erkmen'den Elif ile evlendi; Gökçen ve İsmail Efe olmak üzere iki çocuk da Ömer'in... Bekçi Abdullah ve çocukları Afyon'da yerleşikler...

    4. Bödü Mehmet

    Omarcıkoğlu Abdullah'ın küçük oğlu, altı kardeşin en küçüğüdür; 1915'te doğdu. Büyük Dedesinin adı olan Mehmet ismi konulmuş. Daha küçükken oyun esnasında 'Keçigızı' diye bilinen Gıralinin Ümmühan Ninesi Mehmet'e 'Bödü' deyiverdi. Bu yakıştırma onun adının önüne geçti ve lakabı Bödü olarak kalakaldı... 

    Gocaguliz (Ali Osman Uysal) kızı Hanife ile evlendi. Bacanakları; Daldalların Gocayörük Mevlüt Honça ve Halit Honça, Tekirgızıların Gambırömerdir... 

    Bödümehmet ile Hanife Hanımın üç kız üç oğlan, altı çocukları oldu. Kızlar; Fadime, Kilci Ahmet Sağlam eşi; Hatice, Güdüğizzetin İsmet Sağlam eşi; Ayşe de Bükürlerin Muammer Ölçer eşi oldular... Oğlanlara gelmeden; Bödü 1994'te, eşi Hanife Hanım 2008'de vefat ettiler...

    1947 Yılında doğan büyük oğluna, önceden vefat eden Abisi Goca İsmail'in adını koydu. Osmanköylü Fatma Hanım ile evlenen İsmail, İzmir'e yerleşti. Fethi ve Göksel adlarında iki oğlu oldu. Anıtkaya dışından evlenen oğullarının ikişer çocuğu var... Bödünün İsmail 2010'da vefat etti; çocukları İzmir'e yerleşikler...

    Ortanca oğluna kendi babasının adını verdi. Abdullah, yine Osmanköy'den Gülşen Hanımla evlendi. Eltisi Fatma Hanım ile Gülşen Hanım teyze çocukları... Abdullah'ın üç oğlu oldu. Büyükleri Mehmet, Afyon'dan Ayşegül Hanım ile evli; Abdullah, Gülşen ve Kerem isimlerinde üç çocuğu var... Ortanca oğlu Ahmet, Ankaralı Emine Hanım ile evlendi; Mert ve Yunus adında iki oğlu var... Küçük oğlu İrfan ise Çolömerlerden Ebru ile evlendi; onun çocukları Burak ile Elif... 

    Bödümehmetin küçük oğlu 1955 yılında doğdu. Ona da genç iken ölen bir başka Abisi olan Kerim adını koydu. Gavasıntopal kızı Fatma Hanım ile evlenen Kerim'in de iki kız iki oğlu oldu. Büyük kızı Hanife, Kekecin Osman'ın Doğan İdis eşi; küçük kızı Kevser ise Körhalillerin Mehmet oğlu Halil Kirkit eşi oldu. (Halil'in babası ile Kevser'in Havva ninesi kardeş... ve Doğan İdis'in ninesi de Omarcıklardan olduğu unutulmasın.)

    Kerim'in büyük oğlu Mehmet, Çolömerlerden Erdoğan kızı Eşe/Ayşe ile evlendi ve böylece Amcaoğlusu İrfan ile bacanak oldular. Mehmet'in Kerim adında bir oğlu ve iki de kızı var... Küçük oğlu Sinan ise Çatalların Çorumlu lakaplı Mustafa Soylu kızı Ümmühan ile evlendi. Nefise adında bir kızı var... Eşi Fatma Hanım 2023'te vefat etti, Kerim çocuklarıyla Anıtkaya'da yaşıyor... 


Bödümehmet ömrünün sonuna kadar koyunculukla iştigal etti. Bu yüzden İblak Dağını mesken tuttu. O dağın her yanını karış karış bildiği, etraf köylülerle Dağın hudutları konusunda tek başına mücadele ettiği hala efsane gibi anlatılır. 
Gedik mevkiinde yaptığı çeşme kendi adıyla anılıyor. Yıllardır çeşme yanındaki düzlük mesire yeri olarak kullanılıyor, hatta bir ara 'Bödü Tesisleri' diye anılıyordu. 
Çeşmenin berisine, damadı ve yeğeni Kilci ile kızı Fadime adına ikinci bir çeşme daha yapılmış... Yaz kış demeden, az veya çok ikisi de şırıldayıp duruyor...

    Bugün Anıtkaya'daki bütün Abdullah Sağlam'lar, Omarcıkoğlu Abdullah'ı hatırlatmalıdır... Ve onun da büyük dedesi olan en dipteki, belki de Eğret'teki ilk Omarcıkoğlunu...


17 Eylül 2022

Çay Otu

 

    Aslında ben dağ çayı olarak kekikten başkasını tanımam. Ihlamur, adaçayı ve bilumum çiçek çayları onun yanında solda sıfırdır. Hele bir de İblak kekiği olursa... Böyle düşünmeme gerekçe çok ve bunları yeteri kadar anlatmışımdır...

    Kekik baştacım olsa da diğer çaylara fırsat tanınmasından yanayım. Mesela ben kekiğe medhiyeler düzdüğüm sırada biri dedi; 
-'Bizim Dağ'da bir çay otu var, görsen fikrin değişir.' 
- 'Görelim o zaman' dedim...

    Orada sözleştik. Ağustosun sonunda çiçekleri en canlı ve etkili halini alıyormuş. Tam hasat vaktinde koparıp deneyecektik... Planladığımız gibi olmadı, bir hafta kadar sonra gidebildik... Çok da geç değilmiş, oldukça güzel görünüyorlardı...

    Eski çobanlar 'çay otu' diyormuş buna ve o vakitler çok bilinirmiş. Gösterişli çiçeklerinden dolayı ben olsam 'çay çiçeği' derdim. Bu çiçekleri tarif etmek için en uygun benzetme yulaf olurdu herhalde... Açık mor renkli yulaf düşünün...

    Biçim ve arzettiği görüntüyü biraz daha anlatayım. Birisi top top hali ve çiçeklerinin rengi sebebiyle 'efek gibi' dedi. Bence efekte baskın renk, yapraklarından dolayı yeşildir, çiçeği az olur efeğin... Oysa çay otunda hakim renk mor, yeşili hiç kalmamış gibi... Bana göre bunlar Isparta taraflarında çok ekilen lavantaya benziyor. 

    Hasat vakti olduğu için çiçek sapları sertleşmiş, koparırken öyle kolay kırılıyor ki kuru sanırsın. Bu arada hiç kokmadıklarını fark edince, 
    -'Yav seninkiler de türüm türüm tütüyor maşallah' diye takıldım. Öyle demeseymişim iyiymiş...
    - 'Hele iki çiçeği ez bakalım, noluyor.' dedi. Dediğini yaptım... Ortalığı öyle bir koku aldı, bilmem ki nasıl anlatsam... İğde kadar baygın, lavanta gibi etkin; gül gibi yumuşak, nane kadar keskin... Her bir çiçekten bir dımık ödünç esans alıp kendince harika bir rayiha çıkarmış... O derece yani..

    Bir tutam alacaktım, bir de baktım kucağım dolmuş. Bir daha bulamayız bunları diye ha babam de babam yolmuşuz. Her yerde çıkmıyormuş çay otu. Dağın yükseklerini severmiş, ama her tarafta değil; Almalı, Kirazlık ile Çatkuyu ve Çatalçeşme yüzünde açarmış. Çokyıllık bir bitki olduğu için ertesi yıl aynı yerden yine fışkırıyor. Amarsızlığımız boşuna yani, yerini öğrendik seneye yine alabiliriz..

    Arada güme gitmesin, çay otu özel bir bitki; tekrarlamak gerekirse... Bizim Dağın nadir yerlerinde görülüyor, yani endemik... Hasat vakti Ağustos sonu, o zamanı kollamalı... Koku sunma konusunda kıskanç bir çiçek, parmaklar arasında da olsa işkence görmeden kimseye zırnık koklatmıyor... Çokyıllık, adres değiştirmiyor, hangi yıl gitsen aynı yerde bulursun... 

    Kılavuzumuz bize çay otunu böyle anlatırken fotoğrafını da çekmiştim. O fotoğrafla internette biraz araştırdım. Aklımda kalanlar;
- Funda... Dağ Çayı da denir.
- Akdeniz İkliminde yetişir.
- Son yıllarda kültür bitkisi olarak da yetiştirilmektedir.
- Yaprakları ve çiçeklerinden yapılan çay bütün rahatsızlık ve hastalıklara iyi gelir.... (Aynen böyle; o hastalıklar tek tek sıralanamayacak kadar çok yazılmış.)

    Meğer bizim eskilerin çay otu dedikleri funda imiş. Bu ismi de duyardık; ama ne olduğunu bilmezdik. Aslı varsa, bu çay otu her derdin devası... İyi de Akdeniz İklimi nere, İblak Dağı nere!.. 

    Acaba Bizim Dağda bilmediğimiz, bilip de farkında olmadığımız daha ne hazineler var?..

    Çay hususunda kekik ile başa çıkamasa da ıhlamurla yarışırmış. İddia, önce kekiğe kafa tutacağı yönündeydi, şimdi oklar ıhlamura döndü. İçmeden bir şey diyemeyeceğim, kuruması için bir saçak altına bağlamıştım, orada öylece duruyor. Gölgede kurutulmuş çiçeklerini demliyormuşsun... Anlatıldığı kadar güzel mi çayı, içtikten sonra bakacağız...



16 Eylül 2022

Hakkılar

     
    Delinorilerin atası Hasan Afyon'a göçünce, maceraları da Afyon'a taşınmış oldu. Yaklaşık 40-50 yıllık bir dönem orada geçecek.

    Bu dönemde kendilerine her ne deniliyorsa, sülale evlilikler yoluyla Afyon ile sağlam bir bağ kurdu. Evin büyük oğlu Hasan'da bu bağ, hissedilir derecede belirgindi. Onun çocuklarının oluşturduğu Delinorilerin neredeyse bir ayağı hep Afyon'da idi.

    Küçük oğul Hakkı'nın durumu ise daha değişikti. Afyon'a yerleşmeden kaynaklı bağlantılar onun için de geçerli idi; ama Eğret ile bağını tamamen kesme taraftarı olmadığından, Hakkı Afyon'daki bir Eğretli gibi durdu. Oysa Eğret'e döndükten sonra Delinoriler, Eğret'teki bir Afyonlu gibiydiler.

    Bütün bunlara rağmen Hakkı'nın köyüne dönüşü, Abisinden çok sonradır. Bunun çok çeşitli sebepleri olabilir. Onun macerasını izlerken hem bu sebepleri hem de Hakkılar diye yeni bir sülale doğuşunu göreceğiz...

    Baştan söylemek lazım, Hakkıların belgelerden takibi Delinorilere göre daha meşakkatli. Baştan kayıt tutulmadığı bir dönemde Afyon'a yerleşiliyor, bunu ancak sözlü kaynaklardan tespit edebiliyoruz. 20. Yüzyıl başlarında nüfus sayım kayıtları güncellendiği sırada Delinoriler Eğret'e geri dönüyorken, Hakkı ve çocukları hemen Cihan Harbi başlarında gelecekler. Dolayısıyla Eğret Nüfus Kütüğünde görünmüyorlar, Afyon'a kayıtlılar. Afyon defterlerine hakim olamadığımız için o tarafın cahiliyiz. Sadece tanıklıklardan derlediğimiz bilgilerle ilerleyebileceğiz.

    Hasan'ın küçük oğlu Hakkı, Daldallardan Bekiralilerin kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanımı tam olarak anlaşılması açısından netleştirelim; Buydeyci Gadir ile Göden Mehmet'in halası olur... Bu sırada Afyon'dalardı ve Ayşe Hanım Afyon'a gelin gitmiş oldu...  

