Asırlık Eğret Pazarının kurulduğu yere, halk arasındaki adıyla Bazaryerine bugünün fotoğrafıyla bakıp 40-50 yıl önce yaşananları yad etmeye çalışacağım.
Pazaryerine tamamen beton dökülmesi sanırım yetmişli yılların başındaydı. Kuran Kursundan başlayıp Tekke Önüne ve Pazar yerine kadar uzanan iki sokakla beraber pazaryeri elli yıldır tozdan çamurdan uzak, betonla kaplı. Öyle olunca Cumartesi haricinde haftanın diğer günlerinde de halkın hizmetinde oluyordu. Toz bulunmadığından her türlü sergi burada serilir. Bulgur, göce, tarhana, ayçiçeği gibi güneş ışığında kurutulması gereken her şeyin serilmesi durumunun adıdır sergi. Cumartesi günleri dışında önce gelen burada sergisini serer. Ayrıca çocukların sert zeminde oynanması gereken oyunları için de burası biçilmiş kaftandır. Bunu deyince aklıma fıtçı döndürmek geldi. Bir zamanlar fıtçısını değneğini alan çocuk buraya gelirdi.
Pazaryerinin yeri Kuzeyden Güneye uzayan köy yerleşimi için stratejik bir noktada diyebiliriz. Cumhuriyet ve Zafer Mahallelerini birbirinden ayıran Galip Bey Cadddesi’nin (18) hemen kenarındadır. Buñar tarafından gelen ve Alagır’dan gelecek olan için hemen hemen köyün ortasında sayılır. Güneyde tarihi mezarlığa yaslanmıştır.
Pazarcı esnafının ve çevre köylerden gelen vatandaşların ihtiyacını karşılamak üzere Batı ucundaki Cuma Camii’nin yanında (1) bir meydan tuvaleti ve duvarında bir çeşme vardır. Köydeki iki meydan tuvaletinden diğeri ise Goca Cami’nin altında, Tekke’nin karşısındaki köşededir. Henüz köyde kanalizasyon sistemi kurulmamışken bu tuvaletler ve pazaryerindeki yağmur sularıyla diğer atık suları için kısmi kanalizasyon kurulmuştur. Böylelikle pazaryerinde iki tane (19)(20)mazgal konulmuştur. Sürekli sulanan balıkların suyu kolayca aksın diye balıkçılar hep ilk mazgalın (19) kenarına tablalarını koyardı.
KAPALI PAZAR VE YEMENİCİLER
Pazaryeri bir seki gibi biraz daha yüksekçe olduğundan kuzey yönünden giriş için iki merdiven yapılmıştı. İlk merdiven çıkışı (17) birbuçuk metre, ikinci çıkış ise (16) iki metre kadar yükseklikteydi. Halbuki Doğu yönünden, yani Kuran Kursu tarafından gelişte ciddi bir iniş söz konusuydu. Bu aslında köy yerleşiminin ne kadar yüksek olduğunu da gösterir. Konuya dönecek olursak, iki merdiven çıkışı arasında kalan yaklaşık 50 metrelik alan sundurma şeklinde üzeri kapatılarak bölümlere ayrılmıştı. Üzeri çanakla örtülen bu kısımda ayakkabıcılar ve elbiseciler bulunur, yağmur ve güneşten olumsuz etkilenecek ürünler satan diğer esnaf da burada bulunabilirdi. İlk bölümde her zaman tuhaf şapkasıyla Ayakkabıcı Şeref(Şeref Kundura)yı hatırlıyorum. Yine bir başka kapalı alan buranın tam karşısına, mezarlığa bitişik olarak yapılmıştı. Yaklaşık 70 metre kadar olan bu kapalı bölümün bir ucu musalla meydanına (2) diğer ucu ise Hüseyin (Ayas) Hoca’nın evi dengine (3) kadar uzanıyordu.
