17 Nisan 2021

Sülaleler-Lakaplar

     Buradaki amacım soy kütüğü çıkarmak değil. Anıtkaya'daki sülaleri ve ona bağlı veya ondan bağımsız kullanılan lakapları belirlemek. Bu yüzden her ismi yazmak yerine sadece belirli bir lakapla anılanları kaydetmekle yetindim.

HACI MAHMUTLAR (ÖZTÜRK)

      YILIKLAR

                      Mevlüt Öztürk

                      Süleyman Öztürk

                                      Uzun (Mehmet Öztürk)

                      Tenikeci (Hüseyin Öztürk)

      Hafız (Mehmet Öztürk)

                      Zerroş (Mahmut Öztürk)

      Manda (Ahmet Öztürk)

                      Tombak (Saadettin Öztürk)

      Karaçaylılar (Kazım Öztürk)

      Ayı Mevlüt (Öztürk)

      BERBERLER

                      Deli Ali (Öztürk)

                                      Fişek (Cengiz Öztürk)

                      Berberlerin Emin (Öztürk)

                                          Cingen (Mehmet Öztürk)

      Gocasan (Hasan Öztürk)

                      Goca Guş (Mevlüt Öztürk)

                      Heykel Cemal Öztürk

      MANAVLAR 

                      Manavlañ Ahmet (Öztürk)

                                      Has (Halil İbrahim Öztürk)

                      Manavlañ Aziz (Öztürk)

                      Dodiri (Mehmet Ali Öztürk)

                                      Dotdik (Adem Öztürk)


----------------------------------------------------------------------------------------------

HACILAR (AZBAY)

      Kel Sâlek (Salih Azbay)

                      Kirli (Cemal Azbay)

                                      Sâlek Hoca (Salih Azbay)

                      Kel Sâleğiñ Şaban (Azbay)

                                      Parlak (Mehmet Azbay)

      Kel İdiriz (İdris Azbay)

                      Deli Davut (Davut Azbay)

      Kel Arzıman (Azbay)

                      Méşur (Ahmet Azbay)

      KEL HALİLLER

                    Halit Azbay

      YETİMLER

                      Goca Yetim (Mevlüt Azbay)

                      Güççük Yetim (Mahmut Azbay)

      Tülü Murat (Azbay)

      Mantar Osman (Azbay)

                       Mantaroğlu (Mehmet Azbay)

      KEL AHMETLER

                      Gırgafa (Bahattin Azbay)

      ÇULLULAR


----------------------------------------------------------------------------------------------

ARAPLAR (TOK)

      Goca Dişli (İbrahim Tok)

      Gözel Mehmet (Tok)

      Gözel Ali (Tok)

      Gambır Üseyin (Hüseyin Tok)

                      Galpsiz (Hüseyin Tok)

                                      Güçcük Galpsiz (Hüseyin Tok)

      Bezekiniñ Ali (Tok)

      Araplañ Hilmi (Tok)


----------------------------------------------------------------------------------------------

ARAPLAR (ZENGER)

        Tıraka (Abdurrahman Zenger)

        Arap Selimi (Selim Zenger)

        Arap Şükrü (Zenger)

                 Arabın Mıddin (Muhittin Zenger)

        Düdükçü (Ramazan Zenger)

                   Asdırot (Mehmet Zenger)

                            Satırcı (Selahattin Zenger)

                            Düdükcünün Selim (Zenger)

                            Hacı (Hikmet Zenger)


----------------------------------------------------------------------------------------------

 OMARCIKLAR (SAĞLAM)

        Bödü (Mehmet Sağlam)

        Kilci (Ahmet Sağlam)

        Fezullah (Feyzullah Sağlam)

        Şifer Halibram (Halil İbrahim Sağlam)

        Güdüğizzet (İzzet Sağlam)

        Berberüseyin (Hüseyin Sağlam)

                Berberyâya (Yahya Sağlam)

        Berber Şükrü (Sağlam)

        Kelapdılla (Abdullah Sağlam)

        Altındişin Hasan (Sağlam)

                Meşur (Ahmet Sağlam)

        Deli Cafer (Sağlam)


----------------------------------------------------------------------------------------------

      GAVASLAR (SARGIN)

        Gavas

                    Canavarcı (Sargın)

                    Demirci Topal (İbrahim Sargın)

                    Gavasın Ismeyil (İsmail Sargın)

        Deveci

                    Devecinin Ismeyil (ismail Sargın)

                            Devecinin Cemil (Sargın)

                    

----------------------------------------------------------------------------------------------




----------------------------------------------------------------------------------------------




12 Nisan 2021

Arap Oğulları

     1920 yılından bir veraset davası. Yine Mehmet Özgür Ergün'ün çalışmasından yani 653 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicilinden alıntı yapıyoruz.

    "Karahisar-ı Sahib Şehri köylerinden Eğret’te oturan ve aşağıda ismi yazılan kişilerce teşhis edilen Mustafa kızı Elif; kocası Araboğullarından Selim oğlu İbrahim ile birlikte mahkeme huzurunda: "Eğret Köyünden Selim oğlu Abdurrahman’ın mahdumu Arif aleyhine açtığım tereke ve miras davasında yapılacak bütün işlemlerde eşim İbrahim Efendiyi vekil tayin ettim.” dedi. İbrahim Efendi de bu vekaleti kabul ettiğini belirtince karar kaydedildi. 5 Mart 1920"

    ŞAHİTLER: Kürtosmanlardan Osman oğlu Musa / İmranoğullarından Ahmet oğlu Hüseyin

                            Kadı Vekili                Yazıcı

----------oooOooo----------

    Elif Hanım'ın kocasının adı orijinal belgede "Arab oğlu İbrahim bin Selim" olarak yazılmış, ben karışıklık olmasın diye "Araboğullarından Selim oğlu İbrahim" dedim.  Buna göre kadının dava açtığı Arif, kocasının yeğeni gibi duruyor. Öyle ise davayı neden kadın açıyor ki, üstelik kocasını vekil tayin ederek? 

    Bu metni okuduğumda benim aklıma doğrudan Arap Selimi (Selim Zenger) geldi. Sağlığında bir dönem bakkallık da yapmıştı. Hem lakabı tutuyor hem adı. Üstüne üstlük Arif adında bir oğlu da var. Bitmedi, Tıraka diye bilinen bir abisi vardı, Adı da Abdurrahman...

    Anıtkaya'da şimdi aynı soyadı taşıyan başka "Arap"lar da var (misal Arabın Muhittin). Düdükçü de aynı soyadı taşıyor ve bir oğlunun adı Selim. Bu belgede bahsedilen kişiler onlardan olmalı.

    Bizde "Arap" demek deri rengi siyah demektir. Kısaca bu kelime zenci anlamında kullanılıyor. Öyle olunca daha çok Afrika kökenli insanlar için bu tabir yakıştırılıyor. Arap milletinden anlamında değil. Sözünü ettiğimiz "Arap"lar da bu kısımdan. Şimdilerde renkleri biraz açılmış olsa da köken itibariyle Afrika'ya bağlı oldukları hemen anlaşılır. Anıtkaya ne iş, Eğret'e nasıl gelmişler diyecek olursanız bununla ilgili ilginç bir hikaye anlatılır. Buna göre bir Eğretli Hacı yüzyıllar önce uzunyoldan dönerken sevdiği kimsesiz bir siyahi çocuğu sepetinin içine alıp o şekilde Eğret'e kadar getirmiş. Onu evladı gibi bakıp büyütmüş, bekar olarak çalıştırmış ve sonra evermiş. Eğret'teki Arapların serancamesi böyle.

Bir de Araplar diye bir sülale de var, onların soyadı da "Tok." Belgede adı geçenlerin bunlarla alakası yok sanırım.

    Şahitlerin ikincisi de benim dikkatimi çekti. Orijinal belgede "İmran oğlu Hüseyin bin Ahmed" diyor. Bundan da "İmran"ın sülale adı olduğu anlaşılıyor. Böylece "İmran Guyusu"nun sahibi de anlaşılmış oldu. Eğret'te unutulan isimlerin içinde "İmran" yoktu; ama bundan sonra eklenebilir. Zira "Ümran" diye bir kız ismi hatırlıyorum lakin "İmran"a ilk defa rastlıyorum.

    1920 Yılında Eğret'te bir kadının dava açması, dilekçe vermesi ilginç geldi. Tıpkı Çataloğlu Yetimlerindeki gibi. Acaba bu insanlar savaş sonrası böyle günlük meşgalelerle uğraşırken, bir yıl sonra köylerinin işgal edileceğini hiç akıllarından geçirmişler miydi?


