30 Eylül 2022

Dıkmalar Mahallesi

     

    Tuna ile Macur Ali pek geçinemiyorlar... Tek sebep siyasi... Propaganda ve seçim döneminde Macur Ali başka birini destekliyor. Seçimi Tuna kazanınca da olan oluyor... Artık o dönemde neler yaşandıysa, Yeni Başkan her şeyin acısını Macur Ali'den çıkarmak istercesine hareket ediyor.

    Dediğinde direten, o yolda sonuna kadar giden bir yapısı var Macurun... Artık prensip sahibi mi dersiniz, Macur inadı mı dersiniz... Bir kere a-ah! dedi mi, o işin oluru yok. Sana rey vermeyeceğim demiş, vermemiş de... Oy verecekleri ayartmaya çalıştı mı, bak o kadarını bilmiyoruz...

    İşin bir tuhaf yanı da şu; önceden Beylik Bahçesini kiralamış, Belediye ile ortak ekiyor Macur Ali... Yav bu adam kazanırsa elimden alır, iyisi mi dilimi tutup efendi efendi oturayım, diye düşünmemiş... Eskilerin davranışlarını bugünün şartlarıyla kıyaslarsak anlayamayız... Demek ki onların önceliği daha başka şeyler oluyormuş... Gerçekten de Tuna Reis olduktan sonra, Ver len şu bahçeyi, Ben başka birine kiralayacağım, dememiş...

    Dememiş ama... Başka başka yollardan rahatsızlık vermeye başlamış... Mesela, karısı akşam üzeri Gatçayırdan evine giderken, Hanın arasından geçiyor ya... Belediyeden görüyorlar bunu... Birini görevlendirmiş, her gün bu kadının torbasını-heybesini arayacaksın, evine kumpir, bakla, börülcehiç bir şey götürmeyecek, demiş... O zaman Beylik bahçesinde elma vişne ağaçları filan yok, sadece bahçe yapılıyor... Tabi bundan maksat hırsızlık önlemek değil, rahatsızlık vermek... Gıcık Macur duysun da dellensin...

    Aslında maksat hasıl oluyor. Macur Ali bu üst aramalarını filan duyunca kızıyor... Ne kadar kızarsa kızsın sesini de çıkarmıyor; çünkü kendisini tahrik etmek istediklerinin farkında... Başkana muhalif olduğu için başına bunlar geldiğini de biliyor... 

    Bazen Belediye cenahından gelen tahrik dokundurmaları tahammül edilmez boyutlara  ulaşıyor. Bir keresinde Macur Ali'ye ceza yazıp zabıta ile gönderiyorlar. Buna göre, Macur Ali'nin kızı Kerime, Hafızın Çeşmede çocuk bezi yıkamış... Bugünün kafasıyla düşünürsek, halk sağlığı, çevre kirliliği falan filan derken haklı bir ceza gibi görülebilir... Lakin o gün için evlerde şebeke suyu yok, herkes bu temizlikleri çeşmelerde yapıyor. Yani çeşmede bez yıkayan sadece Macurun kızı değil... Bir de son aharın altında yıkamış, aharlara da zarar verilmemiş. Neresinden bakarsan bak haksız bir ceza... Üstelik, o büyük suçu(!) işleyen, her ne kadar Macur Ali'nin kızı da olsa evli barklı kadın... Artık başka bir evin kadını; Kayınpederi var, Kocası var. Cezayı onlara yazmak dururken, Macur Ali'ye göndermenin alemi ne?.. Gerçi ceza ödenmiyor, iptal ediliyor da kıymeti yok... Dedik ya maksat kızdırmak, rahatsızlık vermek...

    İşte o günlerde, Belediye olmanın gereği, sokaklar caddeler isimlendiriliyor... Kırmızı renkli teneke levhalara beyaz boyayla isimler yazılmış, birer birer sokak başlarına çakılıyor. Güçcük Halil'in kahve ile Süleyman'ın Kahve arasından yukarı doğru çıkan sokağın levhası da Güçcük Halil'in evin yanağına çivilenmiş. Burası, elli metre sonra sağa doğru kavislenip, bir elli metre sonra o kavis ucunun tepede tekrar birleşerek büyükçe bir P harfi çizdiği tuhaf şekilli bir sokaktır. P'nin yayvan göbeği ortasında fırın, gölet ve kuyu bulunuyor...

    Anıtkaya'da halk arasında sokak tabiri pek kullanılmaz, her sokak onlar için 'mehelle'dir... Sözünü ettiğim tuhaf biçimli mehellenin ahalisi, muhabbet ederken kendi kendileriyle dalga geçerlermiş. 'Mehellede şu kadar kör var, burası Körler Mehellesi olsun... Yok yok, çok dıkma var; Dıkmalar Mehellesi olsun' deyip gülüşürlermiş. 

    Körosman (Banguş), Körahmet,  Corukların Köriban, Gademlerin Köriban, Köralosman, Körsare, Körhoca, Köryakıp...  Dıkmalara gelince... Kedimehmetin Ahmetçavuş, Corukların Köriban, Çullularda Köralosman, Hakkıların Hakkı, Mazinin Ömer, Paşanın Hüseyin, Macur Ali...

    Macur Ali dıkmalığı kabul etmez, 'Ben kendi paramla aldım burayı' der diretirmiş. Bazan 'Tamam öyle olsun' deyip kapatırlar bazen de 'Yok yok, sen de dıkmasın' diye muhabbete devam ederlermiş... Maksat muhabbet olunca, pek de ciddiye alınacak bir şey değil yani... Macur Ali'nin evin durumu aslında şöyle: Hanımının, anası (Ösüzömer'in Ali Osman Dayısı) kanalıyla iç tarafta küçük bir hissesi var; ama ev olamayacak kadar küçük ve cephesi yok... Macur Ali, Gödenlerin Dayı (Mehmet Dadak)ın yerini satın alıp Hanımının küçük hissesiyle birleştirmiş, al sana ev... Şu durumda, azıcık dıkma sayılabilir... 

    Tuna'nın, Macur Ali'nin hassas damarını bilmemesinin imkanı yok... Bu yüzden Güçcük Halil'in duvara, ok Macur Ali'nin ev istikametini gösterecek biçimde 'Dıkmalar Mahallesi' levhasını çaktırmış... Kendi aralarında muhabbet konusu olmasına pek ses çıkarmayan Macur Ali, levhayı görünce küplere binmiş. 'Kesin Tuna'nın gavurluğudur bu' demiş... Varmış Çeteye, Patlakların Çete, zabıta o sırada...

    Çete de olacaklara hazırlıklı... Polüm kurulmuş yani... 
    - 'Angara'dan tasdiklendi, değiştiremeyiz tabelayı...' demiş...
    - 'Len, Angara ne bilir dıkmeyi mıkmeyi! Siz yazmışınızdır onu!'...
    - 'Alağa, biz yazdık emme; her mehellenin böyüğüne danışdık da öyle yazdık. Sizin mehellede de Mazinin Ömeraya sorduk, O da temam dedi.'

    Macur Ali, bir hışımla odaya dalmış. Biraz ağzını da bozmuş galiba... Mahallenin bütün büyükleri içeride... Mazinin Ömer Dedeye ne diyecekse demiş. Demiş ama, nasıl dediğini de Allah bilir. Zaten burnundan soluyordu... Ömer Dede hakikaten büyük adammış:

    - Ali, otu bi şureye... Dıkma dedi mi sen en arkıye galırsın. Senden evvel gıdemli dıkma olarak ben varın, Paşanın Hüseyin va, Alosmançavuş va. Baka baka dur, her şeyi üstüne alınma. Bizlee bi hal çaresine bakarız...

    Hal çaresine bakılıyor, kısa bir süre sonra o sokağın adı 'Vatan Bağrımızda Sokak' olarak değiştiriliyor. Zaten önceki ismin bir ciddiyeti yokmuştur, sırf Macur Ali gıcık olsun diye çakılmış bir tabelaymıştır... Yani, herhalde öyleymiştir... (Bu sokak adı en sonunda Doğubayezit olacaktır...)

    Bunların sürtüşmesi uzun bir süre daha devam etmiş... Se deposu yapılıp şebeke tamamlandıktan sonra birkaç yıl evlere su verilmiyor. İçme suyu olarak kullanılsın diye köyün bazı noktalarına meydan çeşmesi yaptırılıyor. Suyu şebekeden basılıyor tabi... Her eve su verilmemiş olsa da bu meydan çeşmeleri vatandaşa büyük kolaylık sağlıyor... Tahmin edileceği üzere o mahallenin çeşmesi yok... Büyükler toplanıp çeşme istiyorlar Tuna'dan... 'O Macur o mehellede oldukca size zırnık yok!' cevabını alıyorlar... 

    Tuna'nın ve Macur'un inatlaşmaları kaç yıl sürdü bilmiyorum... Benim aklımın erdiği yıllarda araları gayet iyiydi. Manifatura, tuhafiye, tüp vb. şeyler satarak esnaflık yapan Tuna'ya Macur Ali'nin selamıyla gidip bir şeyler almışlığım var. Para pul sormazdı...

    Dedik ya, eskilerin kavgası da muhabbeti de seviyeli oluyormuş. Burada ismi geçenlerin tamamı öte dünyaya göçtü. Hepsine rahmet olsun...


28 Eylül 2022

Paşalar

     Paşa Tekkesinden yola çıkmak lazım... Anlatılan o ki bir Paşa vefat ettiğinde, şimdi tekkenin bulunduğu yere defnedilmiş. Paşa deyince askeri kişilik akla gelmesin. Eskiden bu ünvan sivil devlet adamlarına da verilebiliyordu. Sivil olsun asker olsun; bizim Paşa çok muhterem, evliyadan bir zatmış. Zaten bu yüzden kabri türbe olmuş... Tekkede mezar taşı var; ama okunabilecek bir kitabe bulunmadığı için Paşa'nın adı ve yaşadığı yıllara dair bilgimiz yok. 

    Başka bir ilginç durum ise tekkenin Paşaların evde veya o civarda bulunmasıdır. Paşa Tekkesi diye bir türbeden ve Paşalar sülalesinden söz ediyorsak bunların birbiriyle alakasız olduğu düşünülemez. Paşaların, Paşa Tekkesinde medfun zatın torunları olduğunu söylemek iddialı olur; lakin en azından sülalenin ismini tekkeden aldığını söyleyebiliriz. 



    Kayıtlara 'Paşaoğlu' diye geçirilen ilk isim Ali oğlu Mehmet'tir. Doğum tarihi 1835'i gösteriyor; lakin o tarihlerde yapılan nüfus kaydında paşa tanımlamasına uygun biri yok. Böyle bir lakap da kaydedilmemiş. Bu bilgiler ışığında her türlü ihtimal düşünülebilir...

    1835 Doğumlu Paşaoğlu Mehmet'in baba adı Ali, ana adı Ayşe... Hasan kızı Ayşe Hanım ile evleniyor. Bu gelin-kaynana Ayşe Hanımların kimlerden olduğuna yönelik ipucu bile yok...

    Paşaoğlu Mehmet ile Ayşe Hanımın bir oğulları iki de kızları var, adları Ahmet, Arife, ve Halime... Büyük kız 1868 doğumlu Arife evlenmemiş, Paşaların evde o vaziyette 1936 yılında vefat etmiş... 1883 Doğumlu Halime, Daldallar/Veyislerin Ömer oğlu İbrahim'e vardı. Bu İbrahim, Delibanın emmisidir. Hatice ve Halime adını verdikleri iki kızları doğduktan sonra kocası İbrahim Cihan Harbinde şehit olunca, Haceliye vardı. Büyük kızı Hatice Yeşilömerin Mehmet eşi, küçük kızı Halime ise Kötühüseyinin anasıdır...