KÖFTECİLER
İkinci sundurma diğerine göre daha canlı idi. Bunu sağlayan şüphesiz köftecilerdi. Birbirinden Ona on direklerle ayrılmış üçer metrelik 24 bölümden oluşan bu büyük kapalı alanın ilk 10 bölümünü köfteciler kaplardı. En kısır zamanlarda bilemedin beş köfteci mutlaka bulunurdu. Her biri bir direğin dibine tezgahını, ocağını kurar şamata şakırtıya başlarlardı. Köftesini alan bir köşeye çöküp yerken bir başkası ağzını silerek ayrılır işine bakar, diğer birileri de başka bir saçları kontrol eder, canı neyi çekiyorsa onun bulunduğu köfteciye doğru yollanırdı. Yılların köfteci kokusu mutlaka etrafa sinmiştir. İkibinli yıllarda, pazaryeri genişletme çalışması başlamadan, daha sundurmalar kaldırılmamışken direkleri görme fırsatım olmuştu. Köftecilerin kokusu değilse bile, direklerde kalan yağ tabakası hala yerli yerinde duruyordu.
YIRTIMCILAR
Bu kısımdaki canlılığın diğer bir sebebi ise yırtımcılardı. Kadınlar için elbiselik basma satan esnafa “yırtımcı” denirdi. Köftecilerden arta kalan bölmeleri yırtımcılar dolduruyordu. Bunlar direkten direğe gerdikleri urganların üzerine rulo haldeki rengarenk basmaları gererler böylece seyyar dükkanlarının arasına kumaştan duvarlar çekerlerdi. Kadifeler, basmalar, carseler, perdeler, yorganyüzü, döşeklik, ne ararsan bunlardaydı. Ellerinde ince tahtadan bir metre, siparişe göre ölçüp diğer elindeki makasla basmanın ucunu bereler sonra o bereden caaart diye kumaşı yırtardı. Bu yüzden yırtımcı denirdi kendilerine. Yırtımcıların arasında belirgin bir hiyerarşi vardı. İlk bölüm her zaman Tuna (Hüseyin Kayır)ın yeriydi. Aralarında Anıtkayalı olan tek yırtımcıydı kendisi. Evi ve dükkanı (14) sergisine yakındı. Cumartesi günleri malzemelerini buraya çıkarır, sair günlerde dükkanında dururdu. İlk sergi hep onun olur, buna kimse itiraz etmezdi. Diğer yırtımcı esnafı Afyon’dan gelir ve kıdemine göre burada yerini alırdı. Doğal olarak yırtımcıların müşterisi hep kadınlardı. Zamanla kapalı alan yırtımcılar için yetmez olmuş, parça kumaş satıcıları da pazara doğru taşmış ve bu bölüm “Garlâ bazarı” (Kadınlar Pazarı) olmuştu. Geçmiş zaman kalıbı ile anlatmama bakılmasın, bu bölüme hala Kadınlar pazarı deniyor, artık yırtımcılar yok, elbiseciler var. İncik boncuk, mutfak eşyası filan satılıyor ama yine kadınlara hitap ediyor. Hatta biraz daha genişlemiş, doğuda mezarlık ucuna kadar çıkıyor bu pazar.
Ne acı ki kapalı alan yok günümüzde. Önce kuzeydeki ayakkabıcılar sundurması yıkılıp yerine dükkanlar yapıldı, şimdi o dükkanlar da kaldırıldı. Sonra pazarı genişletmek için güney sundurması yıkıldı ve mezarlık duvarı içeri çekildi. Pazaryeri genişledi ama bir de baktık ki hiç kapalı alan yok. Şimdi modernlik adına şehirlerde kapalı pazarlar yapılırken, o iş Anıtkaya’da 50 yıl önce gerçekleştirilmişti.
Anıtkayalı bir başka yırtımcı Galle Memed (Mehmet Dadak) idi. Faka o sergisini Yırtımcılar bölümüne açmaz, daha doğrusu sergi açmaz, ticaretini dükkanında yapardı. Hüseyin Hoca’nın evi pazaryerinin göbeğine saplanmış bir hançer gibi idi ve hançerin kuzey tarafındaki bölümünde 3 dükkan bulunurdu. İşte bu dükkanların ilki olan köşe deki (4) Galle Memed’in dükkanıydı. Basma, tüpgaz, gazoz bayiliğinin yanında sezonunda gurtlugucak (salyangoz) alımı bile yapardı. Diğer iki dükkan ipçi, terzi, berber, bakkal gibi çeşitli işlevlerde ve kiracılarda kullanılmasına rağmen köşedeki hep Galle Memed’in dükkanı olarak kalmıştır. Hüseyin Hoca'nın evi ve dükkanlarının yerine şimdi üç yeni bina yapıldı.
