20 Kasım 2022

İşoflar

     
    Mahkeme kayıtlarına yansımış bir olayla başlayalım. 

    Yıl, 1655... 20 Nisan Salı günü, Eğret Halkından Hacı Eymirhan oğlu Sefer Mahkemede dedi ki: 'Bundan iki gün evvel, geceleyin yatsı vakti Kaynanam Ayşe Hatunun evin önünde köpekler ürmeye başlayınca, acaba bir şey mi var diye, şamata gelen yere vardım. Aslen Eğretli olup şimdi burada bulunmayan Şüca oğlu Ayvaz ve Sevindik oğlu Ramazan adlı kişiler karşıma çıktı ve beni bıçakladılar. Sol uyluğumdan ve kasığımdan yaralandım. Aynı köyden ve şu anda huzurunuzda bulunan  Mehmet oğlu Ahmet, Musa oğlu Hasan Beşe ve Hasan oğlu Çevre adlı kişiler, adı geçenlere mahkeme önüne çıkın dediklerinde firar ettiler. Yaralarıma bakılıp durumum ve şikayetim kaydedilsin' dediğinde sol uyluğunda ve kasığında bıçak yarası olduğu tespit edilip kayıt altına alındı. Şahitler: Elpirek Köyünden Ahmet Beşe oğlu Mehmet Çelebi, Eğret'ten Şüca Durmuş oğlu Mahmud Beşe, Pîrî oğlu Sefer, Bâli oğlu Budak, Sefer oğlu Mustafa, Hızır oğlu Mürteza ve diğerleri... 

    Bu olayı bizim için önemli kılan şey, Emirhanoğlu sülale adının kullanıldığı en eski metin olmasıdır. Sefer'in babası veya dedesi bizi daha da eskiye götürebilir. Onu da yukarıdaki olaydan 70-80 yıl öncesinin kayıtlarında buluyoruz. 1580'de Eğret'te dikkat çeken yedi kardeş var; Eymirhan, Turan, Emrullah, Mustafa, İbrahim, Yahşif, Musa... Aradığımız kişi ilk sıradadır...

    Şimdi bir sıçramayla 19 yüzyıla geliyoruz. Bu dönemde Emirhanoğlulardan üç hane var. Bize lazım olan üçüncüsü, Emirhanoğlu Osman...


    Emirhanoğlu Osman:

    Bir torununun künyesinde adı Süleyman olarak yazılmış, ama biz Osman diyeceğiz... 1793 Yılında doğmuş. Eşi ve varsa kız çocuklarını bilmiyoruz. İki oğlundan yola çıkarak, iki asır sonraki günümüze ulaşacağız.

    Hüseyin'den önce onun küçüğü Hasan'ı aradan çıkaralım. Emirhanoğlu Hasan 1820 yılında doğdu. Ümmühan Hanım ile evlendi, ama onun kimlerden olduğunu bilemiyoruz. Başka çocukları var mıydı, ondan da haberimiz yok. 1847 Yılında doğan kızının adı Hatice... Onu Selimlerden Ali'ye verdiler; orada Gılindir Mısdıfanın anası olacaktır. Gılindir, Emirhanoğlu/Emiralanoğlu Mustafa kızı Şerife'yi almıştı. Demek ki anası gelin olarak kendi akrabasını seçmiş...

    Gelelim asıl konuya... Hasan'ın Abisi Hüseyin 1814 yılında doğdu. 18 Yaşına geldiğinde 'uzun boylu, taze bıyıklı' diye tarif edilmiş. Şerife Hanımla everiyorlar... Şerife Hanım, Eyüplerin Ahmet kızı... Şerife'nin küçük kardeşi Ayşe de Yumruklar/Yörüğoğluların Dedesi Türkmen Halil'e varınca Emirhanoğlu Hüseyin onunla bacanak oldu.  (Ayşe Hanım, Ali Ve Halil Efelerin Ninesidir.)

    Bilebildiğimiz tek oğlu Ahmet 1860 yılında doğdu. Hafize Hanımla evlendi... Hafize Hanımın Babası Ömer, Anası Fatma ve eşi Emirhanoğlu Ahmet ile aynı yaşta... Hepsi bu, Hafize Hanım bilgisi de bu kadar...

    İki kız iki oğlan, dört çocukları oldu; Fatma, Halime, Mehmet ve Hasan Hüseyin... Fatma 1880 doğumlu, Apdıramanların Çiloğlan Mehmet eşidir; ileride İresilhoca (Resul Ayas) ve Üseyinhoca (Hüseyin Ayas)ın anaları olacaktır... Küçük kızı Halime ise Yahyaların Yahya eşi oldu, yani Garamehmet ile Gocahmetin anaları... Emirhanoğlu Ahmet'in Omarcıklara giden bir kızı daha olduğu yönünde bir nakil var... Eğer bu doğruysa, 20. yüzyıl nüfus kayıtları tutulduğu sırada vefat etmiş olmalıdır. Kanaatime göre Emirhanoğlu Ali'nin Omarcıkoğlu Hüseyin'e varan bir torunu vardı, Fatma... Onunla karıştırılıyor galiba...

    Büyük oğlu Mehmet, 1890 yılında doğdu. Hassönlerin Hüseyin'in yetim kızı Kezban ile evlendi. Şerife ve Ayşe adında iki kızları dünyaya geldi. Cihan Harbinde Mehmet Çanakkale Cephesindeydi. Köyüne geri dönemedi... 23 Mayıs 1915 günü Yoncalı Muharebesinde şehit oldu. 

     Oğlu Mehmet'in şehadet haberi geldiğinde Emirhanoğlu Ahmet Eğret Muhtarı idi. Başına gelen şey konusunda yalnız olmadığının farkındaydı. Hemen hemen her evden birileri harbe gitmişti; ama henüz geri dönebilen yoktu. Hayat devam edecekti ve etti... Dul gelini Kezban, Çanakkale'den dönebilen nadir kişilerden biri olan Müdüroğlulardan Halil Çavuş eşi oldu... Torunları Şerife, Tellilerin Mustafa; Ayşe de Daldalların Delişükrü eşi olacaktır... 

    İşof

    Emirhanoğlu Ahmet'in küçük oğlu Hasan Hüseyin'i tek isimle 'Hasan' diye çağırırlardı. Ama bir kayıtta da sadece 'Hüseyin' diye geçiyor. Bütün bu isimlerin ötesinde 'İşof' diye lakaplandı. Bu lakabın anlamına dair elle tutulur bir şey bulamadım, yansıma seslerden oluşmuş bir yakıştırmaya benziyor... Yakıştırmanın zamanı da meçhul; çocukluğunda mı, delikanlılığında mı, belirsiz... Bununla beraber en başta verdiğimiz Emirhanların kökenine dair belgede yedi kardeşten birinin adı 'Yahşif' olduğunu hatırlayalım...

    Abisi şehit olduğunda İşof , 20 yaşındaydı. Daha sonra, şahit olarak göründüğü bir mahkeme belgesinde ismi 'İmranoğlu Hüseyin bin Ahmet' diye yazılmış. Her ne kadar belgelerde Emirhanoğlu olarak yazılsa da halk arasında bu söz 'İmran'a dönüştüğü anlaşılıyor. Emirhan>İmran dönüşümü dil kuralları açısından gayet anlaşılır bir durum...  Böylece Anıtkaya'da hala kullanılmakta olan 'İmran Guyusu', 'İmranlar inadı' ve 'İmranın ot yığdığı Çat' gibi söz kalıpları da yerini bulmuş oluyor... 

    Bu arada İşofa başladık; ama önce babası İmranoğlu Ahmet devrini kapatalım. Onun ölümü, Yunan'ın Eğret'teki zulümlerinin de bir göstergesi gibidir. Anlatıldığına göre, denesini korumaya çalışırken ambarda Yunan kurşunuyla can verdi. 63. Yaşındaydı...

    İşof, Yörüğoğluların Ahmet kızı Şerife ile evlendi. Ninelerinin kardeş olduğu unutulmasın... Bu arada şunu da belirtelim, ikisinin baba adı da Ahmet'tir ve ikisi de aynı kişinin adını almışlar: Eyüplerin Ahmet'in... Ayrıca Şerife Hanım ile evlenince İşof; Hassönlerin Gocaömer, Kantinlerin Tahir, Hacımahmutların Hafız oğlu İbrahim ile bacanak oldular...

    Beşi kız ve ikisi erkek olmak üzere yedi çocukları oldu. Bunların isimleri; Neslihan, Emine, Hafize, Refiye, Ratibe, Mehmet ve İsa'dır... Kızlar; Neslihan, Çolakların Ömer Kurt eşi; Emine, Hacımahmutların Garaçaylı Kazım Öztürk eşi; Hafize, Selimlerden Keçimehmet Mehmet Seçen eşi; Refiye Gecegondu İbrahim Omak eşi; Ratibe de Gobakların Köremin eşi oldular... 

    Dombeyli
    İşofun iki oğlundan büyük olan Mehmet, Hacımahmutların Hafız Mehmet'in kızı Mükerreme ile evlendi. Mehmet'e 'Dombeyli' lakabı takıldı, Mükerreme'ye ismi kısaltılarak 'Müker' dediler. Onların da dört oğlu oldu: Hasan, Necati, Ömer ve Talip...

    1962 Yılında doğan büyük oğluna İşofun adı olarak Hasan ismini koydular... Hacımahmutlardan Berberlerin Ali (Deliali) kızı Ayşe ile everdiler Hasan'ı... Hakan ve Dilber adlarında bir kız ve bir oğlu oldu. 1997'deki Bir trafik kazasında kendisi vefat ettikten sonra bu çocukları Dombeyli Dedesi ve Amcaları everdi. Dilber, babasının dayıoğlusu Harun Öztürk eşi oldu. Hakan ise Eyüplerden Aşçı Tahsin kızı Şerife ile evlendi, bir kızı var. Burada bir hatırlatma; İşofun Şerife Ninesi Eyüplerdendi, kaç nesil sonra Eyüplerden bir Şerife daha İşofun torununa gelmiş oldu...

    Dombeylinin ikinci oğlu Necati, Daldalların Hamdi Honça kızı Seviye ile evlendi. İzmir'e gitti ve orada çalışmaya başladı. İkisi kız biri oğlan üç çocuğu oldu; isimleri Şerife, Neslihan ve Mehmet... Kızlar, Anıtkaya dışından beylerle evlendiler. Mehmet de Erzurumlu Şeyma ile evlendi... Emeklilik sonrası Necati, Afyon'a yerleşti...

    Ömer 1966 yılında doğdu. Çerçilerin İbrahim kızı Nursen ile evlendi, eşiyle teyze çocukları oluyorlar... Didem ve Nail adlarında bir kız bir oğlu var... Nail, Çakırların Adem kızı Melek ile evli... Anıtkaya'da oturuyorlar...

    Ve Dombeylinin küçük oğlu Talip, 1969 yılında doğdu. Hacımahmutlardan Tombak kızı Sebile ile evlendi. İki kız, iki de oğlu var; Ayşe, Mehmet, Şeyma, Hasan... Ayşe, Keçilerin Ali İhsan oğlu Halil Seçen eşidir...

    İşofun büyük oğlu Dombeyli 2021 yılında, eşi Mükerreme Hanım ise 2022'de peşpeşe vefat ettiler...

