19 Temmuz 2022

Telliler

 


    Hacımahmutların Ahmetinoğlu Mustafa'dan torunları Yusuf, Ahmet, Halil ve Şerife... Şerife, Sağırların Salih eşi; Yusuf, Şimbil ve Etemin dedesi; Ahmet, Manavlar oldu... Ahmet Ağanın küçük torunu Halil'e geldik...

    1871 yılında doğmuş Halil... Oğlanların en küçüğü, abileriyle arasında on yaştan fazla var. Genelde evin en küçüğünde görülen huysuzluk bunda biraz fazlaca varmış. Ana veya babasından birisi 1-2 yaşındayken öldüğü için böyle huysuz olduğu düşünülüyormuş. En küçük bir şeyde hemen ağlar, basarmış çığırtıyı... İllallah detirtmiş... 'Aman daklaşmeyin şuna, telleri dökülür filan...' derlermiş, o münasebetle adı 'Telli' kalmış...

    Telli Halil, Gobakların Hasan kızı Fatma ile evlendi. Fatma Hanım, Çerçi Mehmetin Halası olur... Ayrıca bu evlilikle Telli, Eminlerin Mehmet Emin ve Demirdelen İbrahim (Şavalın dedesi) ile bacanak oldular.

    Ümmühan, Hasan ve Mustafa isimlerinde üç çocukları oldu. Bunların isimleri manidar; Ümmühan ile Hasan, Fatma Hanımın ana baba adıdır. Mustafa ise Halil'in baba adı... Bir kızları daha olsa, herhalde İsmihan olurdu...

    Kardeşlerden büyük olan Ümmühan, 1899 yılında doğmuş. Hacımahmutlardan Veli oğlu Kıni/Konteş Mustafa eşi oldu. Kini Mustafa ile Ümmühan'ın ikisinin de Hacımahmutlardan olmasının ötesinde anaları tarafından da bir yakınlıkları var. Kıninin annesi Kezban Hanım, Ümmühan'ın annesi Fatma Hanımın yeğenidir... İkisi de Gobaklardan yani... Kınimısdık öldükten sonra Ümmühan Hanım Bilallerin Mehmet ile evlenecektir...

    Oğlanlara geçmeden önce Telli defterini kapatalım. 1910 Sonrasında Telli Halil vefat etmiş. Eşi Fatma hanımın ölüm tarihi ise 1944...


    Goca Hasan (Garabacaklar)

    Telli Halilin büyük oğlu Hasan 1901 yılında doğdu. Cüsseli iri yapısı ve uzun boyundan dolayı delikanlılık çağında 'Goca Hasan' lakabı takıldı. 

    Gocasan önce Büküroğlu Hüseyin kızı Şerife ile evlendi; fakat çocuğu olmadığı gerekçesiyle onu çıkardı. Bu ilk eşi Şerife Hanım, annesi itibariyle Gödeşlerdendir... Daha sonra Efekçiye vardı, orada da çocuğu olmadı. Efekçinin evinde 1982'de vefat ettiğinde Goca Hasan'ın soyadını taşıyordu...

    Bacıdedenin ölüm defterinde 'Goca Hasan'ın karısı' notuyla 25 Nisan 1947 tarihli bir ölüm kaydı var. İsim veya başka bir bilgi bulunmayan bu nottan, Goca Hasan'ın bir evliliği daha olduğu anlaşılıyor; bununla birlikte konu hakkında daha ayrıntılı bilgi bulamadım...

    Ondan sonra Yusuf kızı Emine ile evlendi. Emine Hanım da Dönelerden... Bu evlilikle yine Hacımahmutlardan Tenikeci İbrahim ile bacanak oldular... Ayrıyeten Gocasanın ikinci eşi Emine Hanıma 'Garabacak' dedikleri için, bundan sonra onun ailesi de 'Garabacaklar' diye bilinecektir. Gocasan 1980'de, karısı Garabacak Emine Hanım ise 1984 yılında vefat ettiler...

    Beş çocukları oldu; üçü kız, ikisi oğlan. İsimleri İsmihan, Feride, Cemal, Mevlüt ve Fatma... Büyük kızına 'Uzun İsmihan' derlerdi, Hacımahmutların Kediveli oğlu İbrahim Ildız eşi oldu. İki ailenin Hacımahmutlar ve Gobaklar kanalıyla çifte akrabalığını biliyoruz artık... 'Kel Feride' diye anılan ortanca kızını da Şeherlioğlu Ali'ye verdiler... Küçük kızı Fatma ise Yörük köyü Mılıklar'a gelin gitti...

     1935'te doğan büyük oğlunun lakabı 'Heykel Cemal' idi. Çatallardan Mustafa kızı Fatma ile evlendi. Babasının Ninesi İsmihan Ninenin de Çatallardan olduğunu düşünürsek, bu evlilikte de akrabalık gözetildiğini görürüz... Yine de birkaç ay gibi kısa süreli bir evlilik oldu, daha sonra Heykelcemal ölene kadar yalnız yaşadı... 2005'te vefat ettiğinde yetmiş yaşındaydı...

    Çocuklarının lakabıyla Gocasanın lakaplarının 'iri, uzun, cüsseli' ortak paydasında bütünleştiği görülüyor... Babalarına nasıl 'Goca Hasan' denilmişse, iriliklerinden dolayı çocukları da benzer lakaplarla anıldı. 1939 Yılında doğan Küçük oğlu Mevlüt'e de 'Gocaguş' diyorlardı. Sonradan 'Basiri' lakabıyla da anıldığı oldu. Aslında bu durum bakış açısına göre değişir, kimilerine göre de Mevlüt gayet 'gabadayı' birisiydi... 

1960'lı yıllar...
Gocasan, oğlu Mevlüt için kızını istemek üzere Başkimseli Mustafa Ağaya gitti. Onun kızı Ayşe'ye dünür oluyordu...
Hemen cevap vermedi Mustafa Ağa, önce bir araştırmalıydı; kimdir, necidir bunlar...
Eğretli birine Gocasanı sordu, zengin ve itibarlı biri olduğunu öğrenince kendisi de tasdikledi 'Hakikaten de samanlığını gördüm, kocamandı' dedi...
Mevlüt'ü sordu, müstakbel damadı olarak, 'gayet gabadayı biridir' cevabını alınca kalbi yumuşar gibi oldu.
Emin olamadı, 'Madem gabadayı, niye kendi köyünüzden bir kız bulamadı' diye can alıcı soruyu sordu.
Anıtkaya'daki fahri danışmanın cevabı oturaklıydı: 'Bizim köyde askerden gelene dede derler, kız vermezler; fırından çıkana bide derler, onu da misafire vermezler!'
Hoşuna giden bu cevap karşısında gülümsedi...
Yine de dostu Çakırmehmetin Delimısdığa vardı. Ondan da olumlu cevaplar alınca kızı Ayşe ile Gocasanın Mevlüt'ün evliliğinin önü açılmış oldu.

    Böylece Mevlüt, Başkimseli Ayşe Hanım ile evlendi. Emine, Hasan, Fatma, Ali, Adem... onların çocuklarıdır. Emine; İsmihan halasının oğlu, Feride halasının evlatlığı Tahsin ile evlendi... Küçük kızları Fatma, Anıtkaya dışından bir beyle evlendi; Hüseyin ve Büşra adlarında iki çocuğu var, Ankara'da oturuyorlar...

    Mevlüt'ün oğlanlara gelince... Dedesi Gocasanın adını alan Hasan, ikinci eşinin memleketi Bolvadin'de yaşıyor. Mevlüt, Metin ve Yiğit adlarında üç oğlu var...

    Ortanca Ali, Kalecik'ten evlendi. Üç çocuğu var; isimleri Mevlüt, Özgür ve Ayşegül... Ali ailesiyle Anıtkaya'da yaşıyor...

    En küçükleri Adem de Büyükkalecik'ten evlendi. Mete ve Berk olmak üzere iki oğlu var. Vazifesi nedeniyle Afyon dışında yaşıyor...

    Gocasanın Mevlüt 2000 yılında vefat etti... 


    Telliler

    Telli Halil'in küçük oğlu Mustafa 1910 yılında doğdu. Aslında babasının olan lakap kendisiyle özdeşleşti ve onun ailesine 'Telliler' dediler. 

    İşofun yeğeni, Mehmet kızı Şerife ile evlendi. Şerife Hanımın babası Çanakkale şehidi. Diğer yetim kardeşi Ayşe de Daldalların Delişükrü eşi olacaktır. Kısacası, Tellilerin Mustafa Delişükrü ile bacanak oldu.

    Sekiz tane çocukları oldu, bunların ikisi kız... Büyük kızı Fatma Dalmışın Kazım eşi, küçük kızı Hafize de Canalilerin Şeytanhasanın Ali Osman eşi oldu... Bir oğlu Hüseyin de 1941 yılında doğdu, bir kaç aylıkken öldü... 

    Tellinin Mustafa 1957 yılında öldü. Eşi Şerife Hanım ise ondan on yıl sonra, 1967 yılında vefat etti...

    Halil
    Hayatta kalan oğullarına bakalım... Tellilerin Mustafa, nasıl kendisi dedesinin adını almışsa; 1929'da doğanbüyük oğluna da dedesi adı Halil ismini koydu. Onu Tingildeklerden  İncemehmet kızı Fatma ile everdi. Ahmet, Türkan ve Veysel isimlerinde üç çocuğu olduktan sonra Fatma Hanım 1956'da vefat etti. Bundan sonra Tellilerin Halil, Eselerin Gülsüm ile evlendi. Gülsüm Hanımın da Fatma, Mustafa, İsa, Hüseyin ve Elveda olmak üzere beş çocuğu oldu...