    1862 Yılında doğan Ahmet, önce Atike Hanım ile evleniyor. 1889'da Satı ve 1891'de Halil isimlerini verdiği bir kızı ile bir oğlu dünyaya geliyor... Ve Atike Hanım vefat ediyor... Paşaoğlu Ahmet, ikinci kez Havva Hanım ile evleniyor. Ahmet kızı Havva Hanımın da kimlerden olduğu bilinmiyor... İkinci Hanımından da sırasıyla Ali, Ahmet ve Hüseyin adlarını vereceği üç oğlu oluyor... Bütün bunlar olup biterken, evin reisi hala Paşaoğlu Mehmet'tir; zira seksenine merdiven dayamış Mehmet Dede ve Ayşe Nine hala sağlar...

    Elbette sonuçta vefat ediyorlar; kesin yılı bilinmemekle beraber yaşlı karı kocanın 1920-25 aralığında öldükleri düşünülüyor. Paşaoğlu Ahmet'in 1931 yılında vefat ettiğini biliyoruz, eşi Havva Hanım ise 1945 yılında vefat edecektir...


    Paşanın Halil

    Yaş sırasına göre Paşaoğlu Ahmet'in bu beş çocuğunu inceleyeceğiz. En büyükleri değil; ama ilk ölen olduğu için, iki numara Halil'den başlayalım. 1891 Yılında doğdu. 1913 Yılına kadar evlenmemiş... Ona dair bugünün Paşalarında bir bilgi bulunmuyor... Öyle anlaşılıyor ki Paşaoğlu Halil, Cihan Harbi şehitlerinden biridir...

    Paşa Kızı

    Kardeşlerin en büyüğü ve tek kız Satı, 1889 yılında doğdu. Kardeşi Halil gibi Atike Hanımın çocuğudur. Onu önce Türkmenlerden Kürtosman oğlu Yusuf'a verdiler. 1906 Yılında Saffet adını koydukları bir kızı oldu. Eşi Yusuf Çanakkale'de şehit olunca Selimoğlu Ahmet'e verdiler. Yanında tay giden Saffet, Kinislerin Kumpirhasan eşi olacaktır... Paşa Ahmet'in kızı Satı, vardığı yerde 'Paşa Kızı' diye anılacak ve bu lakap bir sülalenin adını 'Paşagızılar' olarak değiştirecektir... Paşagızı Satı, 1952 yılında vefat etti...

    Paşanın Ali

    Paşaoğlu Ahmet'in ikinci Hanımı Havva'dan ilk oğludur. 1907 Yılında doğdu. Bu isim verilmesine sebep büyük dedenin adı olabilir... Kinislerden Dınalinin kızı Azime ile evlendi. Paşanın Ali ile hemen hemen emsal olan yeğeni Saffet'i Kumpirhasana vermişlerdi. Kumpirhasan ile Azime emmi çocuklarıdır... Saffet-Kumpirhasan evliliği ile kurulan bağlantı sonucu, Azime'yi Ali'ye almış olmalılar...

    Paşanın Ali ile Azime Hanım'ın  iki kızları oldu. Büyüğüne Atike, küçüğüne Hayriye adını koydular. Atike, Gağşakların Ali Kalkan eşi oldu; küçük oğluna Ali ismini vererek babası Paşanın Ali'nin adını yaşatmak istedi... Küçük kız Hayriye ise Almanyalı Yaşar Soylu'nun eşidir. Onun torunlarından biri (Ali Soylu) de Paşanın Ali'nin hatırasını yaşatıyor... Zira Paşanın Ali 1946 yılında vefat etti. Eşi Azime Hanımın ölüm tarihi ise 1968...

    Paşanın Ahmet

    Paşaoğlu Ahmet'in Havva Hanımdan ortanca oğlu, 1914 yılında doğdu. Havva Hanımın babası adı da olduğu için bu oğluna Ahmet ismini koydular. Normalde oğlanlara dedesinin, kızlara ninesinin adı koyulur. Bu sebeple isimlerin aktarımı genelde bir nesil arayla sürdürülür. Burada o boşluğu Havva Hanımın babasıyla doldurunca, tam beş nesil sürecek bir Paşa Ahmet zinciri oluşacak...

    Paşanın Ahmet, Veyisler/Daldallardan Mustafa kızı Rabia ile evlendi. Rabia Hanımın annesi, Böbülerin Mazinin Ömer'in kardeşidir... Kasapların kestiği hayvanların bağırsaklarını götürüp temizlerdi. Bu yüzden kendisine 'Bağırsakcı Ahmet' dedikleri de olmuştur... İkinci kuşak Paşanın Ahmet ile Rabia Hanımın beş çocuğu oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Emine, Esma, Hasan, Ahmet ve Hatice'dir. 1948 Doğumlu bir kızının adı da Havva idi, çocuk küçükken öldü...

    Paşanın Ahmet 1969 yılında, eşi Rabia Hanım ise 1993 yılında vefat ettiler...

    Kızlardan Emine, Kırtişin Gıbış Mehmet Özen eşi; Esma, Akbaşların Süleyman Karakaya eşi; Hatice, Hamdihocanın Küpçü Süleyman Dadak eşi oldu. 

    Büyük oğlu Hasan, Başkimseli bir hanımla evlendi. Bir oğlu dünyaya geldikten sonra İzmir'e göçtü. İlk hanımı vefat edince Olucaklı Zülfiye Hanımla evlendi, ondan da iki oğlu dünyaya geldi. Büyük oğlu önceden vefat etmişti, adı Mehmet olan diğer oğlu da 2023'te öldü... Paşaoğlu Hasan kendisi de 2021'de İzmir'de öldü... Diğer çocukları halen İzmir'de yerleşikler...

    Küçük oğlu Ahmet, 1944 yılında doğdu. Matrak kişiliği sebebiyle 'Gırgır' diye lakaplandı. Hamdihocanın kızı Satı ile evlendi, Küpçü ile değişik usulü yapmış oldular. 

    Gırgırın; Ahmet, Fadime ve Hasan  isimlerinde üç çocuğu var. (Feride adında bir kızı 1993'te vefat etti.) Fadime Deligızların Yakup'un oğluna gelin gitti... Beşli 'Paşanın Ahmet' zincirinin son halkası olan Gırgırın büyük oğlu Ahmet, Anıtkaya dışından evlendi; Feride adında bir kızı var... Küçük oğlu Hasan ise, Arapların Ömer'in Mevlüt kızı ile evlendi; dört oğlu var... 

    Paşanın Hüseyin

    Paşaoğlu Ahmet'in beş çocuğunun en küçüğünün adı Hüseyin... Çorcalılardan Godal Ömer kızı Ümmühan ile evlendi. Ümmühan Hanım, anası itibariyle Hamzaoğlu/Tongullardandır... 

    Yalnız Paşanın Hüseyin'e gelmeden önce Ümmühan, Tekelilerin Hasan'ın eşiydi. (Tekelilerin Hasan Hasan; Pangeci, Gocagafa ve Köressanın emmileridir)... Kocasının ölümü sonrası Paşanın Hüseyin'e gelirken Zehra, Kezban ve İbrahim adlarında üç çocuğu yanında taydı... Büyük kızı Zehra'yı Dönelerin Mehmet (Gani)ye verecekler, Ganinin Hasan Çalışır'ın anası olacaktır... Kezban ise Avkat Hilmi Aydın'ın eşi olacaktır... Tekelilerin Hasan'ın oğlu olsa da 'Paşaların İbram' diye bilinecek olan İbrahim, Gıvığın kızı Dudu ile evlendi. Dudu Hanım ile İbrahim hala-dayı çocuklarıdır... Erken dönemde İzmir'e yerleşen Paşanın İbramın bir oğlu ve üç kızı oldu. Kızlarından biri Hörkülenin Koreli oğlu Dursun Önkal eşidir... Babasının adını verdiği tek oğlu Hasan Temel, Çerçilerin Arıkhalil kızı Azime ile evlendi; Anıtkaya'da oturuyor. Kızları ise İzmir'e yerleşikler... 

    Ümmühan Hanım ile Paşanın Hüseyin'e gelince... Beş çocukları oldu; Ayşe, Muzaffere, Ahmet, Satı, Ömer...  

    Kızları; Ayşe, Irafanın Kamil eşi;  Muzaffere (Müzef), Müdüroğluların Çapar eşi; ve Satı da Dolağın Ahmet eşi oldular...

    Paşanın Hüseyin'in büyük oğlu Ahmet de erken dönemde İzmir'e göçenlerden... Aydınlı Kübra Hanım ile evlendi. İki kızı bir oğlu oldu. Oğluna babasının adı olan Hüseyin ismini verdi. Hüseyin'in de iki oğlu oldu, birinin adı Ahmet... Kızları da  İzmir'de evlendiler...  1998 Yılında İzmir'de vefat eden Ahmet'ten sonra eşi de öldü... Çocukları İzmir'e yerleşikler...

    Ve Paşanın Ömer... Godalömerin adı...  Hakkıların Hakkı Yırgal kızı Kezban ile evlendi. Buydeycigadir oğlu Hasan Dadak ile bacanak oldular...  

    Paşanın Ömer, uzun yıllar Korucu ve Bekçi olarak Gorma emrinde çalıştı. Bu anlamda Esnanın Velinin Halil İbrahim Seyrek ile ayrılmaz ikili gibiydiler. Vefatına kadar bu şekilde çalıştığı söylenebilir. Bununla beraber, Paşanın Ahmetin oğlu Gırgır nasıl Anıtkaya'da kaldıysa; Paşanın Hüseyin'in çocuklarından da Ömer Anıtkaya'da kalmış ve onun çocukları Paşaların temsilcisi olmuşlardır. Kendisi 2006 yılında vefat etti...

    Paşanın Ömer'in yedi çocuğu oldu, bunların ikisi kız... Büyük kızı Dudu, Garaburunun Osman oğlu Ahmet Mola eşi; küçük kızı Ümmühan ise Bacıların Adem Değer eşi oldu. (Kızların isimlerinde Ümmühan Ninenin ve onun anasının adı görülebilir)

    Beş oğlanın büyüğü, dedesinin adını aldı; Hüseyin... Sağırların Süleyman'ın kızı Gülsüm ile evlendi. Nisa ve Ömer olmak üzere iki çocuğu var... İkinci oğlu Ahmet'e de büyük dedenin adı verilmiş oldu. Urganlının İbrahim kızı Kerime ile evlenen Paşa Ahmet'in de Ömer, İbrahim ve Yasin adlarında üç oğlu var... Üçüncü oğlu İbrahim, Karacahmetli Muradiye ile evlendi; onun çocukları Ömer Faruk ve Ayşegül... Paşanın Ömer'in küçük oğlanların  adları ise Mustafa ve Samet....

    Paşaoğlu Hüseyin 1969 yılında vefat etti... Eşi Ümmühan Hanım bizim çocukluğumuzun otoriter 'Paşakarısı' profilidir... Bir elinin başparmağı, belindeki şalda; diğer eliyle sağa sola talimatlar yağdırırdı. 1980 yılında vefat etti... 

    Paşaoğlu Ahmet'in üç oğlu Ali, Ahmet ve Hüseyin Soyadı uygulaması ile YAMAN soy ismini aldılar. Ali'nin küçük kızı Hayriye, Paşa Tekkesinin bulunduğu yerdeki evlerinde oturuyor. Ahmet'in küçük oğlu Gırgır ve Hüseyin'in küçük oğlu Ömer çocukları da Günümüzdeki Paşaların Anıtkaya'daki temsilcileri...