    Sağır İsa
    İşofun küçük oğlunun adı İsa idi. Anıtkaya'daki hepi topu birkaç İsa'dan biri olmasına rağmen hep 'Sağır İsa' diye bilindi; mesela hiç 'İşofun İsa' demediler... Sağır İsa, Bükürün Ali kızı Emine ile evlendi. Üç oğlu oldu; Sefa, Yaşar ve Hasan adında... Hasan doğduktan bir süre sonra, 1972 yılında Emine Hanım vefat etti; henüz 32 yaşındaydı... Sağırisa bundan sonra Kayıhanlı Satı Hanım ile ikinci evliliğini yaptıysa da başka çocuğu yoktur...

    Büyük oğlu Sefa, Gecegondunun kızı Şerife ile evlendi. Şerife Hanımla Sefa, hala-dayı çocuğu oluyorlar. Bir oğlu ve bir kızı olunca, beklendiği gibi isimleri İsa ile Emine oldu... Öğretmen olan bu iki kardeş de Anıtkaya dışından evlendiler. Filiz Hanım ile evli olan İsa'nın Nisan ve Eymen adında iki çocuğu var... Sefa, Anıtkaya Belediyesinden emekli oldu ve halen Anıtkaya'da yaşıyor...

    Sağırisanın ortanca oğlu Yaşar, Beyköylü Hatice Hanım ile evlendi. İzmir'e yerleşti... İsa ve Emre adında iki oğlu var. Anıtkaya dışından evlenen İsa'nın, Emir Baran adında bir oğlu var... Halen İzmir'de yaşıyorlar...

    Küçük oğlu, babası İşofun da adı olan Hasan ismini taşır. Annesi Emine Hanım vefat ettiğinde çok küçük olduğu için Teke Hüseyin'e evlatlık verildi. Çünkü Tekenin de çocuğu yoktu... Tamam da tek sebep bu mu!... Burada Teke ile Sağırisanın Merhum eşi Emine Hanım arasındaki akrabalığı zikretmek gerekiyor...

    Emine Hanım, adını Ninesi Büküroğlu Hüseyin eşi Emine'den alıyor. O ilk Emine Nine Tingildekler/Gödeşlerin kızıdır. Bir kardeşi Emeti de Küpelilerin İbrahim eşidir, yani Tekenin anası... Şu durumda Merhum Emine Hanımın ninesi ile Tekenin anası kardeş... Bu, yakınlığın birinci perdesiydi; ikinci olarak Tekenin eşi Satı Hanım, Emine Hanımın halasıdır... Şimdi küçük yetim Hasan'ın neden Tekeye evlatlık verildiği anlaşılmış olmalıdır...

    Sağırisanın Hasan, artık bundan sonra hep 'Tekenin Hasan' diye bilinecektir... Sağırların Kelapdıllanın Hasan Sancak kızı Muhsine ile evlendi. İki oğlu var, büyüğünün adı Hüseyin... Küçük oğlunun adı ise, anlattığımız 450 yıllık hikayenin son noktası gibi: Emirhan...

    Sağırisa 1996 yılının sonunda vefat etti... Annesi Şerife Hanım 1957'de vefat etmişti. Sülaleye adını veren İşof Hasan Hüseyin Okutan ise 1975 yılında öldü...

    Eymür Han > Eymir Han > Eymirhan oğlu > Emirhanoğlu > İmranoğlu sülalesinin 20. yüzyıla gelebilen fertleri, 1934 Soyadı uygulamasında 'OKATAN/OKUTAN' soy ismini aldılar...


16 Kasım 2022

Eğret'in İlk Muhtarı Kimdi?

    
    Osmanlıda köy en küçük idari birim olmasına rağmen onun yönetilmesi için bir idareci düşünülmemiş. Bu yüzden köyler idari, ekonomik ve sosyal yönden kapalı topluluk olarak kalmışlar. Sadece imam var... Haliyle imam, yalnızca namaz kıldırma görevlisi değil; devletle köylü arasındaki ilişkiyi sağlayan makam olarak oldukça etkili olmuş. (Merkezi bir köy olarak Eğret İmamlığına çok rağbet edilmesi normal karşılanmalıdır. Belki de bu yüzden Afyon'da çok sayıda 'Eğret İmamzade' bulunuyor.)

    Kapalı toplumlar olsa da köylerden vergi toplanması gerekiyordu, gönderilecek askerler de bu vergi kalemine dahildi. Nereden ne kadar vergi alınacağının tespiti ve o verginin tahsili için bir görevli gerekiyordu, zira bu İmamın üstesinden gelebileceği bir husus değildi. Bunun için ilk başlarda Kethüda görevlendirildi. Halk bu kelimeyi 'kahya' olarak Türkçeleştirdi... Sonra Voyvodalar, Ağalar, Ayanlar...

    18. Yüzyıla gelindiğinde, sırf vergi toplamakla görevli olan bu kişilerin işlerindeki suistimaller gün yüzüne çıkmaya başladı. Halkın resmi kayıtlara geçen şikayetlerinden anlaşıldığına göre bu görevliler, kafalarına göre vergi koyuyor, keyfince köylüyü soyuyorlardı. Küçük küçük derebeylikler oluşmaya başladı.

    Merkezi idare, gelen şikayetlerle ilgili bir işlem yapmadı. Bununla beraber İstanbul'un dört ilçesinde 1829 yılında pilot muhtarlık uygulaması başlatıldı. Derken, Kastamonu Taşköprü'de halk Ayan hakkında ciddi yolsuzluk şikayetinde bulununca yeni Ayan atamak yerine İstanbul'daki muhtarlık uygulamasına geçilmesine karar verildi. Padişah bunu öğrenince çok memnun oldu ve her tarafta Muhtarlığa geçilmesini buyurdu. Yıl 1833...

    Bu ansiklopedik bilgilerden sonra Eğret Muhtarına gelebiliriz...

    Eğret Köyünün en eski muhtarına dair görüp görebileceğimiz tek kaynak, bir dergide yayınlanmış makaledir. Mustafa Karazeybek'in 'Türkiye'de Muhtarlık Teşkilatının Kurulması ve Afyonkarahisar'da Tanzimattan Sonra Atanan İlk Köy Muhtarları'  Başlıklı bu yazısı Taşpınar Dergisinin Kasım 2001 tarihli 3. Sayısında yayınlanmış. 

    Makaleden anlaşıldığına göre; Tanzimat ilan ediliyor, yeni düzenlemeler çerçevesinde köy muhtarlıklarına da atamalar yapılıyor. Afyonkarahisar köylerinde hane sayısı 10 ve üzeri olanlara iki, altındaki küçük köylere ise tek muhtar atanıyor. Afyon Mütesellimine de talimat verilerek bu muhtarlara uygun yıllık maaş ödemesi yapılması emrediliyor. Birinci muhtarın ünvanı 'Muhtar-ı Evvel', ikincisininki de 'Muhtar-ı Sani' oluyor. İkinci Muhtar, birincinin yardımcısı mahiyetinde...

    Muhtarlar listesinden anlaşıldığına göre, 1840 yılında Eğret Birinci Muhtarının maaşı 500 kuruş iken; İkinci Muhtarın maaşı 300 kuruş olarak belirlenmiş. Muhtar-ı Evvel, yani asıl Muhtar 'Hacı Ali Oğlu İdris' olarak kaydedilmiş. Bu, Davılcıarif ve Dindin Dede/Kel Ali kardeşlerin büyük dedesidir... 300 Kuruş maaşlı Muhtar-ı Sani ise 'Hatiboğlu Ahmet' olarak gösterilmiş. Muhtar Yardımcısı da Molla Osman'ın dedesidir...

    Başlığı ve makaleyi okuduğumda, listede verilenler atanan ilk köy muhtarlarıymış gibi algılamıştım. Oysa apaçık Tanzimattan sonra atanan ilk muhtarlar olduğu belirtiliyordu. Yani bunlardan önce atanmış Muhtarlar da olabilirdi. Nedense benim zihnim, iki isim Eğret'in ilk muhtarlarıymış gibi şartlanmıştı bir kere...

    Bu yaz, Selami Kurt Beyin çözümlediği Eğret'e ait 1830'ların nüfus kayıtlarını incelerken iki isim beni şaşırttı. Bunlardan birincisinde 'Karye Muhtarı Ahmed' yazıyordu. İkincisi ise 'Eğretli Hüseyin oğlu Mehmet Ali' kaydedilmiş ve 'Muhtar-ı Sani' notu düşülmüştü... Nasıl olurdu! İlk muhtar atamaları 1840'ta yapılmıştı, daha ona vakit vardı... Acaba bu kayıtlar 1830'da yazıldıktan sonra, 10-15 yıl daha üzerinde güncelleme filan mı yapılmıştı. Öyle bile olsa Muhtarlar yanlış yazılmıştı; Hatiboğlu Ahmet Muhtar yardımcısı olacak, Muhtar değil... Muhtar Yardımcısı olarak belirtilen Mehmet Ali de kimdi, İdris Ağa'ya ne olmuştu... Her şey karman çorman, kafam kazan gibiydi...

    Zihnimin beni yanılttığını, Karazeybek'in makalesini tekrar okuyunca anladım. Gerçek şu idi: 1833'ten sonra Sultan Mahmud'un fermanıyla ilk Muhtarlar atandı. Buna göre Eğret'in ilk Muhtarı Hatiboğlu Ahmet idi. Yardımcısı ise, Eğretli Hüseyin oğlu Mehmet Ali... Tanzimat sonrası 1840 yılına gelindiğinde Hatiboğlu Muhtar Yardımcılığına alındı. Zaten yaşlı olan önceki İkinci Muhtar Mehmet Ali'nin ataması yapılmadı. Birinci Muhtar olarak da Hacı Ali oğlu İdris atandı... 

    Hasılı kelam Eğret'in ilk Muhtarı Hacıların İdris değil, Hatiplerin Ahmet'tir... İdris, 1840'ta atanan ikinci Muhtardır... Yüzellili yaşlara kadar yaşasalardı soyadları AZBAY ve AYKAÇ olacaktı...



Turabiler

   
    Külcüler sülalesinin Ahmet koluna, oğlu Osman'dan itibaren Sarıoğlu/Sarılar denildiğini gördük. Sırada Turabiler var...

    Turabiler

    Şimdi Külcüoğlu Ahmet'in küçük kardeşi Ali Salih'e bakabiliriz. Resmi kayıtlarda Ali Salih diye çift isimli kaydedilmiş; ama pratikte hep tek adla, Salih olarak bilindi... Abisi ile arasında 30 yaş fark var, Külcünün Salih 1820 doğumlu... Bu ciddi yaş farkına bakarak analarının farklı olduğu tahmin edilebilir.

    1847 Tarihli, şahit olarak göründüğü bir mahkeme kaydında kendisinden 'Sarı Salih' diye söz ediliyor. Yeğeni de 'Sarı Osman' olarak kaydedilmiş ve onun oğluna da 'Sarıoğlu Osman' denildiği yukarıda belirtilmişti. Demek ki Sülale adı 'Külcüoğlu/Külcüler' olarak yazılsa da halk daha başka yakıştırmalara rağbet etmiş...



    Külcülerin Sarı Salih bizi 20. yüzyılın Turabilerine götürecek... Kimlerden olduğunu bilemediğimiz Havva Hanım ile evlendi. Kimlerden olduğunu bilmiyoruz; ama Tek oğullarının adını Hüseyin koyduklarına göre Havva Hanım'ın baba adı Hüseyin olmalı... 