    Kızları; Türkan, Tökürdekler Şaban As eşi; Fatma Demircisalek oğlu Ömer Yakışır eşi; Elveda, Daldalların Alaaddin oğlu İbrahim Honça eşidir...

    Halil'in büyük oğlu Ahmet Çakıriban (İbrahim Ata) kızı Zeliha ile evlendi. Çakıriban ile Telli Mustafa eşi Şerife Nine karınkardeş olduğunu belirtelim... Gülsüm, Fatma, Uğur ve Halil olmak üzere dört çocukları var. Uğur Yumrukların Ahmet kızı Satı ile evlendi, Beyza ve Ahmet adlarında bir kız bir oğlu var... Halil, Anıtkaya dışından evlendi, iki oğlu var...

    Halil'in ilk hanımından küçük oğlu Veysel; önce Cücelerin Aziz kızı Hakime, sonra Daldalların Eşeninömer kızı Hacer ile evlendi. Fatma ve Tuğba adlarında iki kızı var... 

    İkinci Hanımından üç oğlu da Anıtkaya dışından evlendiler. Mustafa, Refika ile evlendi; Halil, Fatma, Sümeyye isimli üç çocuğu var... İsa, Dilek ile evlendi; Halil ve Abdülkadir isimli iki çocuğu var... Hüseyin'in ise bir kız bir oğlu var.... 

    Tellilerin Halil, kendisi uzun yıllar Anıtkaya'da sığır güttü, Şaştımın dükkanda özellikle Cumartesi günleri çok çalıştı. Bir müddet sonra oğulları İzmir'e göçtü. Onların peşinden kendisi de gitti. Şu anda çocuklarının tamamı İzmir ve Manisa'ya yerleşikler... Kendisi 1987, Gülsüm Hanım ise 2015 yılında vefat ettiler...

    Mehmet Ali
    Telli Mustafanın ikinci oğlu Mehmet Ali'nin ismi bazı kayıtlarda sadece Mehmet, bazılarında da Ahmet olarak geçiyor. 1935 Yılında doğdu. Gödeşlerin Ahmet kızı Müker (Mükerreme) ile nişanlıyken, nişanlısı vefat etti. Mehmet Ali'nin bundan sonraki hayatı İzmir'dedir... Ödemişli Gülşen Hanım ile evlendi. İlkay, Nuray, Şenay, Şerife (Lilay) isimlerinde dört kızları oldu. Onlar da İzmir'e yerleşti ve orada evlendiler... Kendisi 2011'de İzmir'de vefat etti...
    
    Yakup
    1939 Doğumlu Yakup, Tellilerin Mustafa'nın üçüncü oğludur. Dedelerin Aliguru kızı Zele (Zeliha) ile evlendi. Zele Hanım, annesi itibariyle Gödeşlerdendir... Bir başka husus, kendisinden sonra küçük kardeşi Salim de Aligurunun diğer kızıyla evlendiği için Yakup ile Salim kardeşlerin bacanak olmasıdır. 

    İki kız, üç oğulları oldu. Sırasıyla çocuklarının isimleri; Mustafa, Mehmet Ali, Meryem, Şerife ve Müfit'tir.... Meryem, Çolakların Salim oğlu Ahmet Kurt eşi; Şerife de Garametlerin Halil oğlu İbrahim Patlar eşidir.

    Büyük oğluna dedesinin adı olan Mustafa ismini vermiş. 'Kuşçu' lakabıyla tanınan Mustafa, Musluların  Çöpçühalil kızı Meryem ile evlendi. Neriman, Sebile ve Yakup adlarında üç çocuğu var. Guşcu, Tellilerin Anıtkaya'daki tek temsilcisidir denilebilir.

    Tellilerin Yakup'un ortanca oğlu Mehmet Ali, Çaparın kızı Nimet ile evlendi. Mehmet Ali'nin ana-dedesi Aliguru, Nimet'in dedesi Süleyman'ın yeğenidir. Akrabalık çok belirgin... Gizem, Gamze ve Ramazan isimli üç çocukları var. İzmir'de oturuyorlar.

    Küçük oğulları Müfit, Tataristan'a yerleşti; orada Elvira isimli bir hanımla evlendi. Cemile adında bir kızları var...

    Yakup Öztürk de 2018'de öldü...

    Salim
    Yakup'un küçüğü Salim 1941 yılında doğdu. Aliguru kızı Hatice ile evlendi. İki oğlu, iki de kızı var. Şerife ve Ayşe adını verdiği kızları Anıtkaya dışına gelin oldular. 

    Oğullarının isimleri de Mustafa ve Ahmet'tir. İkisi de Anıtkaya dışından hanımlarla evlendiler. Mustafa'nın Sercan ve Hakan, Ahmet'in Salim ve Alper isimli ikişer oğlu var. Uzun zaman önce Afyon'a yerleştiler, halen orada oturuyorlar. 

    Salim Öztürk ile Hatice Hanım, 2020-21 yıllarında art arda vefat ettiler...

    Nazmi
     Tellilerin en küçük oğlu Nazmi 1943 yılında doğdu. Yine Hacımahmutlardan Manavların Gızmehmet kızı Selime ile evlendi. Nazmi de Afyon'a uzun zaman önce yerleşti. Mustafa, Mehmet, Ahmet ve Şerife adını koyduğu çocukları da oraya yerleşip, orada evlendiler. Halen Afyon'da yaşıyorlar...

    Hacımahmutlardan Telli Halil oğullarından Anıtkaya'da, Gocasan temsilcisi olarak Mevlüt oğlu Ali Öztürk; Telliler temsilcisi olarak da Yakup oğlu Guşcu Mustafa Öztürk kalmış... Aileleriyle birlikte tabi...



14 Temmuz 2022

Omarcıkoğlu Mehmet

 


    Umurcaoğlu  Mehmet büyük kızı Emine'yi, Aşağıköylü Berberoğlu Halil'e; küçük kızı Ayşe'yi de Ayanaoğlu Halil'e verdi. Bu kızlardan biri Aşşağılıların, diğeri Patlaklardan Garametlerin ninesi olacaktır.  

    Çocuklarının en büyüğü Hüseyin ilk eşi Havva Hanımdandır. 1834 yılında doğdu. Emirhanoğlu Ahmet kızı Fatma ile evlendi. Hacıların Arzımanoğlu Mehmet ile bacanak oldu. Anlamayı kolaylaştırmak için şöyle söyleyelim; Omarcıkoğlu Hüseyinin eşi Fatma ile Hacıların Kelsaleğin ninesi Hafize kardeş...

    Omarcıkoğlu Hüseyin'in çocukların ikisi kız, üçü erkek... Büyük kızı Ümmügülsüm Hatipoğlu Mahmut eşi oldu. Gülsüm Hanım, ileride Molla Osmanın anası olacaktır... Küçük kızı Ayşe'yi Çorcalı Ali'ye verdi. Ayşe Hanım da Olcaklı Ali Osman, Musa ve Nazmi'nin nineleri (anneanneleri) olacaktır.

    Oğullarına gelince... Büyük oğlu Ali'den Gırali'ye; küçük oğlu Abdullah'tan ise Kilciler, Bödüler ve Feyzullahlara çıkılır. Biz ortanca oğul Mehmet'ten devam edeceğiz.

    Omarcıkoğlu Mehmet 1861 yılında doğdu. Dedesi Umurcaoğlu Mehmet'in adını aldı. Eminlerden Hüseyin kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım, Kelsüleymanın dedesinin kardeşidir... 

    Ayşe Hanım ile Omarcıkların Mehmet'in iki kız dört oğul, toplam altı çocukları oldu. Büyük kızı Azime Çorcalıoğlu Eyüp eşi oldu. Daha önce Çorcalılarla bir bağ kurulmuş, Mehmet'in halası Eyüp'ün emmisine varmıştı. Azime Hanım ileride Sakallı Derviş Mehmet Aydın ile Belediye eski Başkanı Ömer Aydın'ın anası olacaktır; 1976'da vefat etti... 

    Küçük kızı 1899 doğumlu Hafize, Aşşağılıların Ali eşi, Göçmen Süleymanın anasıdır. Burada, Ali'nin ninesi ile Hafize'nin dedesinin  kardeş olduklarını hatırdan çıkarmayalım. Kocası harpten dönemeyince Hafize Hanım ikinci olarak Sağırların Körmustafaya vardı, orada da Pehlivan Ali Osman Sancak'ın anası oldu ve orada 1943 yılında vefat etti...

    Biraz da bu kızın ismi üzerinde duralım... Hafize, Eminlerin kızı olan Omarcık Mehmet'in eşi Ayşe Hanımın ana adıdır. Bugün dahi Sağırlar, Araplar, Göçmen Süleyman, Yozgun ailelerinde Hafize isminin yaygınlığının sebebi; Eminlerin Hüseyin'in eşi Hafize Hanımdır...

    Omarcıkoğlu Mehmet, 20. yüzyıl başlarında Örenler civarındaki geçici Eğret yerleşimine katılanlardan biri oldu. Bir süre orada kalma maksadıyla mesken ve ağıl yaptı, çocuklarıyla birlikte on yıldan fazla orada yaşadı. Tabi Eğret ile bağını kesmeden özel amaçlı ve 'eğreti' bir ikametti onlarınki. Maksat hasıl olduktan sonra Eğret'e geri döndüler... Kendisi 1932 yılında vefat etti; Eminlerin kızı eşi Ayşe Hanım ise, dokuz yıl sonra 1941'de öldü...

