Yahya Kemal'e atfedilir şu söz: "İstanbul'un nüfusu 100 milyon, zira biz ölülerimizle birlikte yaşıyoruz." O yıllarda Türkiye'nin toplam nüfusu 15 milyon civarı. Osmanlı şehirciliğinde kabristanlar hep şehir içinde bulunuyor. İstanbul da öyle tabi. Bir de buna her cami ve tekkelerin hazirelerindeki kabirler eklenince Yahya Kemal'i haklı çıkaracak bir durum oluşuyor.
Peki bunun Eğret'le Anıtkaya ile ne alakası var? Ne İstanbul'u, ne milyonu? diyecekler çıkabilir. Haklıdırlar da. Belki yanlış bir kıyaslama oldu bu; ama Anıtkaya'nın eski kabristanının konumu beni böyle düşünmeye sevketti. Koca bir kayanın üzerine oturmuş görünümü veren Eğret'in tam ortasında kocaman bir yeşil alan, Çay'ın arasından veya Gatçayır'dan girişte herkesin dikkatini çeker.
Eskiden köy dışındaymış da zamanla köyün içinde kalmış değildir. Mezerlik, daha köyün kuruluşunda oraya sabitlenmiş gibidir. Zira Eğret ile bir yaşta olan Han ve onun kardeşi Cuma Camisi ile bitişiktir. Kısa süre öncesine kadar musalla taşı cami ile kabristan arasında, kabir kapısının hemen önündeydi.
Eski asvatdan geçenler, Eğret pazarının kalabalığı, mezerböğrü tarafının gelip geçenleri için ölümü hatırlatan duruşunu hiç saklamamıştır. Bununla beraber gelmiş geçmişlerine bir nefeslik hediye sunma fırsatını da vermiştir. Böylelikle Eğretli hem sevdiklerine masrafsız bir hediye vermenin keyfini sürmüş hem de kısa yoldan sevap kazanmış olmanın huzurunu yakalamıştır. Bağımlılık yapan bu huzurun etkisiyle bazılarını, yolunu değiştirip mezar duvarından fatiha okurken görebilirsin.
Vakit namazlarını Cuma Camisinde kılanları, camiden çıkışta musalla alanında, küçük duvara yanaşmış vaziyette, eller açık dudaklar kıpır kıpır görürsün. Bu da Eğret'te vazgeçilmez ritüellerden biridir. Anladın sen, elbette geçmişlerine ve ehl-i kubura fatiha gönderiyorlar.
Kandil ve arefe günlerinin ikindilerinde ise yalnız Cuma Camisinin değil; Goca Caminin, Yeşil Caminin, Yeni Caminin, sonradan Fatih Caminin cemaati de Mezarlığa akın eder. Musalla kapısından girenler ilk anda kısa süreli bir izdiham yaşar, zira aynı anda ziyaretini bitirip çıkanlarla aynı yerde karşılaşır. Gığıl gığıl kayalar ve üzerlik otları arasından Mezerböğrünü tırmanıp gaştan atlayanlar da az değildir. Kapıya varmaya göre daha kısa bir yol tabi. Eski bir mezarlık, yol yok yolak yok. Belli belirsiz patikalardan, adam boyu otlar arasında ayak yordamıyla ilerleyip hedefindeki kabirlere ulaşanlar oturup duasını ettikten sonra, en kısa çıkış yolundan mezarlığı terkeder ve kandil kokusu sinmiş sokaklara karışırlar.
Eğret kadar yaşlı bu mezarlığın ot kökleri de bir o kadar eski gibidir. Hemen hemen her yıl yaz aylarında kazara veya bilinçli çıkarılan yangınlarla yanmasına rağmen seneye yine aynı şekilde otlanır. Bu ot kökleri mi daha yaşlı yoksa mezar taşları mı bilemezsin. Mezar taşı dediysem, Eğret'te isim yazılı mezar taşı pek bulunmaz. Tarladan çıkarılan iri, uzun taşlar getirilip mezar başına dikilebilir. Bunların çoğu doğal olarak güzelleşmiş delikli dokulu taşlardır. Bazıları da Ayazin taşı denilen gabadaşdan yontulmuştur ve nispeten daha düzgün görünümlüdür. Kime ait olduğu anlaşılamayan birkaç lahit görünümlü mezarın diğerlerinden farkını anlamamak imkansızdır. 28 Ağustos 1922 gününün Eğret Baskını şehitlerinden bazılarının buraya defnedildiğine dair bir söylenti var; ama bunu doğrulayacak mezarlar gösterilemiyor. Neredeyse Eğretli olmuş cingenlerin mezarları belli ama o şehitlerin mezarları şunlardır denemiyor. Herhalde bu sadece bir rivayet.
Eğret Eğret olmadan önce, yani Türkler daha gelmeden Anadolu'nun bütün bölgelerinde olduğu gibi buralarda da çeşitli medeniyetler hüküm sürmüş. Haliyle o ilk kültürlerin kalıntılarına da zaman zaman yapılan inşaat amaçlı kazılarda rastlanabiliyor. Konumuz bu değil ama; eski mezarlıktaki mezar taşlarının bazılarının mermer sütun olduğunu görürsün. İşte bunlar o kadim medeniyet izleridir ve Eğretli zamanında mezar taşı olarak görmek istemiş ve yakınının mezarı başına dikmiştir.
Gel zaman git zaman bu eski mezarlığın yetersizliği meydana çıktı. Plansız bir mezarlık çünkü. Elle yapılan mezar kazmalar esnasında ortaya çıkan kemikler bir yere yığılır, cenaze defninden sonra onlar da ayrıca gömülürdü. Oysa kazarken oranın mezar olduğuna dair hiç bir işaret görülmezdi. Her kazıda mutlaka iskelet parçalarına rastlanırdı. Öyle ki artık ölülerin üst üste gömüldüğü kesinlik kazanmış oldu. Bundan otuz yıl önce yapılan şimdiki mezarlığın açılışıyla köyün ortasındaki eski mezarlık kullanımdan çıkmış oldu. Ama yenisiyle birlikte buraya da kabir ziyaretleri devam etmektedir.
Köhnemiş gaşları zaman zaman bölgesel olarak yıkılınca bir hayırsever tarafından tamir edilirdi. Soz zamanlarında bu yıkıntılar belediye imkanları ve öncülüğünde giderildi. Eski de olsa insanların hafızasında kabristan olarak yaşamını devam ettiriyor kabristan. Bir yakınını oraya teslim etmiş Eğretlilerin tamamı bu dünyadan göçmeden bu saygınlığını kaybetmeyecek. Pazaryeri genişletme çalışmaları esnasında Delifişek (Cengiz Öztürk) kepçeyle bir mezarın açılmasına neden olmuş. Yıllar önce vefat eden Gızılgız (Kezban Eşiyok) mezarında kefenin çürümemiş bembeyaz halde görününce halkın içi cızlamış. Mevtanın yakınlarından biri orada olsaydı problem çıkardı. Bu yüzden dış duvarı bile yıkılsa mezarlığın hemen tamiri beklentisi var.
Sanırım başlığın konu ile bağlantısı kurulmuş oldu. Köyün ortasındaki bu büyük mezarlık yüzyıllar boyunca doldu taştı. Herbir karışına belki defalarca defin yapıldı. Nüfus problemi Yaşayan Anıtkaya'da sayıma eski mezarlıktaki hane halkı verileri de eklense bu rakam bulunmaz mı, ne dersiniz?