11 Nisan 2021

Çataloğlu İbrahim'in Yetimleri

    Bir asır öncesinin Eğret'indeyiz. Çatallar'dan Yahya oğlu İbrahim vefat ediyor. Geride üç küçük yetim bırakarak. Üç yetimle bir başına kalan Ayşe Hatun çaresizce Kadıya başvuruyor. Hakkında verilen iki karar 653 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicilinde kayıtlı. Bu çalışmayı Mehmet Özgür ERGÜN hazırlamış. Kararlar şunlar: 

    "Yerinde görüp tespit ve kaydetmek üzere görevlendirildiğim için Karahisar-ı Sahib şehrine bağlı Eğret Köyü ahalisinden iken vefat eden Çataloğlu Yahya bin İbrahim’in köyüne varıp ismi anılacak kişiler huzurunda toplanıldı. Adı geçen müteveffanın küçük oğulları İbrahim, Mevlüd ve Mehmed’in babalarından kalan mallarını muhafaza etmek ve rüşde erinceye kadar işlerini yürütmek için vasi tayininin gerektiği tespit edildi. Bunun için en uygun kişinin, çocukların annesi İbrahim kızı Ayşe olduğu şahitlerin de tasdikiyle belirlendi. Çocukların anneleri de bu görevi hakkıyla yapacağını taahhüd edince vasi tayin edildiği kararı kaydedildi. 16 Mayıs 1919"

ŞAHİTLER

Köy İmamı Hacı Mehmed oğlu İbrahim Efendi / Nalband oğlu İsmail Efendi / Mehmed oğlu Ahmed / Arzıman oğlu Hacı Ahmed

                Kadı                       Başkatib                            Yazıcı

----------oooOooo----------

    "Konuyu yerinde tespit ve kaydetmek için görevlendirildiğim Karahisar-ı Sahib şehrine bağlı Eğret Köyünde bulunan Abdurrahman oğlu Hacı Hasan’ın odasına varıp ekte isimleri geçen kişilerle toplanıldı. Köy halkından iken bir süre önce vefat eden Çataloğlu İbrahim bin Yahya’nın küçük oğulları İbrahim, Mehmed ve Mevlüd’ün babalarından kalan malları korumak ve reşid olana kadar işlerini yürütmek üzere anneleri İbrahim kızı Ayşe vasi tayin edilmişti. Şahitlerin huzurunda anneleri, yetimlerin babalarından kalan hisselerinin Eytam Sandığında muhafaza altına alındığını, bunlardan başka gelir ve mallarının bulunmadığını, şiddetle geçim sıkıntısı çektiklerini, bu yüzden Eytam Sandığında emanette bulunan 48.399 kuruş 15 paranın gelirinden mahsup edilmek üzere nafaka bağlanması talebini söyledi. Eytam Müdürü Hasan Efendi bu bilgileri doğrulayınca, yetim çocukların babalarından kalan ve Eytam Sandığında bulunan hisse kazancından, her çocuk için 100 kuruştan aylık toplam 300 kuruş nafaka bağlanmasına ve bu nafakanın yasal vasi Ayşe Hatun’a ödenmesine karar verildi. 5 Mayıs 1920"

ŞAHİTLER

Abdurrahman oğlu Molla Mustafa / Abdurrahman oğlu İbrahim / Hacı Ahmed oğlu Ahmed

                Evrak Yardımcısı               Başkatib              Yazıcı                     Kadı Yardımcısı


----------oooOooo----------

    Vefat eden Çataloğlu İbrahim'in Anıtkaya'da günümüzde Çatallar olarak bilinen ailenin dedelerinden olduğunu düşünüyorum. Belge'de baba adı Yahya olarak geçiyor. Çocuklarının adları ise İbrahim, Mehmet ve Mevlüt. Karısı Ayşe'nin baba adı da İbrahim. Belki bu yüzden ilk oğullarının adını da İbrahim koymuşlar. Neyse, Çatallar'ın soyadı "Soylu". Sadece isimlerden yola çıkacak olursak; İbrahim Soylu, Mehmet Soylu, Mevlüt Soylu, Yahya Soylu... Ben Anıtkaya'da bu isimde birilerini tanıdım. 

    Çatalların atası Çatal kim bilmiyoruz. İbrahim'in babası Yahya olmadığı kesin. Belki onun da babasıdır. Eğer öyleyse, Çatalın Guyu en az iki asırlık demektir.

    Bu iki kararda da Kadı'nın görevlendirdiği kişiler bizzat Eğret'e gidiyorlar. Yerinde keşif ve tespitten sonra karar veriliyor. İmzalara bakılırsa ilk kararda yani annenin vasi tayininde Kadı bizzat köye gelmiş. Yaklaşık bir yıl sonra verilen ikinci karar için yardımcısını göndermiş. 

    İkinci kararda duruşmanın nerede yazıldığı da kaydedilmiş. Buna göre Kadı Yardımcısı ve ekibi doğrudan Abdurrahman oğlu Hacı Hasan'ın odasına varıyor. O kararda şahitlerin ikisi Abdurrahman oğlu Molla Mustafa ve Abdurrahman oğlu İbrahim. Oda sahibinin oğulları. Kayıtlarda bir yanlışlık yoksa ikizler. ikisinin doğum tarihi 1878, o sırada 42 yaşındalar yani. Mustafa "Molla" imiş. Babaları Hacı Hasan ise  hayli yaşlı, 77 yaşında. Resmi görevliler rastgele bir odaya gidecek değiller, ihtimal ki Muhtar odasıydı orası. 1920 Eğret Muhtarı hakkında bu bize bir fikir verebilir. 

    Bir yıl önceki ilk kararda gerçi bir yer zikredilmiyor ama biz yine bu işlemin Muhtar odasında yapıldığını varsaymalıyız. Bu sefer şahitler arasında köyün hocası da var. Köy imamı Hacı Mehmet oğlu Hacı İbrahim. Hacibrâm... Bu da kulağa tanıdık geliyor. Bir başka şahit, Arzıman oğlu Hacı Ahmed. Hacâmet, Hacâmedinguyu... Bu isimler de yabancı değil. Şahitlerden birisi Mehmet oğlu Ahmet diğeri Arzımanoğlu Ahmet. Yazım hatası yoksa, bunlar farklı kişiler ise; birisi Kel Salek, Kel İdiriz, Kel Arzıman'ın babası.

    

10 Nisan 2021

Çakaloğlu İbrahim Terekesi

    1917 yılında vefat eden Çakaloğlu İbrahim'in veraset ilamı, mal paylaşımı ve terekesini de yine Şerife Şahin'in üzerinde çalıştığı Karahisar-ı Sahib'e ait 651 Numaralı Şeriyye Sicilinde görüyoruz. Çalışma metnindeki ilgili bölüm şu: 

    "Karahisâr-ı Sâhib’in Eğret Karyesi’nden vefat eden Çakal oğlu İbrahim’in verâsetinin; eşi İbrahim kızı Ayşe ile bu eşinden olan çocukları İbrahim, Mehmet ve doğacak çocuğuna; kendinden önce vefat eden eşi Ömer kızı Hafize’den olan çocukları Şerife, Atike, Mustafa ve askerde olan İsmail, Cemal ve Ömer’e ait olduğu; İbrahim ve Mehmet’in rüşdüne erinceye kadar annelerinin vasi tayin edildiğine ve hisselerinin Eytâm Sândığı’nda muhafazasına; İsmail, Cemal ve Ömer’in de askerden dönünceye kadar hisselerinin Eytâm Sandığı’nda muhafazasına dair verilen, varisler arasında tereke taksimini gösterir, tereke hücceti suretidir. 1 Aralık 1917"

    Çakaloğlu vefat ettiğinde geride hamile bir eş ve küçük yaşlarda iki oğul bırakmış. Ayrıyeten kendisinden önce vefat eden eşinden ise 4 erkek, 2 kız evladı var. Yani toplamda Çakaloğlu'nun 10 meresgeri bulunuyor. İki küçük oğlu için annesi vasi tayin edilip malları Eytam Sandığı'nda muhafazaya alınıyor. İlk hanımından olan oğullarının üçü de askerde oldukları için onların malları da muhafazaya alınıyor. Diğerleri makbuzuyla ilgililere teslim ediliyor.

    Burada üç oğulun aynı anda askerde bulunması 1917 şartlarında memleketin içinde bulunduğu trajediyi göstermesi bakımından önemli bir ayrıntı. 

    Eytam Sandığı da yetimlerin mali ve hukkuki haklarını koruma ve paralarını değerlendirme amacıyla kurulmuş bir müessese. Zamanla, hak ettiği vakitte orada hazır bulunmayan (mesela askerdeki) kişilerin haklarını koruma vazifesi de verilmiş.

    Terekeye göz atmak gerekirse yine hayvan ve hayvansal ürünler ve araç gereçlerden oluştuğu anlaşılıyor. Ayrıca toplam dört çift hayvanın hisseleri var. Bu hisselerin değeri kuruş olarak hesaplanarak terekeye dahil edilmiş. Büyüklerinden kalan fakat henüz üleşilmemiş mallar olmalı. Bu hayvanların cinsi belirtilmemiş ama "çift" olarak nitelendirildiği için öküz diye düşünebiliriz.

    Hayvan varlığı konusunda biraz daha ayrıntıya inelim. Dört tane at olduğuna göre, at koştuklarını söyleyebiliriz. Fakat 12 tane de camış var. Çifte çubuğa dombey koşulduğunu duymuştum. Bunları sadece yoğurt için besliyor olamazlar. 80 civarında küçükbaş hayvan var. Bu kadar koyun keçi az değil. Terekedeki 10 liraya yakın vergi sadece dellaliye olamaz. Devlete ait merada otlatıldığı için koyun vergisi anlamına gelen "ağnam" vergisi de var burada. Bu vergiye mera vergisi de denirmiş. Ne kadar alınacağı da yerine göre değişiklik gösterirmiş.

    Anıtkaya'da benim bildiğim Çakallar olarak bilinen iki sülale var. Birincisi Çakalüseyin (Hüseyin Eren)ler. Diğeri de Akkiprik (Hasan Yet)ler. Hasan-Halill ve Mehmet Yet'in babaları İbrahim, mevzubahis Çakaloğlu İbrahim'in geride bıraktığı yetimlerden küçük olanı, reşit olana kadar malları Eytam Sandığında muhafazaya alınan İbrahim olmalı.