    Karısı Ayşe'nin doğum tarihi 1886 olmasından yola çıkarak, Hakkı'nın da ona yakın dönemde doğduğu söylenebilir. Garip olan şu ki; Abisi Hasan Afyon'dan evli olduğu halde çoktan Eğret'e dönmüş, Hakkı'ya ne oluyor da Eğret'ten evlenmesine rağmen Afyon'da kalmaya devam ediyor... Acaba işleri iyi miydi?.. İşlerini bilmiyoruz; ama torunlarının ifadesine göre, durumları gayet iyiydi... Ev, bağ bahçe, hayvan... Ortalama bir aile için gerekli olabilecek her şeye sahiptiler... Bu yüzden Eğret'e gitmeyi düşünmediler.

    Ayrıca Afyon'da kendilerini hazır bir sosyal çevrede bulmuşlardı. Çünkü daha önceden Eğret'ten oraya taşınmış Fasfaslar ile akrabalık kurmuşlar. (Bu akrabalık sayesinde Hakkıların Eğret'teki Fasfasların bazı tarlalarına varis oldukları rivayetler arasında.) Yani neredeyse yarı Afyonlu olmuşlardı.

    Hakkı ile Ayşe Hanım'ın iki oğlu dünyaya geldi. Büyük oğluna Kadir, küçüğüne Ahmet ismini verdiler.  Bu iki oğlandan sonra, 1913 yılında Fadime dünyaya geldi. Tabi bu yıllara gelene kadar devran döndü, Osmanlı harp sarmalının içine girdi. Genel ekonomiyle birlikte insanların düzeni de dağıldı. 

    1914 yılında Cihan Harbi ile seferberlik ilan edilince, Hakkı askere çağrıldı. İşte o zamana kadar hiç düşünmediklerini yapıp, eşi ve çocuklarını Eğret'e götürdü. Orada hiç olmazsa eş dostları vardı, daha güvende olurlardı... (Eğret'e gelişlerinin 1913 yılına rastladığına yönelik bir söylenti de var.)

    Eşi Ayşe ve üç çocuğu Eğret'e yerleştiler; fakat Hakkı bir daha köyünü göremedi. Askere gideli bir yıl bile olmadan, Çanakkale'den şehadet haberi geldi: 2. Kolordu, 12. Alay, 3. Tabur. 11. Bölük Piyade Eri Hasan oğlu Hakkı, 4 Haziran 1915 günü Arıburnu Muharebesinde şehit oldu...

    Şehit olan Hakkı'ya istinaden, bundan sonra üç yetim ve onların çocuklarına 'Hakkılar' denilecektir. Ayşe Hanım kocasının vefatından sonra yarım asra yakın çocuklarının başında durdu ve 1963'te vefat etti... 

    Üç çocuğunun en küçüğü Hakkıların Fadime, Guycuların Abdurrahman ile kısa süreli bir evliliğinin ardından, bir oğluyla dul kalan Hacariflerin Körhoca (İbrahim Varlı)nın eşi oldu ve 1994 yılında vefat etti...

    Hakkıların Kadir

    Büyük oğlu Kadir'i, Amcalardan Haytanın kardeşi Zehra ile everdiler. Böylece Kadir; Arapların Hüseyin (Hilmi Tok babası), Mardakların Hasan (Hatcamehmet babası) ve Faddiklerin İbrahim (Güçcükhalil babası) ile bacanak oldular.

    Zehra Hanım ile Kadir'in bir oğlu olunca, babası şehit Hakkı'nın adını verdiler. Bir süre sonra Zehra Hanım 1932'de vefat etti. Hakkıların Kadir, ikinci olarak Sakaların Havva ile evlendi. Havva Hanım da Kelbekirin ablası olur. Bu evlilik yoluyla Hacıahmetlerin Sarışükrü ile bacanak oldular... 

    Kadir'in ikinci eşi Havva Hanım'dan bir oğlu ve üç kızı oldu. İsimleri; Süleyman, Mükerreme, Dudu ve Zehra'dır... Havva Hanım 1963 yılında vefat etti. Bundan Sonra Hakkıların Kadir uzun süre daha yaşadı ve 1986'da seksen yaşındayken vefat etti... 

    Kızları Dudu, Çulluların Mustafa Azbay eşi; Mükerreme/Müker de Sağırların Kelapdılla oğulluğu İbrahim Sancak eşi oldu. 1946 Doğumlu küçük kızı Zehra, ayaklarından engelliydi, gelin olmadan 1961'de vefat etti. 

    Hakkıların Hakkı
    Önce ilk eşi Zehra Hanımdan büyük oğlu Hakkı'ya gelelim. 1931 Yılında doğdu... 'Hakkıların Hakkı' derlerdi... Göden Mehmet (Dayı)nın kızı Emine ile evlendi. Emine'nin Süleyman Dedesi ile, Hakkı'nın Ayşe Ninesi kardeş oluyorlar... Kezban, Zehra, Gönül ve Elveda olmak üzere üç kızları ve Enver adında bir oğulları oldu. Gönül dört yaşındayken öldü... Kezban, Paşanın Ömer Yaman eşi; Zehra, Buydeyci Gadirin Hasan Dadak eşi oldu. Küçük kızı Elveda ise Afyon'a gelin gitti. Oğulları Enver, Afyon'dan evlendi ve halen oraya yerleşik...

Hakkıların Hakkı, çeşitli dönem ve yerlerde kahvecilik yaptı. İlk zamanlarda evinin bir odasında bakkal dükkanı açtı. Bir süre gurtlugucak filan topladı. Hasılı kendince çeşitli işlerle meşgul oldu. Sigaraya bağlı gırtlak rahatsızlığı sebebiyle hayatının son yirmi yılını sessizce yaşadı. 2009 Yılında vefat etti, eşi Emine Hanım ise on yıl sonra 2019'da öldü...

    Kahveci Süleyman
    Hakkıların Kadir'in Havva Hanım'dan plan oğlunun adı Süleyman'dır, 1939'da doğsu... O doğduğunda Ayşe Nine hayattaydı. Torununa Eğret'e kendisine gözkulak olan Abisinin adının verilmesinde etkili olduğu düşünülüyor. Yani ilerinin Kahveci Süleymanı ile Bakkal Süleymanı aynı kişinin adını almış oluyorlar...

    Kahveci Süleyman, Patlakların İsmail kızı Selime ile evlendi, Urganlının Mehmet Emin ve Şeherlioğlunun Ahmet ile  ile bacanak olacaklar... Onların çocukları ise Kadir, Metin ve Günaydın olmak üzere üç oğlandır. Kahveci Süleyman 2000, eşi Selime Hanım ise 2007 yılında vefat ettiler...

    Büyük oğlu Kadir'in, baba mesleği kahvecilikti. Küçüklüğünden itibaren haşır neşir olduğu bu işten kopmadı. O da babası gibi 'Kahveci Kadir' diye bilindi. Körhocanın Azam kızı Rüştiye ile evlendi. Rüştiye'nin Fadime Ninesi ile Kadir'in Kadir Dedesi kardeş olduklarını unutmayalım. Kerime ve Selime adlarında iki kızları oldu, bunlar annelerinin adı oluyor. Kerime, Körüslerden Şenol Kök; Selime, Yetimlerden Aydemir Azbay eşi oldular... Kahveci Kadir 2017 yılında vefat etti...

    Ortanca oğlu Metin, ileşberlik ve hayvancılığa yöneldi. Olucak'tan Ayşe Hanım ile evlendi, dört kızları oldu... Şerife, Olucaklı teyzesi torununa; Havva, Hassönlerin Ali oğlu Beytullah Omak'a; Medine, Urganlılardan İbrahim Öncül'e; Selime ise Dandırlı Recep Usta oğlu Arif'e verildi... Metin de 2022'de vefat etti...

    Küçük oğlu Günaydın ise Tekirgızılardan Osman kızı Fatma ile evlendi. Onun bacanakları İdirizlerin Ramazan ve Arzıların Cengiz idi... Günaydın ile Fatma'nın iki kızı var: Selime ve Sabanur, Afyon'da oturuyorlar...

    Kahveci Süleyman, uzun yıllar kahvecilik yaptı. Sonra bir dönem minibüs alıp Afyon'da dolmuşçuluğu denedi. Sabah şehre giderken ve akşam köye dönerken de minibüsçülüğe devam ediyordu. Böyle bir aracı olunca, Hakkılar sülalesinin Erkmen'deki bahçeleriyle ilgilenme imkanı doğdu. En azından yılda iki üç kez gidip gelinince bahçeye sahip çıkılmış oldu. Geçirdiği bir trafik kazası sonucu minibüsü, dolmuşçuluğu ve şoförlüğü tamamen bırakmak zorunda kalınca o bahçe de tekrar ilgisizliğe terkedildi. Bir ara oğlu Metin, bir kaç kez sürdüyse de Delinoriler ve Hakkıların bahçesi şimdilerde neredeyse unutulmuş durumda...

    Patırlar

    Hakkı'nın küçük oğlu Ahmet 1908 yılında doğdu... Konuşurken sesleri tam çıkaramadığı, dilinde pelteklik olduğu için 'Patır' lakabı takılmış; bu yüzden ailesine de 'Patırlar' denilecektir.

    Patır Ahmet, Osmanköylü İsmihan Hanım ile evlendi. İri ve güçlü fiziği sebebiyle kendisine 'Hörküle' (Kadın Herkül) lakabı verilen İsmihan Hanımın soyu bir ucuyla Karacahmet, bir ucuyla Hacıbeyli'ye kadar uzanıyor.

    O gün için zahirecilik yapan Çakırların dükkandan dene tutulurken, demirliyle buğday taşıyan bir ihtiyar görenler Patır Dayıyı tanımışlar demektir... Kendine has bir tarzı vardı,  döktüğü her demir sonrası zihninin neresinde olduğu belirsiz numaratör atar, bu sayede ne kadar taşıdığını şaşmaz bir matematikle hesap edebilirdi. Bunun için karmaşık işlemler yapmasına gerek yoktu; onun tarzı, kafasındaki sayıyı belli aralıklarla patır ağzıyla tekrar etmekten ibaretti. Arada birilerine laf anlatmak zorunda kalsa bile aklındaki sayıyı tekrarlamayı bırakmazdı. 'Gırkyediii... Gırkyediii... Gırkyediii... Gırksekiiiz...'

    Patırın altısı erkek, biri kız toplam yedi çocuğu oldu. Tek kızına annesinin adı olan Ayşe ismini verdi. Dört abisinden sonra arada doğan Ayşe, Ayvazın Veysel Uysal eşi olacaktır. Ayşe'nin anası İsmihan Hanımın bir ucuyla Hacıbeylili olduğunu söylemiştik; Veysel'in babası Dellal/Ayvaz da Hacıbeylili... Dolayısıyla aradaki akrabalığın bu evlilikte etkili olduğu söyleniyor.

    Oğlanların en büyüğü, daha bebekken vefat etti, kötü nazardan öldüğü ifade edilen bu çocuğun adı büyük ihtimal Hakkı idi... 1945'te doğan sonraki oğlunun adını Hasan koydu. Bu, Patırın dedesi adıydı. Osmanköy'den Fadime ile evlendi. Fadime de İsmihan Hanım'ın yakınlarından. Ahmet ve Mehmet adında iki oğulları oldu. 1979 Yılında bir trafik kazasında karı koca ikisi de vefat etti. İki yetimin bakımı artık Bekir Amcalarına ait olacak... Patır dedesinin adını alan Ahmet, Sinanpaşalı bir hanımla evlendi; Hasan ve Fatmanur adında iki çocuğu var... Küçük kardeşi Mehmet, sürdüremediği iki evlilik yaptı; onun da bir kız bir oğlu var.

    Patırın diğer oğlu Bekir 1950 yılında doğdu. O da Osmanköy'den bir başka Fadime ile evlendi. Uzun yıllar Afyon'da Bakkaliyede çalıştı. Süleyman ve Filiz adlarında bir kız bir oğlu var. Kızı Filiz İstanbul'a gelin gitti. Oğlu Süleyman, Buydeycigadirin Hasan kızı İsmihan ile evlendi, üç kızı var... Bekir ve çocukları emeklilik sonrası İstanbul'a yerleştiler. 

    Doğan
    Veli, Patırın dördüncü oğlu... Büyük ninelerden birinin baba adının Veli olma ihtimali var; ancak bunun isim olarak yansımasına Delinorilerde de rastlanmıyor. Patırın Veli, adının; büyük dedelerden alim, fazıl, mübarek bir zatın isminden geldiğini babasından duymuş... 