ESSANIN KAHVE
Hüseyin Hoca’nın gocagapının (5) hemen yanında meşhur Essan (İhsan Patlar)ın kahve bulunur(6). Çay kahve, muhabbet merkezi ve aynı zamanda çevre köylerden gelen misafirlerle buluşma yeridir. Bu kahvenin bulunduğu bina, 1970’lerin başında yeni sahibi Abdurrahman Yavuz tarafından yıkılıp yeniden yapılınca Essan kahveciliği bırakmış, yeni kahve Apdıramanıñ Gâve olarak anılmış, Moruk (Üzeyir Dalgıç) tarafından işletilmişse de eski canlılık yakalanamamıştır. Daha sonraları tam karşısına Ömer Onbaşı (Ömer Şen) bir kahve açmış fakat o da eski tadı vermemiştir.
Pazar, yaz günlerinde Yeñi Mısdık (Mustafa Şen)in bakkal dükkanına doğru uzar giderdi. Kışın ise ilk mazgalın (19) yanında balıkçılarla son bulurdu. Çünkü yaz günlerinde ova köylerinin ürünleri de pazara çıktığından pazaryeri genişlemek zorundaydı. Mazgalın kuzey tarafında Macur Ali (Ali Öncül) sergisini açar, kışın soğan patetes, yazın ise domates biber satardı. Hemen karşısındaki köşede Bakkal Sarı (Halit Akyol), dükkanındaki dayanıklı mallarını buraya getirerek yayınırdı. Anıtkayalı iki pazarcının pozisyonları böyleydi. Öğleden sonra Pazar dağılınca mallarını tekrar evlerine taşırlardı. Bu işi Macur Ali, eşeğe yükleyerek, Sarı ise ağaçtan yapılmış hantal görünüşlü el arabasıyla yapardı. Mazgal çevresinin gediklisi diyebileceğimiz bir ilaçcı yaz kış oalarda bağırır dururdu: “Bit ilaçları, pire ilaçları, gene ilaçları, yavsı ilaçları...!” İlaçcı ile Macur Ali arasında da Ford minibüsüyle sabuncu yıllarca kalıp sabun satmıştır. Her hafta aynı yerde aynı sırayla sarı ve yeşil sabunlar dizildi.
KASAP HALİL'İN DARAĞACI
Macur Ali sergisinin sağ yanındaki köşede (7) Müdüroğlu (Mehmet Ali Eşiyok)a ait iki dükkan vardı. Dipteki dükkan çok çalışmaz, bu yüzden tezgahlarını şehre getirip götürmek istemeyen pazarcı esnafı oraya bırakıp kilitlerdi. Uçtaki dükkan ise belki Cumartesi günlerinin en işlek dükkanıydı. 1970 öncesinde işlek bir berber dükkanı olarak kullanıldı. Sonra bir süre Topaloğlu (Ahmet Öncül) tezgah kurup haba dokudu. Yetmişlerin ortasından itibaren Yeñi Hasan (Hasan Temel)in kasap dükkanı oldu. Yeñi Hasan kendisi pek dışarıda görülmez, içeride müşteriyle ilgilenirdi. Dışardan bakanlar kasaplık faaliyeti olarak torunu Gasap Halil (Halil Temel)i görürlerdi. Halil bıçak ve masatı maharetle kullanır, hem sağa sola laf yetiştirir hem de koyunların hakkından gelirdi. Önce üç ayağını bağladığı hayvanı mazgalın üstüne getirir ve keskin bıçağını gergin boynuna sürüverirdi, bu kadar. Sonra damarından kan boşalırken çırpınıp etrafı kirletmesin diye başına basardı. Öldüğüne kanaat getirince ön ayağının uygun yerinden açtığı deliğe dudaklarını dayayıp hayvanın vücudunu bir balon gibi şişirirdi. Neden böyle yaptığını merak eden çocukların dikkatli bakışları arasında açtığı deliği sicimle bağlar ve ölüyü arka bacaklarından darağacına asardı. Evet, üç ayaklı bir koyun işleme sehpası kurmuş ve buna darağacı adını vermişti. Hayvanı yüzmeye başladığında, işe bıçakla başlayıp yumruklarıyla devam edince cesedi neden şişirdiği anlaşılırdı. Bir çırpıda deriyi yüzer, sakatatı çıkarır ve içeriye, dükkana götürürdü. Talebe göre yeni hayvan kesimine devam ederdi. Sanırım her Cumartesi en az beş koyun keserdi. Cumartesi et satışları çevre köylerden gelen müşterilereydi. Müdüroğlu ve karısı Gızılgız (Kezban Eşiyok) öleli çok oldu. Dükkanlarının da bulunduğu evinin yerine (7) bombeli köşeli ev yapılmış.