    Hüseyin, 1868 yılında dünyaya geldi. Dilinde hafif kekemelik olduğu, bu yüzden 'Pepe' diye anıldığına dair bilgiler var... Eşi Fatma Hanım; Külcü Ahmet Amcasının oğlu Sarı Osman vardı ya, işte onun kızıdır. Böylece Toman Ahmet ile de bacanak oldular... 

    Babasına Sarı Salih demişlerdi, Hüseyin'den itibaren sülaleye Turabiler denilmeye başlanıyor. Zamanla Külcüleri unutturup tamamen sülale adı olacak bu lakaplama, üzerinde durulmayı hak ediyor. 

    Arapça toprak anlamındaki 'turâb' kelimesinde türemiş olan Turabi, erkek ismi olarak Alevi-Bektaşi çevrelerinde kullanılıyor. Bunun sebebi, Peygamberimizin Hz. Ali'ye Ebu Turab/Toprağın Babası lakabını takmış olmasıdır... Aslında sözcük anlamları açısından düşünüldüğünde Külcü ile Turabi arasında çok fark yok. Çünkü turabide toz-toprak, gübür manası da gizli. Sonuçta kül de öyle değil midir... Şu durumda Külcüden Turabiye geçiş gayet problemsiz yaşanmış olmalıdır; ne de olsa ikisi de aynı anlama geliyor... 

    Yaygın bir söylentiye göre Külcülerin çok geniş tarım arazileri varmış. Dediklerine göre, onlardaki tarla Eğret köyünde kimsede yokmuş. Bu yüzden sülaleye Külcüler demeyi bırakıp, toprakla ilgili manası olan Turabiler demeyi uygun görmüşler. Bu, Sarı Salih oğlu Hüseyin dönemine rast geliyor... Şimdi Hüseyin'in anası Havva Hanıma geri dönelim. Baba adının Hüseyin olabileceğini söylemiştik. Aslında 1830 kayıtlarında bu tarife uygun birisi var... 'Uzun boylu, ak sakallı Eğretli Hüseyin Oğlu Mehmet Ali' 1840 yılında 65 yaşında bulunuyor, ve Eğret'e ikinci muhtar olarak atanmış. Muhtarlık sisteminin getirildiği yıl, ilk kararnamede muhtar tayin edildiğine göre gayet önemli bir kişi olmalı... Tek oğlu var adı Hüseyin... İkinci Muhtarın oğlu Hüseyin 1840 yılında 46 yaşında görünüyor ve oğlu yok... Külcü Sarı Salih'in eşi Havva Hanım bu Hüseyin'in kızı, yani ikinci Muhtarın torunu ise... Havva Hanım da tek oğluna babasının adını verdiyse... İkinci Muhtarın bütün tarlaları  Külcü Hüseyin'e kaldıysa... E, tarla demek toprak demek, toprak demek turab demek... Külcüden Turabiye böyle bir geçiş de ihtimal olarak hatırda tutulmalı... 

    Turabi Hüseyin ile Fatma Hanımın altı çocuğu oluyor, bunların ikisi kız. Çocukların isimleri; Salih, Osman, Ahmet, Ayşe, Havva ve Mehmet'tir... 1936 Yılında Turabi ve 1937 yılında eşi Fatma Hanım arka arkaya vefat ettiler...

    Büyük kızı 1907 yılında doğdu. Ayşe adını verdikleri bu kızı, Bekiroğlu Göden Mehmet Dadak'ın ilk eşidir. Bir çocuğu olduktan sonra 1930'davefat etti... Kısa süren bu evliliği önemli kılan husus, Turabiler ile Sağırlar arasındaki akrabalık söylentilerini doğrulayabilecek tek yakınlık olmasıdır. Mehmet Dadak'ın anası Göden Nine, Sağırlar kızıdır. Oğlunu Turabilerden bir kız ile evermesi manidar bulunabilir. Önceden bir yakınlık yoksa bile Turabilerle Sağırların akrabalığına bu evlilik kaynaklık ediyor olabilir...

    Küçük kızı Havva ise 1909 doğumlu. Ninesinin adını verdikleri Havva, Gavalcı Hüseyin eşi olacaktır... Turabileri, Hüseyin'in dört oğlu üzerinden inceleyeceğiz.


    1. Salih

    Turabinin büyük oğlu 1902 yılında doğdu. Doğal olarak babası Külcüoğlu Sarı Salih'in adına hürmeten onun adını koydu. Turabilerin ikinci Salih'i, Selimlerden Guldur Arif kızı Şemsi ile evlendi. Şemsi Hanım, Keçininali ile Kahyamehmetin ablalarıdır...

    Şemsi Hanım ile Salih'in yedi çocukları oldu; Hüseyin, Fatma, Ayşe, Şerife, Mahmut, İbrahim ve Arif... Yedi çocuktan sonra Salih 1970, eşi Şemsi Hanım ise 1976 yılında vefat ettiler...

    Üç kızdan Fatma, Tekirgızıların Mevlüt Haykır eşi; Ayşe, Kemiklerin İbrahim Öter eşi; Şerife de Eyüplerin İsmail Dirlik eşi oldu... Oğlanlara bakalım...

    Hüseyin:
    1928 Yılında doğan büyük oğlunun adını Hüseyin koydu. Bu isim önce Turabi Dedeye, sonra Havva Ninenin babası Hüseyin Dedeye kadar varır. Bu anlamda, kendisinin Turabilerde üçüncü nesil Hüseyin olduğu söylenebilir... Arkası gelecek...

    Turabilerin Salih'in oğlu Hüseyin, Apdıramanlardan Esat lakaplı Hasan'ın kızı Azime ile evlendi. Azime Hanım Garmenlerin Ahmet, Yusuf ve Yakup Geçer'in kardeşidir. Ayrıca bir kız kardeşleri de Kirpitçilerin İncegadir eşi olduğundan, Hüseyin onunla bacanaktır... Hüseyin ile Azime Hanımın da sekiz çocukları oldu: Emine, Emine, Salih, Süleyman, Mehmet, Elveda, Şemsi ve Hasan... 

    İlk çocukları kız idi, adını Emine koydular. Bu isim, Şemsi Ninenin ana adı olduğu için onun hatırına konuldu. Fakat çok yaşamadı, küçük yaşta öldü. Sonra 1961'de doğan kız çocuklarına da aynı ismi verdiler, o da 1966'da öldü. Bundan sonra Emine isminde ısrarcı olmayacaklar. Nitekim bir kızları daha olduğunda Elveda adını koydular. Elveda Gobakların Köreminin Necati Kopan eşidir. Küçük kıza, Ninenin adı olan Şemsi ismini verdiler. Şemsi de Yumrukların Ali Tüplek eşi oldu....

    Hüseyin'in büyük oğlu Salih de Dedesinin adını aldı. Dedesinin Dedesi hatırlanacağı üzere Külcü Sarı Salih idi... 1954 yılında doğan Salih, Osmanköylü Ümmü Hanım ile evlendi. Hüseyin, Sevgi ve Tufan isimlerinde üç çocuğu oldu. Sevgi, annesinin memleketi Osmanköy'e gelin gitti. Büyük oğlu Hüseyin, Kantinlerin Ahmet kızı Nuray ile evlendi; üç kızı var. Küçük oğlu Tufan ise Anıtkaya dışından Hatice ile evlendi, onun da dört kızı var... Turabilerin Salih Karayollarından emekli oldu ve halen Anıtkaya'da yaşıyor... 

    İkinci oğlu Süleyman 1956 doğumlu... Onun adı hakkında bir fikir yürütülecekse Şemsi Ninenin ana-dedesine uzanırız. O da varır Coruklara dayanır; uzun hikaye... Süleyman Tekelilerin Danagafa kızı Fikret ile evlendi. İkisi arasında şöyle bir yakınlık var: Süleyman'ın anası Azime ile Fikret'in ninesi Şerife, ikisi de Apdıramanlardan...  Dört oğulları oldu. Büyükler Hüseyin, Savaş ve Hakan Anıtkaya dışından hanımlarla evlendiler. En küçükleri Serdar ise Kemiklerin Şuayip kızı Fadime ile evlendi; yani birinin ninesiyle diğerinin dedesi kardeş... Süleyman Külte 2021'de vefat etti...

    Küçük ortanca oğlu Mehmet 1959 yılında doğdu. 'Berber Mehmet' diye bilinir... Davılcıariflerin Süleyman kızı Cavide ile evlendi. Terzi Topalın bacanağıdır... Hüseyin, Tuğba ve Büşra adlarında bir oğlu iki kızı var. Tuğba Anıtkaya dışına gelin oldu. Hüseyin, Apdıramanlar/Kirpitçilerden Mehmet kızı Zeliha ile evlendi; Cavide, Elçin ve Bahar olmak üzere üç kızı var. Baba mesleği berberliği sürdürüyor, Berber Mehmet ise emekli...

    Dört oğlanın en küçüğü 1968 yılında doğan Hasan... Dedesi Esatın adını vermişler besbelli... Erken dönemde İzmir'e yerleşti. Orada yine Turabilerden Murat kızı Fadime ile evlendi. Hüseyin ve Fadime adlarında iki çocuğu var ve halen İzmir'de yerleşik...

    Çocuklarının serencamesini gördüğümüz Turabilerin Hüseyin Karayollarında çalışıyordu. Eskiden beri iyi kaval çalardı; ama son zamanlarında gırtlak kanserine yakalanmıştı. Anası Şemsi Hanım, ona moral olsun diye kaval çalmasını isteyince, rahatsızlığı sebebiyle zorlandı... Kavalından yanık bir ses, gözlerinden tıpır tıpır yaş aktı... Turabilerin Hüseyin, bu dertten iflah olmadı; 1974'te 46 yaşında vefat etti. Eşi Azime Hanım, 2001 yılında vefat edecektir...

    Mahmut:
    Salih'in diğer oğlu Mahmut 1946 yılında doğdu. Olucak'tan şerife Hanım ile evlendi. Erken dönemde İzmir'e yerleşti. Zekeriya, Fadime ve Hüseyin olmak üzere bir kızı ve iki oğlu oldu. Kızı Fadime, Capbağın Zekeriya oğlu Osman Külte eşidir. Büyük oğlu Zekeriya, Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi, iki oğlu var. Küçük oğlu Hüseyin ise Kemiklerin Süleyman kızı Emine ile evlendi. 2009 Yılında vefat eden Mahmut'un çocukları İzmir'de yaşıyorlar...

    İbrahim:
    İbrahim 1941 doğumlu. Capbak oğlu Zekeriya'nın kızı Ayşe ile evlendi; yani dedeler kardeş... Bir kızı ve üç oğlu oldu. Kızı Meryem, Delicafer oğlu Mesut Sağlam eşidir. Büyük oğlu Ahmet, Yörükmevlüt kızıyla evlendi; bir kızı ile bir oğluna ana babasının adı olan İbrahim ve Ayşe ismini vermiş... Ortanca oğlu Hüseyin, Sakaların Selahattin kızıyla evlendi; isimleri Salih ve Satı olan iki çocuğu var... Küçük oğlu Zekeriya da Kemiklerin Şuayip kızıyla evli... Turabilerin İbrahim de 2011'de vefat etti...