25 Eylül 2022

Çifte Güzeller

 

    Dayıların Vahit Yola'nın dedesi 'Dayı' lakaplı Hasan Yola, nüfus kayıtlarında adı Hasan Hüseyin olarak geçiyor. Oysa herkes onu sadece Hasan diye bilirdi... Onların komşusu ve yine Selimlerden Veli oğlu Hasan olarak kaydedilen zat da Hüseyin diye biliniyor. 

    Sadece iki örneğini verdiğim isim karışıklığına eski nüfus kütüklerinde sık rastlanıyor. Bunun bir sebebi kayıt esnasında katibin dikkatsizliği olabilir. Hasan ve Hüseyin isimleriyle sınırlı olmak üzere, bu tip hatalar hoş görülebilir. Neden?.. Çünkü bu kelimelerin imlası birbirine çok yakın. 

    Arapça menşeli iki kelimenin yazılışı gibi anlamları da birbirine çok yakın. h-s-n kökünden türeyen bütün akraba kelimeler böyle... Hasan, Hüseyin, Hüsnü, Hüsniye, hasene, hasenat, Tahsin, ahsen, İhsan, Muhsin, Muhsine... Temel anlamı 'güzel' demek...

    Kök anlamı 'güzel' kalmak şartıyla, her yeni türetmede başka bir ince anlam kazanıyor. Mesela 'Hüsnü', güzel; 'ihsan', iyilik; 'hasenat', sevap kazanımı; 'hüsnüzan', iyi düşünce gibi... Sözcük ne kadar çok türetilirse türetilsin, temeldeki 'güzel' anlamı değişmiyor... 

    Bu durumda 'Hasan' isminin Türkçe karşılığı 'güzel' ise; 'Hüseyin' karşılığı da 'güzelcik'tir. Aralarında işte bu kadarcık bir fark var. Eski yazı imlasındaki fark ise iki nokta kadar... Katiplerin, varsa küçük hatasını bu yüzden hoş görmeliyiz...

    Bizde bu iki ismin çok yaygınlığına sebep, anlamındaki gizli güzellik kadar; işaret ettikleri kişilerin zâti güzelliğidir. Efendimiz'in (s.a.v.) iki güzide torunu... Biri Güzel, Biri Güzelcik...

    Peygamberimizin bu iki torununu kastederek literatürde 'Haseneyn' kelimesi kullanılmış. 'İki güzel' anlamına gelen bu kelimeyi de ilk defa kullananın Hz. Peygamber olduğu söyleniyor. 'Allah'ım ben bu Hasaneyni (ikisini) seviyorum, Sen de sev. Onları sevmeyeni Sen de sevme.' derken torunlarını işaret ettiği rivayet edilmiş...

    Müslümanlar da Onları sevmişler... Bu sevgilerini, çocuklarına onların adını vererek göstermişler. Özellikle Arap dünyasında 'Hasaneyn' ismi verilmiş çocuklara... Biz Türkler ise öyle yapmamışız; Hasan ve Hüseyin adlarını ayrı ayrı ve birleştirerek Hasan Hüseyin biçiminde çocuklarımıza vermişiz... Ama Hasaneyn ismine pek rağbet edilmemiş... Belki ses dünyamıza uzak olduğu içindir...

    Oysa ses dünyamıza uzak nice kelimeyi Türkçe'ye uygun hale getirmişiz. Bırak genel olarak Türkçe'yi, Anıtkaya Ağzında bile kendi zevkimize göre yoğurduğumuz kelimeler var. Misal, buldozeri 'yolgazıyan' yapmışız; şoseye 'susa' demişiz; nerdubanı 'merdiman' diye dikmişiz; entrika 'ıntırka' olmuş.... Sonra isimlere gelelim; Fatıma, 'Fatı'; Aişe, 'Eşe'; Ummetullah, 'Emeti'... olmuş da... Bu güzel kelimeye niye kayıtsız kalmışız acaba?

    .....

    Sözlerin ve sözcüklerin anlamı, sesi, kökü hakkında düşünmeyi severim... Selimlerden Veli oğlu Hasan'ı incelerken canım sıkılmıştı. Kütükte Hasan, halk arasında Hüseyin, lakabı ise Esnan... Gel de çık işin içinden...

    Birden isimlerle lakabın bağlantılı olabileceği aklıma geldi... Böylece bulmaca çözüldü. Eğretli, iki ismi birleştirip ona lakap olarak vermişti. Yalnız söylemesi zor olduğu için 'Hasaneyn' değil 'Esnan' demişti. 

    Peygamber Efendimizin Çifte Güzellerini ve onlara bizzat kendisinin verdiği Hasaneyn/Esnan yakıştırmasını Eğretlilerin unutmadığını kayda geçirmek istedim...


Esnanlar





     Selimler ana sülalesinin atası olan Selim'in tek oğlu Ali'den günümüz geniş Selimler sülalesine ulaşılıyor. Onu oluşturan dallardan biri de Esnanlardır. Selimoğlu Ali'den Esnanlara nasıl gelindiğini ele alacağız.

    Selimoğlu Ali 1841 yılında vefat ettiğinde kendisine varis olarak yedi oğlu ve dört kızı vardı. Mehmet adında bir oğlu kendinden önce vefat etmişti. Yaş sırasına göre ikinci oğlu olan Bektaş, Gülsüm ve Hanife Hanım olmak üzere iki evliydi. 

    Kayıtların taranması sonucu, Bektaş'ın iki hanımından iki kız bir oğlu olduğu anlaşılıyor. çocukların en büyüğü olan oğlunun adı Veli'dir. 1830'ların başında doğdu... Annesinin adını bilmiyoruz, Gülsüm Hanım'dan olduğu tahmin ediliyor. 

    Bektaş 1851'de vefat ettiğinde Gülsüm Hanım hayatta değildi. Diğer eşi Hanife Hanım ise sağ idi; fakat bazı kayıtlarda onun adından Fatma diye söz ediliyor. Her neyse... O sırada Veli ve Havva yetişkin, İsmihan ise küçük yaşta görünüyor; bu yüzden İsmihan'a annesi Fatma/Hanife vasi tayin ediliyor... Kayıtlar ve belgelerin karşılaştırılmasından sadece Fatma-Hanife Hanımın ismiyle ilgili karmaşa çıksa iyi; İsmihan da bazılarında Esma diye yazılmış. Aynı ismin kısaltılmışıdır, olur böyle şeyler der geçeriz... O terekeden çıkardığımız bir başka sonuç, oğlu Bektaş vefat ettiğinde, Annesi Selimoğlu Ali'nin Hanımı Fatma da hayatta. Oğlunun varisleri arasında adı geçiyor...

    Babası Selimoğlu Ali'nin terekesindeki hayvan varlığını hatırlayalım: 1 kısrak, 1 kır tay, 2 sıpalı merkep, bir çift orta camız, iki çift kötü camız, 3 çift kara sığır, 1 camız ineği, 1 malak, 3 taze buzağılı koca inek, 2 düğe, 7 buzilici inek, 3 iki yaşında tosun, 172 koyun, 86 erkek şişek, 96 gancık keçi, 20 erkek çebiş, 55 oğlak, 95 toklu, 6 koç... 

    On yıl sonra oğlu Selimoğlu Bektaş vefat ettiğinde bıraktığı hayvanlar ise; 1 çift öküz, 5 kuzulu koyun... Bu kadar... Tabi 10 yıl önceki babasının mirası, 13 vereseye taksim edilmişti...

    Bektaş'ın kızlara bakalım; Havva, Gülsüm Hanımın kızıdır. 1840 Yılında doğdu. Büyüyünce Ayanoğlu Ömer'e verdiler. İleride Kölgeci Ömer'in Ninesi olacaktır... İsmihan/Esma ise 1845 yılında doğdu, Hanife (Fatma) Hanımın kızıdır. Onu da Emirhanoğlu Mustafa'ya verdiler. Burada olan kızı Şerife, Selimlerden Gılindir Mustafa'nın eşi olacaktır. (Gılindir, Selimoğlu Mustafa torunu; Şerife ise Selimoğlu Bektaş torunu...) 

    Bektaş'ın tek oğlu Veli, çocukların en büyüğü... Babası vefat ettiğinde yetişkin. Doğum tarihi olarak 1826-1831 arası bir yıl gösteriliyor, en kötü ihtimalle 1830 kabul edersek; Bektaş öldüğünde yirmi yaşın üstünde olur.

    Selimoğlu Veli de İsmihan Hanımla evlenmiş. Bu İsmihan Hanımın kimliği hususunda adından başka bilgimiz yok. Halil ve Ali Osman adında iki oğulları oluyor... Ali Osman'a geleceğiz, önce Halil...

Halil, Ahmet kızı Gülsüm Hanım ile evlendi. Henüz çocukları olmamışken askere gitti. Birliği Selanik'teydi... 
Muvazzaf 16. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük, 11. Onbaşının neferi iken 1. Mart 1883 günü Katranhane mevkiinde şehit oldu... 
Gülsüm Hanım, tekrar evlenebilmek maksadıyla eşinin vefatını belgelendirmek üzere dava açtı. 
Olucaklı ve Afyonlu iki asker Selanik'te Selimoğlu Halil'in vefat ettiğine şahitlik ettiler.
 Mahkeme varis olarak Gülsüm Hanım ile kardeşi Ali Osman'ı belirledi. 

    Ana babaları İsmihan ile Veli'nin o tarihte hayatta olmadığını bu belgeden anlayabiliriz. Yine bu belgedeki şahitlerden dolayı bir tahmin yürütebiliriz; bundan sonra Gülsüm Hanım Eğret dışına, büyük ihtimal Olucak'a kocaya vardı.   

    Selimoğlu Ali Osman, 1857 yılında doğdu. Kardeşi Halil'in ölüm haberi geldiğinde 26 yaşındaydı, yani belki de Halil'in büyüğüydü... Yine Selimlerden Atike ile evlendi. Atike Hanım, Dayıların Bekir ve Yonuzların Yunus'un kardeşi olur...

    Ali Osman ile Atike Hanımın bir kız iki oğlu oldu. Büyük oğluna babası Veli'nin adını, küçük oğluna ise Selanik'te şehit olan kardeşi Halil'in adını koydu. İkisinin arasında doğan tek kızına ise Esma adını verdi. Hatırlanacağı üzere bu isim (Esma/İsmihan) hem anasının hem de halasının adıdır...

    Küçük oğlu Halil'in evlilik kaydı yok... Daha doğrusu onun hakkında günümüze ulaşan herhangi bir bilgi bulunmuyor. 1894 Doğumlu olduğunu düşününce, insanın aklına ister istemez Cihan Harbinde kalmış olabileceği geliyor...

    Kızı Esma'ya gelince... 1890 Yılında doğdu. Onu önce Sarıoğlu Zekeriya'ya verdiler. Onun vefatı üzerine Garamusaların Gödeşin ikinci eşi oldu. İleride 'Esmenin Osman' olarak bilinecek Osman Seviş'in anası olacaktır...

    Veli'ye geliyoruz... Önce ana babası mevzuunu kapatalım. Oğulları Veli'nin ölümünü görüp evlat acısı yaşadılar. Atike Hanım Yunan gittikten sonra, 1928 yılında vefat etti; kocası Ali Osman ise torununun oğlu doğduğunu gördü ve ondan sonra 1940 yılında vefat etti...

    Ve geldik Veli'ye... Ali Osman'ın büyük oğludur, 1884 yılında doğdu. Yine Selimlerden Nazik ile evlendi. Nazike Hanım, Kemiğin kardeşi ve Samancı ile Bulduğun halalarıdır... Ayrıca Selimoğlu Veli, bu evlilikle Demirdelenoğlu Ali (Haytanın dedesi) ile de bacanak oldular...