    ALTINDİŞ AHMET

    Büyük oğlu Ahmet 1891 yılında doğdu. Zamanla 'Altındiş' lakabıyla tanındı. Hatice Hanım ile evlendi. Üç çocuğu, aslen Afyonlu bir bakkal kızı olan Hatice Hanımdandır. Onun ölümünden sonra Apdıramanların Abdurrahman kızı Emine Hanım ile evlendiyse de ondan çocuğu yok. Emine Hanım Curak Mehmet'in ablasıdır...

    Altındiş, hayatta kalabilen nadir Eğretli Cihan Harbi gazilerinden. Yemen Cephesinde bulunmuş, önemli yararlılıklar göstermiş, çok canlar kurtarmış. Harp hatıralarını torunlarına ayrıntılı bir şekilde anlatırmış...

    1958 Yılına gelindiğinde Altındiş, hanımlarını da alıp çekip gitti bu dünyadan... Beş altı ay içinde önce kendisi öldü, sonra Emine Hanım ve en sonunda çocuklarının anası Hatice Hanım vefat ettiler... Çocuklarına bakalım...

    Dört kız bir oğlu oldu Altındiş ile Hatice hanımın. 1934 Yılında doğan bir kızına annesi Ayşe hanımın adını koymuş, ama iki yaşında vefat etmiş çocuk. 1941'de yine bir kızı olunca bu sefer Eşe adını vermiş; lakin o da iki yaşında vefat etmiş... Hayatta kalan kızlarının isimleri Hacer ile Sabire... Büyük kızına Topalhacer derlerdi, Manavların Gızmehmet eşi oldu, 1997'de vefat etti... Küçük kızı 1926 doğumlu Sabire'yi ise Böbülerin Salih'e verdiler, ileride Berber Ahmet Kabadayı'nın anası olacak. O da 1963'te vefat etti... 

1950 Yılında Sabire Hanım oğlunu dünyaya getirdiğinde, Omarcıkların Altındiş dünürü Mazinin Ömer'e demiş ki 'Bizim düğe bızılamış, adını ne koydunuz?'... 'Tabi ki de Ahmet!' cevabını alınca keyifli keyifli gülümsemiş... Diye anlatılıyor.

    Altındişin bir oğlu oldu; 1930'da doğan bu oğlanın adını Hasan koydu. 'Omracıkların Hasan' veya 'Altındişin Hasan' diye bilinirdi. Körüslerin Mehmet kızı Safura ile evlendi, Keliban ile bacanak oldular... Üç kız bir oğlan, dört çocukları oldu.

    Büyük kızı Emine, Garaburunun Osman eşi; ortanca kızı Esma da Sağırların Kelapdıllanın Hasan eşi oldu. Esma'nın dedesi Altındiş ile Hasan'ın nineliği Hafize'nin kardeş olduklarını unutmayalım... Altındişin Hasan'ın küçük kızı Hatice, yani Afyonlu Ninesinin adı... Hatice de Canalilerin Mehmet Can eşidir. Mehmet'in ana-dedesi ile Hatice'nin ana-dedesinin Körüslerden olduğu da hatırda tutulmalıdır...

    Altındişin tek oğlu Hasan idi. O da tek oğluna, doğal olarak babası Altındişin adı olan Ahmet ismini koydu. 'Meşhur' diye lakaplanan Ahmet, Garaömerin Mustafa kızı İrfan ile evlendi. İrfan'ın dedesi Garaömer ile Meşhurun Mehmet dedesi kardeş... Bir dönem Mahalle Muhtarlığı da yapan Meşhur Ahmet'in bir kız iki oğlu oldu. Kızına, halasının anısına Sabire ismini koydu. Sabire, Hamdininsüleyman oğlu Hamdi Dadak'a vardı... Büyük oğlu Hasan, Çolağömerlerin Körsüleyman oğlu Ömer kızı ile evlendi. Küçük oğlunun adı Mehmet'tir, Anıtkaya'da yaşıyorlar...

    Safura Hanım 2004 yılında, Altındişinhasan ise 2005 yılında peş peşe vefat ettiler...

    ARAP HALİL İBRAHİM

    Altındişin küçüğü, Omarcıkoğlu Mehmet'in ikinci oğlu Halil İbrahim 1901 yılında doğdu. 'Arap' lakabıyla lakaplandı. Yahyalardan Emine Hanım ile evlendi ve böylece; Mardakların Hüseyin, Apdıramanların Curak ve Tingildeklerin Hacapdılla ile bacanak oldular... Bu evlilikten üç oğlu dünyaya geldi...

    Çok küçükken vefat eden bir oğluyla bir kızı daha var. 1933 Yılında doğan ve Mehmet Emin adını verdiği bir oğlu varmış. Oğluna bu ismi vermesinin sebebi dayıları olan Eminler sülalesidir ve bunda annesinin etkisi vardır. Lakin bu oğlan üç yaşında ölüyor... 1940 Yılında da adını Fatma koyduğu bir kızı olmuş, o da iki yaşındayken ölmüş. Başka da kızı olmayacak... Hayatta kalanlara bakalım....

    Delicafer
    1930'da doğan büyük oğlunun adı Cafer... 'Delicafer' diye  bilinirdi. Anıtkaya'nın önemli yapı ustalarındandı. Kalecikli Hacının kızı Sabahat ile evlendi; Esnanın Veli ve Gındi ile bacanak oldular...

    Dört kız üç erkek, yedi çocukları oldu. Anasının adını verdiği büyük kızı Emine 1965'te vefat etti. Diğer kızları Elveda, Şemşilerin Adem eşi; ortanca kızı Meryem, Kilcinin Hüseyin eşi; küçük kızı Hanife de Naymelerin İbrahim eşi oldular... 

    Büyük oğlu Mahmut, Gındinin kızıyla (teyze çocukları); ortanca oğlu Talat, Hacızekeriyelerin Halil İbrahim kızıyla evlendiler. Kütahya Sanayisinde iş kurup oraya yerleştiler. Halen çocuklarıyla orada yaşıyorlar... Anıtkaya'da yaşayan, sadece Delicaferin küçük oğlu Mesut'tur...

    Delicafer Usta 2003 yılında vefat etti. Eşi Sabahat Hanım ise 2020 yılında öldü...

    Berberhüseyin
    Omarcıkların Arapın 1931'de doğan ortanca oğlunun adı Hüseyin'dir. Büyük dedesinin adını almış oldu. Meşhur Deliberberin çırağı olup yetiştikten sonra, mesleğiyle adı birleşerek ona lakap oldu; bundan sonra 'Berberhüseyin' olarak bilinecektir. O vakitlerde berberler aynı zamanda köyün dişçisiydiler, bu yüzden Berberhüseyin Eğretli birkaç neslin çok dişini çekmiştir... 

    Omarcıkların İbrahim kızı Zehra ile evlendi. Dipte Zehra Hanımın dedesi Ali ile Berberhüseyinin dedesi Mehmet kardeş oluyorlar. Beşi kız ikisi oğlan, yedi çocukları oldu.  Kızları... Şerif, Körahmetin Zeynel Çotak eşi; Selver, Kelibanın Misgin Abdullah Dalgıç eşi; Halime, Göcen Ahmet Gülen eşi; Emine, Canavarcının Aziz Sargın eşi oldular. Diğer kızı Kezban Anıtkaya dışına gelin gitti... 

    Berberhüseyin büyük oğlunun adını Yahya koydu. Yahyaların Yahya kızı olan annesinin etkisiyle bu ismi vermiş olmalı. Yanında yetiştirdiği için oğlu da 'Berberyahya' olarak bilinir. Gıvığın kızı Fatma ile evlenen Yahya'nın Hüseyin, Tamer ve Adem adında üç oğlu var. Hüseyin belli, Berberhüseyinin adı; Tamer de Kelapdıllanın Hasan'ın genç yaşta vefat eden oğlunun adıdır... Berberyahyanın üç oğlu da Anıtkaya dışından evlendiler. Eşi Fatma Hanım 2023'te vefat etti, Berberyahya halen Anıtkaya'da yaşıyor...

    Berberhüseyin küçük oğluna babası Arapın adı olan Halil İbrahim ismini koydu. Anıtkaya dışından evlenen Halil İbrahim İzmir'de oturuyor. 

    Berberhüseyin 1997 yılında vefat ederken, eşi Zehra Hanım ondan yaklaşık yirmi yıl sonra, 2016'da vefat etti...

    Berberşükrü
    Şükrü, Arapın üç oğlunun en küçüğüdür, 1941'de doğdu. Annesi Yahyalar/Mardaklar kızı Emine Hanımın tesiriyle bu isim verildiği anlaşılıyor. Hüseyin abisinin çırağı olarak berberlik onun da mesleği oldu. Bu yüzden lakabı Berberşükrüdür. Omarcıkların Azizin Apilhoca kızı Pakize ile evlendi. Pakize Hanımla dipte, dört kuşak öncesinden emmi çocuklarıdırlar... 

    Dört kız bir erkek çocukları oldu. Büyük kızı Aylin, önce Pakize Hanımın yeğeni Tuncay eşi oldu. Onun vefatından sonra Sadıkbey'e gitti. İkinci kızı Emine de Sadıkbey'e gelin oldu. Feriha, Hatiplerin Ahmet Aykaç eşi; küçük kızı Sultan da Garaömerlerin Ömer Kök eşidir...

    Demek ki ana baba bir erkek çocuk istiyordu, bu özlem çocuklara da sirayet etti. Kızları Feriha rüyasında bir erkek kardeşinin olduğunu, adını da Aziz Ahmet koyduklarını gördü. Oysa daha annesi hamile bile değildi. Yıllar sonra bir erkek kardeşleri doğunca bu rüya hatırlandı, çocuğa Aziz adı verildi. Şimdi Aziz Ankara'da yaşıyor...

    Berberşükrü 2012, eşi Pakize hanım ise 2020 yılında vefat ettiler...