HIRDAVAT ARALIĞI
Pazarın ince bir uzantısı kuzeye doğru ince bir aralıkla sağlanır. Bakkal Sarı’nın sergisi bittiği yerde, köşede (11) Hafız’ın dükkan bulunur. Bu iki katlı ve bodrumlu bir binadır. İnce ahşap bir merdivenle çıkılan üst kat terzi (Azam Varlı) dükkanıdır. Cumartesi günleri çevre köy halkına hizmet verir. Hafızın dükkan ise alt kattır. Cumartesi günleri müşteri trafiği fazla olan yerlerden biridir burası. Çünkü Pazaryerinde bulunan tek bakkaldır. Diğer bakkallar da pazara yakındır ama pazarın merkezine açılılır iki kapısı bulunan tek bakkaldır. Sair günlerde müşteri seyrek olduğundan vaktini ofis olarak da kullandığı camekanlı bölmede geçirir veya bir misafiriyle indirildiğinde masa olan bir tahta kapağın üzerinde domine oynarlar. Bu aralığın bittiği noktada, karşı tarafın köşesinde (8) Keliban (İbrahim Dalgıç)ın dükkanı bulunur. Burası bir bakkal olsa da hem fiziki olarak hem de çeşit olarak bakıldığında bakkal denilemez. Buna rağmen sahibi sonuna kadar bu işi bırakmamıştır. Daha çok tüpgaz ve meşrubat bayiliği nedeniyle işlerlik sağlayan bir dükkan olarak aklımda kalmış. Bir de Keliban’ın hiç bitmeyen bir Esnaf teşkilat başkanlığı var, bu da hakkında söylenmesi gereken bir husus.
Pazarın Galip Bey caddesine açılan bu aralığın Keliban tarafına da bazı satıcıların sergisi açılırdı. Bir defa boydan boya serilmiş urganlarıyla urgancı bu sokağın olmazsa olmazıydı. Sıra gözetmeksizin söylemek gerekirse; koyun çanı satanlar, tırpan kayrak satanlar, koşum takımları satanlar, çeşitli hırdavat malzemeleri satanlar genelde bu aralıkta serilirlerdi. Dudağında kocaman bir kitleyle fark edilmemesi imkansız bir ilaç satıcısı vardı. Kesekağıdına sakladığı bira şişesini arada sırada yudumlayan bu adam sarhoş bir serseri gibi görünse de müşterisi eksik olmazdı. Derdini anlatan veya ihtiyacını söyleyen birine uzman bir eczacı ciddiyetiyle ilaç hazırlar, kullanma talimatıyla birlikte takdim ederdi. İşini bilen biri olduğu belliydi. Dudağındaki büyük kitleden kaynaklanan sancıları dindirmek için bira içtiğini düşünmüştüm o zamanlar. Muhtelif şeyler satıldığı için buraya hırdavat aralığı dense yeridir.