    Hüseyin ve Fadime adını verecekleri bir oğluyla bir kızları oldu. Kızları Fadime,  Kemiklerin İsmail eşi olacaktır. (Daha iyi anlaşılması için; Fadime Hanım, Şuayip Öter'in ninesidir...) Fadime ile İsmail'in zaten hala-dayı çocukları olduğu da unutulmasın...

    Yavaş yavaş Esnanlara doğru ilerliyoruz... Bu arada Veli Cihan Harbinden sonra, Eğret işgalinden önce vefat etti, kesin tarihi bilmiyoruz.  Eşi Nazik Hanım ise otuz yıl kadar daha yaşayıp 1951'de vefat edecek...

    Esnan

    Hüseyin'den devam ediyoruz. Deftere Hasan olarak kaydedilmiş; ama hep Hüseyin diye biliniyor. Aynı köke sahip bu isimler kayıtlarda hep karıştırılıyor. Anlam ve yazılış olarak da benzeştikleri için çoğu zaman birbirinin yerine kullanılabiliyorlar. Türk halkı ikisini birleştirip tek bir isim haline de getirmiş ve çocuklarına Hasan Hüseyin adını vermiş. Arapça'da bu iki isme 'Hasaneyn' diyorlar. Türk gırtlağıyla bu kelimeyi söylemek zor olduğu için Eğretliler sözü Türkçeleştirip 'Esnan' demişler. Selimoğlu Hasan/Hüseyin'in adında da hazır böyle bir karışıklık varken lakabı 'Esnan' kalıvermiş...

    Esnan, 1904 yılında doğdu... Onu tanıyanlar, sürekli olarak 'yalama' denilen bir ağız/dudak rahatsızlığından muzdarip olduğunu, ekşi-tuzlu şeyleri yemekte zorlandığını söylüyorlar...  Kantinlerin Mehmet kızı Hakime ile evlendi. Hakime Hanımın küçük kardeşi Satı da Bulduk Mehmet'e varınca; Esnan ile dayısının oğlu Bulduk Mehmet  bacanak oldular... 

    Alemdaroğluların Hakime Hanım1962'de, kocası Selimlerin Esnan ise 1970 yılında vefat ettiler... Tek oğullarına bakalım...

    Hakime Hanım ve Esnanın 1937 yılında bir oğulları oldu, babası Selimoğlu Veli'nin adını koydu. Böylece Selimoğlu Ali'nin; yedinci kuşaktan torunu ve sülalenin üçüncü nesil 'Veli'si olarak 'Esnanın Veli' dediler ve hep öyle bilindi. 

    Esnanın Veli, Kalecikli Hacı (Ahmet Çelik) kızı Şükriye ile evlendi. Gındi ve Delicafer ile bacanak oldular. Şükriye Hanım ile Esnanın Veli'nin bir kız, üç de oğlu oldu. Yaş sırasına göre isimleri: Halil İbrahim, Havva, Hüseyin ve Ahmet'tir... Tek kızları Havva, Çatallardan Almanyalı Yaşar oğlu Ahmet Soylu eşidir.

    Büyük oğlu Halil İbrahim 1956 yılında doğdu. Kalecik'ten evlendi; hanımı, annesi Şükriye Hanımın yeğenlerindendir. Şükran, Hakime, Hanife ve Seda olmak üzere dört kızdan sonra Ceyhan adında bir oğlu oldu. Ömrünün bir bölümünü Afyon'da geçirmek zorunda kaldı. Son zamanlarında köyüne dönüp yerleşti, tam düzeni yeniden kurdum derken, 2023'te vefat etti... 

    Ortanca oğlu Hüseyin, Afyonlu Sevim Hanım ile evlendi. Şükran adında bir kızı var. Erken dönemde yerleştiği Afyon'da yaşıyor... 

    Esnanın Veli'nin 1975 doğumlu küçük oğlu Ahmet de yine Kalecik'ten evlendi. Hatice, İdris, Enes ve Şükran olmak üzere dört çocuğu var... 

    İsimler üzerinde durmayı kestik, ama üç oğlanın üçünde de Şükran ismi dikkat çekmiş olmalıdır. Bu isim, anneleri Şükriye Hanımın adının hafif değiştirilmiş haliymiş... 

    Bir dönemden sonra Esnanın Veli Afyon'a göçmek zorunda kaldı. Anıtkaya'daki günlerinde ekin ekmekte biraz gecikmiş. Olmayacak zamanda tohumu saçmış, sürgüyü çekmiş... O sene Anıtkaya'da mahsul pek olmamış... Veli'ninki hariç... 'Yav nettin, nasıl ektin, hangi tavda ektin?' diye soranlara 'Veli tavında ektim' cevabını vermiş. Böylece literatüre 'Veli Tavı' girmiş, hala kullanılıyor... Esnanın Veli 2022 yılında vefat etti...

    1934 Soyadı uygulaması ile 'SEYREK' soyadını almış olan Esnanların çocukları şimdi Afyon'da oturuyorlar...



23 Eylül 2022

Kimin Oğlu?

    Biri vardı, karşılaştığı kişilerin diş yapısını hiç unutmadığını, nerede ne zaman görse o dişleri hatırladığını söylemişti. İnsanlarla konuşurken, istemsizce dikkati muhatabının dişlerine yönelirmiş. Karşısındaki konuştukça, göründüğü kadarıyla her dişin bütün özelliklerini hafızasına nakşedermiş. Adeta dişlerin röntgenini çeker ve görüntüyü bir yerlere kaydedermiş. Yıllar sonra karşılaştığı birinin yine dişlerine odaklanır, arşivdeki kayıtları kısaca tarayıp varsa kaydı bulur ve diş-kişi eşleştirmesiyle onun kim olduğunu hatırlarmış. Diş kontrolü onun için, birinin kimliğine bakmak gibiymiş... 

    O arkadaşın dediği bir sözü unutmuyorum. 'Bugüne kadar edindiğim tecrübelere göre, birinin dişlerine bakarak onun kimin çocuğu olduğunu söyleyebilirim.' Çoğu insanın hiç dikkatini çekmez; ama insanın dişleri de anne babasına çekermiş...

    Boy, yüz, sima, saçlar, ses, yürüyüş, yürürken ne tarafa eğildiğin, ayakları nasıl bastığın, hangi elini kullandığın, gülüşün-ağlayışın, burnunu çekişin... Hasılı insan olarak her bir özelliğimizi ana-babamızdan tevarüs ediyoruz. Bu saydıklarım hep göz önünde olduğu için bilinen şeyler; lakin dişler... Elbette diş yapısı da ırsi olabilir, hatta öyledir... Sık sık duyarız, 'anası yapılı' veya 'dedesinin elini almış' sözlerini...

     Bazı insanlar insan fizyolojisini incelemede daha dikkatli olabiliyorlar. Konuşurken yüz hatlarının aldığı şekli, el kol hareketlerini nasıl kullandığını, ses tonuna hakimiyetini, gülerken göbek hoplatmasını, bir kulağının kepçeliğini, sol ayağını fazlaca sürüdüğünü, saçlarını hep aynı yöne taradığını, bir kaşının kulağına doğru fazlaca sallandığını, düşünceye daldığında alnında kaç çizgi oluştuğunu, dudağını üstündeki bıyıklarının iki yanda ne tarafa doğru dengesiz durduğunu, göz-ses-ağız uyumuna göre söylediklerinin gerçekliğini... Daha bin türlü ayrıntıyı fark edebiliyorlar. 

    Tabi etrafında olan bitenin farkında olabilmek için gözlem yeteneği lazım... Bu yetenek de  insandan insana değişiyor... Neyse konuyu dağıtmayalım... Yaptığı gözlemlerden karakter analizi çıkaranlar da olabiliyor. Bu daha uzmanlık isteyen bir şey; ama doğuştan buna sahip olanlar da var, bu özelliğini geliştirenler de... Mesela birinin şekline şemaline bakıyor, 'Bu adam güvenilmez' diyor. Onunla konuşmadan, sadece fiziki özelliklerine bakarak bu hükmü veriyor. Boyuna posuna, kafasının biçimine, boynuna gerdanına, saçına sakalına, bakışına duruşuna göre kanaatini söylüyor; merhametli, zalim, hakkaniyetli, cıvık, mağrur, kibirli, vakur, kıntir, cömert vs. 

    Eskiden bu bir ilim kabul edilirmiş, adına da ilm-i kıyafet diyorlarmış. Yani insanın fiziki özelliklerine göre psikolojik ve karakter analizini yapıyorlar... Üst seviye bir ilim dalıymış... Lakin simasına bakarak birinin babasını dedesini tahmin etmek o kadar da zor olmasa gerek...

    Omarcıkların Goca Hüseyin'in (Kilcinin babası) bu konuda oldukça iyi olduğunu söylüyorlar. İlk defa gördüğü bir çocuğun kimin oğlu ve kimlerden olduğunu söyler ve hiç yanılmazmış. Tabi sadece erkek çocuklarda böyle... Çünkü köyün bütün erkeklerini tanıyor, biliyor. Sadece bilmek yetmiyor, dediğimiz gibi ayrıntıları farkedecek kadar iyi bir gözlemci olması lazım. İşte Goca Hüseyin öyle birisiymiş. Muhataplarıyla dikkatli göz teması kurar, konuşulanları cankulağıyla dinlermiş. Öyle olunca herkesin görmediğini görür, duymadıklarını duyarmış...

    Yalnız Eğret ile kalsa iyi... Etraf köylere de sık gider oraların insanlarını da iyi tanırmış. Çevresi genişmiş yani... Kil ticaretiyle meşgul olduğu yıllarda daha çok dolaşmış köyleri. Malı bitirene kadar her yeri geziyor... Bir de kil bekleyen müşteriler olduğunu düşünürsen, belli aralıklarla her yere gitmek durumundasın... Geceleri odalarda kalıyor elbette. Nasıl Eğret'te Omarcıkların odada kendisi misafir ağırlıyorsa, onu da aynı hürmetle gittiği köylerde misafir ediyorlar. O dikkatli gözlemlerini oralarda da yapıyor. Gün geçtikçe tanıdıkları çoğalıyor, her yer kendi köyü gibi oluyor. Herkesle samimi, herkesle dost...

    Tabi bir büyük olarak kendince bir itibar da edinmiş buralarda... Vadettiği zamanda kil ihtiyaçlarını karşılaması, güvenilirliği, alışverişte varlığı-darlığı gözetmesi, emanete hıyanet etmemesi, sözünde durması vb. özellikleri bu itibarı sağlamada etkili olmuştur mutlaka...

    Odalardaki ağırlanışına dönelim... Çok hürmet ederlermiş buna... O da sevgi ve samimiyetiyle karşılık verirmiş onlara. Herkesi tanıyor olması, zaten başlıbaşına bir muhabbet göstergesi... Çok şaşırırlarmış bu hususiyetine... İlk defa da görse biriyle hoşbeşten sonra, babasının dedesinin durumunu filan sorunca kalakalırlarmış. Hadi o adamları tanıyorsun da o durumlarından haberdarsın, peki bu delikanlının onun torunu olduğunu nasıl anladın?... 

    Gocahüseyin ilk defa birini gördüğünde onun fiziki özelliklerini belirliyor. Siması, rengi, sesi, duruşu vb. bilgilerini anında kodlayıp, beynindeki bilgisayara o kodları gönderiyor. Daha önce arşive aldığı kişilerin kodlarıyla bunları karşılaştırıyor. Eşleşme tamamlandığında sinyali alıyor ve 'Ha tamam, bu çocuk şunun oğlu olmalı' diyor... Tabi bütün bunlar göz açıp kapayana kadar kısa sürede olan işlemler; kimse dışarıdan fark edemiyor... Dışarıdan bakanlara sadece şaşırmak kalıyor...