    Muhittin Mehmet Sağlam
    Arap, eşi Emine Hanımın 1943 yılında vefatından sonra Elpirekli bir hanımla tekrar evlendi; 1956 yılında bir oğlu daha oldu, ona da babasının adı olan Mehmet ismini koydu. Annesi Anıtkaya dışından olması hasebiyle Mehmet, burada çok durmadı. Abisi Berberşükrü ile birlikte İstanbul'a gittiler. 

    Bu arada Omarcıkların Mehmet'in oğlu, Arap lakaplı Halil İbrahim Sağlam 1970 yılında vefat etti...

    Abisiyle İstanbul'a giden Mehmet, orada bir süre kaldıktan sonra 1973 yılında Afyon'a yerleşti. Kendisi gibi aslen Afyonlu olup İstanbul'dan tekrar Afyon'a dönen Sevim Hanım ile evlendi. Mihriban, Halil İbrahim ve Mihrican isimlerinde üç çocukları oldu. Kızları Afyonlu beylerle evlendiler. Babası Omarcıkların Arapın adını alan oğlu Halil İbrahim de Afyonlu Gül Hanımla evlendi.  Gelini Gül Hanım, eşi Sevim'in yeğenidir... 

    Omarcıkların Arapın oğlu Mehmet Muhittin, halen Afyon'da yerleşiktir...

   NURİ SAĞLAM

    Omarcıkoğlu Mehmet'in küçük ortanca oğlu Nuri 1909 yılında doğdu... Hakkında çok bilgi yok; Eğret dışından Emine Hanımla evlendi, iki kızı oldu... 1943 Yılında Nuri vefat etti... Anaları başındayken mesele yoktu; ama 1946'da Emine Hanım da vefat edince iki öksüz kız amcaları tarafından Afyon'a evlatlık verildi...  

    Devlet gözetimine alınan iki öksüz/yetimin küçüğü Atike Ankara'ya gitmiş; evlenmeyip Anıtkaya'dan uzak yaşamış. 2000'li yılların başında köyünü ziyarete gelmiş, sonrasına dair kendisinden haber alınmamış... 

    Büyüğünün adı Müzef/Muzaffere... Kardeşine göre biraz daha aklı erdiği için kaçıp köyüne gelmiş. Amcaları onu önce Anıtkaya dışından bir yabancı ile evlendirmişler.  Kelceviz diye lakaplanan bu adam, çoluk çocuk yokken köyü terk etmiş. Müzef sonradan Corukların Mehmet'in eşi oldu, 2002 yılında vefat etti...


    GÜDÜK İZZET

    Omarcıkoğlu Mehmet'in küçük oğludur, 1911'de doğdu. İzzet adı konuldu; ama hiçbir zaman ismi tek başına kullanılmadı. Boyundan dolayı takılan 'Güdük' sıfatı ile adı birleşip kendisine yeni isim oldu: 'Güdüğizzet'... Daha sonra da ailesinin adı Güdüğizzetler kaldı...

    Yörükmehmet kızı Fatma ile evlendi. Bu evlilikle Yörükmevlütün eniştesi, Arapların Patırmahmut ve Garapaçaların Süleyman ile bacanak oldu... 

    Güdüğizzet ile Fatma Hanımın yedi tane çocukları oldu. Bunların biri kız, adı da Eşe... Takgasların Kelömer oğlu Mahmut eşidir... Altı oğlanın isimleri Emin, İsmet, Nuri, Mehmet, Salih ve Ömer...

    Güdüğizzet 1971 yılında vefat etti. Yörükmehmetin kızı eşi Fatma Hanım ise kocasından sonra uzun yıllar daha yaşadı ve 2007 yılında vefat etti... Altı oğlunun hikayesi şöyledir...

    Emin
    1938 Yılında doğan büyük oğluna Emin ismini vermesinin sebebi, Eminlerin kızı olan Güdüğüzzetin annesi Ayşe Hanımdır; hatırlanacağı üzere o vakit henüz hayattaydı... Resmi kayıtlarda M.Emin olarak yazılması da bunu destekliyor... 

    Güdüğizzetin Emin, Arapların Patırmahmut kızı, yani teyzesinin kızı Abide ile evlendi ve böylece Yağcımahmut ile Çolakların Salim'in bacanağı oldu... 

    Abide Hanımla Emin'in iki oğlu ve bir kızı oldu; Abdullah, İzzet ve Rasime... Kızı Rasime, Mandanın Tombak oğlu Ünal Öztürk eşidir... Büyük oğlu Abdullah Takgasların Mahmutun kızı (halasının kızı) Fatma ile evlendi. Dört kızı var. Bunlardan Serap, Mardakların Fatih Saki eşi; Reyhan, Ösüzömerin Hasan oğlu Ömer Acar eşi; Merve de Çolakların Salim torunu Ömer Kurt eşidir... 

    Küçük oğlu İzzet ise Yahyalardan Gocayahya kızı Nasiye ile evlendi. Esra, Emin ve Yahya adlarını koyduğu üç çocuğu oldu. Kızı Esra, Yarımağaların Pilot torunu Selahattin Soylu eşidir. Emin, Taşoluk'tan evli, Yahya ise bekar... 

    Abide Hanım 2005, Güdüğizzetin Emin ise 2022 yılında vefat ettiler. Çocukları Anıtkaya'da oturuyor...

    İsmet
    İkinci oğlu İsmet 1941 yılında doğdu. Omarcıklardan Bödümehmet kızı Hatice ile evlendi. İkisi kız ikisi oğlan olmak üzere dört çocukları oldu. Büyük kızı Hatice Konyalı bir beyle evlendi; küçük kızı Suna ise Gobakların Arif oğlu Hüseyin Kopan eşidir...

    İsmet'in büyük oğlu Fahrettin Eselerin Delibayram kızı Serpil ile evlendi. Çocukları; Şeyma, Kevser ile bir kız daha ve oğlu İsmet'tir. Fahrettin İzmir'de oturuyor... Küçük oğlu İzzet ise Yozgatlı Hatice Hanım ile evlendi. Emirhan ile Elif isimlerinde iki çocuğu var ve Ankara'da yerleşik...

    Güdüğizzetin İsmet 2001 yılında; eşi Bödünün kızı Hatice Hanım ise 2017 yılında vefat ettiler...

    Nurettin
    Güdüğizzetin üçüncü oğludur. Kısaca Nuri de derler, bu bakımdan amcasının adını almış olabilir. Olucaklı Fatma Hanım ile evlendi. Dört kız ve iki oğlan olmak üzere toplam altı çocukları oldu. İsimleri; Fatma, Sema, Elveda, Sevda, İzzet ve Mürsel'dir.

    Kızlar; Fatma, Bekçirofi oğlu Mürsel Taşkın eşi; Sema, Olucak'a gelin; Elveda Çakırların Alparslan Erdem eşi; Sevda, Yozgunun Osman oğlu Halil Azbay eşi oldu...

    Büyük oğlu İzzet bekar... Küçüğü Mürsel ise Sultandağlı bir hanımla evlendi, işi gereği Isparta'da yaşıyor... Güdüğizzetin Nuri halen Anıtkaya'da yaşıyor...

    Mehmet
    Omarcıkoğlu Mehmet Dedesinin adını alan Güdüğizzetin diğer oğlu Çıkrıklı Kezban Hanım ile evlendi. Erken dönemde Afyon'a yerleşti. İzzet, Nevzat ve Mehmet olmak üzere üç oğlu oldu. 

    Büyük oğlu İzzet, Kelarzımanın Meşhur Ahmet kızı Ayşe ile evlendi. Sinan, Ahmet, Berat adlarında üç oğlu ve bir de kızı var. Afyon'da Sanayide Sağlam Oto dükkanını işletiyor... Ortanca oğlu Nevzat'ın eşi Afyonludur; Bir oğlu ve bir kızı var, Antalya'da yaşıyor... Küçük oğlu Mehmet ise Kalecikli bir hanımla evlendi, iki kızı var ve Afyon'da yaşıyor...

    Salih
    Güdüğizzetin beşinci oğlunun adı Salih... Erken dönemde İzmir'e taşınanlardan... Kalecikli Nurdan Hanım ile evlendi. İzzet adında bir oğlu var, halen bekar...

    Ömer
    En küçük oğluna Ömer adını vermiş Güdüğizzet... İzmir'e yerleşen Ömer, Eyüpçetinin Osman kızı Hüsniye ile evlendi. Seyhan ve Serkan isimlerinde iki oğlu var...

    Güdüğizzetin küçük oğlanlar Mehmet, Salih ve Ömer Anıtkaya'dan ayrıldığı sıralarda, büyükler Emin, İsmet ve Nurettin; köyiçindeki evlerine sığamayacaklarını anlayıp Akkaya/Taşlıtarla mevkinde karayolunun kenarına evlerini yapıp taşındılar. Birbirinin benzeri üç ev yanyana olunca, buranın adı Üçevler kaldı. Hala öyle ve hala ev sayısı üç... Yalnız o üç evin banisinden Nurettin hayatta... Önce Güdüğizzetin İsmet, sonra Abisi Emin göçtü...

    ŞÜKRÜ 

    Doğum tarihi Güdüğizzet ile aynı, 1911; çünkü onun ikiz eşi, hatta iki saat büyük abisiymiş... Erken vefat ettiği için ondan bugüne pek bir şey gelmemiş, vefat ettiğinde bekar ve 15-16 yaşlarında olduğu söyleniyor... 