Galip Bey caddesinin (18) pazaryerine bakan tarafı eskiden daha genişti. Daha doğrusu cadde genişliği değişmedi ama; yoldan binalar arasındaki mesafe daha fazlaydı. Yol ile binalar arasında ortalama 15 metrelik bir mesafe bulunurdu. Öyle olunca doğal olarak yeni bir pazar meydanı gibi bir alan oluşurdu. Köşedeki (8) Keliban’ın dükkandan başlayarak ileride Çakır Osman(Osman Erdem)in zahire dükkanı (10) arasında beş dükkan bulunurdu. Bu dükkanların bazısı boş bulunurken bazısında da Sarasan (Hasan Dadak), Gödenlerin Süleymen (Dadak) ve Uykucu (Ömer Şen) bakkalcılık yapmıştır. Bakkal Süleyman caddenin karşısındaki nihai ev ve dükkanına taşınana kadar buralarda oyalanmıştır.
Bu bölümün son dükkanı olan Çakırlarınki çok hareketli bir mekandı. Bu cumartesi hereketinin sebebi zahireci olmalarıydı şüphesiz. O yıllarda millette nakit bulunmaz, para lazım olduğunda ambarındaki buğdaydan bir miktar satarak paraya çevirir ve ihtiyacını bu şekilde karşılardı. Mesela Pazar harcını görmek için birkaç teneke buğday getirirp satan da olur, bir araba buğday getiren de bulunabilirdi. Daha fazlasını satmak isteyenin gidip evinden sararlardı buğdayı. Bir de çevre köylerden buğday getireni düşünün. Buğday ölçülüp taşınacak, içeriye ambara yıkılacak, ameleler tenekeyle gidip gelecek, onların teneke sayısını unutmamak için sürekli mırıldandıkları “ atmışbir…atmışbir…atmışbir” gibi uğultu da buna karışacak. Bir de yağ satımı var. Ayçiçek yağı da satıldığından litre litre ölçülüp tenekeye boşaltılacak. Ortamı hayal edin. Gerçi bu işle uğraşan başkaları da vardı. Mesela 20 metre yukarıda Şaştımoğlu (Mevlüt Şen) ve caddenin tam karşısında Bigalı da zahire alırdı ama, yine de Çakırların dükkan daha fazla çalışırdı. Bu kadar hareketlilik yaşanmasına rağmen hiç bir zaman durum kargaşaya dönüşmezdi. Aile bireyleri arasında işbölümü yapıldığı disiplinli duruşlarından anlaşılırdı. Mesela Kapitalist (Mehmet Erdem) sürekli masabaşında oturur, malın kıymetini belirler, alaverenin kaydını tutar, hesabı ve ödemeyi yapardı. Cumartesi öğleden sonrasına kadar kendisini hiç ayakta görmedim. Küçük kardeş Mustafa Erdem ise alınan malı teslim alır, ambara ulaşmasını sağlar, taşınmasına nezaret eder gerekirse bizzat taşımaya yardım ederdi. Onu da hiç otururken görmedim mesela. Babaları ise hem hesap işlerine hem mal alımına hem de yağ satımına nezaret eder, bazen oturur, bazen dolaşır, çoğu zaman da çevre köylerden gelen misafir müşterilerle ilgilenirdi. Dükkanın kadrolu hamalı ise Patır Dayı (Ahmet Yirgal) adında ilginç bir kişilikti.
KAVANOZDAKİ YILAN
İşte bu dükkanların (8)(9)(10) önündeki alan da pazaryerinin esaslı bir bölümünü teşkil eder. Galip Bey caddesinin uygun yerlerine zaten misafir araçları parkedilmiştir. Onlar vızır vızır geçer. Bir de burası kümes hayvanlarının alınıp satıldığı hayvan pazarı gibidir. Horoz, tavuk, ördek, hindi, kaz.. Ayakları bağlanmış yatmaktadır ama ağzını da bağlayamazsın, gürültüyü düşünün. Köy yumurtası alıcıları da buralardadır. Aldığı yumurtaları samanla karıştırarak itinayla sepetlere yerleştirmektedir. Deri alıcıları, yapağı alıcıları da bu meydanda dolaşır. Bazan milleti etrafına toplayan bir satıcının bağırtısı duyulur. Meraklı adımlar o kalabalığa katılır. Elinde küçük bir şişe bulunan kişi ezberlediği sözlerle her derde deva ilacı anlatmaktadır. Fakat kimsenin onu dinlediği yoktur. Kalabalığın dikkati ilaçlanıp bir şişeye doldurulan koca bir yılanın ürpertici görüntüsündedir. Adam amacına ulaşmıştır. Dikkat çekme amacıyla oraya koyduğu kavanozdaki yılan müşteriyi toplamıştır. Bu bölgede her hastalığı iyileştiren ilaç satıcıları sık sık boy gösterir.