08 Nisan 2021

Hatiboğlu İbrahim Terekesi

     1911 Trablusgarb, 1912-13 Balkan, 1914-18 bütün cepheleriyle cihan harbi ve 1919-22 Kurtuluş Savaşı. Bu on yıllık savaş atmosferi Osmanlı'yı yiyip bitirdiği gibi milleti de duman ediyor. Bizler o dönemi yaşamadık ama korkunçluğunu yeni öğrendiğimiz ayrıntılar sayesinde daha iyi anlayabiliyoruz.

    Cephede kalmış Hatiboğlu Hacı İbrahim'in geride bıraktıklarını 651 Numaralı Şeriyye Sicilinde buluyoruz. Bu defteri de Şerife ŞAHİN incelemiş. Önce metni görelim:

    "Karahisar-ı Sahib şehrine bağlı Eğret köyünden ve askerde iken vefât eden Hatiboğlu Hacı İbrahim’in yasal varislerinin; nikahlı eşi Halil kızı Zeliha, yetişkin kızları Kezban ve Ümmühan, yetişkin oğulları Mehmet ve Halil İbrahim ile henüz reşit olmayan oğlu Hasan olduğu tespit edilmiştir. Toplamda 64 hisse olan miraslarının ise 8 hissesinin eşi Zeliha’ya; 7’şer hisseden toplam 14 hissenin kızları Kezban ve Ümmühan’a; 14’er hisseden toplam 42 hissenin ise oğulları Mehmet, Halil İbrahim ve Hasan’a ait olduğu belirlenmiştir. Ayrıca küçük oğul Hasan’a isabet eden hisse, kendisi reşit olana kadar Eytam Sandığına emanet edilmiştir. İşbu tereke, adı geçen vereseler ile Eytam Müdürü Hasan Efendinin talebiyle huzurlarında taksim edilmiştir. 20 Mayıs 1918"

    Konusu o olmadığı için Hatiboğlu'nun hangi cephede ne zaman şehit olduğuna dair bir bilgi bulamıyoruz. Hacı İbrahim'in ise günümüz Anıtkaya'sının Hatipleri yani Aykaçların büyük dedelerinden olduğu anlaşılabiliyor. Hacı İbrahim'in çocuklarının adlarına bakılırsa da Hatipler'den hala bu isimleri yaşattıkları anlaşılıyor.

    Küçük oğul Hasan henüz reşid değilmiş, bu normal; fakat diğer dört çocuğun yetişkin olması babanın yaşı hakkında bir fikir verebilir. Mahkemece verilen veraset ilamı sonucunda tespit edilen tereke ve miras bölüşümü tablodaki gibi yapılmış.

    Bırakılan mirasın toplam değeri 700 lira. Bunun 650 lirası hayvanların değeri. Toplam 24 hayvanın 18'i küçükbaş, koyun keçi. Bir çift öküz bir de tek öküz var. Tekini artık eşekle mi koşuyorlardı yoksa inekle mi bilinmez. İneklerin üçü de buzağılıymış.

    Tereke tutarının kalan elli lirasını da günlük ev eşyaları ve diğer mallar oluşturuyor. Kap kacak, yastık yorgan, haba kilim vs. her şey var. Mayıs ayında olunmasına rağmen samanlıkta hala 15 araba saman bulunması ilginç. İki araba "giyah" diyor, sanırım bu da kurutulmuş çayır otu. 

    Listede yer verilen şeyler bugün maddi olarak bir şey ifade etmeyebilir ama yüz yıl önce babadan kalan meresi oluşturuyordu. Okurken bunu gözönünde bulundurmalı. Bir dığana, ilisdire bile değer biçilmiş. Yalnız hiç gayrımenkul olmaması neden ki? Ev, arsa, harmanyeri hatta tarla yok. 

    Yaklaşık binde beşlik kesinti yapılmış. Bu kesintiye dellaliye vergisi deniyordu. Keşif için görevlendirme yapılacak, 5 saatlik yerdeki Eğret'e varılacak, mallar tespit edilecek, değer biçilecek falan. Bütün bunların masrafı olarak 3,5 lira dellaliye kesiliyor.

    Yine dikkat çeken bir başka husus da birliğinden gönderilen 6 lira. Maaşını mı biriktirdi acaba.



07 Nisan 2021

Borç Harç

     İşten anlayanlar 2021 şartlarında ülkemizde borçsuz insanın bulunmadığını söylüyorlar. Kredi kartı marifetiyle olsun, banka kredisi şeklinde olsun veya klasik elden borçlanma biçiminde insanların mutlaka az çok borç sahibi olduğunu belirtiyorlar. Bilemedin taksitli alışverişin bile bir çeşit borçlanma olduğu söyleniyor. Böylece insanların ekonomik bağımsızlıkları yok edilerek kontrol altına alınıyorlarmış. Şehirde de yaşasan, köyde de olsan değişmiyor bu durum. Şu halde Anıtkaya'da da borçsuz kişi hemen hemen yok gibi.

    Paranın insan hayatında bu kadar söz sahibi olmadığı vakitlerde borçlanma da çok yaygın değilmiştir. En fazla öndüş alma olayları varmıştır herhalde. Bu, Eğret'te parasal anlamda borçlanma yoktu anlamına gelmez tabi. Elimizde 1886 yılına ait bir Eğretli'nin borçlanma öyküsü var:

    "Karahisar-ı Sahibe bağlı Eğret Köyünde oturan Hasan oğlu Hacı Ahmed adlı kişi mahkemede; Karahisar Ak Mescid mahallesinde vefat eden Hacı Nuri Ağa’nın küçük oğlu Zekeriya’nın yasal vasisi Eytâm müdürü Ahmed Efendi’nin de huzurunda: 'Ahmed Efendi’nin vasisi bulunduğu Zekeriya’nın malından (20 kuruşluk gümüş mecidiye hesabıyla) 2.165 kuruşu borç olarak teslim aldım. Bu belgenin tarihinden üç yıl sonra, aldığım borç miktarının üzerine, helalinden bir koyun bedeli olan 972 kuruşu da ekleyerek toplam 3.137 kuruşu adı geçen Zekeriya’ya ödeyeceğimi taahhüd ederim.' dedi. Hazır bulunan Turuncuzade Ali Efendi ve Hocazade Avni Efendi de meblağı belirtilen borca kefil olduklarını söyleyince karar yazıya geçirildi. 30 Eylül 1886"

    Hikaye anlaşılıyor sanırım. Eğretli Hacı Ahmet borçlanıyor Zekeriya adlı birine. Yalnız ortada Zekeriya'nın kendisi yok, vasisi Eytam Müdürü Ahmet Efendi var. İki ihtimal var, Zekeriya reşit değil ya da askerde. Peki böyle bir durumda Hacı Ahmet neden ondan borç alıyor ki? Tanıdığı veya yakını olduğu için mi. Öyle olsa bu durum belirtilirdi kayıtta. Belki de Zekeriya'nın vefat eden babası Hacı Nuri Ağa ile önceden böyle alacak verecek işleri oluyordu, kapıyı değiştirmek istemedi. Eskiden Afyonlu zenginler ağalık yaparlarmış, borç vererek hem paralarını işletir hem de köylünün işi görülsün diye. Gerçi bu ağalık müessesesi Anıtkaya'da hala az da olsa geçerliliğini koruyor. Sanırım Hacı Ahmet'inki de böyle bir borçlanma. Zaten asıl borca eklediği bir koyun bedeli var, ondan da anlaşıldığı üzere aldığı parayla koyunculuk yapacak. Borçlanma tarihi de bu senaryoya uygun, harman sonu, koç katımına yakın bir vakit.

    Hacamedinguyu (Hacı Ahmet'in Kuyu) dediğimiz kuyuyu kazan/kazdıran Hacı Ahmet, bahsedilen kişi olabilir mi acaba?

    Mahkemede senede bağlanan bu borçlanma olayını 615 Numaralı Karahisar Şeriyye Sicilinden öğreniyoruz. Bu defteri inceleyen Mehtap SİLİGÜL.



06 Nisan 2021

Zahire Lazım

     Tarih boyunca hiç değişmemiş. İhtiyaç duydukça vatandaşa vergi salınmış. Yalnız bugünün meselesi değil bu. O vergisi, bu vergisi, şu vergisi...  Eskiden adına vergi demezmiş belki ama bir şekilde millete yüklenmenin yolunu bulurlarmış. Tabi nakit olarak almıyorlar vergiyi. Sefere çıkacağım; asker lazım gel, hayvan lazım getir, ekmek lazım ver, yem lazım hadi...

    562 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicilini Edip UZUNDAL incelemiş. Benzer bir olayın örneğine orada rastladım. 1821 yılında Eğret'in de içinde olduğu bir acil salgı salma durumu: 

    "Karaman Valisi Hacı Ebu Bekir Paşa tarafından Karahisar-ı Sahip naibine ve mütesellimine hitaben gönderilen buyurulduda; fermanla Bahr-i Sefid Boğazı‟nda Gelibolu ve Mürefte ve Eceabat isimli sahillerinin muhafızlığının kendi uhdesine verildiği ifade edilmiştir. Görev mahaline varmak için yola çıkan Ebu Bekir Paşa, kalabalık maiyetinin iâşesini temin maksadıyla, geçiş güzergâhında bulunan Çay kazası, Çobanlar ve Eğret karyelerinden külliyetli miktarda zahire talep etmiş ve bu zahirenin zaman kaybedilmeksizin bir an önce hazırlanmasını istemiştir. 16 Mayıs 1821"

    Deftere kayıtlı olayın özeti böyle. Karaman Valisinin tayini Çanakkale Boğazına çıkıyor. Gelibolu, Mürefte ve Eceabad Sahillerini koruma görevi. İstanbul'a daha yakın bir yer olduğu için terfi olarak düşünülecek bir tayin yapılmış. Hacı Ebubekir Paşa diyor ki, emirnamede: "Geliyorum, lazım olacak iaşe giderlerimi acele hazırlayın." Afyon'daki görevliye hitaben bu emir. Başka yerlere de yazmıştır mutlaka, bu Afyon'a yazdığı. 