    Arif:
    Turabilerin Salih'in küçük oğlu Arif de 1944 yılında doğdu. Altıntaşlı Havva hanım ile evlendi. Salih, Seydi Ahmet ve Hüseyin adlarında üç oğlu oldu. Anıtkaya dışından evlenen Salih'in Berkay ve Orhun adında iki oğlu var... Ortanca oğlu Seydi Ahmet, Dayıların Vahit kızı Fadime ile evlendi; onun da Beyza ve Arif adında iki çocuğu var... Ve Hüseyin Ganinin Hasan kızı Zehra ile evlendi, Enes ve Fadime adında iki çocuğu var... Eşi Havva Hanım 2011'de, Turabilerin Arif ise 2020 yılında vefat ettiler...

    2. Capbak

    Turabinin ikinci oğlu 1903 yılında doğdu. Adını Osman koydular. Bu isim, Külcülerin Sarıoğlu Osman'ın adıdır. Yani Turabinin oğlan aslında ana-dedesinin adını almış oldu. Sebebini bulamadım, Osman'a 'Capbak' diyorlar. Tabiat taklidi bir yakıştırmaya benzeyen bu lakap ilerde sülale adı olacaktır... 

    Kemik Ali kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım'ın anası, Dayıların Dayı (Hasan Yola)nın ablasıdır.  Capbak böylece ana-baba tarafıyla Selimlerden biriyle evlenmiş oldu. Zaten önceden Turabilerin Selimlerle bir bağı vardı... Renkli bir kişilik olan Capbak, köyün bir ucundan kahveye maden suyu içmeye gelirdi. 1985'te vefat etti; ama eşi Kemik kızı Ayşe Hanım 1935'te vefat etmişti. Yani Capbak tam elli yıl dul yaşadı...

    Bir kız ve üç oğlu oldu: Fadime, Zekeriya, Ali ve Mustafa onların isimleridir. Dördüncü oğlu Mahmut 1935'te doğmuştu, yaşına girmeden öldü... Tek kızı Fadime, Keçilerin Kahyamehmet eşi olacaktır. Bir hatırlatma: Kahyamehmet, Turabilerin Salih eşi Şemsi'nin kardeşidir ve Selimlerdendir. (Ayrıca Şarapçının emmisidir, ileride kayınpederi de olacaktır.) Capbak Osman'ın oğlanlara geliyoruz...

    Zekeriya:
    1924 Yılında doğan büyük oğluna, şehit dayısının adı olan Zekeriya ismini koydu. Onu Çilmahmutun kızı Hatice ile everdi. Murat adını verdikleri bir oğulları oldu, sonra Hatice Hanım 1948'de vefat etti. Zekeriya, ikinci defa Olucaklı Satı Hanımla evlendi. İkinci eşinden de bir kızı ve üç oğlu oldu. Yaş sırasına göre beş çocuğunun isimleri; Murat, Ayşe, Ziyaeddin, Yaşar ve Osman'dır... 

    2004 Yılında kendisi vefat eden Zekeriya'nın eşi Satı Hanım, 2012'de öldü...

    Tek kızı Ayşe Turabilerin Salih oğlu İbrahim eşidir. Yani Ayşe'nin Capbak Dedesi ile, İbrahim'in amcası oluyor... Zekeriya'nın oğlanlara gelelim.

    İlk eşi Hatice Hanımdan olan Murat 1947 yılında doğdu. Terlemezlerin Derviş Mehmet kızı Hatice ile evlendi. Hatice Hanım ile Murat teyze çocuklarıdır. Üç kızı oldu; Fadime, Serpil ve Serap... Fadime, Turabilerin Hüseyin'in küçük oğlu Hasan Külte eşi oldu. Serpil ve Serap, Anıtkaya dışından beylerle evlendiler...

    Satı Hanımdan büyük oğlu Ziyaeddin 1953 yılında doğdu. Keçilerin Kahyamehmet kızı Ayşe ile evlendi. Eşiyle hala-dayı çocukları oluyorlar. Ömrüye ve Mehmet adında bir oğlu ve bir kızı var, ikisi de Anıtkaya dışından evlendiler. Eşi Ayten Hanım ve Damla, Deniz Eymen adlarında iki çocuğuyla Mehmet İzmir'de yaşıyor...

    Ortanca oğlunun adı Yaşar... Cıldırın kızı Dudu ile evlendi. Büyük kızı Satı, Keçilerin Gulaksızın Ali İhsan oğlu Hakan Seçen eşidir. Küçük kızı Kader'i Afyon'a gelin eden Yaşar, Anıtkaya'da ikamet ediyor. 

    Zekeriya'nın küçük oğlu, Capbak Dedesinin adını almış. 1964 Yılında doğan Osman, Turabilerin Mahmut kızı Fadime ile evlendi. Zekeriya ve Emre adında iki oğlundan Anıtkaya dışından evlenen Zekeriya'nın iki oğlu var; Emre ise bekar...

    Ali:
    Capbağın 1930 doğumlu ikinci oğluna Ali adını vermesine sebep, kayınpederi Kemik Ali'dir... Ali, Aşşağılılardan Halil kızı Şerife ile evlendi. Şerife Hanım Kelahmetin kardeşidir. İki oğlu iki kızı oldu. Büyük kızı Şerife, Buruşakların Ekrem Omak eşi; küçük kızı Nurcan da Kemiklerin Nursi Öter eşi oldu... 

    Büyük oğlu Ahmet, 1956 yılında doğdu. Osmanköylü Ümmü Hanımla evlendi. Ali ve Huriye adında iki çocuğu oldu. Ali malum; ama Huriye ismi Aşşağılıların Efe Mehmet'in vefat eden kızı anısına konulduğu anlaşılıyor. Huriye Afyon'a gelin gitti. Ali ise Tahtalının Mısdık kızı Melek ile evlendi...

    Küçük oğlu Süleyman, Anıtkaya dışından Fatma Hanım ile evlendi. Bir oğlu ve bir kızı var. Kızı Hatun, Şampayanın Tacettin oğlu Halil Salman eşidir. Oğlu Osman ise Afyon'dan evlendi, Fatma ve Melisa adında iki kızı var.

    Önce 2008'de Aşşağılıların kızı Şerife Hanım vefat etti. Kocası Capbağın Ali ise 2014 yılında öldü...

    Mustafa:
    En küçük oğluna Mustafa adını koymuş Capbak... Mustafa, Gavalcıların Hüseyin kızı Şerban (Şehriban) ile evlendi. Şehriban Hanımla hala-dayı çocukları olduğu unutulmasın. Ayrıca Capbağın Mısdığın tam sekiz bacanağı da oluyor; ama şimdi lafı uzatmayalım...

    İki oğlu ve bir kızları oldu. Kızları Hatice, Keçilerin Gulaksızın Ali İhsan eşidir...

    Büyük oğlu Ahmet, Turabilerin Külcü Ahmetin Yusuf kızı Hanife ile evlendi. Turabiler bağlantısı bir yana, Hanife ile Ahmet aynı zamanda teyze çocukları...  Osman, Ayşe ve Havva adlarında üç çocuğunun üçü de Anıtkaya dışından evlendiler.

    Küçük oğlu Mehmet Anıtkaya dışından evlendi, Ayşe ve Havva adında iki kızı var... Eşi Şehriban Hanım 2015'te vefat etti; Mustafa ve çocukları İzmir'de yaşıyorlar...

    3. Külcü

    Turabinin üçüncü oğlunun adı Ahmet... Lakabı 'Külcü' idi... Külcüoğlu/Külcüler adından Yirminci yüzyıla kalan tek yadigar Ahmet'in bu lakabı olsa gerek... 

    Gavalcıların Halil kızı Hanife Hanım ile evlendi. Tek çocuğu oldu... 1933 Yılında doğan bu oğlunun adını Yusuf koydular... Yusuf, Gavalcılardan Hüseyin kızı (halasının kızı) Şerife ile evlendi. Üç kızı iki oğlu oldu: Ulviye, Hanife, Havva, Halil ve Ahmet... Kendisi 2012'de öldü...

    Ulviye, öldü; Hanife, Capbağın Mısdık oğlu Mehmet eşi; Havva bekar... Halil, İzmir'den evlendi; Ahmet bekar... İzmir'deler...

    Tekrardan Külcüye dönecek olursak... Eşi Hanife Hanım ile arka arkaya 1967 yılında vefat ettiler...


    4. Doruk

    Turabinin 1914 yılında doğan en küçük oğlunun adı Mehmet idi. Kendisine 'Doruk' lakabı takılmasının sebebi anlaşılamadı. Doruk Mehmet evlenmedi; yalnız yaşadı, 1974'te 60 yaşındayken yalnız öldü...

    Önceki asrın çok bilinen Külcüoğlu/Külcüler sülale ismi, 20. yüzyılda unutuldu, onun yerini Turabiler aldı. Yalnız 1934 Soyadı uygulamasında alınan 'KÜLÇE' ve sonra değiştirilen 'KÜLTE' soyismi, aslında ses olarak 'Külcü'nün uzantısı gibi duruyor.



12 Kasım 2022

Taştan Dünyamız


    Dört ana element teorisi var, meşhur... Kainatın özünü teşkil eden toprak-su-hava-ateş, aynı zamanda maddenin dört hali diye de yorumlanıyor. Tasavvufta buna anasır-ı erbaa diyorlar, dört unsur demek... Kainatın temel yapıtaşları ve aynı zamanda temizleyiciler... Hepsinin de bir şekilde maddi-manevi temizleme, dezenfektan özelliği var...

    Dersimiz Hayat Bilgisi değil, lafı yine çocukluğumuza getireceğim. Bizim çocuk dünyamızın böyle dört unsuru filan yoktu. İki şey gerekliydi, o kadar...

    Çocuğun dünyası oyundan ibaret, oyun dediğin de araç gereçle oynanır. Kısaca oyuncak dediğimiz şeyleri bugünün gözüyle değerlendirirseniz, karşımıza hammadde olarak plastik çıkar. Sen buna naylon da diyebilirsin.

    Bizim çocukluğumuzun denk geldiği dönemde de yeni yeni plastik ürünler çıkmaya başlamıştı; lakin para gerektirdiği için hayatımıza tam olarak yerleşmeyi başaramadı. Aynı şekilde demirden yapılanlar da tek tük olurdu. Dediğim gibi, maliyetli olduğu için onlar bize göre değildi.

    Bizim dünyamıza iki element hakimdi: Ağaç ve taş... Oyun araçlarımızın tamamına yakını onlardan oluşuyordu. Neden?... Çünkü beleş... İhtiyaç hasıl olursa anında sahip oluyorsun, hem de sıfır masrafla. Etrafına bak, her taraf ağaç, taş... Ağacı, tahtayı, değneği, kazığı, tekeri bir yana koyup taşlara odaklanalım; ne oyunlar çıkarılıyordu acaba onlarla...

    Neler neler... Daha oyun başlamamış... Başlayamamış... Kimin başlayacağı bilinmiyor. Çok adil bir atışla başlayacak kişi belirleniyor. Büyük küçük farketmez, yassı taşın bir yüzüne tükür, seçimi yaptıktan sonra at havaya. Islak-kuru yüzeylerden hangisi yukarı bakacak şekilde durursa, bilen başlar...Yani oyunun her ne ise, daha başlamadan taşla ön-oyun oynuyorsun...