    Anlatıldığına göre, olay Örenlerdeki geçici yerleşim yerinde yaşanıyor. 1926-27 Yılları olsa gerektir, Omarcıkoğlu Mehmet hala orada yaşıyor... Otuz kırk civarı dombey var, ikiz kardeşler onları güdüyorken bir yandan da oyun oynuyorlar. Etraftaki yaban pabcarı yahut ilibada köklerini yolup yığmış ve ardından ateşlemişler... O civarda dört beş yıl önce çetin çarpışmalar yaşanmıştı, o günlerden kalan bir bomba ateş içinde patlamış. Omarcıkoğlu Mehmet ile Ayşe Hanım o gürültüye koşup gelmişler, ama iki kardeş boylu boyunca yerdeler. İkiz oldukları için kim kimdir, tam da ayırt edemiyorlar... Derken birisi elinden kanlar akar vaziyette kalkıp 'Şükrü kalkmıyor' deyince, yatanın Şükrü ötekinin de İzzet olduğunu anlıyorlar....

    Şükrü bir daha hiç kalkamamış, orada can vermiş. İzzet'in elinden kan akmasına sebep ise uçları kopan iki parmağıymış; o kadarcıkla atlatmış... Berber Şükrü'nün adının kaynağı da böylece anlaşılmış oldu...

    Bana anlatanlar olayın 1934-35 yıllarında ikizler yedi sekiz yaşlarındayken yaşandığını söylediler. Bu tarihsel olarak mümkün değil, zira dedikleri yıllarda baba Omarcıkoğlu Mehmet hayatta değildi ve ailesi Örenler'den Eğret'e taşınmıştı...

    ***

    Omracıkların ana gövdesi 1934 Soyadı uygulamasından beri SAĞLAM soyismini kullandıkları için; buradaki kişi isimlerini o soyadı ile düşünmek gerekir.



13 Temmuz 2022

Kinisler

     Kütahya taraflarından gelmişler, kesin olarak hangi köyden ve ne zaman geldikleri bilinmiyor. Bu bilginin kaynağı Kumpir Hasan, ayrıntılı olarak anlatmamış. Galiba bu konuda tam olarak kendisi de bilgi sahibi değilmiş. Sülaleye takılan bu 'Kinisler' lakabıyla bağlantılı olarak yer tahmini yapmak güç. Böyle bir yer adı yok çünkü. Eski harflerle yazılışı biraz benzediği için 'Genişler' diyesim var; ama bu köy ile ilişkili olduklarına dair küçük bir ipucu bile yok.

    İdris oğlu Ali'den ilk defa annesi Ayşe Hanım vefat ettiğinde haberdar oluyoruz. Daha doğrusu, annesinin vefat tarihi belli değil; ancak 1839 yılında tereke paylaştırılıyor, isimleri o belgede yazılı. Buna göre babası İdris, annesi Ayşe... Kütahya taraflarından gelen, baba İdris veya onun da babası Ali olabilir... İsminden dolayı İdris'in İdirizlerden olduğu sanılmasın; onlarla irtibat iki kuşak sonra kurulacak...


  1839 yılındaki duruma göre Ali ile Hatice iki kardeşler... Bu tarihten altı yıl sonra, 1845'te  Ali vefat ediyor... Kızkardeşi Hatice, Çalık Mehmet eşi oldu... Babaları 'Hacı Ali oğlu İdris Ağa'nın ise 1847 tarihinde henüz sağ olduğu anlaşılıyor...

    İdris oğlu Ali, Yusuf kızı Ayşe ile evliydi. Arka arkaya vefat ettiler... Önce Ali, sonra Ayşe Hanım... Geride iki kız bir oğlan bırakarak... Kızları Satı ve Necibe yetişkindiler, büyük ihtimal evliydiler de... Oğlu Hasan ise yaş olarak çok küçüktü...

    Kinislioğlu Hasan büyüdü ve Ümmühan Hanım ile evlendi. Ümmühan Hanım Mehmet oğlu Mustafa kızı, Goca Osmanın halasıdır. Hasan'ın dedesinin adı İdris olmasına rağmen lakapları Kinisliler/Kinisler idi. Bu evlilikten sonra o lakaba paralel olarak İdirizler sülalesine dahil oldular. Çünkü Ümmühan Hanımın erkek kardeşlerinin hepsi İdirizler diye bilinecektir...

    Kinisli Hasan, İdirizler gibi büyük bir sülaleye dahil olunca doğal olarak akrabalık ağı da genişlemiş oldu. İdris, İbrahim, Ömer ve Mehmet Ali adlarında dört kayınbiraderi vardı mesela. Bunlardan İdris kanalından Goca Osman ve Sarı Mehmet; İbrahim kolundan Hamsinci, Deligızlar; Ömer'den Sarı Ömer; ve Mehmet Ali'den Onbaşıoğlu taraflarına doğru yeni hısımlıklar kurulmuş oldu. Ayrıyeten Emine adında bir baldızını da Çalıkoğlu Hüseyin aldı. Böylece halasının oğluyla aynı zamanda bacanak olarak, önceden bağlanmış akrabalık bağını pekiştirdi...

    Ümmühan Hanımla Kinislerin Hasanın iki oğlu var; Ali ve Mehmet... 

    1. Dıñ Ali

    1860 Yılında doğan büyük oğluna Ali ismini koydu. Ali'nin dedesinin adı ve dedesinin dedesinin adı da Ali olduğuna göre; Kinislerin Hasan oğlu Ali, bilebildiğimiz üçüncü kuşak Ali oluyor. Sebebi bilinmiyor; ama ona "Dıñ Ali" lakabı takıldı...

    Ali'yi, Neslihan isimli bir yetimle everdiler. Neslihan Hanımın hikayesi de ilginçtir... Mehmet ve Neslihan'dan olma üç kız kardeş var; Döne, Ayşe ve Fatma... Döne, Çorcalı Yusuf ile evlenip sülalenin Döneler diye anılmasını sağlıyor... Ayşe ise Mehmet oğlu Süleyman ile evlendi, ileride Coruk Süleyman'ın ninesi olacak... Gelelim Fatma'ya... Kimlerden olduğu anlaşılamayan Halil ile evlendi. Bir kızları doğduktan bir müddet sonra Halil vefat edince kendisi Hadımoğlu İbrahim'e ikinci eş olarak vardı. Yetim kalan kızı ise Kinislerin Ali'ye verilen Neslihan'dır...

    Çocuklarından bahsedeceğiz... Neslihan Hanımın tam olarak ne zaman vefat ettiği bilinmiyor. Bununla beraber eşi Dınalinin 1930 yılında vefat ettiği kaydedilmiş...

    Ali ile Neslihan'ın üç çocuğu oldu; ikisi kız, biri erkek... Büyük kızı 1894 yılında doğdu, adını Ayşe koydular. Körüslerin Osman ile evlendi. 1915'te kocasının Çanakkale'de şehit olduğu haberi geldiğinde henüz çocukları yoktu... 1902 Doğumlu küçük kızı Azime'yi Paşaoğlu Ahmet'e verdiler. (Ahmet'in ablası Satı, daha önceden Kürtosman oğlu Yusuf ile evlenmiş, Saffet adında bir kızları varken eşi Yusuf Çanakkale'de şehit olmuştu. Bu bilgi lazım olacak.)

    Neslihan ile Ali'nin tek oğlu Hüseyin'in ismi Hasan olarak okunduğunda dedesinin adını almış olur. 1908 Yılında doğdu. Kimin kızı olduğu tespit edilemeyen Ümmühan Hanım ile evlendi. Kendi babasının adını koyduğu bir oğlu oldu: Ali... Kinislilerin dördüncü nesil Ali'sine de "Dıñ Ali" lakabı takıldı, bunun sebebi bilinmiyor. Ayrıca asıl Dınalinin dede mi, torun mu olduğu da netlik kazanmadı... Dınalinin Hüseyin 1970 yılında vefat etti. Eşi Ümmühan Hanımın vefat tarihi ise 1922...

    Büyük amcasının kızı Ümmühan ile evlenen  son Dıñ Alinin oğlu yok, iki kızı var. Büyük kızı Sultan Kekecin Osman eşi, küçüğü Kerime de Bükürün Adem eşi oldu. Kerime ile Adem hala-dayı çocukları...


    2. Ceneme Mehmet

    Kinisler sülalesi burada tıkandı, Hasan'ın küçük oğlu Mehmet'e geçelim... 1871 Senesinde doğdu. Sebebi bilinmiyor ama; kendisine 'Ceneme' denildiği torunları tarafından ifade edildi... Hacımahmutların Yusuf kızı Satı ile evlendi. Satı Hanım anası itibariyle   Çatallardandır.  Ayrıca Kinislioğlu Mehmet bu evlilikle Söylemezoğlu Salih ile de bacanaktır... 

    1902 Yılında bir oğulları dünyaya geldi, ona babasının adı olan Hasan ismini koydu. Sonra sırasıyla Arif, Ümmühan, Hatice, Fadime ve Atike doğdu... Dört kızdan Ümmühan, Dıñ Ali eşi; Fadime, Bükürün Ali eşi; Hatice Gavşakların Gadir eşi, Atike de Sakaların Abdurrahman eşi oldu...

    Ceneme 1947 yılında vefat etti. Eşi Satı Hanım da on yıl sonra 1957'de öldü. Şimdi bu karı kocanın iki oğluna bakacağız...

     Kumpir Hasan 
    Oğlanlara geri dönelim... Büyük oğlu, anlaşılmaz bir sebeple 'Kumpir Hasan' lakabıyla tanındı. Kürt Osmanın torunu Saffet ile evlendi. Saffet Hanımın anası Paşaoğlu Ahmet'in kızı Satı'dır. Eşi Yusuf Çanakkale'de kalınca kendisi Selimlerden Ahmet'e vardı, orada Egekemal ve Egehasanın anası olacaktır. Bir başka deyişle Saffet Hanım, Egekemal ve Egehasanın karınkardeşi oluyor... 