    Bazen eğlenceye çevirirlermiş bu durumu oda ahalisi... 'Şu cocuk kim?... Hadi bunu da bil bakalım!...' diye sorar da sorarlarmış... Gocahüseyin ise hiç karavana atmaz, her atışı mutlaka onikiden isabet ettirirmiş...

    Yalnız bir gece... Köyün adını da dedilerdi, ama unuttum... Bir çocuğu sorduklarında hedef şaşmış... 'Aha bunu bilemedin işte!' demişler... Gocahüseyin 'Nasıl olur yav, falancanın oğlu!?!?' diye diretecek olmuş... 'Hayır, bilemedin!' diye kestirip atmışlar... Konu kapanmış... Sohbet, muhabbet gece yarısında millet dağılana kadar devam etmiş...

    Oda sahibi döşşeği serip çıkarken, Gocahüseyin aklını kurcalayıp duran çocuğu sormuş... Adamın cevabı gayet kısa olmuş:

    - 'Günahı boynuna, senin dediğin adamla çocuğun anası hakkında bir dedikodu çıktıydı.'


22 Eylül 2022

Omarcıkoğlu Abdullah

 


    Omarcıkoğlu Mehmet'in Havva Hanımdan olan büyük oğlu Hüseyin çocuklarını ele almayı sürdürüyoruz. Kızlar Ümmügülsüm, Hatiboğlu Mahmut'a varıyor; Molla Osman'ın anası olacak. Ayşe ise Çorcalı Topal Ali'ye varıp Olcaklı Musa Hoca'nın ninesi olacaktır... Büyük oğlu Ali'den Gıralilere varılacak... Mehmet'ten ise Altındiş, Arap, Güdüğizzetlere gidildiğini gördük. 

    Oğulların en en küçüğü Abdullah'a geldik. Büyük dedenin adını almış; bu büyük dede Abdullah, belki de Eğret'e gelen ilk Omarcıkoğlu oluyor... O zaman, 1874 yılında doğan Abdullah, Omarcıkoğlu Abdullah'ın adını taşıyan ilk torunu olur...

    Yahyalardan Mehmet kızı Hatice ile evlendi. Böylece Abdullah; (ikinci eşi itibariyle) Omarcıkların Ahmetçavuş ve Gağşakların Halil (Gocagulak) ile bacanak olacaklardır...

    Abdullah ile Hatice Hanımın altı tane oğlu oldu. Bunların yaş sırasına göre isimleri Hüseyin, Kerim, Osman, İsmail, Feyzullah ve Mehmet'tir...  Bunlardan sonra Omarcıkoğlu Abdullah Cihan Harbinden sonra, Eğret işgali öncesi vefat etti. Karısı Hatice Hanım ise kurtuluştan bir müddet sonra, 1931 yılında vefat etti...

    Çocuklarına dönecek olursak; Kerim ve Osman çocuk yaştayken vefat ettiler. Diğer dördünden Omarcıkların bir kolu günümüze taşınmış olacak... Sırayla gidelim....

    1. Goca Hüseyin

    Altı çocuğun en büyüğüdür, 1901 yılında doğdu. Hüseyin ismi, dedesinin adıdır. Kendisine 'Goca Hüseyin' denmesinin sebebi, yaşça kardeşlerinin büyüğü olması değil; fiziki olarak iri yapılı olmasıdır. Babası Omarcıkoğlu Abdullah kırklı yaşlarda vefat ettiğinde, evin büyüğü olarak mecburen aile reisi oldu...

    Gocahüseyin, Mollahmetlerden Süleyman kızı Azime ile evlendi. Azime Hanım, anası itibariyle de Emiralilere dayanır... Ayrıca bu evlilikle Gocahüseyin, Akbaş Ömer ile de bacanak oldu... Fadime ve Ayşe adında iki kızı ve Ahmet adında bir oğlu dünyaya geldi. Fadime, İdirizlere gelin gitti; doğum sonrası genç yaşta vefat etti. Ayşe, yine İdirizlerden Kekeç Halil eşi oldu, 2002'de vefat etti...

Omarcıkların eski Goca Oda ile Gocahüseyin adeta bütünleşti. 
Hem kardeşlerin büyüğü, hem evin büyüğü idi, oda tütecekse sorumluluğu biri almalıydı; o biri Gocahüseyin oldu. 
Misafir ağırlamayı severdi. Gerçi masraflı oluyordu; lakin bunun kendisine 'bereket' olarak geri döndüğünün de farkındaydı. 
Eğret, ana yol üzerinde bulunduğundan misafir eksik olmazdı. Oda da çoktu, ama misafir kendisine (ve hayvanına) bakılacağından emin olduğu odaya gider... 
Bu yüzden Omarcıkların oda hiç boş kalmazdı... Normal yolcular, yolda kalanlar, çerçiler, tüccarlar... 
Bir gece Odanın misafiri kil tüccarıydı... Deve kervanına yüklediği killeriyle Eğret'te mola vermiş ve Omarcıkların odaya inmişti... Belki de burada ilk konaklaması değildi, Gocahüseyin ile önceden tanışıyorlardı...
 O gece tüccar Gocahüseyin'e kil ticaretini önerdi. Aklına yatan bu teklifle başladığı kil ticaretini tam 18 yıl sürdürdü. 
Gidip nereden alıyorsa alıyor, etraf köyler ve Eğret'te satıyordu. Odada misafir ağırlamaları, kendiliğinden çok geniş bir bölgede hatır sahibi yapmıştı onu. İtibarı, çevresi ve sattığı malın temel ihtiyaç malzemesi olması sebebiyle müşterisi de hazır sayılırdı... 
Onunla birlikte yaptıkları bu işin ileride oğluna lakap olacağını bilemezdi. Oysa asıl 'Kilci' kendisiydi...

    Kilci Gocahüseyinin eşi Azime Hanım 1947 yılında vefat etti. Bu durumda dul olarak 34 yıl daha yaşayan Gocahüseyin de 1971'de vefat etti...

    Kilci
    Gocahüseyinin üç çocuğunun en küçüğü ve tek oğlu Ahmet 1937'de doğdu. Babasıyla kilcilik yaptığı yıllardan hatıra olarak 'Kilci' lakabı kaldı. Bödü Emmisinin büyük kızı Fadime ile evlendi; daha sonra Güdüğizzetin İsmet ve Bükürün Muammer ile bacanak olacaklar... 

    Gocahüseyinin oğlu olarak çevrede zaten saygın bir yeri olan Kilci, babasından sonra da bu saygınlığını korudu. Günün şartları gereği kile ihtiyaç kalmayınca başka meşguliyet alanlarına yöneldi. 1970'li yıllarda Anıtkaya ortalamasına göre büyük çaplı hayvancılık yaptı. Kırda onun malları uzaktan sığır sürüsü gibi görünür, 'Kilcinin Sığır' derlerdi...

    Kilcinin dört oğlu oldu, büyüğüne babasının adı olan Hüseyin ismini koydu. Yine Omarcıklardan Delicaferin kızı Meryem ile evlenen Hüseyin de Şemşilerin Adem Şık ve Naymelerin İbrahim Kırbaç ile bacanak oldular... Hüseyin'in üç çocuğundan Ahmet, Canavarcının Ömer kızıyla; Akif, Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi. Kızı Azime, Canalilerin Mehmet oğlu Ali eşidir. Hüseyin, ailesiyle Anıtkaya'da oturuyor...

    İkinci oğlu Nail'e bu ismi asker arkadaşının hatırasına vermiş. 1964 Doğumlu Nail, Eftetli Havva Hanım ile evlendi. Üç kızları var; Fadime, Olucaklı Niyazi Bülbül; Yasemin,  Mardakların Dişçi Ali oğlu Ahmet Saki; Merve, Çolömerlerin Körsüleyman torunu ile evlendi. Kilcinin Nail de Anıtkaya'da oturuyor... 

    Kilcinin üçüncü oğlu Abdullah, büyük dedesinin adını taşıyor. Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi. Ahmet ve Nurullah adında iki oğlu var. Afyon'da emekli olduktan sonra tekrar Anıtkaya'ya yerleşti, halen köyünde oturuyor...

    En küçük oğlu Rahim... Kilci, Rahim ismini de bir arkadaşından esinlenerek vermiş. Daldalların Gocayörüğün Gümüş (İbrahim Honça) kızı ile evlenen Rahim'in Ahmet Yasin, Elif ve İbrahim Ertuğrul adlarında üç çocuğu bulunuyor. İbrahim, merhum Gümüşün adı... Kilcinin  torunları arasında Ahmet adını taşıyanlar da dedelerinin adını almış oluyor...

    Eski Eğret/Anıtkaya düğünlerinin seyman geleneğinin en önemli figürü olarak Kilci gösteriliyor. Çünkü seyman durmak için başta güçlü fizik gerekliydi, babası Gocahüseyin gibi iri yapılı olan Kilci de bunun için biçilmiş kaftandı... 1996 Yılında vefat etti...


    2. Goca İsmail

    Omarcıkoğlu Abdullah'ın dördüncü oğludur. 1907 yılında doğdu. Garaguzuların Arif kızı Fatma/Fadik ile evlendi ve böylece Veyislerin Deliban (İbrahim Dadak) ile bacanak oldular... Fadik Hanım, Kesgin Mahmut'un da ablası olur... 

    İkisi kız ikisi oğlan, dört çocukları oldu; Kerim, Abdullah, Hatice ve Sultan... Aslında 1930'da doğan bir oğulları iki yaşındayken vefat etti, onun adını  iki yıl sonra doğacak Abdullah'a verdiler...  İsimlendirmelerin hiç biri sebepsiz değil; her birinin geçmişe ait bir dayanağı var. Abdullah ile Hatice ana-babasının adı; Kerim, ölen Abisinin adı; Sultan ise Fadik Hanımın büyük ninesinin adı...

    Bu dört çocuktan sonra Omarcıkoğlu İsmail 1946 yılında vefat etti. Fadik Hanım çocukları yanında olduğu halde, eşi vefat eden Yonuzların Halil'e vardı. Çocukları orada büyüdü ve evlendiler. Kızları Hatice, Garadelilerin Hödükhaliban (Halil İbrahim Kızılyel) eşi; Sultan da Yahyaların İbrahim Diril eşi oldular.  Burada bir hatırlatma lazım; İbrahim Diril'in Yahya Dedesi ile Sultan'ın Hatice Ninesi kardeştir...

    Kerim Sağlam
    Büyük oğlu Kerim 1934 yılında doğdu. Babalığı Yonuzların Halil'in kızı Ayşe ile evlendi. Mehmet Ali adını verdiği oğlu 1955 yılında doğdu. Bundan sonra Kerim İzmir'e göçtü... 

    Oğlu Mehmet Ali İzmir'de Eyüpçetinin İbrahim Hoca kızı Kezban ile evlenerek Etemin Adem ile bacanak oldular... Canan, Ayşe ve Sümeyye adlarında üç kızı İzmir'de yaşıyorlar.... Kerim'in bir oğlu daha oldu, adını Ümit koydu. Anıtkaya dışından evlenen Ümit, Ankara'da yaşıyor... Kerim Sağlam kendisi 2017, eşi Ayşe Hanım 2023 yılında vefat ettiler...

    Kelapdılla
    İsmail'in küçük oğlu Abdullah, 1936 yılında doğdu. Yine Omarcıklardan Azizin Apil Hoca kızı Satı ile evlendi. Böylece, Berber Şükrü Sağlam ve Kemiğin Ali Öter ile bacanak oldular... Zamanla Abdullah 'Omarcıkların Kelapdılla' diye lakaplandı. Dört oğlu oldu...