    Nerden nasıl ele geçirdiğimizi unuttuğum biçimsiz bir topumuz vardı. Biçimsizdi çünkü hep patlaktı. Yamama, şişirme gibi tekniklerden uzak bir çağda bulunuyorduk, en iyi bildiğimiz içini otla doldurma metoduydu... Takımlar kurulduktan sonra basitçe kaleler de kurulurdu. Nasıl peki? Şöyle... Kaç adımsa, adımlar iki uca iki taş koyarsın; al sana kale... Zaten kale dediğin taştan kumdan değil midir...

    Kavga bir oyun değil; ancak çocuğun dünyası da oyundan ibaret değil. Biz mahalle maçları yaptığımız gibi, mahalleler arası kavgalarımız da meşhurdu... Kavga dediğimiz şey, yüz yüze göğüs göğüse çarpışma değil; uzaktan düşman siperlerini dövme biçiminde olurdu. Mermi ve güllelerimiz tabi ki taştı. Sizin anlayacağınız, uzaktan birbirimizi taşlardık. Şimdi düşünüyorum da... Hiç de masumca değilmiş attığımız taşlar...

    Taşlama deyince, köpek taşlamalarımızı hatırladım. Serserilik ifadesi olarak öğretmenimiz öyle derdi 'Okumazsanız köpek taşlarsınız'... Hayvanları neden taşladığımızı bilmiyorum, herhalde korkarsan saldırır, diye düşündüğümüz için ilk saldıran biz olmak isterdik. Tabi sünepe köpekleri taşlayabilirsin ancak... Azgınlarına yaklaşırken ne olur ne olmaz diye elimize bir kaç taş alırdık, cephane olarak...

    Hadi köpek azgınlaşırsa yırtıcı olur, taşlamayı normal karşıladık diyelim... Ya kuşlar... Tele, ağaca, saçağa, oraya buraya tünemiş hayvancıkların kime ne zararı vardı ki? O zamanlar kar-zarar hesabını ne bilelim, çocuğuz... Neyse... Çıplak elle taş atıp uçan kuşu düşürecek kadar maharetlimiz yoktu; amma sünger (sapana sünger derdik) ile attığını vururdu Kahvecinin Metin... Süngerin çatalı sürekli götcebindeydi, mermi ise her tarafta gani... Bir göde veya sığırcık gördü mü, yerden aldığı fındık kadar bir çiğili süngerle gerdirip çekerdi... Hayvancağızı yerde debelenirken görürdün...

    Manne oynardık... Et topla taş kuleyi devirir sonra da rakip/düşman tarafından vurulmadan o taşları birbiri üstüne dizmeye çalışırdık. Kule, yassı dokuz taştan oluşurdu. El çabukluğuyla o taşlar öyle bir istiflenirdi ki, düşman ateşi altında bunu başarmak inanılmazdır. Ancak taşlarla kurulan dostlukla açıklanabilir... Çocuk onlarla öyle bütünleşir ki hangisinin altta, hangisinin kulenin burcunda olacağı bellidir. Dokuz taşın dokuzu da sırasını kollamaktadır...

    Öyle yassı ve biraz daha büyük taşlarla kızların oynadığı bir oyun vardı. Leplik diyorlardı koca yassı taşlara. Galiba oyunun adı da leplikti. Aklımda kaldığı kadarıyla yeni gelinler filan leplik oyununa dahildi. Belki yaşımız tutmadığı için, oyuncu olmasak da aralarında bulunuyorduk. Bu yüzden lepliğe dair hatırladıklarım net değil; ama bağırtı çağırtı arasında, leplik taşını yere dikey tutup sanki 'lus' gibi bir şeyler dedikleri hala kulağımda...

    Bize leplik, kutu oynarken lazım olurdu. Gazoz kapağına kutu diyorduk ve kutular bizim için çok değerliydi. Birinin kutularını ütmek ziyadesiyle gurur verici, ütülmek ise o kadar aşağılayıcı bir duygudur. Tabi onun için eline iyi oturan, yalabık ve ağır leplik lazım. Yere çizili küçük halkanın içine dikilmiş kutuları vurup oradan çıkaracaksın... Ütmek budur... İşte o atış ancak iyi bir leplikle yapılır. Ona sahipsen bir sürü hazinen (yani kutu) olabilir. O günün çocuğu için leplik ne kadar önemli olduğunu anla diye, sana bir şey söyleyeyim: 1960'lı yıllarda bir Bayram günü sel yolağına düşüvermiş bir kaç çocuk, leplik arıyorlar... Dağa kadar varıp geri dönmüşler, artık ne kadar buldularsa...

    Bir de kaydırak vardı, küçük lepliklerle oynanan. Taş burada küçük olmalıdır; çünkü tek ayağınla sektireceksin. Oyunun temeli, taşı her seferinde yeni bir bölüme sektirmek, bütün bölümlerin bitiminde yeni bir aşamaya geçmektir. Aşamalar bittiğinde de sayı olarak o bölümlerden birinin tapusunu alırsın ki buna 'gama' denir. Buradaki taşın önemi, tek ayakla sektirilebilecek uygun ağırlıkta ve yerde rahat hareket edecek kadar pürüzsüz olmasıdır. Taşı kaydırdığımız için olsa gerek biz bu oyuna 'kaydırak' derdik. Başka yerlerde 'seksek' diyorlar...

    Epdiş taşlarının ne kadar güzel ve önemli olduğunu ayrıntılı anlatmıştık. Bu yüzden hep cepte taşınıyorlardı...

    Yere bir kare çizip, tam ortasına kocaman bir + işareti yerleştiriyorsun. Böylece koca kareyi dört küçük kareye bölmüş oldun. Aynı zamanda çizgilerin birbirine temas yerlerinden de dokuz nokta elde ettin. Üç tane taşı bir doğru oluşturacak biçimde üç noktada aynı hizaya getirebilirsen, sayı kazanıyorsun. Sayıya ve oyuna 'dede' diyorduk. Üç taşla oynandığı için başka yerlerde 'üçtaş' diyorlar. Sen epdiş büyüklüğündeki taşlarla oynarsan, rakip de üç kazıkla oynayabilir. İç içe geçmiş üç kare ve daha fazla noktadan oluşan versiyonları da var dede oyununun. Taş sayısı da artıyor tabi...

    Küçük yassı taşlarla kendimizce oynadığımız bir yarış/oyun da su da taş kaydırma idi.    Bunun için su birikintisi lazım... Bizimkisi bir göletti. Patır Dayının ev ile Fırın arasındaki çukura her sonbaharda su dolar, Nisana kadar filan kurumazdı. Nereden baksan altı aylık oyun alanımız gölet ve çevresi olurdu. Ayı Mevlüt ile Gödeşlerin ev arasındaki çukurlukta bulunan gölet daha büyüktü; ama orayı koyun köpeği tehlikesi hiç bitmediğinden tercih etmezdik... Gölet buz tutmadığı zamanlarda, küçük yalabık taşları sektirmekten ayrı bir keyif alırdık. Uygun açı, uygun eğim, uygun hız, uygun ivme ve uygun taş... O kadar kolay değildir taş sektirmek, dene bakalım...

    Belki de biz icat ettik, taş taşlama oyununu... İki kişiyle oynanır. Kendine bir taş bulursun, rakibininkiyle denk boyutta olmalıdır. Amaç, taşını rakibin taşına vurup mümkün olduğunca ileriye fırlamasını sağlamaktır. Yani rakibin taşını vuracaksın, ama senin taş ondan uzaklaşacak. Bunu başarırsan sayıyı alırsın. Kaç sayı aldığın, iki taş arasındaki mesafeyi adımladıktan sonra ortaya çıkar. Diyelim ki 7 sayı aldın, atış hakkı yine sende. Attın, vurdun, adımlıyorsun 9 sayı daha, etti 16... Atışta rakip taşı vuramazsan atış hakkı rakibine geçer... Yüz sayıyı bulan kazanır... Bu oyunda taş taşlıyorsun; ama Allah muhafaza, yakınlardan geçen birine isabet etse...  Acaba eskiden sokaklar daha mı müsaitti bu oyunlar için...

    Şimdi kırk elli yıllık mesafeden bakınca daha iyi anlıyor insan. Bizim küçük dünyamızda taşın yeri çok büyükmüş. Yok yok! Bizimkisi taştan bir dünya imiş...


11 Kasım 2022

Akbaşlar ve Çañlı


    Mollahmetler... Kalabalık bir sülale... Sıntırlar, Müdüroğlular bu sülalenin kollarından... Başka kollardan Kekliklere ve Eyüplere de uzanıyor... O Mollahmetlerin Mustafa oğlu Süleyman'dan bahsedelim.

    Babası Mustafa 1820'de doğmuş. Kiminle evliydi, Süleyman'dan başka çocuğu var mıydı bilinmiyor... Süleyman, Emiraliler/Yeşilömerlerden Ayşe Hanım ile evleniyor. Gıdilerin Hasan Hüseyin ile bacanak oluyorlar... Bir oğlu iki kızı oluyor; 1887'de Mustafa, 1894'te Kezban ve 1901 yılında Azime doğuyor. Küçük kızı Azime yaşını doldurmadan Süleyman vefat ediyor. Ayşe Hanım üç yetimle dul kaldı, ama oğlu Mustafa artık delikanlıydı. Onu Arapların Hüseyin kızı Kezban ile evlendirdi. Gelin Kezban, Gambırüseyin ile Çolakların Ömer'in halaları oluyor... Ayrıca bu Kezban'ın anası da Yeşilömerlerden olduğu için, bir bakıma oğluna gelin olarak yeğenini almış oldu... Cihan Harbine giden oğlu Mustafa geri dönemedi... Dul kalan Kezban Hanım da yine o sıralarda eşi vefat eden Sakızcı Hüseyin'e vardı. Orada doğan kızı İsmihan da yine Arapların Kalpsizin evde bekar olarak vefat edecektir. Kezban Hanım ise Sakızcının eşi olarak 1954'te öldü...

        ***

    Ayrıca ele alınacak; ama burada kısaca değinilmesi gereken bir başka hikaye de Eminler... Eminlerin Mehmet Emin, Kelsüleyman ile Çakalhüseyinin dedelerinin Abisi... Hatiboğlu/Gobak Hasan kızı Hafize Hanım ile evli... İki oğlu ve üç kızı var. Oğulları Hüseyin evli, İbrahim bekar... İkisi de Cihan Harbinde şehit oldukları anlaşılıyor. Bu arada Mehmet Emin kendisi de vefat ediyor. Hafize Hanım kaldı mı, geliniyle tek başına... Çolömerin kızı olan gelini Emine Hanım, Ayanoğlu Ahmet'e yani Patlakların Dedesine vardı... Hafize Hanımın üç de kızı vardı... Bunların büyüğü 1893 doğumlu Havva'yı Gıdilerin Mustafa'ya vermişlerdi; Mustafa da Anafartalar'da şehit... 1902 Yılında doğan Halime'yi Hacımahmutların Yusuf oğlu Abdullah'a verecekler. Halime Hanım ileride Etem ve Şimbilin anası olacaktır... Geriye 1903 doğumlu küçük kızı Ümmühan kaldı...

        ***

    Asıl konuya bağlamadan önce bildik bir hikayeye uğrayacağız. Hacımahmutların Hüseyin'in Veli ve Mustafa adında iki oğlu vardı ve bu iki oğuldan Kediveliler/Kınilere gidiliyordu. Bu iki kardeşin Fatma/Fadime adında bir kız kardeşleri de Akören'e gelin edilmişti... Orada bir kızı ve üç oğlu oldu. Eşi Mehmet vefat ettiğinde galiba kızı evliydi. Büyük oğlunu da Akören'de bırakıp iki küçük oğluyla baba ocağına, Eğret'e döndü. Akbaşlar ve Çañlıların macerası onların Eğret'e dönüşüyle başladı...