    Hatırlanacağı üzere, Kumpirhasanın Ali Amcasının küçük kızı Azime'yi Paşaoğlu Ahmet'e vermişlerdi. İşte o Paşaoğlu Ahmet, Saffet Hanımın dayısı olur. Hasılı, Kinislerle Paşalar arasında Saffet Hanım'dan daha önce bir bağ kurulmuştu zaten...

    Kumpirhasan ile Saffet Hanımın iki erkek, bir kız çocukları oldu. İsimleri Mehmet, Mustafa ve Zeynep'tir. En küçük çocukları Zeynep, Etemin eşi oldu. Etemin babası Abdullah ile Zeynep'in ninesi Satı kardeş olduğunu hatırlayalım... Eskiden evlilikler tesadüflere bırakılmaz, tanıdık bildik çocukların başgöz edilmesine dikkat edilirmiş...

    Kumpirhasan büyük oğluna babasının adını koydu. 'Çitili Mehmet' diye lakaplanmıştı, Keçilerin Arif kızı Şerife ile evlendi; çocukları yoktu, 1997 yılında vefat etti... 

    Küçük oğluna Mustafa adını koydu. Bu isim, Kumpirhasanın Ninesi, İdirizlerden Ümmühan Hanımın baba adıdır; başka bir tutar bulamadım. Her ne kadar ismi Mustafa da olsa 'Mısdan' diye tanındı, hala herkes onun Mısdan olduğunu sanıyor. Hamzalardan Ali kızı Şerife ile evlendi... 

    "Mısdan askerliğini Kilis'te yaptığı için bunlara önce 'Kilisliler' sonra 'Kinisler' demişler" şeklinde bir görüş var ki bu temelsizdir. 1897 Tarihli bir belgede Mısdanın dedesinden 'Kinislioğlu Mehmet bin Hasan' diye söz ediliyor, o tarihte bırak Mısdanı, daha babası Kumpirhasan bile doğmamıştı... Eşi Şerife Hanım 2010 yılında vefat etti...

    Bir dönemin meşhur cambazlarından biri olarak bilinen Mısdanın Adem adında bir oğlu var. Tatıresilin Mustafa kızı Fikriye ile evlenen Adem'in Murat, Zuhal ve Merve adlarında üç çocuğu var... Adem'in Amcası Mehmet, Keçilerin Arif kızıyla evlenmişti; kayınpederi Mustafa ile merhum amcasının bacanak olduğunu antrparentez belirtelim...  İzmir'e yerleşip orada çalıştıktan sonra emeklilik döneminde Anıtkaya'da babasıyla birlikte yaşıyorlar... 

    Adem ve babası Mısdan, Kinislerin Anıtkaya'daki son temsilcisidir denilebilir. Çünkü dedesi Kumpirhasan 1980 yılında, Saffet Ninesi de 1995 yılında vefat etmişlerdi...

    Timitiri

    Kinislioğlu Mehmetin küçük oğluna geldik... Adı Arif... İşgal sırasında 6-7 yaşlarındaymış. Yani 1915 doğumlu... Adını yakınlarından öğrendim, çünkü herkes lakabıyla tanıyor. 'Timitiri' lakabı işgal sırasında takılmış. Konunun ayrıntısı hakkında bir kaç farklı rivayet var. Bunlardan birisine göre; işgalci Yunan askerlerinden biri bunu 'Dimitri' diye çağırınca adı öyle kalmış. Bir diğerine göre de Dimitri adındaki bir Yunana benzerliğinden dolayı bu lakap takılmış. İnce, zayıf, kuru yapısı sebebiyle böyle denildiği de rivayetler arasında... Hepsinin ortak özelliği, Dimitri isminin Eğret halkınca telaffuzunun Arif'e lakap olmasıdır...

    Hacımahmutlardan Dilsiz lakaplı Mahmut kızı Nazik ile evlendi, böylece yine Hacımahmutlardan Çolağüseyin ve Cavanın Çatlak ile bacanak oldular...  Şükrü, Hayrettin, Mehmet, Ramazan, Ayşe ve Satı olmak üzere altı çocukları oldu...

    Kızlardan Ayşe Afyon'a gelin giderken, Satı da Sakaların Selahattin eşi oldu. Daha önce Satı'nın Halası Atike de Sakaların Abdurrahman'a varmıştı...

    Nazike Hanım 1994 yılında vefat etti. Timitiri ise 2003 yılında rahmetli oldu...

    Timitirinin oğlanlara gelince... Hayrettin, Çolaküseyinin kızı Emine ile (teyzesi kızı) evlendi, 2015 yılında vefat etti... Şükrü, Takgasların Berberüseyin kızı Gülsüm ile evlendi. Kendisi 2006 yılında, Uğur adında oğlu ise 2010'da vefat ettiler... Mehmet, İdirizler Körgarıların Delimehmet kızı Havva ile evlendi, 2021'de vefat etti... Ramazan'ın eşi ise Afyon'dandır... 

    Dört oğlan da peyderpey Anıtkaya'dan ayrıldılar. Babaları vefat ettiğinde Timitirilerden  Anıtkaya'da ikamet eden kimse yoktu. Hala da yoktur...

    Soyadı Kanununun uygulandığı 1934 yılından sonra, Kinisler soy isim olarak 'SAYA'yı almışlar. Daha sonraki düzeltmeyle bu soyadı 'SOYA' olmuş, halen bu kullanılıyor...



08 Temmuz 2022

Bayram Arefeden Başlar

    
    Öyleydi bizim bayramlarımız, arefe günü başlar; Ramazanda dört gün, Kurbanda beş gün bayram ederdik. 

    Bizi ilgilendirdiği kadarıyla bayram, bayram idi. Büyüklerin önce telaşlı sonra dingin huzuru bizde bulunmazdı mesela. Bizimkisi daha başka bir heyecanın yansımasıydı. Ne kadınların ev sıvama, haba yuma, bayram aşı pişirme meşgalesi; ne erkeklerin namaza ve odaya gitme, kurban hazırlama ve kesme derdi... 

    Bayrama özel giysiler ve toplayacağımız harçlıkları harcama... Tek endişemiz bu ve benzeri şeylerdi...

    Günümüz kafasıyla düşündüğümüzde bayramlık elbisenin bir çocuğu niye bu kadar heyecanlandırdığı anlaşılmayabilir. Bir düzine ayakkabı, beş on gömlek, bir kaç kat elbise hiç olmayanın bile sahip olduğu şeyler... 

    Bir pantolon ve bir fanila bizim yolunu gözlediğimiz bayramlıklarımızdı. Bunlar aklımızın ermeye başladığı, entariyi bırakıp yeni şeylere geçtiğimiz dönemin giysileri... Bir de göynek var; göynekten atlete geçiş de ayrı bir yazı konusu olsun... Nakışlı ve bol renkli fannelerden/fanilalardan bir kaç yıl sonra gömlekler başladı. Bunların her biri çok değerliydi, zira senede bir kere alınırdı. Gömlek döneminde, pahalıya geliyor diye kumaş alıp evde gömlekleri kendileri diktiler birkaç bayram... O derece yani... Ayakkabıyı söylemiyorum bile; bizim ayakkabımız yemenidir, yani gara lesdik...

    Bayramlıklarımız birkaç gün önceden hazırdır... Arafe günü öğlen, bilemedin ikindin giyilmiş olmalıdır. Öyle bayram gecesinden elbiseye sarılıp yatma hikayeleri bize tersti, arefeden açılışı yapmış olurduk. Öyle bir adet mi vardı, yoksa biz mi sabırsızlanıyorduk, ayıramadım şimdi. Ama arefeyi bize bayram yapan biraz da erken giyilen bayramlıklardı galiba.

    Bir de tırakayla mantar vardı, önceden hazırladığımız. Kendim alacak kadar büyük değil miydim acep, bir arefe günü 'JAZZ' marka bir kutu mantarla bir siyah tıraka almıştı Dedem... Bayram istihkakı; bayramlarda tırakayla cayır cayır mermi yakardık çünkü... Sonra bu tırakayla mantarları odadaki dolava kilitlemişti 'Yarına kadar bitirirsin, ırzıgırık' diye... Doğru, ertesi günü bekleyemez, patır patır patlatırdım... 

    Odanın oralarda oyuna daldık, lakin yine de aklım dolavdaki silah ve mühimmatta... Bir ara içerden silah sesleri geldi. Çatışma çıkmış olabilirdi, ama benim cephaneyi tüketirlerdi... Bitirirsin diye bana vermediği mantarları kendileri patlatıyorlardı besbelli... Yanında Cavaların Çatlak vardı... Müdahale etmezsem benim mantarlar bitecekti.

    Bir hışımla daldım içeri... 'Niye benim mantarları atıyonuz!' diye çıkıştım, fakat onlar daha ne dediğimi anlamadan bastılar kahkahayı... Artık kızgınlıktan yüzüm nasıl bir şekil aldıysa... Bu arada pardadan, kamışların arasından toprak üyünüyor... Meğer Çatlak Emminin belindeki tabancayı deniyorlarmış; pardaya, döşmelere verebura sıkmışlar... Elalem gerçek mermiye acımazken ben mantar derdine düşmüşüm, ona gülüyorlarmış... Nerden bilsinler, benim mantar onların kurşunundan daha kıymetli...

    Bir arifede gader hazırlamıştım. Her bayram Kel Süleyman gader getirir, çocuklara çektirirdi. Bir şans oyunu bu... Çekiliş yani... Cazip oyuncaklar kazanacağız umuduyla habire para yatırırdık buna. Çak basit bir oyun. Belirli ücret karşılığında üstü kapatılmış deliği açıyorsun, ne çıkarsa bahtına... Genelde boş çıkar tabi... 