    1969 Yılı seçimlerine Belediye Başkan Adayı olarak girdi, kazanamadı. Bundan sonra Köyde çok durmadı, İzmir'e taşındı. Dört oğlunun yetişme ve evlenmeleri bu döneme rastlar. 

    1958 Doğumlu büyük oğlu İsmail, Manavların Dodirinin kızı Emine ile evlendi. Emine Hanımın Kesgin Mahmut Dedesi ile İsmail'in Fadik Ninesi kardeş olduğunu unutmayalım... Halil ve Mehmet Ali adında iki oğulları oldu; Halil, 2014'te genç yaşta vefat etti... Mehmet Ali, Ramazan İbili kızı Hamiyet'le evlendi; iki oğlu var... İzmir'de oturuyorlar...

    İkinci oğlu Selahattin Anıtkaya dışından evlendi, Sercan ve Serhat da onun oğullarının adıdır... Onlar da İzmir'de oturuyorlar...

    Diğer oğlu Apil (Abdullah), Amcası Yonuzların Yunus kızı Hacer ile evlendi. Apil'in iki oğlunun isimleri Tuncay ve Abdullah...
    En küçük oğlu Aziz ise Samsunlu bir hanımla evlendi. Abileri gibi Aziz'in de iki oğlu oldu. İsimleri, Muratcan ve Mert Abdullah... Hepsi İzmir'de yaşıyorlar...

    Kelapdılla da İzmir'de yaşıyor; ama yazları Anıtkaya'da geçiriyordu, 2021'de vefat etti...


    3. Kel Feyzullah

    Omarcıkoğlu Abdullah, 1911'de doğan beşinci oğlunun adını Feyzullah koydu. Eğret'te bu isim daha önce duyulmuş değil. Dediklerine göre, Omarcıkların Odada o sırada bulunan bir misafirden esinlenerek böyle isim konulmuş. Bu yüzden Feyzullah'a 'bulduk' da diyorlarmış; zira bu kelimenin Eğret'te kazandığı anlamlardan birisi de bu imiş...

    Aynı adı taşıyan başka kimse bulunmadığı, Eğret'te tek olduğu için ayrıca bir lakaba da gerek yok aslında; ama yine de kendisinden 'Kel Feyzullah' diye söz ediliyor.

    Feyzullah, Omarcıkların Arabeci kızı Ümmühan ile evlendi. Böylece Mardakların Mustafa ve Garapaçaların Bali Mehmet ile bacanak oldular... Annesi itibariyle Osmanköylü olan Ümmühan Hanım ile Feyzullah'ın altısı kız üçü erkek, toplam dokuz çocukları oldu: Hatice, Selime, Raike, Osman, Selver, Azime, İlyas, Abdullah, Fidan... 

    Kızlarının isimlerine bakalım... Büyük kızı Hatice, Feyzullah'ın ana adı... Selime, Mollaosmanın ikinci hanımı adı... Raike, bulduk; yani sülale dışından ilham alınmış... Selver, Amcası Omarcıkoğlu Ali'nin genç yaşta ölen kızının adı... Azime, Gocahüseyinin Hanımı adı... Gülfidan/Gülfadime, Feyzullah'ın Ninesi adı...

    Kelfeyzullah 1992 yılında vefat etti. Eşi Ümmühan Hanım, sekiz yıl sonra 2000'de öldü...

    Büyük kızı Hatice, Haytanın Ali Özdemir eşi; Selime, Körhocanın Mevlüt Varlı eşi; Raike, Terlemezin Şaban Hoca eşi; Fidan, Dendenin Şahin Tüblek eşi oldu. Selver, önce Gobakların Arif Kopan'a, sonra Susuz Köyüne gelin oldu, orada vefat etti. Azime ise henüz çocukken vefat etti...

     Büyük oğluna Osman adını koydu, çünkü bu isim ölen Abisinin adıydı. Osman küçükken geçirdiği menenjit sebebiyle işitme ve konuşma yetisini kaybetti. Bundan sonra 'Feyzullahın Dilsiz' diye anılacaktır. Akörenli Hatice Hanım ile evlendi ve İzmir'e yerleşti. Üç kız bir de oğlu oldu. Kızlar Anıtkaya dışından beylerle evlendiler. Feyzullah adını verdiği oğlu da İzmirli bir hanımla evlendi. Hepsi İzmir'de yaşıyorlar...

    1951 Yılında doğan ortanca oğlunun adını İlyas koymalarının sebebi, Hıdrellezde doğmuş olmasıdır. Terlemezin kızı Halise ile evlendi. Üç kız, iki de oğlu oldu. Kızları Azime Konyalı, Hüsniye Yozgatlı beylerle evlendiler. Ortanca kızı Fadime, Balıkesirli Nevzat ile evlenip Raike halasının kızı Fadime ile elti oldular. İlyas'ın büyük oğlu Beytullah, İhsaniye/Demircili hanımla evlendi; bir kız, bir oğlu var... Küçük oğlu Mehmet de Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi. Samet ve Özge onun çocuklarının adı... İlyas 1998'de vefat etti, çocukları İzmir'de oturuyor...

    ...Ve küçük oğlu, 1956 doğumlu Abdullah, dedesinin adını aldı. Hatiplerin Mollaosmanın torunu Necla ile evlendi. Gece Bekçisi olarak çalıştı ve emekli oldu. Bu yüzden 'Bekçi Abdullah' diye tanınır. İki kızının büyüğü Hacer Eselere, küçüğü Leyla ise Tellilere gelin oldu... Büyük oğlu Feyzullah, Kalecikli Fatma ile evlendi; Necla ve Abdullah adlarında iki çocuğu var... Küçük oğlu Ömer ise Erkmen'den Elif ile evlendi; Gökçen ve İsmail Efe olmak üzere iki çocuk da Ömer'in... Bekçi Abdullah ve çocukları Afyon'da yerleşikler...

    4. Bödü Mehmet

    Omarcıkoğlu Abdullah'ın küçük oğlu, altı kardeşin en küçüğüdür; 1915'te doğdu. Büyük Dedesinin adı olan Mehmet ismi konulmuş. Daha küçükken oyun esnasında 'Keçigızı' diye bilinen Gıralinin Ümmühan Ninesi Mehmet'e 'Bödü' deyiverdi. Bu yakıştırma onun adının önüne geçti ve lakabı Bödü olarak kalakaldı... 

    Gocaguliz (Ali Osman Uysal) kızı Hanife ile evlendi. Bacanakları; Daldalların Gocayörük Mevlüt Honça ve Halit Honça, Tekirgızıların Gambırömerdir... 

    Bödümehmet ile Hanife Hanımın üç kız üç oğlan, altı çocukları oldu. Kızlar; Fadime, Kilci Ahmet Sağlam eşi; Hatice, Güdüğizzetin İsmet Sağlam eşi; Ayşe de Bükürlerin Muammer Ölçer eşi oldular... Oğlanlara gelmeden; Bödü 1994'te, eşi Hanife Hanım 2008'de vefat ettiler...

    1947 Yılında doğan büyük oğluna, önceden vefat eden Abisi Goca İsmail'in adını koydu. Osmanköylü Fatma Hanım ile evlenen İsmail, İzmir'e yerleşti. Fethi ve Göksel adlarında iki oğlu oldu. Anıtkaya dışından evlenen oğullarının ikişer çocuğu var... Bödünün İsmail 2010'da vefat etti; çocukları İzmir'e yerleşikler...

    Ortanca oğluna kendi babasının adını verdi. Abdullah, yine Osmanköy'den Gülşen Hanımla evlendi. Eltisi Fatma Hanım ile Gülşen Hanım teyze çocukları... Abdullah'ın üç oğlu oldu. Büyükleri Mehmet, Afyon'dan Ayşegül Hanım ile evli; Abdullah, Gülşen ve Kerem isimlerinde üç çocuğu var... Ortanca oğlu Ahmet, Ankaralı Emine Hanım ile evlendi; Mert ve Yunus adında iki oğlu var... Küçük oğlu İrfan ise Çolömerlerden Ebru ile evlendi; onun çocukları Burak ile Elif... 

    Bödümehmetin küçük oğlu 1955 yılında doğdu. Ona da genç iken ölen bir başka Abisi olan Kerim adını koydu. Gavasıntopal kızı Fatma Hanım ile evlenen Kerim'in de iki kız iki oğlu oldu. Büyük kızı Hanife, Kekecin Osman'ın Doğan İdis eşi; küçük kızı Kevser ise Körhalillerin Mehmet oğlu Halil Kirkit eşi oldu. (Halil'in babası ile Kevser'in Havva ninesi kardeş... ve Doğan İdis'in ninesi de Omarcıklardan olduğu unutulmasın.)

    Kerim'in büyük oğlu Mehmet, Çolömerlerden Erdoğan kızı Eşe/Ayşe ile evlendi ve böylece Amcaoğlusu İrfan ile bacanak oldular. Mehmet'in Kerim adında bir oğlu ve iki de kızı var... Küçük oğlu Sinan ise Çatalların Çorumlu lakaplı Mustafa Soylu kızı Ümmühan ile evlendi. Nefise adında bir kızı var... Eşi Fatma Hanım 2023'te vefat etti, Kerim çocuklarıyla Anıtkaya'da yaşıyor... 


Bödümehmet ömrünün sonuna kadar koyunculukla iştigal etti. Bu yüzden İblak Dağını mesken tuttu. O dağın her yanını karış karış bildiği, etraf köylülerle Dağın hudutları konusunda tek başına mücadele ettiği hala efsane gibi anlatılır. 
Gedik mevkiinde yaptığı çeşme kendi adıyla anılıyor. Yıllardır çeşme yanındaki düzlük mesire yeri olarak kullanılıyor, hatta bir ara 'Bödü Tesisleri' diye anılıyordu. 
Çeşmenin berisine, damadı ve yeğeni Kilci ile kızı Fadime adına ikinci bir çeşme daha yapılmış... Yaz kış demeden, az veya çok ikisi de şırıldayıp duruyor...

    Bugün Anıtkaya'daki bütün Abdullah Sağlam'lar, Omarcıkoğlu Abdullah'ı hatırlatmalıdır... Ve onun da büyük dedesi olan en dipteki, belki de Eğret'teki ilk Omarcıkoğlunu...


17 Eylül 2022

Çay Otu

 

    Aslında ben dağ çayı olarak kekikten başkasını tanımam. Ihlamur, adaçayı ve bilumum çiçek çayları onun yanında solda sıfırdır. Hele bir de İblak kekiği olursa... Böyle düşünmeme gerekçe çok ve bunları yeteri kadar anlatmışımdır...

    Kekik baştacım olsa da diğer çaylara fırsat tanınmasından yanayım. Mesela ben kekiğe medhiyeler düzdüğüm sırada biri dedi; 
-'Bizim Dağ'da bir çay otu var, görsen fikrin değişir.' 
- 'Görelim o zaman' dedim...

    Orada sözleştik. Ağustosun sonunda çiçekleri en canlı ve etkili halini alıyormuş. Tam hasat vaktinde koparıp deneyecektik... Planladığımız gibi olmadı, bir hafta kadar sonra gidebildik... Çok da geç değilmiş, oldukça güzel görünüyorlardı...

    Eski çobanlar 'çay otu' diyormuş buna ve o vakitler çok bilinirmiş. Gösterişli çiçeklerinden dolayı ben olsam 'çay çiçeği' derdim. Bu çiçekleri tarif etmek için en uygun benzetme yulaf olurdu herhalde... Açık mor renkli yulaf düşünün...