    Akbaş Ömer

    Fatma Hanımın yanında Eğret'e getirdiği büyük oğlunun adı Ömer... 1904 yılında doğdu. Başka bir köyden gelmiş olsa da, Eğret'e büsbütün yabancı sayılmazdı. Zira dedesi buralıydı, Mustafa ve Veli dayıları buradaydı... Vakti geldiğinde Onu Mollahmetlerin Süleyman'ın yetimi Kezban ile everdiler. İki yetim başgöz edilmiş oldu. Erken yaşta ve hızla saçları ağardığından 'Akbaş' lakabı takıldı. Bundan sonra çocuklarının oluşturduğu sülaleye de 'Akbaşlar' denilecektir. 

    Akbaş Ömer'in ikisi kız dördü erkek olmak üzere altı çocuğu oldu. Büyük kızı Şerife Gıvık Şükrü Aydın; küçük kızı Ratibe de Hassönler/Şekeralilerin  Hasan Omak eşi oldu. Dört oğlan üzerinden Akbaşlara bakalım....

    1. Mustafa
    Akbaşın büyük oğlu 1933 yılında dünyaya geldi. İsmini Mustafa koymalarına sebep, Kezban Hanımın şehit Abisi olmalı... 'Akbaşların Mısdık' olarak bilinecektir... Kekliklerden Hacıiresil kızı Fatma ile everdiler. Keklikler ile Mollahmetler bağlantısını söylemiştik; Kezban Hanımın oğlunu kendi akrabalarından bir gelinle evermesi çok doğal... Bu evlilikle Akbaşların Mısdık, Garmenlerin Ahmet Geçer ve Tingildeklerin Şaban Kasal ile bacanak oldular. 

    Akbaşların Mısdığın da aynen babası gibi iki kızı ve dört oğlu oldu. Büyük kızı Sultan, Kirtyusufun İnceömer Aydın eşi oldu. Küçük kızı Ayşe ise Mardaklardan Yahya Saki'nin gelinidir...

    Büyük oğlu Yaşar 1956  yılında doğdu. Yozgun Halil kızı Elveda ile evlendi, dört bacanağı vardı: Gavasın İsmail, Arapların Gözelmehmet, Demircisalihin oğlu Osman, Mardakların Halil İbrahim... Bu dört bacanağının ilk ikisi Araplardan; Kezban Ninenin anası da Araplardan olduğunu hatırlayalım... Yaşar ile Elveda'nın dört kızı bir oğlu oldu. İsimleri Ratibe, Fatma, Samiye, Muzaffere ve Murat'tır. Ratibe, Samiye ve Muzaffere Anıtkaya dışına gelin oldular. Fatma ise İdirizlerden Mehmet oğlu Harun İdis eşi oldu... Yaşar'ın tek oğlu Murat, Düdükçünün Hikmet'in kızıyla evlendi; bir kız bir de oğlu var... Afyon'da oturuyorlar; ama Anıtkaya'da da sık bulunuyorlar...

    Mustafa, 1960 doğumlu ikinci oğluna babası Akbaşın adı olan Ömer ismini koydu. Karacahmetli bir hanım ile evlenen  Ömer'in Mustafa ve Dilek olmak üzere iki çocuğu var. Afyon'da yaşıyorlar...

    Üçüncü oğlu 1964 yılında doğdu. Dedesi Kekliklerin Hacıiresilin hatırasına Resul adını koydular. Şekeralilerin Arapırmızan kızı Satı ile evlenen Resul, Akbaşların Anıtkaya'ya yerleşik tek oğludur. Mustafa, Fatma, Rabia ve Esma adında dört çocuğu var. Çocukların isimlerine bakılırsa, bütün nineler dedelerin adları konulmuş...

    En küçük oğlu Ahmet 1969 yılında doğdu. İncemehmetin Şaban kızı Zeynep ile evlendi. Esasında Zeynep ile Ahmet teyze çocuklarıdır. Yasin, Fatma ve Emre adında üç çocukları oldu. Fransa'da oturmakla birlikte yılın büyük bir bölümünü Anıtkaya'da geçiriyorlar...

    Akbaşların Mustafa'nın eşi Fatma Hanım; 1990 yılında, oğlu Resul'un düğünü sırasında vefat etti. Bundan 11 yıl sonra, 2001'de de Akbaşların Mısdık kendisi vefat etti...

    2. Mehmet Hoca
    Akbaş Ömer, 1937'de doğan ikinci oğluna babasının adı olan Mehmet ismini koydu. Çorcalılardan Eyüp Aydın kızı Fatma ile evlendi, Çolakların Mehmet Ali ile bacanak oldular... Körhocadan Kuran tahsil etti, hafız oldu. O günden sonra 'Akbaşların Mehmet Hoca' olarak tanındı. Kadrolu imamlar atanmadan önce Anıtkaya camilerinde imamlık yaptı... Bu sebeple eşine de 'Hoca Fatması' derlerdi...

    Üç kız bir de oğulları oldu: Şule, Ömer, Aysun ve Azime... Büyük kızı Şule Belce'ye gelin gitti. Ortanca Aysun, Hatiplerden Yağcımahmutun Mehmet Aykaç; küçük Azime de Sağırların Ali Osman oğlu Mustafa Sancak eşi oldular...

    Hoca da tek oğluna, babası Akbaşın adı olan Ömer ismini koydu. Yağcımahmut kızı Halime ile evlenince 'değişik' usulü yapmış oldular... Bir kızı bir de Mehmet adında oğlu olan Ömer, emekli olduktan sonra Anıtkaya'da daha çok bulunuyor...

    Nüfusa adı Mehmet Ali diye kayıtlı olan Mehmethoca 2009 yılında vefat etti...

    3. Süleyman
    Akbaş, üçüncü oğluna Mollahmetlerin Süleyman'ın adını koydu. Tabi bu isimlendirme Kezban Hanımın isteği doğrultusunda yapılmıştır... Süleyman Olucaklı Esma Hanım ile evlendi. Bir oğlu ve bir kızları oldu. Oğlu Ramazan Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi; Onun da iki kızı ve iki oğlu var... Hanımı Esma 2004 yılında vefat etti... Akbaşların Süleyman, halen erken dönemde yerleştiği İzmir'de yaşıyor...

    4. Veysel
    Akbaşın küçük oğlu 1943 yılında doğdu, adını Veysel koydular. Sıntırların Garakazım kızı Ümmühan ile evlendi Veysel... Buradaki akrabalığa dikkat çekmek gerekebilir.  Ümmühan Hanımın babası Garakazım Mollahmetlerden, anası Sultan ise Sarıömerin kızı; lakin Sultan Hanımın anası da Yeşilömerlerden... Baştaki Mollahmetler ve Yeşilömerler bağı hatırlanacaktır...

    Veysel'in de iki oğlu iki kızı oldu. 1975 Yılında doğan Özgül iki yaşındayken öldü. Diğer kızı Anıtkaya dışından bir beyle evlendi. Oğulları Mesut ve Mert de Anıtkaya dışından hanımlarla evlendiler. Mesut'un bir oğlu, Mert'in bir kızı var. Küçük oğul Mert 2015'te vefat etti... Ertesi sene, 2016'da Veysel de vefat etti... Bu durumda Akbaşların Veysel'in geride kalan çocukları erken dönemde göçtükleri İzmir'de yaşıyorlar...

    Böylece dört oğul üzerinden Akbaşları inceledik. Akbaşı kapatırken belirtmek lazım, Kezban Hanımın küçük kardeşi Azime vardı; O da Omarcıkların Gocahüseyin eşi oldu...Yani Akbaş Ömer'in de bir bacanağı vardı... Akbaş, 1957 yılında öldü; eşi Kezban Hanım ise ondan tam 22 yıl sonra, 1979'da vefat etti...

    Çañlı Hüseyin

    Hacımahmutların kızı Fatma Hanımın Akören'den Eğret'e getirdiği küçük oğlunun adı Hüseyin'dir, 1905 yılında doğdu... Onun konumunu anlatmaya çalışırsak; Kedivelilerin Çolağüseyin ile aynı dedenin torunudurlar. Bu yüzden ikisinin adı da Hüseyin...

    Küçük Hüseyin, çocukluğundan itibaren bir küçük koyun çañını kolye gibi boynunda takıyordu. Öyle ki çıkardığı ses sebebiyle, gelenin Hüseyin olduğu hemen anlaşılırdı. Zamanla halk nazarında boynundakiyle bütünleşti, ona 'Çañlı' dediler. Bu lakap neredeyse isminin önüne geçti.

    Çañlı, Eminlerin Mehmet Emin'in küçük yetimi Ümmühan ile evlendi. Çatalların Halil İbrahim (Hacızekeriyanın babası) ve Hacımahmutların Hacıyusufun Abdullah (Şimbilin babası) ile bacanak oldular... 

    Üç kızı ve bir oğlu dünyaya geldi. Büyük kızı Hafize, Berberlerin Deliali (Ali Öztürk)e vardı. Anaları tarafıyla akraba olmalarına rağmen geçinemeyip ayrıldılar. Sonra Erkmen’e kocaya varan Hafize Hanım, 1963 yılında vefat etti...  Ortanca kızı da yine anası tarafıyla akraba olan Şimbilemine vardı; henüz çocukları yokken vefat etti... Küçük kızı Emine ise Sakaların Guzuguzu (İsmail Atay)a vardı, 1972'de öldü... 

    Çañlının tek oğlu Aziz 1932 yılında doğdu. İdirizlerin Delimehmet kızı Emine ile evlendi, 1952'de bir kızı oldu, adını Selver koydular. Bu çocuk dokuz yaşına gelince vefat etti. Aynı dönemde Aziz'in babasıyla arası açıldı ve Afyon'a göçtü, 1960'ta orada vefat etti...

    Çañlı Hüseyin 1971 yılında vefat etti. Hemen ardından küçük kızı Emine'nin vefatıyla öksüz kalan torunlarına bakan eşi Ümmühan Hanım ise 1978 yılında gitti öte dünyaya...

    Anaları Fatma Hanımla beraber Akören'den Eğret'e gelen Akbaş Ömer ve Çañlı Hüseyin kardeşler, 1934 Soyadı uygulamasında KARAKAYA soyismini aldılar... Tıpkı Akören'de kalan Abileri gibi...

     ***

    Tekrar başa dönüp Mollahmetlerin Süleyman eşi Ayşe Hanımla bitirelim... Oğlu harpte kaldı, iki kızını Akbaş ve Gocahüseyine verdi... Kendisi Soyadı uygulamasında ADIYAMAN soyismini aldı ve bu soyadının son temsilcisi olarak 1940 yılında vefat etti...



08 Kasım 2022

Alçaklar

     
    Ayanoğlu Mehmet ile Patlakların atası olan Ayanoğlu Ömer emmi çocukları oluyor; yani babaları Ahmet ile İbrahim kardeş. Tabi hepsi varıp Halil Dedeye dayanıyor... Babadan Dededen aktarılan akrabalıklar kadar Anadan Nineden tevarüs eden bağlar da çok önemli. Bu çift taraflı hısım akraba gözetimini bütün sülalelerde gözlemlemek mümkün. Evlilik yoluyla kurulan bir akrabalık bağı, çocukları torunları başgöz ederek kuvvetlendiriliyor. Benzer durumları Ayanoğullarının Alçaklar kolunda da bulabiliriz.