    Kendisine 'Doğan' lakabı takılmasına sebep olarak futbol tutkusu gösteriliyor. Bir zamanlar Eskişehirspor taraftarıymış. Takımın meşhur kalecisi Doğan'a benzetmişler ve bu yakıştırma tutunca onun lakabı olmuş.... İçindeki futbol tutkusu hiç eksilmemiş; Afyon'daki stad şehir dışına çıkarılana kadar amatör maçları bile takip etmiş... 

    Doğanın gemleyemediği bir diğer tutkusu da kuşlar... Amcaoğlusu Kahveci Süleyman ile birlikte filizlenen güvercin merakını, Afyon'da da sürdürmüş. Şimdi eşi Gebecelerli Şerife Hanımla birlikte yaşadığı evinde kuş yuvaları hala duruyor...

    Doğanın küçüğünün adı Hüseyin... Köydeyken 'Asdırot' derlerdi. Ay'a yolculuk zamanlarında ilk defa duyulan 'astronot' sözcüğünden çevirme bir lakap... Dilini çıkarıp abanarak çektiği pisburun şutlarıyla meşhurdu... Afyon'a taşınınca Gebecelerli Fadime Hanım ile evlendi. Abisi Hasan'ın adını koyduğu oğlu küçük yaşta vefat etti. Özlem ve Büşra adında iki kızı var...

    Patır, en küçük oğluna İsmail adını verdi. Hasan ve Bekir Abisi ile birlikte daha küçükken Afyon'a gidip orada çalışmaya başladı. Kalecikli Sultan Hanımla evlendi. Hatice ve Adem adında iki çocukları oldu. Hatice Takgasların Murat Öncül eşidir... Adem ise İsmailköylü bir hanımla evlendi, Afyon'a yerleşikler... İsmail'in eşi Sultan Hanım 2015 yılında vefat etmişti, kendisi de 2023'te öldü...

    Hakkıların Patırdayı 1978 yılında vefat etti; eşi Osmanköylü Hörküle İsmihan Hanım ise 1990'da öldü...

    ***

    Bitirirken, Delinoriler ve Hakkılarla yakından ilgisi olduğu bildirilen Fasfasoğlu hakkında bir iki hususu belirtmek gerekiyor. Anlatılanlara göre Fasfasoğlu diye bilinen kişi, 1950'li yıllarda Eğret'e sık geliyor. Yılda en az bir kere harman sonu geliyor ve yanında çuvallarla getirdiği meyveleri dağıtıyor. Araplı Çayı kenarında bahçesi, az ötede değirmeni, Erkmen'de bağları ve Afyon'da mülkleri var... Eğret'e geldiğinde Hakkıların Hakkı eşi Ayşe Nineye ve Delinorilerden Gulaksız Mehmet'e mutlaka uğruyor... Eğret Çayı kenarındaki İncemehmetin fidanlık ile Hakkıların çayırlar hep Fasfasın tarla olarak bilinirmiş... Erkmen karşılarındaki Kadaifçioğlu Petrola eskiden Fasfasın Petrol derlermiş; rivayete göre Hakkıların Hakkı Dede varisleri, 1940-50'lerde Erkmen'deki bir bağ evi ile o petrolün yerini bir arada satmışlar... Fasfasoğlu hakkındaki bu parça parça bilgiler nasıl birleştirilir bilmiyorum. Eğret-Araplı-Erkmen-Afyon hattında arazi, işletme ve mülklerinin bulunması; Delinorilerle Hakkıların Afyon-Erkmen bağlantıları; Eğret'teki Fasfasın tarlalara bu iki sülalenin varis olması gibi noktalar, Fasfasoğlu ile akraba olunduğu izlenimi veriyor... Bu durum belki Gulaksızın (Mehmet Argunşah) ev ile Kahvecinin (Süleyman Yırgal) evin kaynağı hususunda bir fikir verebilir...

    ***

    Büyük kardeş Hasan çocukları Eğret'te Delinoriler sülalesini oluşturmuştu. Onun küçüğü Hakkı Eğret'e Abisinden çok sonra döndü ve Çanakkale'de şehit oldu. Hakkının çocuklarına ise Hakkılar dediler... 

    Hakkılar, 1934 Soyadı Kanunu uygulamasında İSKAÇ soyadını aldılar. Öztürkçe isimler seçilecek diye baskı yapılan bu uygulamada millet böyle saçma sapan kelimeleri soy ismi diye almak zorunda kaldı. Sonradan bunları değiştirme fırsatı verildi; ama yeni alınan soyadı da eskisinden farklı olmadı: YIRGAL... 

    Bununla beraber 'Yırgal' soyadının büsbütün anlamsız olduğu da düşünülemez. Afyon'daki 'Ilgarlar' (Soyadları Ilgar) ile akraba olduklarına dair kuvvetli bir rivayet var. Eğer bu rivayet teyit edilirse; o günün Nüfus Memurunun lakaytlığı sonucu 'Ilgar' yerine 'Yırgal' yazıldığı düşünülmelidir.

 

14 Eylül 2022

Delinoriler

     

    Delinorilerle Hakkıların kardeş çocukları olduğu, aslen Eğretli oldukları halde her ne sebep olduysa Afyon'a göçtükleri anlatılıyor. Yine anlatıldığına göre, bir süre sonra Afyon'daki düzen de bozuluyor ve tekrar Eğret'e dönüyorlar. Bütün bu anlatılanların yazılı bir kaynağı olmadığı için belgelendiremiyoruz. Örneğin daha Afyon'a gitmeden önce bu aile kimdi, kimlerdendi, lakapları neydi... Bütün bu sorular cevapsız... Yine de hikayeye bir yerinden başlamak zorundayız.

    Afyon'da iki oğlu dünyaya geliyor, isimleri Hasan ve Hakkı... Bu iki oğlan ile birlikte sülale iki ana dala ayrılacak. O maceraya başlamadan önce, bu oğlanların babası Afyon'da vefat ettiğinde birlikler miydi, yoksa ayrı mı yaşıyorlardı pek bilinmiyor; ama babalarının vefatından sonra ayrı oldukları kesin... Çünkü birbirlerinden ayrı hareket ediyorlar... Afyon'daki hayatlarına dair de sağlıklı bilgi yok... Büyüklerinin hayal meyal anlattıklarının bazılarını, şimdi torunları yine hayal meyal naklediyorlar. Demircileriçi'nde bir evden, Paşa Hamamı yanındaki başka bir evden, mandalardan, mandıra yerinden, Erkmen'deki bahçelerden bölük börçük söz ediliyor. Gerçi son dönemlere kadar Erkmen'deki bahçenin ekip kaldırıldığı hatırlanıyor; lakin belgeye dayalı somut bilgi olmayınca her şey havada kalıyor...

    DELİNORİLER

    Hasan 1870'lerde doğdu. Orada evlendikten sonra işleri bu sefer de Afyon'da bozuluyor. Yahut bilmediğimiz başka sebeplerden ötürü, pılıyı pırtıyı sarıp ata yurdu Eğret'e geri dönüyor. Burada Hasan ile Fatma Hanımın üç oğlu oluyor: Mehmet, Nuri ve Hasan... Büyük ve küçük oğlanlar hakkında yeterli bilgi yok, ortancaya geçelim...

    Delinori

    Ortanca Nuri, sülalenin bir dalına adını verdi. Asrın başında doğan Nuri'ye neden 'Deli' sıfatı layık görüldü, az çok tahmin edilebilir. Deli dolu, delikanlı, gözükara, çabuk parlayanlara genelde öyle diyorlar. Bu yüzden Eğret'te bu yakıştırmaya çok başvurulmuş...

    Delinori önce Garadelilerden Emine adında bir hanımla evlenmiş, çocuk yok. Onun vefatı sonrasında başka bir Emine Hanım ile evleniyor. Bu ikincisi Afyonlu... Çünkü 30-40 yıllık Afyon'a yerleşme süreci, orayla güçlü bir bağ kurma fırsatı vermiş... 

    İkinci eşi Emine Hanımdan beş çocuğu var, bunların üçü kız: Fadime, Hatice ve Zeliha... Büyük kızına kendi anasının adını vermiş; Fadime, Amcaların Godal (Yusuf Özdemir) eşi oldu. İleride Delibıdık ile Yörükmevlütün kaynanası olacaktır; 1967'de öldü... Ortanca kızının adı Hatice... Yakınları sert ve otoriter oluşundan dolayı ona 'Çete' derlermiş.  Tingildeklerin İncemehmet eşi oldu, 2003'te vefat etti... Küçük kız Zeliha'ya gelince... Hacariflerin Kelahmete vardı ve 1993'te vefat etti... İki oğlu ise Mehmet ve Ahmet...

    Beş çocuktan sonra Emine Hanım vefat etti. Delinori yine Afyonlu başka bir Emine Hanımla tekrar evlendi... Evlendi, ama bir müddet sonra 1950'de kendisi vefat etti... Son eşi Emine Hanımın son zamanlarında yalnızken ölmekten korktuğu, Paşanın Hüseyin Yaman'ın eşi Ümmühan'a 'Aman Ümmühanım, ne olur sığırı sürdükten sonra beni bir yokla, ölür kalırım...' dediği söyleniyor. Onların sığıreğleğindeki evine her sabah mutlaka uğrar bakarmış Ümmühan Nine... 1961 Yılında yine bir sabah sığırı sürdükten sonra girip bakıyor ki, Emine Nine vefat etmiş...

    Gulaksız

    Şimdi iki oğlana geliyoruz... Büyüğünün adı, büyük dededen yadigar Mehmet oldu. Delinorinin oğlu olarak onda da biraz 'delilik' vardı. Lakin onun deliliği kendisine lakap olacak seviyede değildi. Ona 'Gulaksız' dediler... Kafasının iki yanındaki kulakları sağlamdı; ama işitme zorluğu çekiyordu. (Sonradan iyice ağırlaşan kulakları yüzünden, yaşlılığında sürekli kafasını sallardı.)

    Gulaksız, gençliğinde deliliğiyle ünlü olduğu kadar, malvarlığı olarak da variyetli birisiymiş. Belki deliliğinin bir sebebi de bundan kaynaklı şımarıklık olabilir diyorlar. Çok gösterişli atları varmış. Onlarla Afyon'a yolcu taşımacılığı yaparmış; o günün posta minibüsleri gibi düşünülebilir... Bir Gulaksızın atlar bir de Yenimısdığınkiler hep dillerdeymiş...

    Gulaksız Mehmet, önce Sıntırların Kelhasanın kardeşi Hatice ile evlendi. Bir çocukları oldu lakin çocuk tazeyken öldü. Tam bu sırada Hatice'nin üstüne İdirizlerden Mustafa kızı Şerife'yi aldı. Bunun üzerine Hatice ile ayrılacaklar ve Hatice Ümmetlerin Bekir ile evlenecek, daha sonra da Garacagarısı diye bilinecektir... İkinci eşi Şerife'den çocuğu olmadan ayrıldılar. Şerife de daha sonra Arzıların Ahmet eşi olacaktır...

    Aynı yıllarda bir başka Şerife'nin hikayesi de Afyon'da yaşanıyordu. Aslen şimdiki Beşkardeşlerden olan Bekir, kızı Şerife'yi Şuhut Atlıhisar'a gelin ediyor. Maddi olarak zengin bir aile gelini olmakla her şey yolunda giderken bir de oğlu oluyor, adı Hasan... Lakin kocası üstüne ikinci bir eş alınca, bunu kendine yediremiyor. Hasan'ın elinden tuttuğu gibi doğru Afyon'a, babasının evine varıyor... Şöyle olur, böyle olur dedilerse de kocasına dönmeye ikna edemiyorlar. Demircileriçi'ndeki babasının evinde de iki oğlan iki kız var... Yine de bir kere dönmem dedi ya, artık yolundan dönmeyecek... 