    Elimize bol delikli bir kalın kağıt parçası geçti. Biz de bundan gader yapabilirdik. Projeyi hayata geçirdik. Delikli kağıt büyüklüğünde bir mukavva, ikisinin arasına yerleştirmek üzere ciyirdek... Ciyirdekleri temin etmek de kolaydı. Kahvenin önünden beş on tane filtreli sigara kabının iç jelatinli kağıdını ıslatınca kağıt katmanı kolayca sıyrılıyordu. Yeteri kadar ciyirdeği karton ve kağıt arasına yerleştirip bu üç katlı düzeneği yanlarından bantladık. Gader çekilişe hazırdı. Tabi önce, deliklerin altına denk gelecek şekilde mukavvayı numaralandırdık. Her bir numaraya karşılık gelen hediye listesi de elimizdeydi. Müşteriye(!) cazip gelecek hediyelerimiz vardı. Vitrine, asla çıkmayacak numaraya karşılık gelen bir saat koyduğumuzu hatırlıyorum. Ertesi gün son üç delik kalana kadar gaderi çektirdik. İyi para kazndıktı...

    Yine bir başka arefede ilk takım elbiseyi giymiştim. 1980 öncesi olması lazım... Terzi İzzet'e belki on kere gittim, bu sayede 'prova' nedir onu öğrendik. Mavi ile yeşil arası, tatlı renkte bir elbiseydi. Yelekli, sivriyaka... Arefe günü giydim, hemen çıkardım. İyi ki de öyle yapmışım, Bayramda öğleye kadar pantolonun anasını ağlattım. Ne yapayım, oyun takım elbiseden daha tatlı geldi. Bayram yemeğinde üzerime damlattığım yağ lekeleri, öğleye kadar toz toplamış, kendini iyice göstermişti... Hey gidi...

    İlk takım elbisemi arefe günü giyip çıkarmıştım; ama geçerli uygulamamız genellikle kabir ziyaretine bayramlıklarla gitmekti. İkindi namazından sonra Pazaryerinden eski mezarlığa girilirdi. O gün için sadece erkekler tarafından yapılan bu arefe ziyaretinde kolaylık olsun diye ikindi namazı Cuma Camisinde kılınırdı. Yaz gününde, kuruyan eyilceler paçalara ve çoraplara dolar, bu ayaklarla düzensiz kabirleri çiğnememek için özenli adımlar atardık. Kendiliğinden oluşan küçük patika yolakları takip çok zordu... Mezarlıktan çıkışımız Mezerböğrünün çiğilli bayırından aşağı sallanmak şeklinde olurdu.

    Arefe geceleri, bayram sabahını bekleme heyecanından olsa gerek geçmek bilmezdi. Eğer Ramazan sonu ise, teravih ve sahur olmaması, çocuk aklımızda bize bile bir boşluk duygusu verirdi. Kurban arefesindeysek boşluk duygusu yerine daha başka şeyler zihnimizi doldururdu. 

Arefeden başlayan bayramımız, bayram namazıyla resmiyet kazanırdı. Her bayram namazını uykulu gözlerle kılardık, bu alışkanlık bunca yıl sonra bugün bile değişmemiş. Pencereden süzülen bir demet bayram güneşi eşliğindeki bu uykulu oturuşları tarif edemem... İlle de akıldan çıkmayan bayram namazı tarifleri... 'Senede iki kere kılındığı için unutulması gayet...' diye başlayan imam sonunda varacağı yere varır ve 'İki salla bir bağla, üç salla bir yat!' diyerek tarifi noktalardı. Bütün bu uyarı ve tariflere rağmen içimizde şaşıranlar olur, rüku yerine kıyamda kalanlar, ellleri bağlamak yerine kaldıranlar bulunabilirdi. İşte o zaman içimizdeki gülme isteğini bastıramaz, kikirder dururduk...

    Bir sürü tekbir, hutbe, duadan sonra çıkışta cemaatin bayramlaşması olmazsa olmaz. Burada tersinden bir hiyerarşi oluşur, gençler beklerken yaşlılar onlara doğru bayramlaşmaya gelirdi. Bu tuhaf durumun doğal sebebi ise şu: Camiden ilk çocuklar çıkar, sonra sırayla gençler, orta yaşlılar ve yaşlılar... Çıkan sıraya giriyor. En son çıkan ihtiyar veya imam bütün cemaat ile bayramlaşmak için belki yüz metre yürümek zorunda... Bayramlaşma esnasında tokalaşmak yerine iki elle musafaha etmek de özendiğimiz ilgi çekici şeylerdendi.

    Erkekler camiden gelmeye yakın, kadınlar tepsiyi hazırlamıştır. Odaya gidilecek... Odaya gitmek, bayram yemeği için erkeklerin bir araya gelmesidir. Yemek genelde odada yendiği için böyle denmiş. Çocukluğumun bir kaç bayram yemeği karşılıklı iki odada yenmişti. İkişerden dört sofralık bir erkek topluluğu... Sonra bayramlar yaz ve bahar aylarına tesadüf ettiği için odaya gidiyoruz diye Kuyunun yanına toplanır olduk. Bu fikir kimden çıktı bilmiyorum, önce Arpalığın ucunda yedik, sonraki bayramlarda Kuyunun yanındaki meydan bizim yemek alanımız oldu. O zamanlar orası da yeşillik olurdu, altımıza kilim keçe sermeye gerek kalmazdı. Sonra yavaş yavaş çadırlar serildi ve onun üzerine sofralar kuruldu.

    Herkes evinden tepsisiyle gelir, yemekler bütün sofralara eşit bir şekilde dağıtılırdı. Dağıtımcıbaşları Palavur ile Paşanın Ömer idi. Katılımcıların bayram yemeğine gelişleri kendine has olur ve bu her bayram aynı olur, kesinlikle değişmezdi... Urgannının İban Kurban Bayramı yemeğine katılmaz, çünkü köyde değildir... Patırın Veli ile Hüseyin bütün ısrarlara karşın gelmezler, bu durum bilinmesine rağmen her bayramda kesinlikle çağrılırlar... Gödeşin Halil kesinlikle en son katılan kişi olur, bunun istisnası hiç yaşanmadı... Sıntırın Reşat her bayram eve yanlış tabak götürür... Macur Ali yemeğe başlama ve oradan ayrılma hususunda her zaman sabırsızdır... Sofra duasını Kösenin Mehmet Hoca yapar... Ben her dua sonrası 'Allahümme zit vela tengus' ne demek öğreneceğim der, sonra unuturum... Hacariflerin Ramazan her bayram yemeği sonrası fotoğraf çeker... Şimdi o fotoğrafta poz verenlerin yarısı yok...

    Bu arada mahallenin kadınları da en yaşlı kim ise ona gider ve birlikte bayram yemeği yerlerdi. Genellikle Nineme gelirler, bizde toplanırlardı. 

    Yemekten sonra büyükler odaya oturur, bayramlaşmaya, el öpmeye gelecekleri beklerler. Biz küçükler ise oyun ve el öpmeye çıkardık. Harçlık veren pek olmazdı o zamanlar, yine de varsa öyle biri, birbirimize tüyo verirdik. Şeker toplarken de yapardık bunu. Falancalarda ciyirdekli şeker var, hurra bilmem kaçıncı defa oraya giderdik. Tuhaf olan şu ki, topladığımız bütün şekerleri yerdik. Ne mide varmış...

    Ve önceden hazırlanan tırakalar, mantarlar, sıpagoğlayanlar... Tuhaf hareketlerle uçuşan bu basit patlayıcıyı kızlara da atardık; ama adını değiştirmek hiç aklımıza gelmedi, hep sıpagoğlayan dedik. Bizden sonraki nesil gızgoğlayan diye değiştirmiş... Ha bir de çıtırpıtır vardı. Bir taş ile vurur veya duvara sürterek ilk patlamayı başlatırsın, sonra o kendi kendine seri halde patlamaya devam eder... Füzeler de vardı ama bizim için büyüktü o, hiç attığımı hatırlamıyorum. Şimdiki çocukların torpil dediği çok gürültücü patlayıcılar yoktu...

    Arefeden başlayan bayramımız böyle oyun içinde geçer, son gün sıradanlaşırdı. Lakin bayramlar da bayramdı...


06 Temmuz 2022

Yalan Masalı

 

    Çocuğun dünyası oyundan ibaret. Bulunduğu her yeri bu yüzden oyun alanına çeviriyor. Mevsimine göre, bulunulan yere göre, cinsiyete göre, yaşa göre, oyuncu sayısına göre... bir sürü oyun var ki bütün bu şartlara göre çocuklar oynarlar. Hiç bir oyun bulamasalar yaşadıkları o anı oyunlaştırırlar...

    Bizim çocukluğumuzda eve tıkıldığımız uzun kış gecelerinin eğlencelerinden biri de masallardı. İyi masal anlatan bir büyüğün etrafına toplanır, defalarca dinlediğimiz bir masalı ilk defa duyuyormuşcasına meraklanır, dikkat kesilirdik. Oysa masalın neresinde güleceğimiz, neresinde şaşıracağımız, neresinde üzüleceğimiz o kadar belliydi ki... Yine de her seferinde uslu uslu dinlerdik.

    Bazen istek masallar bile olurdu; İncili Çavuş, Keloğlan, Pire, Davulcu... 'Şunu da anlat, bunu da anlat' diye masalcının başının etini yerdik. Hatırladığıma göre en güzel masalları Buydeyci Gadirin hanımı Feride Yengeden dinlerdik. Başkalarından dinlediklerimiz de oldu, lakin o varsa masal konusunda başkasına laf düşmezdi. Ayrıca onun olduğu yerde çocukları avutmak için başka bir şey gerekmezdi.