    Kütahya'dan Bursa tarafına yönelecek, oradan da Çanakkale'ye. Afyon-Kütahya arasındaki durak ve konaklama yeri Eğret. Demek ki şimdiki gibi 200 yıl önce de arpa-buğday, mercimek-nohut çok ekiliyormuş. Yoksa Karaman Valisi nereden bilecek bol miktarda zahireyi nereden bulacağını. Karahisar Naibi Eğret Voyvodasına bunu yıkacak, Voyvoda da Eğret halkına. Kim bilir hane başına kaç kile salgı salındı.

    Bu dediklerimin gerçeklik oranı, yukarıdaki belgede yazılanların hayal gücüyle somutlaştırma başarısı kadardır.


05 Nisan 2021

Olur Böyle Şeyler

     Mahkeme kayıtlarına bakıyorum, hep adli olaylar değil bazen aile durumları da kayda geçirilmiş. Yani Kadılıklar şimdi yargı sisteminde bölümlere ayrılmış olan ceza, ticaret, sulh, idare, aile mahkemelerinin baktığı bütün davalara bakıyormuş. Ayrıca noterlik görevini de yürütüyormuş.

    Aile mahkemesinin konusu olan boşanma ve nafaka hususlarında iki dava 18. asır kayıtlarında görülüyor. 542 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicilini Gülay PORGALI incelemiş. 

    "Eğret Köyünde oturan Hacı Derviş kızı Aişe, kocası Mustafa oğlu Mehmed’in barınma ve iaşe ihtiyacını karşılamak üzere nafaka vermeyi taahhüt ettiğini belirtince; nafaka miktarı 50 kg kahve olarak kesinleştirilip kaydedildi. 24 Kasım 1741"

    "Eğret Köyü halkından Mahmud oğlu Veli adlı kişi Mahkeme önünde 'Çıkacağım yolculuktan 91 gün sonra dönmezsem, karım Ahmed Beşe kızı Aliye serbest olsun.' diyerek şartlı boşama isteği kaydedildi. 28 Ekim 1742"

    Nafaka bağlanması hususunda bir bedel tayin edilmiş: kahve. Nakit olarak para pek bulunmuyormuş olabilir, mübadele geçerli bir sistemdi belki. Boşanma konusunda dikkat çeken durum ise şarta bağlanmış olması. Çıkacağım yolculuktan dönmezsem... Yolculuktan, seferden dönmeme sık rastlanan bir durumdu demek ki. Gidip de dönmemek var, dedikleri bu belki de. 

    Şeriyye Sicillerinden Eğret'te 3 asır evvel yaşananları öğreniyoruz. Sosyal yaşantıdan, ticaretten, işten. Burada da aile içi durumlardan örnek görüyoruz. Karı koca arasında olur böyle şeyler... dediğimiz cinsten...



04 Nisan 2021

Eğret Voyvodası

     Voyvoda deyince akla hemen Kazıklı Voyvoda geliyor. Osmanlıda Eflak-Boğdan (Bugünkü Romanya ve Moldavya) krallarına Voyvoda derlermiş. Kazıklı da onlardan birisi.

    Peki bunun Eğret ile ne alakası var? Eğret bir krallık olmadığına göre Voyvodası olabilir mi? Veya bu başlık ne biçim bir başlık?

    538 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicilini incelerken dikkatimi bir şey çekti. Bilindiği gibi Şeriyye Sicilleri, Kadılar tarafından yapılan yargılamaların kaydının tutulduğu belgeler. Günümüz ifadesiyle Mahkeme Kayıtları. Bu kayıtların tutulmasında da bir usul var. Karar yani hüküm ifadesinden sonra tarih ve şahitler yazılıyor. 1731-1732 yıllarındaki kararları içeren bu defterde verilen kararların bir çoğunda şahit olarak "Eğret Voyvodası Hacı Mehmed Ağa"nın adı yazılmış. O vakit nedir bu voyvoda dedim.

    Meğer bir dönem Vezirlerin veya başka toprak sahiplerinin vergi gelirlerini tahsil etmekle görevlendirdikleri kişilere voyvoda denirmiş. Bunu öğrendiğimde Eğret Voyvodası sözü yerine oturdu. Yine bir türlü anlamlandıramadığım Afyon'daki Voyvoda Mahallesi de halloldu. Demek ki Eğret'te bu nitelikte topraklar vardı ve bunların vergisini toplasın diye Voyvoda olarak Hacı Mehmed Ağa tayin edilmiş.

    Bir dönem Voyvoda ünvanı kullanıldıktan sonra, onun yerini "Ağa" kelimesi almış. Daha sonraki dönemde ise "Ayan" ifadesi ve kurumu oluşmuş. İlginçtir Anıtkaya'da "ağa" kelimesi patron, zengin, işveren gibi anlamlara da gelmektedir. Bu bir bakıma voyvoda kalıntısı gibi duruyor. Ayrıca hala "ayan" kelimesi de muhtar anlamında kullanılmaktadır.

    Sonuç olarak Eğret Voyvodası sözü kimseyi şaşırtmamalı.

    .....

03 Nisan 2021

Eğret'te Cinayet

    538 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicili

    Ayşe Nur BAKIR'ın hazırladığı bu çalışmada Afyonkarahisar mahkeme kayıtlarının 1731-1732 arasındaki kısmı bulunuyor. 18. asırda Eğret'te işlenen bir cinayet bölümü aşağıda:

    "Aşağıda belirtilen olayı incelemek üzere Kadılıkça görevlendirilen Mevlana Mehmed Efendi, Karahisar-ı Sahib Mutasarrıfınca Mübaşir tayin edilen Çukadar Abdülkadir Ağa ve belge ekinde isimleri yazılı heyetle birlikte Eğret Köyüne vardılar. Köy halkından Babaca oğlu İvaz adlı kişiyi yaralanarak öldürülmüş olarak buldular. Yarayı incelediklerinde sol böğründen tüfek kurşunuyla yaralandığını ve bu sebeple öldüğünü belirlediler. Köy halkına sorulduğunda;  “... Türkmen gençlerinden beş on atlı gelip konak için kavga ettiler. İçlerinden biri tüfekle vurup öldürdü.” dedikleri kayda geçirildi. 11 Mart 1732"

    Türkmen gençleri denilenler sanırım yörük obası oluyor. Yakın zamana kadar Dağ'da gelip çadırlarını kuran yörükler vardı. Herhalde o yıllarda da gelip Eğret'i yayla olarak kullanıyorlardı. Zaten kavga da konak yerinden dolayı ve tam da yaylaya çıkış mevsiminde çıkmış. İşin içine tüfek girince cinayet işlenmiş. Olay sonrası keşif, otopsi gibi araştırmalar için görevlendirilmeler işin ciddiyetini ortaya koyuyor.

    Eğret Köyü Tarihinin başlangıcı da esasında böyle bir hikayeye dayanıyordu zaten. "Buraya konamazsınız, yok biz de eğreti konduyduk..."



Bir Hibe Hikayesi

    538 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicili

    Ayşe Nur BAKIR'ın hazırladığı bu çalışmada Afyonkarahisar mahkeme kayıtlarının 1731-1732 arasındaki kısmı bulunuyor. Eğret'te bir mal bağışlama bölümü aşağıda:

    Karahisar-ı Sahib kazasına bağlı Eğret Köyü halkından Mehmed oğlu Satılmış adlı kişi, mahkemeye başvurarak “Sahibi bulunduğum 20 baş koyun ve keçi, 1 baş öküz, 4 sahan, 2 tencere, 1 haba ve 1 kilim ile Saferşah oğlu Mehmed’den alacaklısı olduğum 10 kuruşu Cafer oğlu Mehmed’e hibe ediyorum.” dedi. Borçlu olarak adı geçen Mehmed de bunu doğrulayınca karar kaydedildi.

    Pek de dikkat çekmeyen bir hikaye. Notere gitmiş de mal varlığını bağışladığını bildiren bir belge düzenletmiş gibi. Eskiden Kadılar hem mahkeme hem de noterlik hizmeti veriyorlarmış. Dikkat çeken bir unsur yine isimler. Malını bağışlayan kişi Mehmed, hibe ettiği kişi Mehmed, borçlu kimsenin adı da Mehmed. Anıtkaya'da günümüzde de en çok kullanılan isimdir Mehmet.

    Mal varlığı da dikkat çekici; koyun-keçi, haba-kilim, tas tabak. Bugün için anlamsız gelebilir ama 18. yüzyıl için önemli bir servet olmalı. Öküzün tek olması da garip gelebilir. Fakat biz öküz-eşek, öküz-inek, inek-eşek, inek-inek, eşek-eşek koşulduğunu gördük. Yani bir çift öküz bile konforlu bir çiftçilik göstergesi olabilir.