    Bir tarafıyla Afyonlu olan Gulaksız, istikrarsız aile hayatı bir yana, çalımlı atlarıyla Eğret-Afyon arasında postacılığı düzenli olarak sürdürmekte... O zaman Afyon'un en canlı iş merkezi Demircileriçi... Her gün mutlaka uğruyor buraya... Bir çocuğuyla dul Bekir kızı Şerife'yi orada tanıyıp kendisine talip oluyor. Orada nikah kıyılıyor, arabaya bindirip getiriyor Eğret'e... Yanlarında küçük Hasan da tay..

    Hasan, 1934 Soyadı uygulamasında KARAGÖZ soy ismiyle kaydedildi. Dolaklar ile Naymelerin evin arasında açtığı bakkal dükkanını bir süre çalıştırdı... Bu arada Patlakların Sağırömer kızı Mediha ile evlendi ve Şeherlioğlu ile bacanak oldular... 1959 Yılında doğan oğullarına Orhan adını koydular. Orhan Karagöz, Afyon'da ikamet ediyor... İki kızlarından Gülnur, Patlakların Davılcı oğlu Mehmet Patlar eşi; Şerife de yine Patlakların Celep oğlu Yusuf Patlar eşi oldu. Yusuf ile Şerife hala-dayı çocuğudurlar... Hasan Karagöz 2004, eşi Mediha ise 2010 yılında vefat ettiler...

    Gulaksız Mehmet ile Şerife Hanımın iki kız, iki de oğlu oldu. Büyük ve küçük çocukları oğlanlar, ortancalar da kızlardır. Önce annesinin adını verdiği bir kızı oldu, bu kızcağız çok yaşamadı. Sonra 1941 yılında bir kızı daha olunca yine Emine adını verdi. Emine, Arapların Ömer eşidir... Nazmiye adını verdiği küçük kızı ise Naymelerin İsmail eşi oldu. 

    Takanori
    1938 Yılında doğan büyük oğluna babasının adı olan Nuri ismini koydu. Arapların Ahmet kızı Muzaffere (Müzef) ile evlenen Nuri'ye zamanla Takanori lakabı takıldı. Bunun sebebi bir film karakterinin adıyla benzeşiyor olması... Fakat bu lakap onunla o kadar bütünleşti ki, kendisinden bahsederken başa 'Taka' kelimesi mutlaka eklendi. Hatta sonra sonra, adını bile söylemeden direk 'Taka' dendiğinde O anlaşılıyordu.

    Başka bir şey daha oldu... O filmdeki 'Taka Nuri' karakteri Karadenizli idi ve lakap olarak kullanılan 'taka' sözcüğü de gerçek anlamını ifade ediyordu. Karadeniz'de küçük teknelere taka diyorlar, bu yüzden adama o lakap takılmıştı... Oysa bizim Takanori ile, 'taka' kelimesinin anlamı büsbütün değişti... Takanori, bir küçük otobüsle yolcu taşımacılığına başladı. Günahı boynuna, birilerinin sabotesiyle araç bozuldu ve hurdaya çıktı. Bundan sonra Nuri, hep kırık dökük araçlarla kamyonculuk yaptı. Gücü yettiği için onları alabiliyor, onlar da sık sık arızalanıyordu. Takanori'nin bu kamyonlar sebebiyle, Anıtkaya'da 'taka' kelimesi eski araç manasında kullanılmaya başlandı. Hala da öyledir...

    Takanori ile Müzef Hanımın iki oğlu, iki kızı oldu. Büyük oğlu resmiyette Ayhan diye kaydedilmiş olsa da herkesçe adı Bekir olarak bilinirdi. Bu isim Takanın ana-dedesinin adıdır... Bekir, 1976'da delikanlılığa adım attığı çağda kanser illetinden vefat etti... İki kızı, geriye kalan tek oğlu Ahmet'in küçükleridir. Büyük kızı Zehra, anneannesinin adını almış; Arapların Gözelalinin oğlu Şükrü Tok eşi oldu. Küçük kızı Halime ise, yine Araplardan Ömer Dayısının oğlu Mevlüt Tok eşidir...

    Tek oğulları Ahmet, ana-dedesi Arapların Ahmet'in adını almış. Bilallerin Mısdığın demirci dükkanında çalıştı. Akgalak Çapar Mehmet'in kızı Vildan ile evlendi. Uzun süre şoförlük yaptı. Takanori kahve açtığında O el işinde şoförlüğe devam ediyordu. Babasına kahve işleri de ağır gelmeye başlayınca şoförlüğü bırakıp işinin başına geçti. Bundan sonra 'Kahveci Ahmet' diye bilinecektir.... Bu yıllarda bir dönem Mahalle Muhtarlığı yaptı. Şimdi kahveciliğin yanında inşaat malzemeleri ticareti de yapıyor.

    Kahveci Ahmet'in üç kız bir oğlu oldu. Kızları Betül, Şerife Muzaffere.... Oğluna, genç yaşta ölen abisi Bekir'in adını verdi.

    Fahrettin
    Gulaksız Mehmet'in küçük oğlu, 1947 yılında doğan Fahrettin... Bu isim, Gulaksızın askerdeki komutanı bir Yarbayın adıymış...  Fahrettin, Anıtkaya'dan erken ayrılıyor... 16 Yaşında Afyon'a gelmiş... 

    Büyük Kalecikli Elif/Sultan (nüfusta Sultan geçiyor) ile evleniyor. Fikriye ve Fikret adında iki çocukları olmuş. Fikriye Erkmen'e gelin olmuş... 

    Fikret Mılıklar/Çatkuyulu bir hanımla evlenmiş. Merve, Fahrettin ve Sultan adında üç çocukları var.

    Gulaksız oğlu Fahrettin 16 yaşından beri yerleştiği Afyon'da ikamet ediyor. Kulağındaki işitme cihazını işaret ederek 'Gulaksızın oğlu olduğun için mi... Irsi mi yoksa?' diye takıldım... 'Yok' dedi, 'O, motorun gürültüsüne fazla maruz kalmanın hatırası...'

    Babası Gulaksız Mehmet, Motorlu taşıtlar çıkınca at arabasıyla taşımacılığı bıraktı. Kendince bakkal dükkanı açtı. Yazları dükkkanını harmanyerlerine taşıyordu. Daha sonra küçük dükkanında ayakkabı tamiriyle iştigal etti. Lastik yemeni ve mes yamarken yine de bisküvi, sorma şeker gibi bazı şeyler de satmaya devam etti. Dükkanında en çok dikkatimi çeken şeyler; sinek ilacı doldurulmuş bir çanakta yüzen sinek cenazeleri, o cenazelerin hayattayken üzerine nokta nokta pisledikleri bisküviler, arada sırada Gulaksızın burnuna çektiği şey (enfiye denilen tütün tozuymuş, sonradan öğrendik) ve durmaksızın kafasını sallamasıydı... Gulaksız 1985 yılında vefat etti...

    Kümük

    Delinorinin, Gulaksızın küçüğü olan oğlunun adı Ahmet idi. Burnunun basık olmasından dolayı 'Kümük' lakabı takılmıştı. (İki oğlunun da birinin kulak, diğerinin burun ile ilgili lakaplanması ayrıca enteresan...) 

    Afyonlu bir hanımla evlendiği söyleniyor/biliniyor; ama o hanımın kimliğine dair başka bilgi yok. Adını bile bilmiyoruz... Muzaffere adında bir kızı, Yusuf ve Ahmet adında iki oğlu olduktan sonra Kümük 1949 yılında vefat ediyor. Galiba aynı dönemde eşi de vefat etmiş, çünkü üç çocuğun kimsesiz kaldığını söylüyorlar...

    Üç yetimin yakınları, yani Kümüğün kardeşleri; Fadime, Hatice, Zeliha ve Gulaksız ne yapacaklarsa yapacaklar artık... Muzaffere'yi Afyon'a gelin ediyorlar. Yusuf biraz aklı erer olduğundan Hatice Halası yanına alıyor. Ahmet çok küçük olduğu için yetiştirme yurduna veriliyor.

    Çete Halasının yanında büyüyen Yusuf'u, onun kızı Kerime ile everiyorlar. Afyon'a yerleşen Kümüğün Yusuf'un 1960 yılında Tayfun, 1964 yılında Zehra ve 1967 yılında Zerrin adını verdiği üç çocuğu oluyor. Kendisini 1981'de ilk defa gördüğümde içimden 'Takanori'ye ne kadar benziyor' diye geçirmiştim. Emmioğlu olduklarını ne bileyim...

    Kızları Zehra ve Zerrin'i Afyon'da gelin ettiler. Tayfun, Şuhutlu bir hanımla evlendi. Askeri Fabrikadan emekli oldu ve halen Afyon'a yerleşik.

    Yusuf'un küçüğü, Yetiştirme Yurdunda büyüyen Ahmet, Kayseri'den evlendi. Onun da iki kız bir oğlu oldu. Kızları Afyonlu Mermercilerle evli... Kendileri bir oğluyla beraber Antalya'da yaşıyorlar.

     Delinori 1934 Soyadı Kanunu çıktıktan sonra BAŞAĞAÇ soyadını almış. Sebebi bilinmiyor, bir süre sonra iki oğlu Gulaksız Mehmet ve Kümük Ahmet'in zoruyla  ARGUNŞAH olarak değiştiriyorlar. Şimdi bu ailenin fertlerinin soyadı bu...




11 Eylül 2022

Öküzüm Ahara Düştü


    Bu başlık atılalı yirmi günden fazla oldu. Olayı dinlediğim akşam 'Tamam, yazının başlığı böyle olacak' demiş ve bunu yanımdakilere ilan etmişim.

    Aslında Kuyudaki Çobana eklemlenmesi gereken bir olay, şimdilik burada dursun bakalım.

    Konu nasıl oraya geldiyse, Almalı çeşmelerini konuşuyorduk... Belki asıl mevzu kuyulardı, sonra çeşmelere kaydı ve Dağdaki çeşmelerden söz açıldı. Her neyse, işte tam da burada o olayı anlattı... Berber Emmim anlattı biz güldük.

    Berber Ahmet, henüz berber değil, çocuk daha. Belki kuzu gütme deneyimi yaşanmamış... 1950'li yılların sonu olmalı. Abisinin aklı başında... Bunu da onun yanına katmışlar, doğru Dağa öküz gütmeye... 

    Abisinin aklı başında da olsa... Ne de olsa çocuk bunlar, kilometrelerce uzaktaki bir yere gönderilmeleri garip karşılanabilir; ama bugünün mantığıyla düşünmemek lazım. O yıllarda Dağ panayır gibi, köylünün yarısı orada mal güdüyor. Güvenlik sorunu yok yani...

    Önlerinde dört beş çift öküz varmış. İki kardeş oynaya çevire güdüyorlar. Demek ki daha harman başlamamış, Mayıs ayı filan olabilir. Yoksa iş gayıt vakti Dağda gütme mi olurmuş...

    O kadar kalabalığın yanında, köyün sığır sürülerinin de Dağda olduğunu unutmamak lazım. Üç sığırın her birinin yayıldığı mevkiler var. Birbirine karışmamak için o mevkilerden pek ayrılmıyorlar. Her sığırın öğleyin sulanacağı çeşmeler belirlenmiş, sürü kendi çeşmesine gidiyor. Yani, sığır gütmenin bile bir sistemi oluşturulmuş. Yine de Dağ çok kalabalık... Bu hem iyi, hem kötü...

    Almalı'daki iki çeşmede Buñar mahallesi sığırı sulanıyor. O yıllarda iki çeşme varmış orada. Galiba şimdi birisi diñmiş, birinin de yeri değişmiş... Bizimkiler de öküzlerini sulamak için vakti kolluyorlar, sığır oralardayken uğramamak lazım...

    Yukarı çeşmenin müsait olduğu bir vakit sürüyorlar öküzleri bayıra... O çeşmenin konumu biraz dengesiz diye söyleniyor. Her ne kadar aharların pozisyonu düzgün bir zemine oturtulmuşsa da arazinin kendisi meyilli. Sonuçta orası dağ... Üstelik koca sığır sürüsünün geliş gidişiyle aharların etrafı iyice bozuluyor, çamur oluyor...