    Ayanoğullarından Halil oğlu İbrahim 1825 doğumlu... Kiminle evlendiği bilinmiyor, yalnız Mehmet adında bir oğlu var. Başka çocukları vardıysa da onun hakkında bir bilgi günümüze ulaşmamış. Mehmet'in babasının adını verdiği İbrahim adında oğlu bulunuyor. İbrahim'in kardeşi var mıydı, öldü mü kaldı mı, onları da bilmiyoruz. Fakat Ayşe adlı bir hanımla evlendiği bilgisi var. Ayşe Hanımdan da ancak öldüğünün kaydedildiği veraset ilamı sayesinde bilgimiz oluyor. 

    Belgeye göre Ayanoğlu İbrahim'in eşi Ayşe Hanım Veyislerden olduğu anlaşılıyor: fakat annesi itibariyle de Çatallara doğru uzanıyor... Neyse, Ayşe Hanım 1889 yılında vefat edince geride üç yaşında bir bir öksüz bırakıyor; adı Mehmet... (Bundan sonra Ayanoğlu İbrahim yeniden evleniyor; aldığı kadın yine Veyisoğlu Osman'dan dul kalan Hatice... Merhum eşi Ayşe Hanımın da üvey kardeşi olarak kaydedilmiş Hatice Hanım... Bu Hatice Hanımdan çocuğu olmayacak Ayanoğlunun... Yanında tay gelen Ayşe var, o da hiç evlenmeyecek ve 1932'de bu evde vefat edecektir... Bu parantezi kapamadan önce şunu da belirtelim, Hatice Hanım Delimamın kaynanasıdır. Ayrıca, Patlakların atası olan Ayanoğlu Ahmet'in anası İsmihan vardı ya... İşte Hatice Hanım O İsmihan'ın da ablası olur... Bütün bunları gözönüne alınca Ayanoğlunun Hatice Hanımla evliliği formaliteden olduğu söylenebilir. Maksat Hatice Hanım ve kızı aç açık kalmasın...)

    Ayanoğlu Alçak Mehmet

    Ayanoğlu İbrahim, eşi Ayşe Hanımın ölümünden bir müddet sonra kendisi de vefat etti. Yalnız, oğlu Mehmet artık büyümüştü ve yanında ana yarısı Hatice Hanım vardı... Tabi ne kadar büyürsen büyü, boyun kısaysa hep küçük görünürsün... Mehmet'in görünümü biraz öyleydi, bu yüzden 'Alçak Mehmet' lakabı takıldı... Artık bu lakap sülalesinin adı olacaktır... 

    Analığı/Teyzesi Hatice Hanım ölmeden önce Mehmet evlendirildi. Eşi, Veyislerden Süleyman kızı Şerife idi. Şerife Hanım, Delimamın emmisinin kızıdır... Girişte belirttiğim akrabalık vurgusunun sebebi bu idi; temelde Veyislerle kurulan bir bağ, zamanla nasıl da örgüleniyor... 

    Alçak Mehmet'in 1909 yılında bir oğlu oldu; tabi ki adını İbrahim koydular. Bu İbrahim-Mehmet döngüsü bir süre daha devam edecek. Yalnız resmiyette öyle olsa oğlu Halil İbrahim olarak bilinecektir. Ne yazık ki Halil İbrahim beş altı yaşlarındayken annesi Şerife Hanım vefat etti...

    Şerife Hanımın vefatından sonra Ayanoğlu Alçak Mehmet tekrar evlendi. İkinci eşi Güneyköylü Kezban Hanım... Burada Mehmet ile Kezban Hanım bir müddet beklesin, başka bir şey anlatacağım...

Veyisler sülalesi arasında anlatılan bir efsane var. Buna göre Dedelerden birinin (Böbü Dedenin babası Halil) Güneyköylü bir hanımı varmış. Bir bahar günü, işler henüz kızışmadan Onu köyüne götürüp bırakmış, 'Harman kalkana kadar burada dur, hasret gider. Harman kalktıktan sonra gelir götürürüm.' demiş... Dediği gibi harman kalkınca varmış Güneyköy'e... Hanımının mezarını göstermişler... Meğer bu arada karısı vefat etmiş... Halil Dede Eğret'e eli boş dönmüş; ama Güneyköylü akrabalarıyla da alakayı kesmemişler. Veyislerden bir kızı Güneyköy'e, ihtimal merhum eşinin akrabalarına gelin etmişler. Gelip gitmeler pek sık olmasa da ilk zamanlarda Veyislerin Güneyköy ile alakası büsbütün de kesilmemiş; ama kuşaktan kuşağa zaman ilerledikçe irtibat kopmuş, akrabalık unutulmuş... Ben bu hikayeyi 2000'li yıllarda duydum. Lakin Veyislerden biri, Güneyköy'e bakan tarafındaki kişilerden biriyle 1980'lerde hastanede tanışınca olay efsane olmaktan çıkmış ve gerçek olduğu anlaşılmış...

    Şimdi Ayanoğlu Alçak Mehmet'e tekrar dönebiliriz. Veyislerle bu kadar bağlantısı varken, ikinci eşini hiç bilmediği bir köyden, tamamıyla yabancısı olduğu insanlardan alması düşünülemez. Hasılı kelam, Kezban Hanımın da bir ucuyla Veyislerden olduğu yönündeki söylentileri ciddiye almak gerekir. (Gerçi torunları Kezban Nineye dair pek bir şey bilmiyorlar, sadece Cennet adında bir kardeşi varmış, belli belirsiz ondan söz ediyorlar.)

    İkinci hanımı Güneyköylü Kezban'dan da 1914'te Emin adını verdiği bir oğlu oluyor. Böylece iki ayrı hanımdan iki oğlu dünyaya gelmiş oldu. Alçakları bu iki oğul üzerinden görelim.

    Alçaklar

    Ayanoğlu Mehmet'in büyük oğlu Halil İbrahim 1909 yılında doğdu. Malum olduğu üzere İbrahim, dedesinin; Halil ise dipdedenin adıdır... İdirizlerden Hamsinci olarak bilinen Mustafa'nın kızı Raziye/Iraz ile evlendi... Bu evlilikle Arzıların Ahmet (Hademe Veysel, Alessan ve Akgabak babaları) ile bacanak oldular.

    Bacanaklık vesilesiyle yeni kurulan akrabalıkların yanında belirtilmesi gereken bir husus daha var ki o da Raziye'nin anası yani Hamsincinin eşidir... Zeliha/Zele Hanım, Ayanoğlu Ahmet'in kardeşi, Patlakların halasıdır... Bu durumda Halil İbrahim'in Ayşe Ninesi ile Iraz'ın İsmihan Ninesi kardeş oluyor. İki kardeşin torunlarının evliliğine şahit olunuyor... Tabi bu, nispeten yakın geçmiş... Sonuçta ikisi de en dipdede olan Ayanoğlu Halil'in torunlarıdır...

    Burada belirtilmesi gereken bir başka husus da Ayanoğlu Alçak Mehmet'in lakabını sülale adı olarak Alçaklar biçiminde devam ettirecek olan kişinin Halil İbrahim olduğudur. Elbette Halil İbrahim'in bu hususa bir etkisi olmamış, Eğretliler O ve çocuklarını bu şekilde çağırmış...

    Alçakların Haliban ile Hamsinci kızı Iraz'ın üç kız iki oğlu oldu. İsimleri; Mehmet, Şerife, Rasime, Eşe ve Adem'dir... En büyük ve en küçükleri iki erkek... Aradaki kızların büyüğü Şerife, Naymelerin Ramazan oğlu Hasan eşi; ortanca kızı Rasime ise Terlemez Hocanın Yusuf eşi oldu. En küçükleri 1939 doğumlu Eşe, gelin olmadan 16 yaşındayken vefat etti... 

    Alçakların Haliban 1969 yılında vefat etti. Karısı Hamsinci kızı Iraz, ondan sonra otuz yıl daha yaşadı. Oğlu Adem'in evinde 1999'da öldü...

    1929 Yılında doğan büyük oğluna Mehmet adını koyarak, Ayanoğlu İbrahim-Mehmet döngüsünü sürdürmüş oldu. Alçakların Mehmet, Hacapdıramanlardan Hacı Abdil kızı Lütfiye ile evlendi. Arzılardan Bakkalırmızan (Ramazan Türkmenoğlu) ile bacanak oldular. Erken dönemde İzmir'e göçen Mehmet'in bir oğlu ve iki kızı oldu. Büyük kızı Zekiye Gecegondunun Nevzat Hoca eşi oldu; küçüğü Ayşe ise İzmir'de gelin oldu... Oğlu Ahmet, Anıtkaya dışından evlendi; Onun da bir oğlu var ve halen İzmir'de yerleşikler... Alçakların Mehmet, 2016 yılında; eşi Lütfiye ise 2019'da İzmir'de vefat ettiler...

    Alçakların küçük oğlu Adem 1945 yılında doğdu. Küpelilerin Süleyman kızı Fadik ile evlendi. Fadik Hanım, Bekçi Ali Boy'un kardeşidir. Manavların Ahmet ve Berberlerin Emin ile bacanak oldular... Burada yine Patlaklarla bağlantıya dikkat çekmek gerekir; çünkü Fadik Hanımın Annesi Fatma, Ayanoğlu Ahmet kızıdır...

    Alçakların Adem'in çocuğu olmadı. Bacanağı, Manavların Ahmet'in 1975 yılında doğan küçük kızını evlat edindi. O vakit sağ olan Annesinin hatırına, Zeliha ninesinin ismini koydu. Zele, İsmailköy'e gelin gitti...

    Her konuda bir fikri olduğu için bazen kendisine 'Avukat' denilse de Alçakların Adem daha çok yardımseverliği ile tanındı. Kimin hayvanı bızıleci ise ona koşmaktan geri durmadı. Bazısının omuzundaki kuluncu ezdi, bazısının düşen göbeğini bağladı... Göz tansiyonu nedir bilmezdik, ilk defa onun hastalığı sebebiyle öğrendik. Bir anda rahatsızlandı, çok geçmeden 2004'te vefat etti...
    

    Hacı Emin

    Güneyköylü Kezban Hanımdan 1914 yılında doğan oğluna Emin adını koydu, Ayanoğlu Mehmet... Kezban Hanımın baba adı olabilir bu isim... Yine Ayanoğullarından Garahmetin kızı Kezban ile evlendi. Üç bacanağı oldu; biri ilk eşi itibariyle Bulduğun Mehmet, ikincisi Arzıların Denden Osman ve diğeri de Hatiplerin Mollaosmanın oğlu Ömer Faruk (Ömer Faruk öldükten sonra Gobakların Gocakazım)... Dendenin küçük kardeşi Ahmet ile Emin'in abisi Halil İbrahim bacanaktı ve hem de eşleri bir ucuyla Ayanoğullarındandı, unutulmasın...