    Bağışlananlar içinde tarla yok. Herkes toprak sahibi olamıyor. Ancak ekip biçtiği toprağın vergisini ödeyenler var. Bunlara bennak deniyor.

    Bir başka ilginç durum alacağın da hibe edilenler içinde sayılması. Son yıllara kadar Anıtkaya'da baba oğula veya toruna böyle bağışlarda bulunabiliyordu. Son yıllar dediğim, henüz tarlalara tapu çıkarılmadan önceki yıllardır. O zaman notere gidip bu şekilde devirler yapılabiliyordu. Ondan da önce Muhtarlık senediyle de alış veriş ve bağışlar yapılıyordu. Tanzimat'tan önce ise bu işler Kadı kanalıyla halloluyormuş, bu mahkeme kaydından öğreniyoruz.


Tekkede Görev Değişimi

    538 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicili

    Ayşe Nur BAKIR'ın hazırladığı bu çalışmada Afyonkarahisar mahkeme kayıtlarının 1731-1732 arasındaki kısmı bulunuyor. Eğret'i ilgilendiren bir bölümü aşağıda:

   "Karahisar-ı Sahibe bağlı Eğret Köyünde Hacı İbrahim Zaviyesi olarak bilinen zaviyenin günlük bir akçe ile mütevelli görevini yürüten Ali Halife; kendi isteğiyle bu görevini oğlu Mustafa Halife’ye devretmek istediğini bildirip oğlunun her bakımdan bu göreve layık olduğunu söyledi ve beratı vermek üzere Kadı Efendi Saidzade Seyyid Seyfullah’a arz etti. Kadı Efendi fermanı okudu:  “Bu Berat-ı Humayunu verdim, ve buyurdum ki bugünden itibaren anılan kişi zaviyeye varıp babasının yerine mütevellilik görevini ve diğer gerekli işleri yürütsün. Günlük bir akçe vazifeyle mutasarrıf olup vakfın ruhu ve devletimin ömrü için duaya devam etsin. Böyle bilinip fermana itimat edilsin.”

     Anıtkaya'da bu zaviyenin adı Tekke'dir. Tekke ve Zaviyeler kapatıldıktan sonra atıl kalan tekke, Hacı İbrahim türbesinin hemen yanındaydı. Şimdi yıkıldı ama o civara hala Tekkenin Önü denilmektedir. Başlığın izahı böyle. Mütevelli demek, vakfın bütün işlerini yürüten, idare eden, çekip çeviren kişi demektir. Görevlendirme padişah fermanıyla yapılıyormuş, bu kayıttan bunu da öğreniyoruz.

    Ali Halife görevi devreden kişi. Epeyce yaşlanmış olmalı. En az doksan yaşındadır. Bunu nereden çıkarıyorum? Şuradan, 506 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicilinden. Bu mahkeme kayıtlarında Gazlıgöl civarında yıldırım düşmesi sonucu ölüm vakası var. Olayın şahitleri arasında Eğret Köyünden Ali Halife'nin adı da yazılmış. Bu kayıtlarda görgü tanığı olarak herkesin adı yazılmıyor, ileri gelenlerden, yetkililerden olmalı. Ali Halife de o vakit değilse bile 1675'te Zaviye Mütevellisi olacak (bu bilgi Tapu Tahrir Defterlerinde) ondan iyi tanık mı olur. Tanık olduğu olay Haziran 1658'de yaşanmış. Yani görevi oğluna devrettiği 1732'den yaklaşık 75 yıl önce. En az yirmi yaşındayken tanıklık yaptıysa, 1732'de 95 yaşındadır.

    Şunu da belirtmek lazım ki mütevelli, mutasarrıf, zaviyedar kavramları aynı anlamı ifade etmiyor olabilir. Ortada bir vakıf ve bir zaviye var. Bazı belgelerde vakıf denirken bazılarında zaviye deniyor. Aynı şey kastediliyor da olabilir, zaviye vakfa bağlı olabilir. Aynı kişi önce vakfa mütevelli sonra zaviyeye zaviyedar ve mutasarrıf olabilir veya aynı adlı başka kişiler de saydığımız vazifelerde bulunmuş olabilir. Durumu açıklayacak netlikte malesef düzenli bir kayıt yok.

    Tekkenin önü şu anda Anıtkaya'nın merkezi sayılır. Köyümüzün merkezi hakkında bile ne az şey biliyoruz.

01 Nisan 2021

Ot Hırsızları

    507 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicili

    Büşra KAYAR'ın hazırladığı bu çalışmada Afyonkarahisar mahkeme kayıtlarının 1650-1662 arasındaki kısmı bulunuyor. Eğret'i ilgilendiren bir bölümü aşağıda:

    Karahisar-ı Sahib Kazasında Kuyucak adlı köye padişah fermanıyla mutasarrıf olan Kanlızade Mehmed Bey’in oğlu ve vekili Mustafa Bey mahkeme meclisine müracaat ederek; “Eğret Köyü sakinlerinden Hüdaverdi oğlu Ahmed ve Hasan huzura çağrılarak sorulsun: Örneğini sunduğum belgede kayıtlı, Kuyucak Köyünde 46 akçeye kiraladığım Elmalı Yaylası diye bilinen merayı haksız yere bozup otunu neden biçmişlerdir?” diye talebini dile getirmiştir. Davalılara sorulunca, bahsedilen çayırın otunu biçmediklerini, çayırın Mustafa Beyin müvekkili Mehmed Beye ait olmadığını iddia etmişler bunun üzerine Mustafa Bey’in beyan ettiği defter sureti incelenmiş ve Kuyucak Köyünde Elmalı Yaylağının 46 akçe bedelle kiralandığı bilgisinin kayıtlı olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca aynı kazaya bağlı Oğulbeyli Köyünden Sinan, Hasan ve Şaban; Toyranlı Köyünden Veli ve Mehmed adlı kişiler, sözü edilen çayırın Mehmed Bey’in uzun süredir mutasarrıf olduğu Kuyucak’a bağlı çayır olduğuna şahitlik ettiler. Haziran 1661

    Bu mahkeme kaydından anlaşılacağı üzere Eğretli iki kişinin başkasının çayırını biçtikleri anlaşılıyor. Metnin şu haliyle, Ahmet ve Hasan isimli bu kişiler kardeş gibi görülüyor. Hüdaverdi oğlu Ahmet ve Hasan... Sonuçta mahkeme kaydında adli olaylara yer verilir ama yine de hırsızlığa karışmış Eğretlilerden söz edilmesi pek hoş değil. İşin bu yanını bir kenara bırakırsak, Ahmet ile Hasan'ın mahkemedeki tavrı da tam bir pişkinlik örneği. Çayırı biçtiklerini kabul etmiyorlar, bir de Mehmet Bey'in çayırı devletten kiralamış olduğunu inkar ediyorlar. Hem biçmedik diyorsunuz, hem de zaten çayır da onun değil diyorsunuz. Biçmediyseniz çayır kiminse kimin, size ne. Sanırım hafifletici sebep olarak, biz bu çayırın kiralandığından haberdar değildik, miri malı sandıydık onun için biçtik demeye getiriyorlar ama onu da beceremiyorlar.

    Burada bir başka dikkat çeken nokta, çayırın yeri. Kuyucak köyü sınırları içinde Elmalı merası diye bir yer. Anıtkaya arazisinin bir köy olarak ne kadar geniş olduğunu biliyoruz. Bugünün sınırlarını bugünün şartlarına göre bile oldukça geniş kabul ederken 1661'de Kuyucak köyüne dayanmış olması inanılmaz. Çünkü bir yere ot biçmeye gidiliyorsa, oranın komşu köyü olmak gerekir. Arada Cumalı, Yenice gibi köylerin son dönemde oluştuğu hususu tamam. Ama o yıllarda Eğret Kuyucak ile sınır komşusu demek ki. Ayrıca Kuyucak da Karahisar-ı Sahib kazasına bağlıymış. Eğret ile Kuyucak arasında yaklaşık 20 km. mesafe olduğu düşünülürse şaşkınlığımız anlaşılabilir.

    Olayın adli vaka boyutuna geri dönecek olursak; bir görüşe göre, "kendilerine ait olmayan bir çayırın otunu biçmiş hırsızlar" denilebilir. Ama bir başka açıdan bakınca da "Gışın mal maşat yisin deye gırda, gırangda ot biçmişler" denilir. Bakışa açısına göre değişir ama ortada hakkı yenen bir Mehmet Bey var. İnsanın aklına, ister istemez yazın yaşanan saman hırsızlığı vakaları geliyor. Bir de son 50 yıla damgasını vuran bir "Anıtkayalı Samancılar" gerçeği var...