    Öküzün birisi, yüksek tarafından ahara yanaşmaya çalışırken... Nasıl olduysa ayağı kayıyor, bir dizi aharın keninden dengilip hoop!... Öküz aharda tuş olmuş, karnı göğe bakıyor... Ne olduğunu anlamayan şaşkın hayvan can havliyle debelendikçe yerleşiyor ahara... Sair zamanda o biçimde koyman mümkün değil... Bir müddet bacaklarını debeledikten sonra bundan da vazgeçiyor, herhalde sırtı tabana oturdu; ama burnundan solumaya devam ediyor...

    Olan şuydu; sığırın çiğnemesinden oluşan çamur, arazinin engebesiyle birleşince kaygan bir zemin oluştu. O su içerken başka bir öküz geldi onu boynuzladı. Ağır vücutlu hayvan dengesini kaybetti ve sonuç bu... Fakat bunları düşünecek zaman değil, nasıl olduysa oldu... Öküzü ahardan çıkarmak lazım... Bu iki çocuğun hakından gelebileceği bir şey değil... Gerçi çocuk değil, büyük de olsalar onu çıkaramazlar... Yarım tonluk hayvan... Bir de hayvan, bacaklarıyla bir yerden güç alacak durumda olsa, belki onun yardımıyla becerebilirler; ama o da yok...

    Bu arada Ahmet Kabadayı başlıyor ağlamaya... Abisi onu mu sustursun, kurtarmak için elinden birşey gelmediği öküzle mi ilgilensin... İki kardeş, çaresizce beklemekten bir sonuç çıkmayacağı iyice anlaşılınca, az yukarıdaki büyüklerden yardım isteme fikri oluştu. Öyle ya, ortalık onca kalabalıkken niye bekleşiyorlardı ki!... Yalnız, Hasan Hüseyin başkalarından yardım istemeyi büyüklüğüne yediremedi; Ahmet'i yolladı imdata...

    Yanlarına vardığında sekiz on kişilik topluluk meselenin ciddiyetini hemen anladı. Gerçi ne olup bittiği tam idrak edilemedi, lakin iki gözü iki çeşme Böbülerin Ahmet, panik halindeydi. Hıçkırıkları arasında; Ahar!... Ağam!... Düştü!.. Kaydı!... Öküz!... gibi bir şeyler söylüyordu... Çeşmeye varana kadar durmayıp koştular.

    Öküzü o halde görünce mesele anlaşıldı. Ama bu koca hayvan buraya nasıl girmişti, bu gövde ahara nasıl sığmıştı, nasıl sırtüstü yatmayı başarmıştı... Sorunun daha çetrefillisi, nasıl çıkarılacaktı... Allahtan kalabalıktılar. Boynuzundan burnundan, kulağından kuyruğundan, tutabildikleri her yanına el attılar. İte kaka, çeke sürüye öküzü ayaklandırdılar...

    Öküz sersemlemişti; Ahmet sustu, Hasan Hüseyin rahatladı, millet dağıldı... Kazazede öküz, varıp öteye çöktü, boş bakışlarla geviş getirmeye başladı. Sırtında, kalçalarında ve kaburgalarında bere izleri vardı... O bereler uzun süre kaybolmadı. Zaten hayvan, o senenin kışında öldü. 

    Öküzü düştüğü ahardan çıkaranların kimler olduğunu sordum, Berber Emmim birkaçını hatırladı: Kahveci Süleyman Yırgal, Kelsaleğin Şaban Azbay, Bilallerin Salim Kaynar, Çulluların Mehmet Azbay, Hamdinin Süleyman Dadak...

    Berber Ahmet'in dışında, olayın kahramanlarının tamamı vefat etmiş... Almalı çeşmeleri hala yaşıyor mu bilinmez... Dağın böğrü, taş ocağı diye bir kaç yerinden yarılmış vaziyette... Köyün sığırı dağılalı çok oldu... Çocuklarımıza 'Aha öküz budur!' diye göstereceğimiz bir öküz bile kalmadı...

    'Öküz ahara mı düşermiş!' itirazını edeceklere diyecek bir şeyimiz yok...

    Hayat çok garip ve zaman çok hızlı...



Bolvadinli Çakallar

 
    Bolvadin kökenli Çakaloğulları 20. yüzyıl başında Eğret'te üç kardeş olarak görünüyorlar. Aile reisi de en küçükleri... Zaten bu üç kardeşin en küçükleri ile iki abisinin babaları farklı. Bundan şunu anlayabiliriz; Eğret'e Bolvadin'den gelen asıl Çakaloğlu Ahmet idi... Yahut gelen çocuklar adını ondan almışlardı...

    Emine Hanım, Mustafa isimli bir bey ile evliydi ve 1874 doğumlu Hüseyin ile 1877 doğumlu Bekir olmak üzere iki oğulları vardı. Eşi Mustafa ölünce Çakaloğlu Ahmet'e vardı. Bu evlilikten de 1884 yılında Halil dünyaya geldi. Bolvadinli Çakallar diye bahsedilen işte bu üç kardeştir. Tek tek inceleyelim...

    Halil

    Evin reisi olduğu için en küçük kardeş Halil'den başlayalım... Ballıcalı Rabia Hanım ile evlendi. Doğum yeri olarak yazılan Ballıca'nın tam olarak neresi olduğu anlaşılamadı... Ve Bolvadinli Çakaloğlu Halil, henüz çoluk çocuğu olmamışken vefat ediyor. Bundan sonra Rabia Hanım'a ne oldu bilinmiyor.

    Irafan

    Çakaloğlu Halil'in karınkardeşlerinin büyüğü Hüseyin ise, Şaşdımoğlu Halil'in kızı Arife ile evlendi. Arife Hanım, Uykucuömer ile Ömeronbaşının dedelerinin kardeşi oluyor... 1912 Yılında doğan kızlarına Emine adını koydular; çünkü bu, Bolvadinli kardeşlerin ana adı idi... Emine henüz taze çocuk iken Arife Hanım vefat etti... (Bu  kız Şaşdım dayısının yanında büyüyecek ve 1946 yılında orada vefat edecektir...)

    Bu durumda Hüseyin, tekrar evlendi. Yeni eşi Mollahmetler/Müdüroğlulardan Hafize Hanımdır... Artık bundan sonra Hüseyin'e 'Irafan' denilecek ve Hafize Hanımdan doğan çocukları da 'Irafanlar' olacaktır... At, eşek, katır gibi binek hayvanlarında  bir yürüyüş sitili rahvanın Eğret'teki söylenişi ırafan oluyor... Bunun birine neden lakap olduğu hususunda hiç bir fikrim yok...

    Irafan ile Hafize Hanımın bir kızı ile dört oğlu oldu. İsimlerini Arife, Ali, Kamil, Hasan ve Mehmet koydular... İlk hanımının adı olan Arife ismini koyduğu tek kızı Bayramgazili Kelveli eşi oldu. Oğlu Veli Rıza'dan torunu olan Ergün Erol, Yörüğoğluların Lütfi damadıdır...

    Büyük oğlu Ali 1927 yılında doğdu. Erken dönemde Eğret'ten ayrılıp İzmir'e göçtü. İnşaatlarda çalıştığı için 'Beton Ali' diyorlardı. Hiç evlenmedi, bekar olarak 2006 yılında öldü...

    İkinci oğlunun adını Kamil koyması, Hafize Hanımın Çanakkale şehidi abisi sebebiyledir... Kısaca 'Irafanın Kamil' yahut 'Deli kamil' diye bilindi. 1929 Yılında doğdu... Paşanın Hüseyin kızı Ayşe ile evlendi; Müdüroğlunun Çapar ve Dolağın Ahmet ile bacanak oldular... Uzun yıllar köyde orada burada çalıştı, mesela o vakitler hasadı yapılmakta olan üzüm bağlarının bekçiliğini yaptı. Hüseyin ve Birgül adlarında bir oğluyla bir kızı oldu. İkisi de Mılıklar'dan evlenen bu kardeşlerin çocukları olmadı, evlat edindiler... Halen İzmir'de yaşıyorlar... Irafanın Kamil, kendisi 1996 yılında vefat etmiş...

    Irafanın üçüncü oğlu Hasan ise Çullugızının kızı Selime ile evlendi. Çullugızı Şerife aşağıda anlatılacağı üzere, aslında emmioğlusu Alosmançavuşun eşidir. Ancak bu kızı Selime önceki eşinden... Erken dönemde İzmir'e taşındılar, orada iki kızıyla iki oğlu oldu. Selime Hanım 2020'de vefat etti, çocukları halen İzmir'de yaşıyorlar... 

    En küçük oğlu Mehmet 1941 yılında doğdu. Başarısız kalmış bir kız kaçırma olayından sonra Anıtkaya'yı terk etmek zorunda kalmış. İzmir'de Manisalı Yüksel Hanımla evlenmiş, çocukları olmamış, evlat edinmişler. Yüksel Hanım 2015, Irafanın Mehmet de 2017 yılında vefat etmişler...

    Eşi Hafize Hanımın etkisiyle olsa gerek Soyadı uygulamasında SIMSIKI soyadını almışlar. 'Irafan Dayı' 1949'da vefat ettikten sonraki yıl, 1950'den itibaren bunu DALGALI/DALGALIOĞLU ile değiştirmişler... Tabi şimdi Anıtkaya'da kimse kalmadığı için bu soyisim bilinmiyor...

    Bekir

    Üç kardeşin ortancası Bekir'e gelelim... 1877 Yılında doğmuştu. Omarcıklardan Ömer kızı Ümmühan ile evlendi. Ümmühan Hanım, Dikhasanın halası oluyor. (Ona Emetinin Dik Hasan demelerinin sebebi de bu Ümmühan Hanımın anası yani Hasan Kaya'nın ninesidir. Çünkü aslen Cingenalilerden bu hanımın adı Ümmetullah/Ümmü/Emeti'dir.)... Emeti kızı Ümmühan ile Bolvadinli Bekir'in 1910 yılında bir kızları oldu, adını Emine koydular; bu Bekir'in ana adıydı. 1912 Doğumlu ikinci kızlarına da Kezban adını verdiler. Daha sonra Mustafa adında bir oğulları oldu... Üç çocuktan sonra Ümmühan Hanım vefat etti. 

    Bekir'i üç öksüzüyle şimdilik başbaşa bırakalım ve başka bir hikayenin izini sürelim...

    Tekirgızıları incelerken Himmetoğlu Hasan'ın Kelhasan lakaplı oğlundan söz edilmişti. Arapkızı Kezban ile evlenen Kelhasanın, Kadir ve Ömer adında iki oğlu olmuşken Cihan Harbine katılmış ve Çanakkale'de şehit olmuştu. İki oğluyla dul kalan Arapkızı bir müddet böyle idare etti. Büyük oğlu Kadir zaten hasdacaktı, çok yaşamadı. Ömer'iyle tek başınaydı... Kocaya varıp onun bakım ve koruması altında olmalıydı; lakin önünde hukuki bir engel vardı. Her ne kadar eşinin şehit olduğu biliniyorsa da bunun resmen kayıtlara geçirilmesi gerekiyordu, zira o kadar şehidin kaydı henüz tutulmamıştı. Bunun için mahkemeye başvurdu, eşinin şehit olduğunu şahitlerin ifadesiyle kayıtlara geçirdi. Şahitleri de kendisiyle aynı birlikten iki Halil idi; biri Çolömerlerin Halilçavuş (Şampaya babası), ikincisi de Müdüroğluların Halilçavuş (Muzaffere babası)... Yıl 1920...

      (Bu mahkeme kararını Arapkızı saklamış. Kocaman bir kağıda yazılı böyle bir belgeyi muhafaza etmek kolay değil, katlamak gerek. Öyle olunca katlanan yerlerinden kırılıp yırtılmış. O yırtığı iğne iplikle dikip tutturmuş, yine de atmamış bir kenara. Çocukları da bir nişan gibi saklamışlar. Torunu Kadir Haykır, onu bir sancağı çıkarır gibi ufak bir sandıktan çıkardı. Amcası Halil Haykır'ın mektep sandığıymış. Hasılı kelam Arapkızı Kezban Hanım'ın kocası Kel Hasanın şehadetini tescillettiği bu belge hala bir onur nişanı gibi saklanıyor.)