    Biçim ve arzettiği görüntüyü biraz daha anlatayım. Birisi top top hali ve çiçeklerinin rengi sebebiyle 'efek gibi' dedi. Bence efekte baskın renk, yapraklarından dolayı yeşildir, çiçeği az olur efeğin... Oysa çay otunda hakim renk mor, yeşili hiç kalmamış gibi... Bana göre bunlar Isparta taraflarında çok ekilen lavantaya benziyor. 

    Hasat vakti olduğu için çiçek sapları sertleşmiş, koparırken öyle kolay kırılıyor ki kuru sanırsın. Bu arada hiç kokmadıklarını fark edince, 
    -'Yav seninkiler de türüm türüm tütüyor maşallah' diye takıldım. Öyle demeseymişim iyiymiş...
    - 'Hele iki çiçeği ez bakalım, noluyor.' dedi. Dediğini yaptım... Ortalığı öyle bir koku aldı, bilmem ki nasıl anlatsam... İğde kadar baygın, lavanta gibi etkin; gül gibi yumuşak, nane kadar keskin... Her bir çiçekten bir dımık ödünç esans alıp kendince harika bir rayiha çıkarmış... O derece yani..

    Bir tutam alacaktım, bir de baktım kucağım dolmuş. Bir daha bulamayız bunları diye ha babam de babam yolmuşuz. Her yerde çıkmıyormuş çay otu. Dağın yükseklerini severmiş, ama her tarafta değil; Almalı, Kirazlık ile Çatkuyu ve Çatalçeşme yüzünde açarmış. Çokyıllık bir bitki olduğu için ertesi yıl aynı yerden yine fışkırıyor. Amarsızlığımız boşuna yani, yerini öğrendik seneye yine alabiliriz..

    Arada güme gitmesin, çay otu özel bir bitki; tekrarlamak gerekirse... Bizim Dağın nadir yerlerinde görülüyor, yani endemik... Hasat vakti Ağustos sonu, o zamanı kollamalı... Koku sunma konusunda kıskanç bir çiçek, parmaklar arasında da olsa işkence görmeden kimseye zırnık koklatmıyor... Çokyıllık, adres değiştirmiyor, hangi yıl gitsen aynı yerde bulursun... 

    Kılavuzumuz bize çay otunu böyle anlatırken fotoğrafını da çekmiştim. O fotoğrafla internette biraz araştırdım. Aklımda kalanlar;
- Funda... Dağ Çayı da denir.
- Akdeniz İkliminde yetişir.
- Son yıllarda kültür bitkisi olarak da yetiştirilmektedir.
- Yaprakları ve çiçeklerinden yapılan çay bütün rahatsızlık ve hastalıklara iyi gelir.... (Aynen böyle; o hastalıklar tek tek sıralanamayacak kadar çok yazılmış.)

    Meğer bizim eskilerin çay otu dedikleri funda imiş. Bu ismi de duyardık; ama ne olduğunu bilmezdik. Aslı varsa, bu çay otu her derdin devası... İyi de Akdeniz İklimi nere, İblak Dağı nere!.. 

    Acaba Bizim Dağda bilmediğimiz, bilip de farkında olmadığımız daha ne hazineler var?..

    Çay hususunda kekik ile başa çıkamasa da ıhlamurla yarışırmış. İddia, önce kekiğe kafa tutacağı yönündeydi, şimdi oklar ıhlamura döndü. İçmeden bir şey diyemeyeceğim, kuruması için bir saçak altına bağlamıştım, orada öylece duruyor. Gölgede kurutulmuş çiçeklerini demliyormuşsun... Anlatıldığı kadar güzel mi çayı, içtikten sonra bakacağız...



16 Eylül 2022

Hakkılar

     
    Delinorilerin atası Hasan Afyon'a göçünce, maceraları da Afyon'a taşınmış oldu. Yaklaşık 40-50 yıllık bir dönem orada geçecek.

    Bu dönemde kendilerine her ne deniliyorsa, sülale evlilikler yoluyla Afyon ile sağlam bir bağ kurdu. Evin büyük oğlu Hasan'da bu bağ, hissedilir derecede belirgindi. Onun çocuklarının oluşturduğu Delinorilerin neredeyse bir ayağı hep Afyon'da idi.

    Küçük oğul Hakkı'nın durumu ise daha değişikti. Afyon'a yerleşmeden kaynaklı bağlantılar onun için de geçerli idi; ama Eğret ile bağını tamamen kesme taraftarı olmadığından, Hakkı Afyon'daki bir Eğretli gibi durdu. Oysa Eğret'e döndükten sonra Delinoriler, Eğret'teki bir Afyonlu gibiydiler.

    Bütün bunlara rağmen Hakkı'nın köyüne dönüşü, Abisinden çok sonradır. Bunun çok çeşitli sebepleri olabilir. Onun macerasını izlerken hem bu sebepleri hem de Hakkılar diye yeni bir sülale doğuşunu göreceğiz...

    Baştan söylemek lazım, Hakkıların belgelerden takibi Delinorilere göre daha meşakkatli. Baştan kayıt tutulmadığı bir dönemde Afyon'a yerleşiliyor, bunu ancak sözlü kaynaklardan tespit edebiliyoruz. 20. Yüzyıl başlarında nüfus sayım kayıtları güncellendiği sırada Delinoriler Eğret'e geri dönüyorken, Hakkı ve çocukları hemen Cihan Harbi başlarında gelecekler. Dolayısıyla Eğret Nüfus Kütüğünde görünmüyorlar, Afyon'a kayıtlılar. Afyon defterlerine hakim olamadığımız için o tarafın cahiliyiz. Sadece tanıklıklardan derlediğimiz bilgilerle ilerleyebileceğiz.

    Hasan'ın küçük oğlu Hakkı, Daldallardan Bekiralilerin kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanımı tam olarak anlaşılması açısından netleştirelim; Buydeyci Gadir ile Göden Mehmet'in halası olur... Bu sırada Afyon'dalardı ve Ayşe Hanım Afyon'a gelin gitmiş oldu...  

    Karısı Ayşe'nin doğum tarihi 1886 olmasından yola çıkarak, Hakkı'nın da ona yakın dönemde doğduğu söylenebilir. Garip olan şu ki; Abisi Hasan Afyon'dan evli olduğu halde çoktan Eğret'e dönmüş, Hakkı'ya ne oluyor da Eğret'ten evlenmesine rağmen Afyon'da kalmaya devam ediyor... Acaba işleri iyi miydi?.. İşlerini bilmiyoruz; ama torunlarının ifadesine göre, durumları gayet iyiydi... Ev, bağ bahçe, hayvan... Ortalama bir aile için gerekli olabilecek her şeye sahiptiler... Bu yüzden Eğret'e gitmeyi düşünmediler.

    Ayrıca Afyon'da kendilerini hazır bir sosyal çevrede bulmuşlardı. Çünkü daha önceden Eğret'ten oraya taşınmış Fasfaslar ile akrabalık kurmuşlar. (Bu akrabalık sayesinde Hakkıların Eğret'teki Fasfasların bazı tarlalarına varis oldukları rivayetler arasında.) Yani neredeyse yarı Afyonlu olmuşlardı.

    Hakkı ile Ayşe Hanım'ın iki oğlu dünyaya geldi. Büyük oğluna Kadir, küçüğüne Ahmet ismini verdiler.  Bu iki oğlandan sonra, 1913 yılında Fadime dünyaya geldi. Tabi bu yıllara gelene kadar devran döndü, Osmanlı harp sarmalının içine girdi. Genel ekonomiyle birlikte insanların düzeni de dağıldı. 

    1914 yılında Cihan Harbi ile seferberlik ilan edilince, Hakkı askere çağrıldı. İşte o zamana kadar hiç düşünmediklerini yapıp, eşi ve çocuklarını Eğret'e götürdü. Orada hiç olmazsa eş dostları vardı, daha güvende olurlardı... (Eğret'e gelişlerinin 1913 yılına rastladığına yönelik bir söylenti de var.)

    Eşi Ayşe ve üç çocuğu Eğret'e yerleştiler; fakat Hakkı bir daha köyünü göremedi. Askere gideli bir yıl bile olmadan, Çanakkale'den şehadet haberi geldi: 2. Kolordu, 12. Alay, 3. Tabur. 11. Bölük Piyade Eri Hasan oğlu Hakkı, 4 Haziran 1915 günü Arıburnu Muharebesinde şehit oldu...

    Şehit olan Hakkı'ya istinaden, bundan sonra üç yetim ve onların çocuklarına 'Hakkılar' denilecektir. Ayşe Hanım kocasının vefatından sonra yarım asra yakın çocuklarının başında durdu ve 1963'te vefat etti... 

    Üç çocuğunun en küçüğü Hakkıların Fadime, Guycuların Abdurrahman ile kısa süreli bir evliliğinin ardından, bir oğluyla dul kalan Hacariflerin Körhoca (İbrahim Varlı)nın eşi oldu ve 1994 yılında vefat etti...

    Hakkıların Kadir

    Büyük oğlu Kadir'i, Amcalardan Haytanın kardeşi Zehra ile everdiler. Böylece Kadir; Arapların Hüseyin (Hilmi Tok babası), Mardakların Hasan (Hatcamehmet babası) ve Faddiklerin İbrahim (Güçcükhalil babası) ile bacanak oldular.

    Zehra Hanım ile Kadir'in bir oğlu olunca, babası şehit Hakkı'nın adını verdiler. Bir süre sonra Zehra Hanım 1932'de vefat etti. Hakkıların Kadir, ikinci olarak Sakaların Havva ile evlendi. Havva Hanım da Kelbekirin ablası olur. Bu evlilik yoluyla Hacıahmetlerin Sarışükrü ile bacanak oldular... 

    Kadir'in ikinci eşi Havva Hanım'dan bir oğlu ve üç kızı oldu. İsimleri; Süleyman, Mükerreme, Dudu ve Zehra'dır... Havva Hanım 1963 yılında vefat etti. Bundan Sonra Hakkıların Kadir uzun süre daha yaşadı ve 1986'da seksen yaşındayken vefat etti... 

    Kızları Dudu, Çulluların Mustafa Azbay eşi; Mükerreme/Müker de Sağırların Kelapdılla oğulluğu İbrahim Sancak eşi oldu. 1946 Doğumlu küçük kızı Zehra, ayaklarından engelliydi, gelin olmadan 1961'de vefat etti. 

    Hakkıların Hakkı
    Önce ilk eşi Zehra Hanımdan büyük oğlu Hakkı'ya gelelim. 1931 Yılında doğdu... 'Hakkıların Hakkı' derlerdi... Göden Mehmet (Dayı)nın kızı Emine ile evlendi. Emine'nin Süleyman Dedesi ile, Hakkı'nın Ayşe Ninesi kardeş oluyorlar... Kezban, Zehra, Gönül ve Elveda olmak üzere üç kızları ve Enver adında bir oğulları oldu. Gönül dört yaşındayken öldü... Kezban, Paşanın Ömer Yaman eşi; Zehra, Buydeyci Gadirin Hasan Dadak eşi oldu. Küçük kızı Elveda ise Afyon'a gelin gitti. Oğulları Enver, Afyon'dan evlendi ve halen oraya yerleşik...

Hakkıların Hakkı, çeşitli dönem ve yerlerde kahvecilik yaptı. İlk zamanlarda evinin bir odasında bakkal dükkanı açtı. Bir süre gurtlugucak filan topladı. Hasılı kendince çeşitli işlerle meşgul oldu. Sigaraya bağlı gırtlak rahatsızlığı sebebiyle hayatının son yirmi yılını sessizce yaşadı. 2009 Yılında vefat etti, eşi Emine Hanım ise on yıl sonra 2019'da öldü...