Hacı Musa'nın Odada Soygun

     506 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicili

      Sedef UYSAL'ın hazırladığı bu çalışmada Afyonkarahisar mahkeme kayıtlarının 1657-1660 arasındaki kısmı bulunuyor. Eğret'i ilgilendiren bir bölümü aşağıda:
    
     "Yalvaçlı tüccar Hacı Ahmet oğlu Osman adlı kişi… “Karahisar-ı Sahib kazasına bağlı Eğret köyünden Sefer oğlu Ali’ye, kervanla Eğret’e vardığımızda Hacı Musa’nın odasında kalırken gece yarısı, üç büyük bohça içindeki 20 adet astar ve 92 adet astar bezinin çalınması hususunun sorulmasını istiyorum.” dedi. Soruldu ve Ali cevabında: “Osman adlı bu kişi Hacı Musa’nın odasında misafirken Demirci kasabası sakinlerinden Mehmet adlı katırcı ile gece yarısı odaya içeriden girip  üç bohça içinde 20 astar ve 92 astar bezini çaldık. Sonra Kayışçı Mehmet bir sarı katırına yükleyip aldı gitti.” diyerek çaldıklarını kendi rızası ve her cezayı kabulen itiraf ettikten sonra… Ocak 1659"
       
     Bu mahkeme kaydı dikkat çekici. Bir defa 17. yüzyılın ortasında misafirhane anlamında "oda" kavramı Eğret'te mevcut. Yani köydeki Kervansaray işlevini yitirmeye başladıktan sonra yavaş yavaş oda kültürü oluşmuş değil. Aynı anda hem han hem de odalar işler durumda. Belki Hanın yetersiz kaldığı durumlarda odalar devreye giriyor, belki de Kervansaray daha sistemli çalışan ticaret kervanlarına hizmet veriyordu, odalar ise bireysel çalışan küçük tüccarlara kapısını açıyordu. Belki de insanlar ücret ödememek için odalara yöneliyordu. Her ne sebeple olursa olsun Eğret'te odanın tarihi çok eski yıllara götürülmeli. Bu karardan, bunun en azından 16. yüzyıla kadar götürülebileceği anlaşılıyor. Sanırım iş yine varıp Hacı İbrahim Vakfına dayanır.

    Oda sahibi Hacı Musa da ilginç. Acaba kimlerin atası, hangi sülalenin kökü. Odasında böyle bir hırsızlık olayı yaşanması sonucu hangi duyguları yaşadı. Kararda onu suçlayıcı bir ima yok. Yine de insan yerinde olmak istemiyor. Eğret odası değil de Eğret'te Hacı Musa'nın odası diye özellikle belirtildiğine göre başka odalar da var. Eğret'te 1659'da kaç tane oda vardı, bu da ayrı merak konusu.

    Olaya ismi karışan kişilerde bir netlik yok. Metnin orijinalinde "...kasaba-i demirci sükkanından Mehmed..." şeklinde yazılmış. İmlaya dikkat etmeden bu şekilde yazıldığında sanki "... demircilik yapan kasaba sakinlerinden Mehmed..." gibi bir anlam verilmiş ama doğrusu yukarıdaki metinde yazdığım gibi anlaşılmalıdır. Karışıklık bununla sınırlı değil; suç ortağı bu Mehmet'in katırcı olduğu belirtilmiş fakat astarları bir katıra yükleyip götüren Mehmet'ten kayışçı diye söz ediliyor. Acaba bu başka biri mi yoksa yanlış mı yazıldı.
    

Hüma Hatun'un Çayırı

     506 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicili

      Sedef UYSAL'ın hazırladığı bu çalışmada Afyonkarahisar mahkeme kayıtlarının 1657-1660 arasındaki kısmı bulunuyor. Eğret'i ilgilendiren bir bölümü aşağıda:

    "Karahisâr-ı Sâhib'e bağlı Eğret Köyü sakinlerinden Abdi Çavuş kızı Hüma Hatun’un vekili Süleyman Ağa, Yüce mahkeme heyetine “Sülümenli köyünden Hasan oğlu Çora huzura çağrılarak, müvekkileme ait köylerindeki tahminen dört dönümlük çayırı neden zabtettiği sorulsun.” dedi. Bunun üzerine Çora: “Behsedilen çayır Hüma Hatunûn ana-baba bir kardeşi Süleyman adlı kişinindir. Bundan elli sene önce bana tasarruf yetkisinin kendinde olduğunu söyledi ve belli bir ücret karşılığında bu hakkından vazgeçti. Elli yıldır sahibi benim ve ben tasarruf ediyorum.” deyince, kardeşi Süleyman Ağa sorgulandı ve müvekkile Hüma Hatun ile yüzleşerek çayırı elli yıldır bu şekilde kullandığını kabul ve itiraf etti. Haziran 1658"

    Benim bu kayıttan anladığım şu. Hüma Hatun aslen Sülümenli köyünden. Vakti zamanında Eğret'e gelin gelmiş. Babasından kendisine miras kalan bir çayırı araştırıp soruşturunca başka birisi tarafından kullanıldığını öğreniyor. Bu adamı mahkemeye veriyor. O zamanın şartlarına göre bu işi bizzat yapamadığı için kendine Süleyman Ağa adlı birini vekil tutuyor. Davalı mahkemedeki beyanında bu çayırın kullanım hakkını, kadının kardeşi Süleyman'dan ücret karşılığı devraldığını ve 50 yıldır bu şekilde sahiplenerek çayırdan yararlandığını belirtiyor. Kadının kardeşi Süleyman Ağa da bunu doğrulayınca mesele anlaşılıyor.

    Olayın içinde çok fazla Süleyman olunca olay karışık gibi görünüyor. Kadının avukatı Süleyman, onun dedesinin ve büyük dedesinin adı da Süleyman. Ayrıca kadının kardeşi de Süleyman. Bir de kendileri Süleymanlı (Sülümenli) köyünden olunca olay biraz anlaşılmakta zorlanıyor. Sicil incelemesinin bir yerinde çayırın bulunduğu köy "Selmanlı" olarak okunmuş. Bunun bir imla hatası mı yoksa gerçekten söz konusu olan böyle bir köy mü vardı zihinlerde soru işareti oluşturuyor.

    Yukarıdaki kayıt hakkında daha başka şeyler de söylenebilir. İlerde... Şimdilik şunu da belirtmek lazım ki, şimdiki Afyon'a bağlı Sülümenli Kasabası ile buradaki köyü karıştırmamak gerek. Eğret ile arasında 50-60 km'lik mesafe bulunan o Sülümenli ile Eğret köylüsünün bu kadar yakın bir irtibat kurması uzak ihtimal. Uzağı yakın eden bugünün teknolojisinde bile öyle bir irtibat yok.

    Şimdiki Cumalı köyü Balkan göçü sebebiyle 19.yy sonunda kurulmuş. Onun öncesinde o civarda küçük de olsa bir yerleşim var ve adı da Süleymanlı. Bu isim "Sülümenli" diye de okunabiliyor. Hatta Cumalı-Osmanköy arasındaki keskin dereye şimdilerde "Boğazlayan" deniyor ya, daha eski vakitlerde mesela 100 yıl önce oranın adı "Süleyman Boğazı" Bunu Büyük Taarruz'daki uçak keşif raporlarından öğreniyoruz. Sonuç olarak sicillerde bahsedilen Hüma Hatun'un çayırı Eğret'e komşu Süleymanlı-Sülümenli köyündedir.



29 Mart 2021

Cıngırdık

  

    Benim hatırlayabildiğim kadarıyla özel günlerde, mesela bayramlarda çocuklar için kurulur; 3 -5 gün, bir hafta, 10 gün, artık ne kadar dayanırsa o kadar kurulu kalır çocukların eğlenmesi sağlanırdı. Oysa daha eski yıllarda büyüklerin de eğlencesiymiş.

    Çocukların kendi başına altından kalkabileceği bir iş değildir onu yapmak. Bu yüzden zaten buna cıngırdık kurmak denir. Ağır ve büyük malzemelerle çalışacaksın ve bunların dengeli, düzgün durmasını sağlayacaksın. Biraz da el becerin olacak. Çocuklar için fazla olabilir bunlar. 

    Kuruluşa geçelim. Lazım olacak malzeme: 1,5- 2 metre ve 8-10 metrelik iki ağaç. Bu kadar. Bu kadar ama, şartları sadece boyutlarıyla sınırlı değil. Öncelikle sağlam olacaklar. Sağlamlık deyince akla hemen meşe gelir. Direk olarak kullanılacak olan meşeden olabilir, sorun yok. Gerekli kalınlıkta meşe yoksa söğüt de olabilir. O da dayanıklı ağaçtır çünkü. Kurt pek sevmez söğüdü. Direk için seçenek fazladır ama diğer ağaç çok uzun olduğundan mecburen söğütten yapılacaktır. O uzunlukta kavak vardır ama dayanıksızdır, hemen kırılır. Çam olsa iyi olur ama Eğret'te ne gezer. Bu yüzden yatay olarak kullanacağımız uzun ağaç söğüt olacak. Direğin bir ucu biraz sivriltip biraz küt olacak şekilde yontulduktan sonra diğer ucu yarım metre kadar toprak altına gömülür. Taşlarla filan sıkıştırılarak iyice sağlamlaştırılır. Öyle olmalıdır çünkü baya bir yük binecek kendisine. Söğüt dalları hafif kavisli olur. Uzun ağacımızın kavisli kısmı yere bakacak şekilde düşünerek tam ortasından bir oyuk açarız. Bu oyuk çok derin olmamalı, yoksa oradan zayıflayan ağaç kırılabilir. Çok küçük de olmamalı, o zaman da direğe yonttuğumuz uç tam olarak oturmadığından ağaç yere düşebilir. Bakın ne kadar dengeli işlem yapılması gerekiyor. Yine söğüt dalının bir özelliği doğal olarak bir tarafının diğer tarafına göre daha kalın olmasıdır. O halde uzunluk ve ağırlık dengesi gözetilerek oyulacak nokta dikkatli seçilmelidir. Bir tarafın daha uzun olması doğaldır.