    Bekir'i üç öksüzle başbaşa bırakmıştık... 1920 Yılına gelindiğinde Kızları 10 ve 8, oğlu ise 5 yaşındaydı. Kendisi gibi bir oğluyla dul kalan Arapkızı Kezban Hanım ile evlenmesinin önünde artık bir engel yoktu. Evlendiler... Yıllar sonra Arapnine (çocuklar ona böyle seslenirlerdi) deyesiymiş ki 'Benimki de şans işte; ilk kocam Kelhasan, ikincisi Kelbekir!..'

    Kelbekirin çocuklar da bir yandan büyüdüler... Büyük kızı Emine İlyen (Üçlerkayası)na gelin oldu. Küçük kızı Kezban ise Selimlerden Samancı İsmail eşi oldu. Mustafa'ya gelince... Bunun için başka bir hikayeye geri dönmek gerekecek...

    Şaşdımoğlu Mustafa, Müdüroğlulardan Ümmühan Hanım ile evlenmiş, Çolömerlerin Halilçavuş ve İdirizlerin Gambırtevfik ile bacanak olmuşlardı. Üç kız bir oğulları varken Şaşdımoğlu vefat etti. Bu sırada dört çocuğun sonuncusu Ömer çok küçüktü...

    Yeñimısdık
    Ablaları gelin olan ve kendisi de büyüyen Bekir'in oğlu Mustafa evlenecek çağdaydı... O sırada Şaşdımoğlu Mustafa'dan dul kalan dört çocuklu Ümmühan Hanım ile everdiler. Mustafa'nın babası Bekir esasen yabancıydı, amma Mustafa'yı everirken çok da yabancılık çekmeyeceği birine veriyorlardı. Şaşdımlar Mustafa'nın yabancısı sayılmazdı; çünkü Hüseyin Emmisinin Hanımı Arife, yeni vefat eden Şaşdımoğlu Mustafa'nın halasıydı. Ayrıyeten Müdüroğlulara da yabancı değildi; zira Hüseyin Emmisinin ikinci Hanımı Hafize de onlardandı... Hazır bir eve içgüveyisi olarak gelmişti... Evin önceki beyi ile aynı adı taşıdığı için lakabı da hemen hemen hazırdı: 'Yenimısdık'...

    Yeñimısdığın üvey kızları gelin edilirken de akrabalık bağları gözetildi. Mesela büyük kız Ratibe, Samancının Halil ile evlendirilmişti; Halil, Yeñimısdığın öz yeğeni... Dahası var, Gocabıyık Halil'in ninesi İsmihan ile, yukarıda sözü edilen Arapkızının ilk kocası Himmetoğlu Kelhasan kardeş...

    Ümmühan Hanım ile Yeñimısdığın da çocukları oldu. 1941'de Hayriye, 1943'te Muzaffere ve 1945'te Sare... Büyük kız Hayriye, henüz gelin olmadan Altıntaş yakınlarında bir kazada 1953'te vefat etti... Muzaffere, Cingenalilerin Süleyman Saçan eşi; Sare de Hacıların İbrahim Azbay eşidir...

    1965 Yılında Ümmühan Hanım vefat ettikten sonra Yeñimısdık, tekrar evlendi; ikinci hanımı Olucaklı Ayşe... Ondan çocuğu olmadı; ama Ayşe Hanımla bir kız bir oğlu tay gelmişti...  Kızı Nuran, Ösüzömerin Halil İbrahim Acar eşidir. Oğlunun adı Azim... Cücelerin Aziz kızı Emine ile evlendi. Erken dönemde İzmir'e yerleşen Azim'in Olucak'ta da bir evi varmış ve belli aralıklarla gelip gidiyormuş.

    Yeñimısdık, uzun yıllar bakkalcılıkla iştigal etti. Belki de Şaşdımlar sülalesinde çok görülen bakkalcılık alışkanlığı bulaştı kendisine... Dükkanın sol tarafındaki direkten sarkan pamuk ipleri ve tesbih şekerleri... Toz şeker çuvalını boşalttığı sandığın üzerine oturmuş, hiç eksik olmayan misafirleri... Teraziyle satışta hep fazla tartan cömertliği... Son zamanlarında, işitme zorluğu çekenlere mahsus bir ritimle başını boynundan hafifçe sallamasıyla çocuk hafızasında yer etmişti... 

    Lakabını hiç sevmez ve bundan hoşlanmadığını belli ederdi. Hacca gittikten sonra 'Hacıdede' diye hitap ettiğimizde bundan ne derece hoşnut olduğunu keşfettik. Asıl keşfimiz, bunun bize daha fazla günaşık, daha fazla şeker ve gofret olarak döndüğünü anlamamızdır. Bunun ekmeğini birkaç yıl yedik... Sonra biz büyüdük, Hacıdede 1998'de, 83 yaşındayken rahmetli oldu... Eşi Olucaklı Ayşe Hanım ise 2008 yılında vefat etti...

    
    Gambırömer
    Arapkızı Kezban ile tay gelen Ömer vardı bir de... Bu yetim çocuğun başına da gelmeyen kalmadı. Dambeşten düştüğü yetmiyormuş gibi, ağır bir şey gelip kafasına isabet etti. Bu kazadan sonra sakatlandı, sırtında oluşan kamburluk sebebiyle lakabı 'Gambırömer' kaldı.

    Gambörömer de büyüdü. Selimlerden Gocaguliz (Ali Osman Uysal) kızı Hafize ile evlendi, böylece Omarcıkların Bödü Mehmet, Daldalların Gocayörük ve Halit ile de bacanak oldular. Hafize ile Gambırömerin 1950 yılında bir oğulları olunca adını Kadir koydular. Bu isim, Gambırömerin küçükken ölen abisinin adıydı. 'İncegadir' dediler ve bu ona lakap oldu. Daha yaygın lakabı ise 'Gambırömerin Gadir'...

    İncegadir, bir zaman dedesi Gocagulizden kalan yerde ayakkabı dükkanı açtı. Önünde oturur saz çalardı... Fazla yürütemedi o işi... Takgasların Cılımısdık kızı Huriye ile evlendi. Bir kız, üç oğlu oldu. Kızına ninesi Arapkızının ismi olan Kezban adını koydu. Kezban, Tekelilerin İbilinin oğlu Cengiz Taşkın eşidir. Gambırömer ve Gocagulizin adlarının yadigarı iki oğlu Ömer ve Osman erken vefat ettiler. Küçük oğlu Fatih, Hassönler/Şekeralilerin Ali kızı Azime ile evlendi. Ömer, Ernur ve Ela isimli üç çocuğu var.

    Gambırömer esasında Himmetoğlu Hasan'ın çocuğu olduğu için, 1934 Soyadı uygulamasında Tekirgızılarla aynı soyismi alarak HAYKIR soy adını kullandı. Kendisi 1974 yılında vefat etti; Gambırömerin eşi Hafize Hanım ise 2009'da öldü...

    Halil Haykır
    Kelbekir ile Arapkızının taygelenlerinin serencamesi böyle...  Ayrıca kendilerinin iki oğulları daha oldu. İlkinin adını Ali Osman, ikincisininkini Halil koydular. Bu isme bir anlam bulmak gerekirse, Kelbekirin karınkardeşi Bolvadinli Çakaloğlu Halil akla gelir. Evlenip genç yaşta vefat etmişti...  

    1924 Yılında doğup amcasının adını alan Halil, Gavalcıların Bokuşak kızı Fatı ile evlendi. Erken dönemde İzmir'e yerleştiler. Bekir ve Yılmaz adında iki oğlu oldu. Ayrıca 1953 ve 1964 yıllarında oğulları doğmuş. Bokuşağın adı olan Ahmet ismini verdiği bu oğlanlar yaşını görmeden ölünce bu isimde ısrarcı olmamışlar... Kendisi 2003 ve eşi Fatma Hanım 2007 yılında İzmir'de vefat ettiler...

    Dedesi Kelbekirin yadigarı olarak Bekir ismini alan büyük oğlu, Yahyaların Gocamat kızı Ünzile ile evlendi. İki kızı bir oğlu var, İzmir'e yerleşikler...

    Küçük oğlu Yılmaz, Omarcıklardan Arabeciler Hasan kızı ile evlendi. Fatma ve Betül adında iki kızları oldu; onlar da İzmir'de oturuyorlar...

    Ali Osman Çavuş
    Büyük oğlu Ali Osman 1922 yılında doğdu... Askerlikteki durumu sebebiyle 'Ali Osman Çavuş' olarak lakaplandı. Diğer bir lakabı da 'Kör Alosman'dı... Bir zaman Anıtkaya'da gözlük taksan 'kör' derlerdi, Ali Osman'a da gözünü kıstığı için öyle demişlerdir; gözleri sağlamdı diye biliyorum...

    Alosmançavuş da Çullugızı Şerife'ye içgüveyisi girdi. Bunda annesi Arapkızının etkisi olabilir. 'Çullularla Arapkızının ne alakası var' diyecekler için yine bir hikayeye dönmek gerekiyor...

    Arapselimin dört oğlundan en küçüğü Mehmet, Başkimse imamıydı. Yunan, giderken Hocayı şehit etti. Yetim kalan oğlu Selim büyüyünce Çullu kızı Şerife ile everdiler. Aziz, Safiye, Selime ve Mehmet adında dört çocuğu olduktan sonra Selim de vefat etti. Çullugızı Şerife dört yetimiyle dul kaldı ve anası evine döndü... İşte bu dört yetim, Arapkızının dayıoğlusu yetimleridir. Çünkü Başkimse imamı Mehmet Hoca, Arapkızının öz dayısı oluyor. Bu yüzden yeğenleriyle birlikte dul kalan Çullugızını, kendi oğlu Ali Osman'a aldı. Doğru ifade ile söyleyelim; Alosman Çavuşu everip gelini Çullugızının evine yerleştirdi...

    Alosman Çavuş ile Çullugızının Bekir, Selim ve İbrahim adında üç oğlu oldu... Çok zebillik çektiler... Sığır-buzağı güttüler... Koşum hayvanları yoktu; her yaz boyunduruğun bir gözüne inek, diğerine eşek koşarlardı. Bununla beraber nadir de olsa yüzüne yerleştirdiği neşesi Alosman Çavuşa yakışırdı. Lakin hayvanlara karşı tavrı farklıydı, çoğu zaman bütün öfkesini onlardan çıkarır sanırdınız. Kış günlerinde malları sulamaya çıkardığında sokağı onun sesi doldururdu. Mal maşata bağırmadığı bir gün hatırlamıyorum... Alosman Çavuş, 1985, eşi Çullugızı Şerife hanım ise on sene sonra 1995 yılında vefat ettiler...

    Oğullarının üçü de İzmir'e yerleştiler; ama evlilikleri İzmir'deki Anıtkayalılarla oldu. Büyük oğlu Bekir, Yılıklardan Zele ile evlendi. Gülşen, Levent ve Bülent adlarını verdikleri üç çocukları oldu. Üçü de Anıtkaya dışından evlendiler. Gülşen, aslen Üsküplü Osman ile; Levent, Afyonlu Fatma ile ve Bülent de İzmirli Selen ile... Bekir 2021'de vefat etti, cenazesi Anıtkaya'ya defnedildi; çocukları İzmir'de yerleşikler...

    Alosmançavuşun ortanca oğlu Selim, Gobakların Körhalil kızı Aynur ile evlendi. Selim böylece Apdıramanlardan Kelhasanın oğlu Muzaffer Kirkit ile bacanak oldu. Yalnız burada ondan daha önemli bir duruma dikkat çekmeden olmaz. Aynur Hanımın annesi Makbule, Halimenin Mehmetin kızıdır, yani Halise Ninenin... Selim'in adını aldığı, Başkimse İmamının oğlu Selim ile Halise Nine kardeş. Hepsi Arapselimin torunları, Arapkızı da dahil...

    Aynur ile Selim'in bir kızı bir oğlu var. Çullugızının adını verdikleri kızları Şerife Anıtkaya dışına gelin oldu... Oğullarının adı Onur. Arabın Muhittin Zenger kızı ile evlendi. İremnur, Aynur ve Zeynep adlı üç kızı var. Çocukları ve kendisi İzmir'e yerleşik olan Selim, yılın bir kısmını Anıtkaya'da geçiriyor...