    Kahveci Süleyman
    Hakkıların Kadir'in Havva Hanım'dan plan oğlunun adı Süleyman'dır, 1939'da doğsu... O doğduğunda Ayşe Nine hayattaydı. Torununa Eğret'e kendisine gözkulak olan Abisinin adının verilmesinde etkili olduğu düşünülüyor. Yani ilerinin Kahveci Süleymanı ile Bakkal Süleymanı aynı kişinin adını almış oluyorlar...

    Kahveci Süleyman, Patlakların İsmail kızı Selime ile evlendi, Urganlının Mehmet Emin ve Şeherlioğlunun Ahmet ile  ile bacanak olacaklar... Onların çocukları ise Kadir, Metin ve Günaydın olmak üzere üç oğlandır. Kahveci Süleyman 2000, eşi Selime Hanım ise 2007 yılında vefat ettiler...

    Büyük oğlu Kadir'in, baba mesleği kahvecilikti. Küçüklüğünden itibaren haşır neşir olduğu bu işten kopmadı. O da babası gibi 'Kahveci Kadir' diye bilindi. Körhocanın Azam kızı Rüştiye ile evlendi. Rüştiye'nin Fadime Ninesi ile Kadir'in Kadir Dedesi kardeş olduklarını unutmayalım. Kerime ve Selime adlarında iki kızları oldu, bunlar annelerinin adı oluyor. Kerime, Körüslerden Şenol Kök; Selime, Yetimlerden Aydemir Azbay eşi oldular... Kahveci Kadir 2017 yılında vefat etti...

    Ortanca oğlu Metin, ileşberlik ve hayvancılığa yöneldi. Olucak'tan Ayşe Hanım ile evlendi, dört kızları oldu... Şerife, Olucaklı teyzesi torununa; Havva, Hassönlerin Ali oğlu Beytullah Omak'a; Medine, Urganlılardan İbrahim Öncül'e; Selime ise Dandırlı Recep Usta oğlu Arif'e verildi... Metin de 2022'de vefat etti...

    Küçük oğlu Günaydın ise Tekirgızılardan Osman kızı Fatma ile evlendi. Onun bacanakları İdirizlerin Ramazan ve Arzıların Cengiz idi... Günaydın ile Fatma'nın iki kızı var: Selime ve Sabanur, Afyon'da oturuyorlar...

    Kahveci Süleyman, uzun yıllar kahvecilik yaptı. Sonra bir dönem minibüs alıp Afyon'da dolmuşçuluğu denedi. Sabah şehre giderken ve akşam köye dönerken de minibüsçülüğe devam ediyordu. Böyle bir aracı olunca, Hakkılar sülalesinin Erkmen'deki bahçeleriyle ilgilenme imkanı doğdu. En azından yılda iki üç kez gidip gelinince bahçeye sahip çıkılmış oldu. Geçirdiği bir trafik kazası sonucu minibüsü, dolmuşçuluğu ve şoförlüğü tamamen bırakmak zorunda kalınca o bahçe de tekrar ilgisizliğe terkedildi. Bir ara oğlu Metin, bir kaç kez sürdüyse de Delinoriler ve Hakkıların bahçesi şimdilerde neredeyse unutulmuş durumda...

    Patırlar

    Hakkı'nın küçük oğlu Ahmet 1908 yılında doğdu... Konuşurken sesleri tam çıkaramadığı, dilinde pelteklik olduğu için 'Patır' lakabı takılmış; bu yüzden ailesine de 'Patırlar' denilecektir.

    Patır Ahmet, Osmanköylü İsmihan Hanım ile evlendi. İri ve güçlü fiziği sebebiyle kendisine 'Hörküle' (Kadın Herkül) lakabı verilen İsmihan Hanımın soyu bir ucuyla Karacahmet, bir ucuyla Hacıbeyli'ye kadar uzanıyor.

    O gün için zahirecilik yapan Çakırların dükkandan dene tutulurken, demirliyle buğday taşıyan bir ihtiyar görenler Patır Dayıyı tanımışlar demektir... Kendine has bir tarzı vardı,  döktüğü her demir sonrası zihninin neresinde olduğu belirsiz numaratör atar, bu sayede ne kadar taşıdığını şaşmaz bir matematikle hesap edebilirdi. Bunun için karmaşık işlemler yapmasına gerek yoktu; onun tarzı, kafasındaki sayıyı belli aralıklarla patır ağzıyla tekrar etmekten ibaretti. Arada birilerine laf anlatmak zorunda kalsa bile aklındaki sayıyı tekrarlamayı bırakmazdı. 'Gırkyediii... Gırkyediii... Gırkyediii... Gırksekiiiz...'

    Patırın altısı erkek, biri kız toplam yedi çocuğu oldu. Tek kızına annesinin adı olan Ayşe ismini verdi. Dört abisinden sonra arada doğan Ayşe, Ayvazın Veysel Uysal eşi olacaktır. Ayşe'nin anası İsmihan Hanımın bir ucuyla Hacıbeylili olduğunu söylemiştik; Veysel'in babası Dellal/Ayvaz da Hacıbeylili... Dolayısıyla aradaki akrabalığın bu evlilikte etkili olduğu söyleniyor.

    Oğlanların en büyüğü, daha bebekken vefat etti, kötü nazardan öldüğü ifade edilen bu çocuğun adı büyük ihtimal Hakkı idi... 1945'te doğan sonraki oğlunun adını Hasan koydu. Bu, Patırın dedesi adıydı. Osmanköy'den Fadime ile evlendi. Fadime de İsmihan Hanım'ın yakınlarından. Ahmet ve Mehmet adında iki oğulları oldu. 1979 Yılında bir trafik kazasında karı koca ikisi de vefat etti. İki yetimin bakımı artık Bekir Amcalarına ait olacak... Patır dedesinin adını alan Ahmet, Sinanpaşalı bir hanımla evlendi; Hasan ve Fatmanur adında iki çocuğu var... Küçük kardeşi Mehmet, sürdüremediği iki evlilik yaptı; onun da bir kız bir oğlu var.

    Patırın diğer oğlu Bekir 1950 yılında doğdu. O da Osmanköy'den bir başka Fadime ile evlendi. Uzun yıllar Afyon'da Bakkaliyede çalıştı. Süleyman ve Filiz adlarında bir kız bir oğlu var. Kızı Filiz İstanbul'a gelin gitti. Oğlu Süleyman, Buydeycigadirin Hasan kızı İsmihan ile evlendi, üç kızı var... Bekir ve çocukları emeklilik sonrası İstanbul'a yerleştiler. 

    Doğan
    Veli, Patırın dördüncü oğlu... Büyük ninelerden birinin baba adının Veli olma ihtimali var; ancak bunun isim olarak yansımasına Delinorilerde de rastlanmıyor. Patırın Veli, adının; büyük dedelerden alim, fazıl, mübarek bir zatın isminden geldiğini babasından duymuş... 

    Kendisine 'Doğan' lakabı takılmasına sebep olarak futbol tutkusu gösteriliyor. Bir zamanlar Eskişehirspor taraftarıymış. Takımın meşhur kalecisi Doğan'a benzetmişler ve bu yakıştırma tutunca onun lakabı olmuş.... İçindeki futbol tutkusu hiç eksilmemiş; Afyon'daki stad şehir dışına çıkarılana kadar amatör maçları bile takip etmiş... 

    Doğanın gemleyemediği bir diğer tutkusu da kuşlar... Amcaoğlusu Kahveci Süleyman ile birlikte filizlenen güvercin merakını, Afyon'da da sürdürmüş. Şimdi eşi Gebecelerli Şerife Hanımla birlikte yaşadığı evinde kuş yuvaları hala duruyor...

    Doğanın küçüğünün adı Hüseyin... Köydeyken 'Asdırot' derlerdi. Ay'a yolculuk zamanlarında ilk defa duyulan 'astronot' sözcüğünden çevirme bir lakap... Dilini çıkarıp abanarak çektiği pisburun şutlarıyla meşhurdu... Afyon'a taşınınca Gebecelerli Fadime Hanım ile evlendi. Abisi Hasan'ın adını koyduğu oğlu küçük yaşta vefat etti. Özlem ve Büşra adında iki kızı var...

    Patır, en küçük oğluna İsmail adını verdi. Hasan ve Bekir Abisi ile birlikte daha küçükken Afyon'a gidip orada çalışmaya başladı. Kalecikli Sultan Hanımla evlendi. Hatice ve Adem adında iki çocukları oldu. Hatice Takgasların Murat Öncül eşidir... Adem ise İsmailköylü bir hanımla evlendi, Afyon'a yerleşikler... İsmail'in eşi Sultan Hanım 2015 yılında vefat etmişti, kendisi de 2023'te öldü...

    Hakkıların Patırdayı 1978 yılında vefat etti; eşi Osmanköylü Hörküle İsmihan Hanım ise 1990'da öldü...

    ***

    Bitirirken, Delinoriler ve Hakkılarla yakından ilgisi olduğu bildirilen Fasfasoğlu hakkında bir iki hususu belirtmek gerekiyor. Anlatılanlara göre Fasfasoğlu diye bilinen kişi, 1950'li yıllarda Eğret'e sık geliyor. Yılda en az bir kere harman sonu geliyor ve yanında çuvallarla getirdiği meyveleri dağıtıyor. Araplı Çayı kenarında bahçesi, az ötede değirmeni, Erkmen'de bağları ve Afyon'da mülkleri var... Eğret'e geldiğinde Hakkıların Hakkı eşi Ayşe Nineye ve Delinorilerden Gulaksız Mehmet'e mutlaka uğruyor... Eğret Çayı kenarındaki İncemehmetin fidanlık ile Hakkıların çayırlar hep Fasfasın tarla olarak bilinirmiş... Erkmen karşılarındaki Kadaifçioğlu Petrola eskiden Fasfasın Petrol derlermiş; rivayete göre Hakkıların Hakkı Dede varisleri, 1940-50'lerde Erkmen'deki bir bağ evi ile o petrolün yerini bir arada satmışlar... Fasfasoğlu hakkındaki bu parça parça bilgiler nasıl birleştirilir bilmiyorum. Eğret-Araplı-Erkmen-Afyon hattında arazi, işletme ve mülklerinin bulunması; Delinorilerle Hakkıların Afyon-Erkmen bağlantıları; Eğret'teki Fasfasın tarlalara bu iki sülalenin varis olması gibi noktalar, Fasfasoğlu ile akraba olunduğu izlenimi veriyor... Bu durum belki Gulaksızın (Mehmet Argunşah) ev ile Kahvecinin (Süleyman Yırgal) evin kaynağı hususunda bir fikir verebilir...

    ***

    Büyük kardeş Hasan çocukları Eğret'te Delinoriler sülalesini oluşturmuştu. Onun küçüğü Hakkı Eğret'e Abisinden çok sonra döndü ve Çanakkale'de şehit oldu. Hakkının çocuklarına ise Hakkılar dediler... 

    Hakkılar, 1934 Soyadı Kanunu uygulamasında İSKAÇ soyadını aldılar. Öztürkçe isimler seçilecek diye baskı yapılan bu uygulamada millet böyle saçma sapan kelimeleri soy ismi diye almak zorunda kaldı. Sonradan bunları değiştirme fırsatı verildi; ama yeni alınan soyadı da eskisinden farklı olmadı: YIRGAL... 

    Bununla beraber 'Yırgal' soyadının büsbütün anlamsız olduğu da düşünülemez. Afyon'daki 'Ilgarlar' (Soyadları Ilgar) ile akraba olduklarına dair kuvvetli bir rivayet var. Eğer bu rivayet teyit edilirse; o günün Nüfus Memurunun lakaytlığı sonucu 'Ilgar' yerine 'Yırgal' yazıldığı düşünülmelidir.