TENEKECİ HÜSEYİN
Önceden bahsettiğim ilk merdiven(17)in tam karşısına denk gelen bu sokak boştu, Belediye fırınının yapılması daha sonradır. Bu aralıktaki önemli pazarlardan birisi Tenekeci Sağır Hüseyin (Öztürk)ün yeridir. Bu dükkan (12) ilginç bir yerde ve yapıdadır. Merdivenin hemen bitişiğinde sekinin alt kısmındadır, asıl pazaryerine bakan bir cephesi yoktur. Çorak damı pazaryerinden 80 santim kadar yüksekliktedir. Buradan çok rahat dambeşe çıkılabilir ama kimse de çıkmaz. Adından da anlaşılır, bu dükkanın işi teneke üzerinedir. Galviniz soba, soba borusu dirsek büker, imalatını yapar. Çalar saat muhafazası, idare kandili imalatı da yapar. Zamanında büyük ihtiyaç olan ibrik imalatı da yapar. İbriği sıfırdan imal ettiği gibi, büyük yağ veya konserve kutularını dönüştürerek de yapabilir. Lehimleme, perçinleme gibi tekniklerle bütün bunları yapabilir. Bugünlerde pek bir şey ifade etmese de 50 yıl öncesi insanları için bütün bunlar önemli ihtiyaçtır. Cumartesi günü hareketliliğinin bir sebebi de çevre köyleri için de bu ihtiyacın geçerli olmasıdır.
BERBERLER
Tenekecinin tam karşısında, (16)(17) kapalı pazarının hemen arkasındaki kısım sıra dükkanlar olarak düzenlenmiştir. İlk dükkan diğerlerine göre biraz daha büyükçe olduğundan bir ara kısa süreli kahve olarak kullanıldı, sanırım Hakkı Yırgal işletmişti. Sonrakinde bir dönem Çakır İban (İbrahim Ata) kasaplık yaptı. Diğer dükkanların tamamı bir dönemde berberler tarafından kullanıldı. Berber Hüseyin (Sağlam), Berber Ahmet (Kabadayı), Berber Yahya (Sağlam), Berber Mehmet (Külte) hatırıma gelen ve bu sıra dükkanlarda çalışan berberler. Cumartesi günleri dışarıdan gelen misafirlere hizmet vermişlerdir. Bu berber yoğunluğundan dolayı bu aralığa da Berberler aralığı denilebilir. Fakat hiçbir zaman iki berberden fazlası aynı dönemde açık değildir. Zaten bunlar birbiriyle usta-çırak ilişkisi içinde yetişmiş berberler. Sıra dükkanların tam karşısında (15), ikinci merdiven çıkışı denginde yılların ustası Terzi Topal (Lutfi Omak)ın dükkanı bulunur. Eğret Pazarının mühim unsurlarından biri de bu merkezdir.
Çevresinde şöyle bir gezinti yaptığım pazaryeri bu. Sebze sergileri mutlaka bu pazarın özünü oluşturmaktadır. İşte bu sebze meyve pazarı doğu-batı ekseninde oluşan koridorun iki yanına açılan sergilerden oluşur. Yaz pazarlarında sebze sergileri çevre köy üreticilerinin katılımıyla genişler ve ikinci hatta üçüncü koridorlar oluşturulur. Bazen Han aralığına bezen de doğuda Yeni Mısdığın dükkana kadar uzanabilirdi. Öğle ezanı sonrasında pazar dağılmaya başlar, son esnaf da toplandıktan sonra görevliler ikindiye kadar pazaryerini temizlerdi.
Elli yıl öncesinin Pazaryerini hayalimde canlandırmaya çalıştım. Günümüzde Anıtkaya Pazarı ve Pazaryeri bazı olumlu-olumsuz farklılıklarla yaşamını devam ettiriyor.