    Çullugızı ile Alosman Çavuşun en küçük oğulları İbrahim 1955 yılında doğdu. Bilallerin Demircimısdık kızı Ümmühan ile evlendi. Eselerin Yusuf oğlu İsa Eminç ile bacanak oldular. Bir kız, iki oğulları oldu. Kızları Ayla, Hacariflerin Arif Varlı eşidir. Büyük oğluna babası Alosman Çavuşun adının Ali'sini isim olarak verdiler. Ispartalı Melek ile evlenen Ali'nin Azra ve İbrahim adında iki çocuğu var. Kınimısdık adı olan Mustafa ismini verdikleri ikinci oğulları bekar.

    Alosmançavuşun en küçük oğlu İbrahim, abisi Bekir'den de önce, 2016 yılında öldü. Çocukları şimdi İzmir'de yerleşikler...

    Bolvadinli Çakaloğlu Kelbekir, küçük oğlu Halil iki yaşındayken 1926'da vefat etti. Eşi Arapkızı Kezban Hanım ise nerdeyse yarım asır sonra, 1970'te öldü... Kelbekirin oğlu Yenimısdık ve Arapkızıyla müşterek oğulları Halil ve Ali Osman, Arapkızının oğlu Kambur Ömer'in soyadı olan HAYKIR'ı aldılar. Şimdi onların çocukları ve torunları ve çocuklarının torunları bu soy ismini kullanıyorlar...



07 Eylül 2022

Şaşdımoğlu Hüseyin

    Kocatepe Gazetesi *

    Gazetecilikle ne zaman tanıştınız?
    Eskiden Ferah Kahvesi vardı. Memurlar, o kahveye gider sohbet ederlerdi. Ben de Köy Enstitüsü’nden sonra Fethibey’de öğretmen olarak çalışmaya başladım. Ferah Kahvesi’nde ilköğretim müfettişlerinden Süleyman Çalışkan’la tanıştım. Tanıştıktan sonra ailece görüşmeye de devam ettik. Görüş alışverişi yaptık. Atatürk İlkeleri’ne o zaman da sahip çıkıyorduk. Bu siyasi tavırlarımız var. Uzun Çarşı’da Halk Partisi İl Binası vardı. Oraya Hasan Akkuş başkan yardımcısı, Asım Yılmaz İl Başkanı dışında kimse girip çıkamazdı. Tahkikat Komisyonu var. Tahkikat Komisyonu terör estiriyor. Bana da arkadaşlar ‘Sakın konuşma, durum çok kötü’ diyenler oldu. Süleyman Çalışkan ile çalışmalarımız devam etti, 27 Mayıs oldu. 27 Mayıs olduğunda ben Öğretmenler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi’ydim. Milli Birlik Komitesi Üyeleri geldi Afyonkarahisar’a. Mehmet Özgüneş ve iki kişi daha geldi. ‘Öğretmenler Lokali’nde bir konuşma yapacaklar’ dediler. Öğretmenler Lokali, şimdiki Kızılay Binası’nın üst katı. Toplantı başladı, ‘söz almak isteyen var mı’ dediler. O anda bana ‘buyrun’ dediler. Sonra biz konuşma yapmaya başladık. Türkiye’de bir kalkınma hamlesi yapılması gerekir. Biz bunu gerekli görüyoruz. Bunun için de tasfiye edilen subayların bu alanda yararlanılması gerekir. Köy-Kentler gibi bir proje anlattım. Tasfiye edilen subaylar, 5 bin kişiydi. Türkiye’de 5 bin merkez olmak üzere köylerden kalkınma hamlesinin başlaması yönünde bir konuşma yaptım. Köylerin, çevrelerindeki köylerle birlikte her türlü sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak merkezler kurulmasını önerdim. İyi dediler. Bana bir broşür hazırlama görevi verdiler. Bir broşür hazırlamaya başladım. Dönemin valisine ‘Hüseyin broşür hazırlıyor’ demişler. Vali de ‘gelsin görelim’ demiş. Vali’nin yanına gittim. 8-10 sayfa bir şey yaptım. Biraz daha geliştirmemi istedi. Onun dediği gibi gözden geçirdim. O dönemde 24 saat olarak çalıştım. Bir taraftan öğretmenlik yaptım, bir taraftan broşür var. Bu nedenle o tarihte bronşit hastalığına yakalandım. 1961’de ağır bir bronşit geçirdim. İstanbul’da Validebağı Provantoryumu’na gönderdiler. Beslenme programı uygulandı. Askerlik uygulaması var, 80 bin kişi askerlik yapamamış. Birikmiş. Bir ay daha kalmam gerekiyor Provartoryum’da, o zaman da askerliğe geç kalacağım. Bronşit kalıcı oldu, geçmedi. İki yıldır yine tedavi altındayım. Çok kuvvetli ilaçlarım var.


    Broşür çalışması devam etti bir yandan…
    Çarşıda görülen ilan panoları var. Postane’nin önünde, Oruçoğlu Çarşısı’nın önünde, Anıtpark’ın önünde Süleyman ile ben pano yaptırdık. Buralarda Devrim ile ilgili çıkmış yazıları asıyorduk. Gazete ve dergilerde çıkan yazıları asıyorduk. Yazıları panolara asarken Süleyman Çalışkan ‘Biz kendimiz de yazabiliriz’ dedi.


    Sizin başka görevleriniz de var mıydı?
    Kurucu Meclis toplanacak, bir açık hava toplantısı yapılacak, bir de kapalı salon toplantısı yapılacak. Sene 1961’de, ben miting yapmak üzere görevlendirildim. 7 yıllık öğretmenim. O miting, buranın tarihinde öyle bir miting olmadı. Meydan doldu, Uzun Çarşı, İstasyon Caddesi her taraf tıklım tıklım oldu. Afyonkarahisar’da böyle bir miting görmedim. O mitingin tek konuşmacısı benim. 27 Mayıs’ı anlatacağım. İyi kötü bir şeyler anlattım. Süleyman da Şafak Sineması’nda konuştu. Anlaşıldı ki biz 27 Mayıs’ın koordinatörü durumundayız. Her şey bize bırakılmış, Valilik’e gelir genelgeler, biz de gereken neyse yaparız. Köy ekipleri oluşturduk. Diyanetten bir kişi, öğretmen ve muhtar yer aldı bu ekiplerde. Süleyman Konya’ya, memleketine gitti, ben tek burada kaldım. Halkevi Başkanıyım, Öğretmenler Derneği Başkanıyım, 27 Mayıs’ın koordine ediyorum ve yazarlık yapıyorum. Yazarlık, o panolardan başladı.


    İlk olarak hangi gazetede yazdınız?
    Gazete olarak Gençliğin Sesi vardı, orada yazmaya başladım. Günlük gazeteydi. Gençliğin Sesi’nde bir köşe yazmaya başladım. Rifat Seloğlu ve Muammer Yalvaç’ın gazetesiydi. Devrim’i destekler nitelikte bir gazeteydi. O süreçte gazeteciliğe ve köşe yazarlığına başlamış olduk. Yazılarım dolayısıyla Belediye ile anlaşmazlığa düştüm. Belediye Başkanı, Vali. Hem Devrim ile ilgili çalışmalar yapıyoruz, hem de şehirdeki özellikle kabzımallarla uğraşıyordum. Ben kendimi saklamak için mahlas kullanmaya başladım. O zaman Belediye binası olarak kullanılan binada toplantı düzenledi. Baktım orada 22 gazeteci var. Belediye tenkitlerini anlatıyor. Biraz laf etti. Ben bir şey demedim, sustum. Nusret Koçoğlu söz aldı. O söz aldıktan sonra ortam değişti. İl yönetimi ile ilgili eleştirilerde bulundu. Rahmetli Koçoğlu’nun görüşleri hakim oldu. Eleştiri daha genişledi. Diğer gazete Afyon Haber’di. Onlar Demokrat Partiliydi. Gençliğin Sesi 4 sayfaydı. Gazete olarak ne zaman kapandı bilmiyorum ama bizim gazeteciliğimiz devam etti. Bir taraftan çalışmalarımız da devam ediyor.


    Gençliğin Sesi adı gibi miydi?
    Sempatik bir gazeteydi, Gençliğin Sesi. Temiz bir gazeteydi. O devirde Jop diye bir gazete de vardı. O gazetede de yazdım. Jopçu’yu herkes tanır. Jopçu’nun hiçbir işi yok. Asıl adı Mehmet Tokman. Jopçu, 1 yaprak haftalık gazete çıkarır. Kimlerden kendisine yardım gelebileceğini hesaplar. Onlara atıflar yapar. Şiirlerini bırakır, geri kalan bölümleri ben doldururum. Orada yazdım. Ali Türk, Birlik gazetesini çıkarırdı. Birlik gazetesi, bazen yetiştiremezdi, ben Kadınana’ya gelmiştim, bana rica ederdi. Ben yazardım. Benim ismim geçmezdi.


    İbrahim Küçükkurt’la tanıştınız sonra… İbrahim Küçükkurt’la tanışmamız nasıl oldu?
    İbrahim ile tanışmamız YÜNTAŞ üzerinden oldu. Eskişehir’de matbaalarını sel basmıştı. Afyonkarahisar’a gelmişti. Orada (harfler) çamurlar içinde. Onları yıkayıp dizgiye veriyorlar. Her taraf çamur içinde. Şimdiki sistem yok, elle diziyorlar. İbrahim, Afyonkarahisar’a geldi. YÜNTAŞ toplantısı yapıldı ama sendika başkanı Emin Dikmen’i kimse deviremiyor. Buraya Balıkesir’den geldi. Kimse onu yıkamıyor. Kooperatif kuruyor, bir kooperatif toplantısında İbrahim, konuşma yaptı. Köylülüğe hakaret etti gibi anladım. Gençliğin Sesi gazetesinde iç sayfa hariç tam sayfa buna ayırdım. Birinci sayfadan sonda 4’e de aktarmışımdır.


    Bu yazıdan sonra karşılaştınız mı İbrahim Küçükkurt’la?
    Yabuz Apartmanı’nın hisse senedi gelmişti. Karşılıklı iki daire YÜNTAŞ’ın. Ben götürdüm verdim. ‘Hoş geldin’ dedi. Çay kahve söyledi. Ondan sonra ayrılmadık bir daha. 1960’lı yıllarda. O konuşmadan sonra dargınlık yaşamadık hiç. Zaman zaman onunla da işbirliği yaptık. O entellektüel bir çevrenin adamıdır. Ben hiçbir zaman görev istiyorum dememişimdir. Sümer’den Kadınana’ya tayinim Atatürk Anıtı Yaptırma Derneği’nin faaliyetine yetişemediğim içindi. Üçüncü adam bendim. ‘Rahatlasın, bize zaman ayırsın’ düşüncesiyle çift öğretim olan okula tayinim çıkarılmıştı.


    Dargınlık olmadığı gibi dostluk devam etti değil mi?
    Matbaadaki harflerin o şekilde dizilmesi beni çok üzmüştü. Ben o sırada Halkevleri adına Taşpınar dergisini çıkarıyorum. Taşpınar dergisini Küçükkurt’ların matbaasına bastırdım. Çevre’yi çıkarmaya başladık.