    Cıngırdık kurmak bu kadar. Ortaya, direk sayesinde kendi ekseninde 360 derece dönebilen bir tahteravalli çıktı. Birbirine geçen iki kuru ağaca biraz da yük binince bir gıcırtı çıkması normaldir. İşte bu gıcırtıdan esinlenerek adını cıngırdık koymuş olmalılar. Çok eğlenceli oyuncaktır. Kendini kanatlanmış uçuyor sanırsın. Tehlikelidir de, hiç bir emniyet tedbiri olmadan sert hareketlerle dönen bir ağaç üstündesin, her an düşebilir, bir yerini kırabilirsin. Bu yüzden cıngırdığa, eşeğe biner gibi değil de, karın üstüne yüklenerek binmek daha doğru olur. Eğer eşeğe biner gibi oturulacaksa, yüzükoyun ağaca uzanarak kollarla da onu kavramak gerekir. Bu sebeple olsa gerek küçük çocukların binmesine izin verilmez.

    Daha daha eskiden büyük çocuklar değil yetişkinler bile binermiş cıngırdığa. Eskinin lunaparkı gibi düşünülüyordu demek. Dedim ya çok eğlenceli bir meret. Büyükler de böyle bir eğlenceden geri durmak istemedi anlaşılan. Cıngırdığa binmenin bazı rahatsızlıklara iyi geldiği de düşünülüyormuş. Yemekten sonra binmeyi tercih ederlermiş. Ya hazım güçlüğü çektiklerinden hareket iyi geliyordu, ya da karınları bastırıldığı için fizik tedavi gibi geliyordu. 

    1940'lı yıllarda uzun süre karın ağrısından bizar olan, Sütce'ydi, İlancık'dı gitmediği yer kalmayan ve buna rağmen iyileşmeyen bir çocuğa dayısı cıngırdık kuruyor. Çocuk bindiği gün ağrı sızı kalmamış. Essayalan, ben o çocuğun kendisinden dinlemiştim.

    Cıngırdık kurmak için 15 metre çapında bir boş alan lazım. Bugün böyle geniş bir boşluk, hele de eğlence için, bulmak mümkün değil. Belki cıngırdığa binilmemesinin bir sebebi de budur.

    

    

26 Mart 2021

Zaman Kavramı ve Planlaması

    ZAMAN    

    Eski Eğret'te vakit güneşin hareketlerine göre belirlenir ve hayat da buna göre şekillenir. Gece-gündüz, yani güneşin görünür veya görünmez olması, ortalığın aydınlık karanlık oluşu hep güneşin hareketlerine bağlıdır. Günün hangi vaktinde olduğunu insana duyuran, hatırlatan da ezandır. Bu anlamda ezan, dini bir öge olmaktan çıkar insanla hayat arasındaki zamansal bağı sağlayan bir ögeye dönüşür.

    Zamanı sayma, süre olarak onun miktarını belirleme hususunda da bugün kullanılmayan ezanî saati kullanırlardı. 1970'li yılların başında bir çalar saatimiz vardı ve ninem her akşam ezanında onu saat 12.00'ye ayarlama görevini vermişti bana. Her akşam ezan okunmaya başlayınca zevkle yapardım bu işi. Önce akrep ve yelkovanı 12 üstüne hizalar ve saatin zembereğini kurardım. Neden böyle yaptığımı o zaman değil, yıllar sonra anlayabildim ancak. Bu ezani saatti ve ve her akşam ezanında saat sıfırlanıyordu.

    Günlük hayatta süre ölçümü saate göre yapılmaz, zira bakılabilecek bir saat yoktur. Belki ezan okuyacak hocada bir köstekli saat vardır. Belki birkaç hali vakti yerinde kişide de...  O kadar işte. Köyde isen ezana göre vakti anlarsın, gırda bayırda isen güneşin konumuna göre. Gün indikten sonra, ortalık ağarınca gibi. Yaptığın işe göre de bir işaret belirleyebilirsin. Çıkım çıkana kadar, bir evlek biçene kadar, evlek kavuşana kadar, ferkin sonunda, bir doleşim yükleme vs. 

    GÜNLER 

    Bu konuya gün kelimesiyle başlayabiliriz. Güneş anlamında kullanıldığı gibi, 24 saatlik süreyi de ifade eder, yeri geldi mi gecenin karşıtı olarak gündüz anlamında da kullanılır. Bir haftayı oluşturan yedi ayrı günü ele alalım.

    1. Cuma (Cümeyi): Hafta başı ve hafta sonu kavramları yoktur ama belki cuma namazından dolayı bu gün haftanın ilk günü olarak düşünülebilir. Cümeyi diye telaffuz edilir. Cümeyi günü gün ortasında cümeyi namazına gidileceğinden öğleye kadar pek çalışılmaz, işler namaz sonrasına ertelenir. Yarı tatil günü olarak düşünülebilir. Günün kutsallığından dolayı kötülük yapmamaya, kötü söz söylememeye özen gösterilir. Zorunlu kalınca "cümeyi mübarek gün..." diyerek sakınılmaya çalışılır. Vücut ve çevre temizliği yapılır, mesela tırnak kesilir. Bir görüşe göre bu gün ev temizliği yapmak sevap iken, bir başka görüşe göre cümeyi günü ev temizliği iyi bir şey değildir. Erkeklerle birlikte yaşlı kadınlar da cümeyiye gidip caminin üst katında namaz kılarlar. Bazar gelini için çalgılar cumadan sonra çalmaya başlar. Perşembe gelini için çeñiz asma Cuma namazı sonrası başlar.

    2. Cumartesi (Cümertesi - Bazar): Bugün pazaryeri merkezli olarak pazar kurulduğu için cuma-ertesi (cümertesi) dışında günün adı olarak "bazar" denir. Birisine "Parasını bazar günü vecen." denilirse bundan cumartesi anlaşılır. Köyün ticari ve ekonomik olarak en canlı günüdür. Satılacak ürün ve mallar pazara bugün çıkarıldığı gibi her türlü alışveriş de bugün yapılır. Çocuklara düzenli olarak harçlık veriliyorsa eğer cumartesi günü verilir. Haftalık ihtiyaç bugün giderilir. Köyün nüfusu cumartesi günü artar. Çevre köylerdeki epbaplarla bugün muhabbet edilir. İşgayıt vatdıysa bazar dağılana kadar iş ertelenir. Pazar harcı görüldükten sonra kıra bayıra gidilir. Bazar gelini için gızhamamı yapılır.

    3. Pazar (Allahbazarı): Cumartesiye pazar denince, pazarlar karışmasın diye bugüne de Allahbazarı deyivermişler. Eski Hıristiyan komşuların mübarek günü olması hasebiyle de böyle isimlendirilmiş olma ihtimali var. Bazar gelini düğün ikindi üzeri biter.

    4. Pazartesi (Bazarertesi): Tam Türkçeleştirilmiş olarak böyle telaffuz edilir. Bazar gelini için çeñiz asma günüdür. Sair günlerden ayrı bir özelliği yoktur.

    5. Salı (Sâli): Nedendir bilinmez, sesli harfler uzatılıp inceltilerek bu şekilde telaffuz edilir. Perşembe gelini için çalgılar öğleden sonra çalmaya başlar.

    6. Çarşamba (Çarşamba): Perşembe gelini için gızhamamı yapılır.

    7. Perşembe (Perşembe): Medreseye okumaya giden çocuklar Hoca'ya perşembelik götürür. Perşembe gelini ikindiden sonra gelin indirilir.

    MEVSİMLER

    Eğret takviminde temel iki mevsim vardır: Yaz ve kış. 6 Mayıs 7 Kasım arası yaz, 8 Kasım 5 Mayıs arası kış. Bahar kavramı ve mevsimi yoktur. Hava olaylarına göre yüzyılların tecrübesiyle işaretlenmiş belirli zaman aralıkları bu takvimde yerini almıştır. Böylece zemeri, gündönümü, çetireng, ülker, hıdırellez vb. gibi vakit nokta ve aralıkları kendiliğinden oluşmuştur. Kendiliğinden ama mutlaka bu oluşumda bazı etkenler söz konusudur. Mesela bunlardan din faktörü önemlidir ve bundan kaynaklı mesela "Gavur Küfürü" vardır, "Irmızan mübarek gün" vardır. Güneş faktörüne bağlı gündönümü vardır. Tecrübeyle elde edilmiş Gasım çetirengi vardır. Hava şartlarına göre oluşmuş "oraklar" vardır. Bunların hiçbiri yazılı, kayıtlı değerler değil; tamamen toplum hafızasına yerleşmiş folklorik kültür değerleridir. 

     ZAMAN İFADE EDEN BAZI SÖZLER

    yeñiye: Gelecek yıl, gelecek sene, yeni yılda anlamına gelir. Bir dilekle karışık ümidi ifade eder aslında. Bu yıl yapılamayan bir şeyi, elde edilemeyen, ulaşılamayan bir duruma gelecekte ulaşma ümidini ifade eder. Hedef belirleme, ümit duyma ve dua etme gibi daha karmaşık anlamları da içinde barındıran bir kelimedir. 

    eveli: Eskiden, önceki yıllarda gibi  anlamlarda kullanılır. Kişi hayatının çok eski zamanlarından, belki çocukluk gençlik dönemlerinden bahsederken bu söze başvurur. "Eveli motur mu vardı, herşeyi elimizinen édêdik."

    eveli gün: Dünden önceki gün.  Bazen "dün deyil eveli gün" biçiminde kullanılır.

    evelevelden: Çok eskiden beri, en başından beri.