    Zamanla Hacca gittikten sonra lakabı 'Hacı Emin' oldu. Eşi Kezban Hanıma da 'Tökürdek' dedikleri için bunlara kah 'Hacıeminler' kah 'Tökürdekler'  denildi; ama hiç bir zaman Alçaklardan sayılmadılar... Mesele boy pos ise Emin, abisi H.İbrahim'den daha kısaydı. Neden uzun olana 'Alçaklar' lakabı yapıştı kaldı, anlaşılmaz bir durum...

    Hacı Emin'in dört oğlu ve bir kızı oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Mürsel, Mehmet, Şaban, Fadime ve Ahmet'tir... Tek kızları Fadime 1953 yılında doğdu. Sağırların Hamza'nın büyük oğlu Ramazan Sancak eşidir, 2016'da vefat etti... 

    Büyük oğlu 1944 doğumlu Mürsel, Apdıramanlardan Yeniali kızı Ayşe ile evlendi ve Tekelilerin Mahmut Taşkın, Hafızın Hayrettin Öztürk, Bilallerin Salim Kaynar ile bacanak oldular... Hatice, Hacer ve Emin isimlerini verdiği iki kızı ve bir oğlu var. Hatice, Anıtkaya dışına gelin oldu...

    İkinci oğlu Mehmet 1947 yılında dünyaya geldi. Gobakların Gocakazım kızı Fadime ile evlendi. Fadime Hanımın anası Cemile, Hamsincinin torunudur; yani Ayanoğullarından Zeliha'nın torunu... Mehmet ile evliliklerine tek sebep bu olmayabilir; çünkü anası Cemile'nin vefatından sonra Gocakazım, Mehmet'in teyzesi (Hatiplerin Yaşar Aykaç anası)nı almıştı. O münasebetle kurulan ikinci yakınlık sayesinde bu evlilik gerçekleşmiş olabilir... Neyse ne... Mehmet ile Fadime Hanımın İbrahim, Mustafa ve Emin olmak üzere üç oğulları oldu. İbrahim daha ondokuz yaşındayken 1987'de vefat etti. Mustafa Manisalı bir hanımla evlendi, bir kız bir oğlu var. Emin ise Bidakgenin Aziz kızı Ümmühan ile evlendi, Mehmet adında bir oğlu var... Mehmet kendisi de 1992'de öldü...

    Şaban, Hacıeminin üçüncü oğlu... Tellilerin Halil kızı Türkan Hanım ile evlendi. Bir oğlu ve iki kızı oldu. Büyük kızı Şerife, Takkuşların Erol Öztürk eşidir. Küçük kızı Fatma ise İzmir'e gelin gitti... Oğlu Ramazan, Arzılardan Terzimusa kızı Arzu ile evlendi; Belgin, Türkan, Beyza ve Yasin olmak üzere dört çocuğu var...

    Ve Hacıeminin en küçük oğlu Ahmet 1958 yılında doğdu. Arkadaşları tarafından 'Gölle' lakabı takıldı. Yetimlerin Mevlüt kızı Şükran ile evlendi. Bacanakları; Hatiplerin Yaşar Aykaç, Gobakların Ali Kopan, Kölgecilerin Ömer Kayır ve Kelidirizlerin Süleyman Azbay... Yaşar Aykaç ile zaten teyze çocukları ve anaları Ayanoğullarından; Ali Kopan Delimamın torunlarından, yani Veyisler; Ömer Kayır, Ayanoğlu; Süleyman Azbay'ın Ninesi Deliveyisin torunu... Bacanaklıktan öte akrabalıkları göstermek istedim.... Kezban, Emin ve Sabri Anıl üç çocuğunun isimleridir. Kezban Kalecik'e gelin gitti. Emin, İzmir'den evlendi; iki kız üç de oğlu var. Küçük oğlu Sabri Anıl ise Kayserili bir hanımla evlendi... 

    Hacıeminin dört oğlundan Anıtkaya'da kalan yalnız Şaban oldu. Diğerleri erken dönemde ayrıldılar. Onların çocukları da görev gereği İzmir, Manisa, Emirdağ'dalar... Tökürdek Kezban hanım 1992'de, Hacıemin ise 1997 yılında vefat ettiler...

    Ayanoğullarından İbrahim'in oğlu Alçak Mehmet'in büyük oğlu Halil İbrahim çocuklarına Alçaklar denildi. Küçüğü Emin çocuklarına ise Tökürdekler... Her ikisi de 1934 Soyadı uygulamasında ailelerine AS soyadını aldılar...

 


05 Kasım 2022

Gavur Pancarı

 

    Gavur Pancarı diyorlar, kavanuzun içinde bir şeyin ezmesi gibi duruyor. İşin doğrusu pek de güzel görünmüyor. Getiren kadın nineme diyor ki 'Sabah akşam bir kaşık ye, sakın fazla kaçırma! Ağı gibi, çok yiyemezsin zaten...' 

    Beş altı yaşlarındaydım galiba, gavur pancarının adını ilk duyduğumda. Kökünü ezip bal ile karıştırmışlar, kötü bir ezme gibi görünüyor dediğim bu... Bal katmalarının sebebi onu yenebilir hale getirmekmiş. Ağı gibi değil, ağının kendisiymiş aslında... Acılığının şifa olduğunu düşündüler demek ki. Yalnız ninemin hangi rahatsızlığına binaen yediğini bilemiyorum şimdi...

    Dağa 'guruya' gittiğimizde gösterdi bunu... Dağdan odun getirmek izne tabiydi; ama kurumuş dalları getirirsen kimse bir şey demezdi. Öyle nizami odun için dağa gitmenin adı 'guruya gitmek'ti... Odun toplarken orman içinde gösterişli koca koca yaprakları sorduğumda Ninem onların gavur pancarı olduğunu söylemişti. Adını daha önce duyduğum Hazreti mekanında da görmüş olduk.

    Hemen hemen her orman içinde mutlaka onlardan vardı. Tek tük değil, kalabalık bir aile gibiydiler. Bazılarının dibi eşelenmiş, sanki çapayla kazılmış gibi görünüyordu. 'Domuzlar...' dedi Ninem... Çok severmiş domuzlar bunları. Toprak içindeki yumrusunu, asıl pancar kısmını almak için de böyle eşer dururmuş... O kadar yemesine rağmen daha bir sürü pancar vardı... 'Sen sakın yeme' dedi Ninem, 'Çok acıdır.'... Bu uyarıyı dikkate aldım, daha yaprağını ısırmışlığım yok...

    Kim niye ısırsın ki öyle acı otu... Öyle demeyin, bırak ısırmayı belki de yiyen bile vardır... Kelırmızan (Ramazan Tül) ile Terlemezin Şaban Hoca mal güdüyorlar. Şaban Terlemez'in benim gibi dikkatini çekmiş, sormuş. Kelırmızan muzip adam tabi,
    - 'Nasıl da büyümüş guzugulakları' deyince, Şaban iştahla yemeye başlamış. Bir müddet yedikten sonra işkillenmiş.
    - 'Le Irmızanâ, bu heç guzugulağına benzemiyo' deyip elindekileri bırakmış ama, çoktan ağzı yüzü kabarmış...

    Gavur pancarı denmesinin sebebi acılığı olabilir. Nasıl zehir gibi acı bibere Firenk biberi deniliyorsa, buna da sırf o sebeple gavur yakıştırması yapılmıştır... Firenk biberi değilmiş; ama acılığıyla onu aratmayan biberi burnunu çeke çeke hem yer hem söylenirmiş rahmetli İresil Hoca: 'Vay gavur büber vay!'...  Çok acı oldu mu gavur oluyor... Şaka bir yana, sadece bizim köyde bu isimle anılıyor. Ufak bir araştırma yaptım, bizimkine en yakın adlandırma 'dağ pancarı' biçiminde. En yaygın olan 'yılan yastığı' ve 'yılan pancarı'  demeleri... Bu yılan vurgusunun sebebi de acı oluşu herhalde. Yılanın zehiri ile bununki bir tutulmuş neredeyse... Bununla karşılaştırılırsa bizim 'gavur pancarı' dememiz hafif bile kalıyor...

    Biz ısırmaya bile korkarken elin adamları çorbasını yapıyormuş. Hangi köyde nasıl yapıyorlar, ayrıntı yok. Yapraklarını bir kaç işlemden geçirdikten sonra bir çeşit ot aşı yapıyorlardır herhalde. Oysa duyduğumuza göre bunun yaprağını hayvanlar bile yemiyor, sırf acısından dolayı... Yani domuz bile kökünü yiyorken... Olsa olsa şifa aramak maksadıyla yenen bir yemek olur o...

    Karakışın en şiddetli kısa bir dönemi hariç tutulursa gavur pancarı sürekli koca yapraklarıyla arzı endam ediyor. Onun hep bol miktarda görünmesinin bir sebebi de hayvanların yemek için pek itibar etmemesiymiş. Onca güzel görüntüsüne rağmen onlar da biliyor tabi ne menem şey olduğunu. Yalnız bir keresinde olgun adımlarla çıtır çıtır ilerleyen bir tosbağının, zehirli yaprağı iştahla yediğini görmüşler... Kim? Güdüğizzetin Nuri ile herhalde Böbülerin Veli... Şaşırıyorlar tabi, hiç duyulmamış, görülmemiş bir şey... Hayvanı ürkütmeden takip etmek için uzakta kalıyorlar... Tosbağı güzelce karnını doyurduktan sonra, gazellerin arasından ilerlemiş, varıp başka bir otu yemeye başlamış. Ondan da yeteri kadar yedikten sonra işine bakmış... Bizimkiler varıp yanaştığı o ikinci ota varmışlar hemen, ne bu diye... Sütleğen otu... Merak edenler fotoğrafına baksın, ondan da çok olur bizim Dağda... Anlamışlar ki gavurpancarının panzehiri sütleğendir... Yine de test etmek istemişler... Ertesi gün veya daha ertesi gün... Kaplumbağa yemeğe başlayınca, yakınlardaki bütün sütleğenleri yolup almışlar... Karnı doyan tosbağa aranmaya başlamış, tabi beyhude... Zavallı hayvan panzehiri alamayınca 15 dakika kadar sonra ölmüş...

    Hasılı kelam bizde yaprağının yüzüne bakan pek olmuyor. O kadar zehirliyse değmez... Yalnız 'Allah hiç bir şeyi boşuna yaratmaz, vardır onun da işe yaradığı bir yer' derseniz, o ayrı... Şifa için tüketilecekse de dikkatli olunmalı... Mutlaka faydalı olduğu hususlar vardır, zararını da ölçüp biçmeli...

    Bugün Dağa gidenler, orman içlerinde eskisi kadar gavurpancarı göremediklerini söylüyor. Buna sebep olarak yabandomuzları gösteriliyor. Dediklerine göre, otun kökünü yiyen domuzların sayısı eski yıllara göre çok artmış. Kırlara inince mahsule zarar veriyor, Dağda ise pancar kökü kazıyormuş... Duyduğum başka önemli bir husus var. Yaban domuzunun çekindiği tek hayvan canavar (kurt) imiş... Canavar azalınca, domuzun saltanatı başlamış... Sürek avları filan, çabuk ve çok üreyen domuza derman getirmemiş...

    Bu doğal denge dedikleri acayip bir şey... Bozulduğunda olacaklar tahmin edilemez... En azından sonuçları itibariyle... Az düşünelim; koyunculuk bitti, canavarlar işsiz kaldı, ortalıktan elini çektiler; onların yokluğunda domuza gün doğdu; domuzun zararı saymakla bitmez; bununla beraber gavurpancarının da köküne gıran guydu...