    Çevre, nasıl bir dergiydi?
    Çevre Dergisi çıkardık. Acar Matbaası’na verdik. Yazıları verdik, yetişmedi onların dediği saatte. Nöbeti bana bıraktılar. Sabaha kadar matbaacı ve ben. Çevre çıktı. Açık bir siyasi görüşü yoktu. Tarafsız bir dergiydi. Kendi çevremiz ve kalkınma ile ilgili bir dergiydi. O derginin orta sayfasını ben yapıyorum. H.Şen’dir oradaki yazılarımdaki imza. O zaman askeri Vali yönetiyor Afyonkarahisar’ı. Çevre’deki yazımı askeri Vali’ye şikayet etmişler. Vali topluyor hepimizi. Matbaada da derginin bazı yerlerini boşaltıyorlar. Şikayete konu yerleri çıkarıyorlar. Gazetecileri çağırıyor. Vali köpürüyor. Oysa ben vilayetin nasıl kalkınması gerektiğini söylüyorum.
    Çevre Dergisi, bir müddet çıktı. ‘Günlük yapalım’ dedi İbrahim. İsim bulmaya çalışıyorlar. ‘Kocatepe var’ dedim. Telif hakkı var dediler, telif hakkının olmadığını söyledim. O zaman benim teklifim kabul edildi. 27 Ağustos’ta çıkacak, bunun duyurusu yapıldı. Bir gecikme oldu, 30 Ağustos’a kaldı. Hedef, Afyon’un kurtuluşu yaş günü olmak üzere Kocatepe’yi yayın hayatına sokmaktı. 3 günlük bir erteleme oldu. O günden bugüne Kocatepeli olduk.
    Kocatepe’deki çalışmalarımda genel bir özetleme yapardım. 3-4 gazete alırdık. 3-4 gazeteyi okuduktan sonra kendim bir metin yazardım. Özenle çalışırdım.


    Her gün köşe yazısı yazar mıydınız?
    Her gün yazıyordum. Hiç aksatmadım. 12 Eylül 1980 darbesine kadar yazdım. 1981’e kadar. Bir gün Nurettin Ersin, komutanlık yaptı. Takışık durumdaydık. O da İbrahim’e çok güvenirdi. Ama Ersin ile ben anlaşamayız, onlar 27 Mayıs’a karşıdır.
Nurettin Ersin, Afyonkarahisar’dan giderken gazeteye uğramış. Şükrü Küçükkurt aradı beni, ‘ağabey bir şey diyeceğim, ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum’ dedi. ‘Ne olacak, söyle’ dedim. Meğer Nurettin Ersin, ‘Arkadaşlık falan dinlemem, gazeteyi kapatırım’ demiş. Musa Seyirci ile benim yazmamamı istemiş. Arkasından da ben gözaltına alındım. Bir hafta karakolda nezarette kaldım. Sonra oradan Ankara Emniyeti’ne gönderdiler. Oradan en erken koğuşa gidenlerden biri oluyorum. Sendikal çalışmalarım nedeniyle hakkımda dava açıldı. 5 ay kaldım Mamak’ta. Vali, Milli Eğitim’e ‘çağırın ve hemen emekli edin’ demiş. Sıkıyönetim benim işime son verdi. Çalıştırması sakıncalıdır dedi, 1402 diye bilinen uygulamayla işime son verdi. Sonra mesleğe dönüş hakkı tanındı. Ben dönmedim göreve. Emekli oldum. Zaman zaman emekli olduktan sonra da yazdım.


    Tutuklanma gerekçeniz neydi?
    Genel Kongre’de doğaçlama olarak konuşmalarım var. 4 konuşma yapmışım. Marksist-Leninist propaganda yapmak, TÖB-DER. Onu kitap haline getiriyor TÖB-DER. O kitaptan bakıyorlar, 4 tane konuşma var. İddianame hâlâ vardır bende. Askeri Yargıtay bozdu. İkinci kez suçlu bulundum. Askeri Yargıtay kesin bozma yaptı. Beraat ettim. İşimi de kaybettim. Oysa benim konuşmalarım, vatanseverlik üzerineydi. Ben memleketimin Sevr anlaşmasına doğru sürüklendiğini fark ederek buna karşı çıktım.


    Kocatepe Gazetesi’nde hangi konuları gündeme getirmiştiniz?
    Genelde ideallerimi, güncel olayları yazdım. Bir dizi yazı hazırladım. Uygarlığa Doğru dizisini yaptım. Zaman zaman da arkadaşlarıma anlatırım. Birçok araştırma yaptım. Kocatepe Parkı’nın yapılması, yukarıdaki tepelerin Milli Park olması, Hıdırlık’ın iyileştirilmesi gibi konuları gündeme getirdim. Kocatepe’de sabaha karşı 5’te program yapılmasını önerdim.


    Kitap yazmayı düşündünüz mü?
    Kitap yazmayı düşünmedim. Hâlâ düşünmem.


    Soyadınızın “Şenşaştımoğlu” olmasının da ilginç bir hikâyesi var. Nedir bu hikâye?
    1960 İhtilali’nden sonra Belediye Başkanlığı’nı eleştirirken ‘Şaştımoğlu’ mahlasını kullandım. Benim babama Şaştım Halil derler. Ben de ‘Şaştım’ın oğlu’ olurum. Babamın lakabını mahlas olarak kullanıyorum. O toplantıda Vali, bana ‘Kendini saklama, senin yazın belli olmaz mı’ dedi. Benim mahlasım çok benimsendi. Memur, esnaf beni Şaştımoğlu olarak biliyor. Rahmetli Hukuk Doktoru Ahmet Şensoy, beni tanırdı. ‘Senin soyadını değiştirelim’dedi. Mahkemeye gittik. 1964-1965’ti. Soyadı tahsisi için gittik. Şen mi olacak, Şaştımoğlu mu? ‘Şenşaştımoğlu’ olsun dediler. Benim soyadımın mahkeme kararına göre Şen Şaştımoğlu yazılması gerekir. ‘Dil bakımından soyadı ayrı yazılmaz’ dediler. Şen olan soyadım Şenşaştımoğlu olarak değişti. 1960 İhtilali’nden sonra yapılacak mitingde ‘Hüseyin Şen’ görevlidir denildi. O zaman soyadım Şen’di.


    Hüseyin Şenşaştımoğlu, ne zaman doğdu?
    Nüfus cüzdanımda 5 Mart 1934, Afyon yazılı. Oysa ben Anıtkayalı, o gün için Eğretli’yim. Babam o köyün tek okumuş-yazmış insanı. Ayrıntılara önem verir, gelişigüzel davranmaz.
    7 yaş zorunluluğu vardı. Biz 6 yaş grubu olarak 3 arkadaş fahri olarak okuma yazma öğrendik ama yaşımız tutmadığı için kaydedilmedik. O sene bir yaş gitti. Bir yaş da evlenme muamelesine gittiğim zaman, burada bir nüfus müdürü vardı, çok incelerdi. Bakıyor orada doğum 1934. O zamana kadar 1935 doğumluyum. 1934 doğumlu olsam kaydım olacak, bir sene önce mezun olacağım. Bir sene önce Köy Enstitüsü’ne girip Köy Enstitüsü olarak mezun olacağım. Ben 1935 doğumlu olarak mezun oluyorum, 1955’te evlenme muamelesine başladığım zaman 1934 oluyor.


    Köy Enstitüsü’ne nasıl başladınız?
    Eğret’de ilkokula başladım. Köy Enstitüsü’ne 1948’de girdim. Ben okumak istiyordum. Fakat babam, ağabeyim okumama karşıydı. Bir 27 Ağustos günü, Afyon’un kurtuluşuna gidiyorum diye yola çıktım. Trenle Akşehir’e, Akşehir’den de Yalvaç’a gittim, öğretmenimi buldum. Okumak istiyorum dedim. Babama mektup yazmış, gelsin okutacağım demiş. Geldik, Konya Sarayönü’ne Pratik Ziraat Okulu’na vermek istediler. Olmadı. Sanat Okulu’na vermek istediler. Buraya okumaya geleceğim, geri çevirdiler beni. Köyde kaldık. Susuz Osmaniye’ye mal satardık. Orada Emin Çavuş diye bir tanıdığımız var. Emin Çavuş’un yanına Salih Hoca diye bir eğitmen gelmiş. Salih Hoca’ya Çifteler Köy Enstitüsü’nden Sekterer geliyor. Onu ziyarete geliyor. ‘Buralarda kimse yok mu’ diyor Salih Hoca’ya. Emin Çavuş, babam köyden dönerken durduruyor ve durumu anlatıyor. Babam geldi, ‘seni göndereceğiz’ dediler. Babam Eskişehir’e götürdü. Hamidiye’ye gittik bulduk okulu. Banyo yaptırdılar. İmtihan yaptılar. 1948’de birinci sınıfa başladım. Bizim Hamidiye’de 800 dolaylarında öğrenci var. Mahmudiye resmen ilçe olunca orası kapatıldı. Bizim köylerde olmamız gerekiyordu. Mahmudiye kapatılınca oradan bizim okula gelenler oldu. Bizim okulda da dağıtım oldu. Ben o arada, yaz tatilinde beni çağırdılar. Böyle bir tayin olmayınca Yalvaç’a gittim. Bayrama rastg eldi. Bayram sonu okula geldi. Arefe günü Arifiye grubuna verilmişim, benim yerime orada olan bir kişiyi göndermişler. Ben Çifteler’de kaldım.


    İvriz’e gittiniz sonra…
    Sonra Konya İvriz’e tayinim çıktı. Konya Ereğlisi’nin Toroslar yamacında, yanında herhangi bir köy olmayan bir köy bu. Ertesi gün işe başladım. 1952’de oldu. 5’inci sınıfa başlamış oluyorum. Son sınıf olarak oraya gidiyorum, ancak mezun olmuyorum. Şubat ayında bir kanun çıkıyor, Köy Enstitüleri’nin kaldırılmasıyla ilgili. Köy Enstitüleri kapatılıyor. Adı ilköğretim okulu oldu. İlköğretim okulları 6 yıl. Bir sene de oradan gitti. İki sene boyunca son sınıf olduk. Konya’dan 1954’te doğrudan ikmale kalmadan mezun oldum.
Afyonkarahisar’a geldim. Bütün buradaki memur kadrosu Ferah Kahvehanesi’ne çıktı. Benim tayinim geldi. Benim tayinim Recep Yaşacak’ın da çalıştığı Fethibey’e çıkmış. Öğrenci kaydı yapalım. Recep’in yazısıyla 18 Ağustos’ta göreve başladım. Recep Bey oranın müdürü. Benim göreve başladığım yazıyı Milli Eğitim’e bildirdi. Fethibey’de stajyerliğimiz kalktı. O sene ben merkeze geldim. Kazım Bozkurt diye bir arkadaşım vardı, Köy Enstitüsü’nde bizden büyüktü. Kalp hastasıydı, ağır hastalığı dolayısıyla yanında birisi olması gerek. Yanına bir destek arıyor. Sen gelirsen ben de gelirim dedi. Tayinimizin yapılmasını istedim. İkimizi birden Namık Kemal İlköğretim Okulu’na verdiler. İki sene orada çalıştıktan sonra Sümer’e gittik. Sümer’i de açan kadro içindeyim, o da benim yanıma geldi. Nereye gitsek beraber oluyoruz. O hastalanınca Ankara’ya, İstanbul’a götürdüm.


    Kadrolu başyazarlık da yaptınız, değil mi?
    İkaz gazetesi, Afyon Haber, Gençliğin Sesi, Birlik birleşti. Gazeteler, Birlik adıyla birleşti. O Birlik gazetesinin başyazarlığına beni getirdiler. Birleşilen gazetede Birlik adıyla çıkan bütün yazılar bana aittir. Birlik gazetesinin altında Birlik gazetesinin imzası olan bütün yazılar benim görüşlerimi yansıtır. Patronlar kendi aralarında anlaşamadılar, ilanları kim tutarsa o aldı. Dolayısıyla Birlik yürümedi. Diğer ortaklar alamıyor. Tahmin ediyorum bir sene sonra Birlik dağıldı. 4 ortak var, resmi ilanları birlikte paylaşmaları lazım. Ama kim ağır basıyorsa o ay ilanı o aldı. Benim 150 lira aylığım var. O zamana göre bayağı iyi para. Ancak tahakkuk etmedi. Ücretimi almadığım halde çalışmaya devam ediyorum. Bir gazetede ilk kez ayrı bir ücret var. Tahakkuk etmemiş, ama bu önemli bir ayrıntı. Başyazarlık ücreti bağladılar, oldu ya da olmadı ayrı bir şey. Kendi aralarında güvensizlik nedeniyle bu iş yürümedi.


    * Bu Mülakat ilk kez Kocatepe Gazetesinin 3 Ocak 2013 tarihli nüshasında yayınlanmış olup, vefatının haber verildiği 25 Nisan 2021 tarihli nüshada tekrar yer verilmiştir.