    ötögün (öteki gün):  Dünden önceki gün. Bazen "dün deyil ötögün" biçiminde kullanılır.

    saba: 1.yarın, 2.Uzak gelecek, gelecek dönem. İkinci anlamında genellikle öğüt verirken kullanılır: "Saba evlenince lazım olur."

    ilerlêde (ilerilerde): Geçenlerde, geçen günlerin birinde. Bir kaç gün önce değil, baya bir zaman oldu, ama ne kadar oldu hatırlamıyorum, buna benzer anlamlara gelir. "İlerlêde Hasan'ı gördüm."

    sayılı gün: Ramazan günleri. Çabuk sona erdiğini, hemen bittiğini ifade etmek için söylenir. Kur'an'daki "eyyam-ı ma'dudat" ifadesinin Türkçesidir. 

     össêt: Hemen, anında (o saat)

     darın: Hemen, o anda, aceleyle, dar zamanda. "Yâmır basdırdı, darın eve gaçdık."

     böyün: bugün

     böyüne gadâ: Bugüne kadar. Genelde olumsuz anlamda sitemleri dile getirmede kullanılır. Yapılan bir şeyin geciktiğini ifade etmede de bu söz söylenir. "Böyüne gadâ heç böne bişey etmediydi."

     yârin: yarın

     bürgün: Yarından sonraki gün (öbür gün)

     yârin bürgün: Yakın bir gelecekte. Olası bir tehlikeyi haber verirken uyarı amacıyla bu ikileme kullanılır. "Yârin bürgün bubañ añneyince netceñ?" 

     böyün yârin: 1.Yaklaşmakta olan vakti anlatır. "Böyün yârin habarı gelir." 2. İki kere tekrar edildiğinde; oyalanma, atlatılma veya ertelenme durumunu belirtir. "Böyün yârin böyün yârin deye deye sabırımı tüketti!"

     buzmandır: Bu vakte kadar (Bu zamandır)

     demitden: Az önce, biraz önce, demin.

    havtasında: Bir hafta sonra

    havtiye: Gelecek hafta


24 Mart 2021

Afyon ve Haşhaş Hasadı

Haşeş (haşhaş) çapaları bittikten sonra açan güneşle haşhaşlar afyan (afyon) olur. Öncesinde yenebilen yeşil yapraklar acılaşır ve birden boy atmaya başlarlar. Gelişim hızlanır. Bitkinin ortasında sap belirir ve sonra tomurcuk ortaya çıkar. Bundan sonrası haşhaş tarlasındaki şölendir.

İyi yetişmiş haşhaşlar insan boyunu bulur. Fakat bir haşhaş kökünden birkaç sap birden uzar ve hepsi farklı boy ve aşamalarda bulunur. Bir sap tomurcukken bir diğeri tomurcuğu yarıp çiçek açmış olabilir. Daha uzun olanı çiçeği dökmüş gapçığı (kapsül) belirmiştir. En büyükleri de gapçığı büyüyüp renk değiştirmiş, morarmış bir halde bulunabilir. İşte bu andaki haşhaş tarlası rengarenk düğün alayı gibidir. Donuk yeşil zemin üzerinde mor beyaz çiçekler…

İşte tam bu vakit gündönümü öncesine denk gelen kritik bir dönemdir. Çiçeği döken gapçıklar birden afyon toplamaya başlar. Bu dönem ihmal edilmeden afyon hasadının yapılması gereken bir dönemdir. Çok farklı aşamalarda bulunsalar da saplardaki tomurcukların gelişimi çok hızlı olur. Bu yüzden 10-15 gün boyunca sürekli afyon sakızı toplamak gerekir.

Çiçeğini döküp olgunlaşma rengine bürünen kapsül özel dilgi(cizgi) bıçağıyla çizilir. Çizme yönü ve derinliği özenle yapılmalıdır. Kapsül ortasından yarım ekvator çizgisi gibi atılması gereken çizik çok derin olursa afyon sütü içine akar ve haşhaş denesini acılaştırır. Yeteri kadar derinlikte olmazsa süt çıkmaz. Usta eller bıçak sürüş tekniğini ona göre kullanır. Atılan çiziklerde afyon sütü toplanır ve donarak sakız kıvamına gelir. Sertleşmeden, aynı gün o sakızı almak gerekir. Bunun için de özel algı bıçağı vardır. Toplanan sakızlar büyük haşhaş yapraklarına sarılarak saklanır. Ertesi gün için olgunlaşan yeni gapçıklar sıradadır, onların da afyanı alınır. Bu böyle her gün gündönümüne kadar devam eder. (Şu anlattıklarım 1975 öncesine ait işlerdendir. Ambargo nedeniyle o yıldan beri gapçık cizme ve afyan alma yoktur.)

21 Haziran sonrası, afyonu alınmış gapçıklar hızla kurumaya başlar. Bu sırada gapçık içindeki haşeş deneleri de olgunlaşıp kurur. Temmuz başı gibi bu sefer haşhaş hasadı başlar. Kuru gapçıkları sap boğumundan tutup kırmak çok basittir. Zaten tarladan haşhaş hasadına haşeş gırma denir. Çuvallara doldurulup eve götürülen haşeş gapçıkları tokmaklarla kırılarak heşeş denesi elde edilir. Savrularak kabuk ve çer çöpten de temizlendikten sonra yiygilik, yağlık ayrılır ve fazlası satılır.

1975 sonrasında ise tokmakla döverek değil de bıçakla keserek kapsül içindeki dene alınır olmuştur. Çünkü yasal olarak çizilmemiş, ezilmemiş, afyonu alınmamış gapçıkların teslim edilmesi zorunluluğu vardır ve bu günümüzde de böylece devam etmektedir.



19 Mart 2021

Gırkımcılar


Havaların tamamen ısındığından emin olununca artık koyunları kırkma vakti gelmiştir. Vaktinin gelmiş olması önemlidir çünkü öncesinde yapılacak olursa hayvanın hastalanma tehlikesi vardır, geç bırakılırsa da yine hayvan rahatsız olur ve yapağıda verim düşer.

Zahmetli bir iştir gırkım. Bir günde olup bitmesi gerekir. Kimse aynı iş için ertesi günde ayakta kalmak istemez. Bu yüzden sağımla birlikte gırkımın da o gün bitmesi için bütün tedbirler alınmalıdır. Hayvan çok ve adam az ise önceden bu işten anlayan kişileri ayarlamak gerekir. Herkes gırkım yapamaz çünkü. Bunun için koyunun vücudunu iyi tanımalı, gırklık kullanmada mahir olmalı ve bu işte tecrübe sahibi olmalıdır. Gırkımcı ünvanını alabilmek de maharet ister.

Koyunu tanımıyorsan, vücut hatlarını kestiremiyorsan hayvanın derisini kesme ihtimali bulunur. Gırklık keskin bir alettir, bir elle onu kullanırken diğeriyle de hayvanı kontrol etmek gerekir. Gerçi ayakları bağlıdır ama; ne de olsa hayvandır, ani hareketleri, sıçraması, kafa atması eksik olmaz. Bütün bunların arasında usta bir gırkımcı birkaç dakikada işini bitirebilir. Ustalık ölçülerinden biri de gırkılan yünün tek topak olarak çıkarılabilmesidir.

Gırkımcının kendine ait, sevdiği bir gırklık mutlaka vardır, yanında getirir. Yine de sürü sahibi fazladan gırklık temin ederek yedekte bulundurur. Koyunları tutup bağlayıp gırkımcının önüne servis eden kişilerden başka boşta kalan olursa onlar da bir gırklık alıp işe girişebilir. Bir yandan da gırkılan yapağılar çuvallanarak ortalık derlenir.

Bütün bunlar ağılın bir köşesinde olup dururken, gırkımcılara ikram edilmek üzere kesilen koyun kuzu, gışlada pişirilmektedir. Adettendir, gırkımcılara koyun yedirmek.

Gırkım işi bitince, bir kaç gün içinde yeni traş olmuş koyunlar Buñar veya bir çeşme aharına götürülerek teker teker yıkanır. Çay (Çamaşırhane)nin yanında sırf koyun banyosu için bir havuz çevirmişler, sonra veya önce de Guyuderesi altlarında bir yere böyle bir havuz yapılmış. Ben onu hiç bilmiyorum, ama Çay'ın yanında koyun yıkadıkları hayal meyal gözümün önünde...

Yıkanan hayvan güneşte kurumaya bırakılır. Kel Süleyman Eren'den alınan toz boya ile koyunların belirli yerlerine ayırt edici bir biçimde boya sürülür. Bu hem hayvanı süslemek hem de başka sürüye karışmasını engellemek amacıyla yapılan bir çeşit éñneme işlemidir.

Yeni gırkılmış koyun keçi, ani sıcaklık düşüşlerinden korunmalıdır. Bir bakıma çıplak kalmıştır ve takvimde de görüleceği üzere Eğret’te Haziranda bile soğuk hava görülebilmektedir. “Keçikıran” diye tarihe geçmiş soğuklar böyle yaz başlangıçlarında görülmüş. Ayrıca vakitsiz yapılan gırkımdan hemen sonra kar yağışına maruz kalan hayvanların nasıl telef olduğu da yaşanmış olaylardandır. Bu yüzden gırkım sonrası çoban dikkatli olmalıdır. Bununla beraber fazla sıcak havadaki gırkımın da sakıncalı olduğunu bilenler söylüyor.

    Koyuncular için gırkım, aradan çıkarılması gereken önemli işlerden biridir. Bu işi de halletti mi harmana daha bir rahat kafayla hazırlanır.