    Repertuarı genişti, anlatır da anlatırdı... Bazen anlattıklarını, 'uyduruyor' hissine kapılırdım; lakin her seferinde aynı sözlerle, aynı vurgu ve tonlama ile, aynı mimiklerle anlatınca bunun böyle olmadığı ortaya çıkardı.

    Şimdi dönüp geriye baktığımda, malesef dinlediğim onca kıymetli masalın hiçbirini hatırlayamıyorum. Adlarını, kahramanlarını şöyle böyle; ama masalın aslından aklımda hiç bir şey kalmamış. Onlar sürekli anlattıkları için belki unutmuyorlardı, hiç sektirmeden kelimesi kelimesine tekrar tekrar anlatıyorlardı çünkü. Biz de sürekli dinlediğimiz için ezberliyor, güleceğimiz yeri, ağlayacağımız yeri biliyorduk. Msalcılar hayatımızdan bir bir çıkıp gitti, biz büyüdük masal aleminden gerçek dünyaya daldık. Ne anlatan kaldı, ne dinleyen. Masallar da hafızamızdan silindi gittiler.b

    Geçenlerde Çulluların Aziz Zenger'den bir masal nakledildi. Onu dinlerken, bu masalı daha önceden duyduğumu zannettim. Sonra bu zan, kesinlik kazandı... Hatırladım, Feride Yenge anlatmıştı bunu kaç kere...

Develer tellal iken, pireler berber iken, sinek de pehlivan iken...
Anam, babamın bezlerini yıkamaya gitti. 
Geldi, Babamı sancağa yatırdı...
İpini bana verdi 'Aman oğlum, güzelce salla, sakın Babanı düşürme' diye gat gat tenbih etti.
Sallarken Babamı düşürdüm.
Babam ağlamaya başladı.
Onun sesine gelen Anam 'Neye düşürdün' diye beni dövdü.
Anamdan korkup kaçtım, 
Tetiği yok, kundağı kırık tabancamı belime soktum,
Ağzı yok, sapı kırık bıçağı da elime aldım; kaçtım, gittim.
Anam dul, Babam çocuk... Evde işler görülecek...
Yine de kaçıyorum...
Yolda biri dek geldi, anası kovalamış, ondan kaçıyormuş... 
Arkadaş olalım. Gel sen de bendensin. Adın ne, 'Miskin' dedi.
Az ileride biri daha dek geldi. Adın ne, 'Kirişkin'... Ne oldu, 'Dayım dövdü, ondan kaçtım.'
Gidiyoruz, az ileride bir daha geldi 'Terlioğlu Miskin'...
Dört kişi olduk, karnımız acıktı, avlanacağız.
Önümden bir tavşan kalktı. Tetiği yok, kundağı kırık tabancamı bir çektim...
Bitmedik çalının yanında doğmadık tavşanın ayakları göğe geliverdi...
Ağzı yok, sapı kırık bıçağımla kestim. 
Terlioğlu Miskin odun taşıdı, ama dığanımız yok...
Bir yerde köpek ürüyor, bir yerde ışık yanıyor...
Işık yanan yere gittik...
Ünnedik; Ahlaklı, Terbiyeli, Namuslu üç kadın çıktı. Cıblak mıblak, donu tumanı yok...
'Tavşan vurduk, pişirmeye dığan lazım' dedik...
Altı yok, böğrü delik bir dığan verdiler.
Tavşanı ağzı yok sapı kırık bıçakla doğrayıp altı yok böğrü delik dığana koyduk.
O pişerken biz yanında uyuyakalmışız...
Bu sırada tavşan dığanı kuyruğuna takmış, kaçıp gitmiş...
Aradık taradık bulamadık.
Yola düştük giderken bir pazara uğrayıp karpuz aldık.
Terlioğlu Miskin, ağzı yok sapı kırık bıçağı bir salladı; bıçak karpuzun içine düştü...
Miskin indi bulamadı, Kirişkin indi bulamadı...
Elimi kolumu sığadım ben de inecektim...
Bir adam geldi 'Ne yapıyonuz' dedi, 'Bıçağı düşürdük onu arıyoz' dedik.
'Ohoo! Ben yedi senedir deveyi düşürdüm de bulamadım' dedi...
Atıverdik karpuzu, yine tavşanı arayacaktık...
Bir de baktık, adam potuğa binmiş deveyi de kucağına almış geliyor...
Evdeki işler aklıma geldi...
Anam dul, Babam çocuk, ekinler biçilecek...
Anamdan habersiz bir tırpan alalım da ekinleri biçelim dedik. 
Ağzı küt, elciği kırık, sapı yok bir tırpan bulduk...
Yaylayolundaki tarlaya vardık...
Alıç azadında bir aslan var...
Terlioğlu Miskin; ağzı küt, elciği kırık, sapı yok tırpanı bir attı, aslana sapladı...
Uğreşivedik, uğreşivedik çıkaramadık...
Sağa baktık alan, sola baktık alan...
Benim söylediklerim hep yalan...

    Aslında bu bir masal değil; masal başı tekerlemelerinden biri. Yine de başlıbaşına bir masal gibi ele alınabilir. Bu tekerlemelerin amacı, dinleyicinin zihnini ve dikkatini gerçeklikten koparıp masalın hayal dünyasına hazırlamaktır. Yarı yalan yarı gerçek olması işin gereğinden dolayıdır. Bu yüzden yalan masalı diye adlandırılması normal karşılanmalı.

    Benzer masal başı tekerlemelerinin farklı versiyonları değişik yörelerden kaydedilmiş haliyle mevcut, aranırsa bulunabilir. Bu tekerleme ise Anıtkaya/Eğret'in yerel motifleriyle özelleştirilmiş. Keşke mümkün olsa da Feride Yengenin sesinden bir kere daha dinleyebilseydik. Nur içinde yatsınlar...


Tooga


    Tok sıfatının kaynağı doymak fiilidir. Fiillerden isim yapan –k eki ile oluşmuştur. Aslı “toyuk”tur. Oy-‘dan oyuk, boz-‘dan bozuk, çat-‘dan çatık gibi toy-‘tan da toyuk ismi türemiştir. Zamanla bir hecenin düşmesiyle “tok” haline gelmiş.

    Toy- > toy+uk > toyuk > tok

    Kırgız lehçesinde ekmeğin her çeşidine “tokoç” deniliyor. Biz Türkler ekmek olmadan doymuyoruz; doyurma fonksiyonunu en iyi icra eden yiyecek ekmek olduğu için böyle bir isim verilmiş olmalı.

    Bilindiği gibi bir yaşını doldurmuş ve henüz kuzulamamış koyuna toklu deniliyor. Bazı ağızlarda boynunda küpe gibi taneleri sarkan koyun veya keçilere de bu isim veriliyor. Tok ismi veya doy- fiiliyle nasıl bir bağlantısı olabilir? Mantıklı bir açıklaması olmalı. “Toklu” kelimesinin en eski halinin “toyuklu” olduğunu belirtirsek birileri bir bağ kurabilir. Boyundaki o taneciklerle doyma işi arasında bir ilişki kurulabilir mi bilmiyorum. Bu arada irice bir yabani kuşun adı olan “toy” ve tavuğun aslının da “toyuk” olarak bazı kaynaklarda geçtiğini belirtelim.

     Hazır bu kadar hayvandan bahsetmişken doğanı da zikretmiş olalım. İlk duyuşta bu kuşun adının doğ- fiilinden geldiği kanaati oluşuyor ama işin aslı öyle değil. Bunu da ismin ulaşabildiğimi en eski adını görünce anladım: “toygan”, yani “doyan”.

    Bir başka “toy” da düğün anlamına gelenidir. Kırım’da bir “Tatar Toy”unu gördüm. İkram edilen yiyeceklerin çokluğu ve çeşidi, doymanın sınırlarını zorlayacak cinstendi. Burada toy kelimesi ile doyma işi arasındaki irtibattan daha fazlası var. Şöyle ki, düğün anlamına gelen toy kelimesi köken olarak doymaktan gelmiyor. Bunun aslı bir isim olan “tüg”dür. Gençlerin evleneceği zamanı işaret etmesi açısından “tüg künü” (toy günü) kalıplaşarak önce “tükün” sonra da “düğün” haline gelmiştir. “Tüg” ise bildiğimiz “tüy”dür. Eskiden düğün alanı şimdi olduğu gibi bayraklar fenerler yerine tüylerle süslendiği için böyle isimlendirilmiş.

     Doymak fiilinden türeyen doyurmak fiilinin eski zamanlarda “toydur-“ biçiminde olduğu aşikar. Yine aynı fiilden türeyen bazı fiillerin mesela değişik alanlarda kullanıldığını da öğrendim. Tarama Sözlüğüne bakılırsa dönüşlülük ekini alarak “toyun-“ halinde kullanılıyor ki kendi kendine doymak anlamına geliyor. Kırgızlarda ise ortaklık ekiyle “toyuş-“ halinde bir fiil olarak karşımıza çıkıyor ve hep birlikte doymak manasına geliyor. Yine Kırgızlarda kullanılan “toyut” ismi gıda, aş, yem, doyurucu gıda maddesi anlamlarına geliyor. Bütün bu kelimelerin “toy-“ fiilinden türediği besbelli ama yine biliyoruz ki “toy” diye bir isim var ve anlamında ağırlıklı olarak ziyafet kavramına sahip. Yani gıda ve doyma ile doğrudan ilişkili. O halde hem fiil hem de isim olarak sesteş bir “toy” kökünden de söz edilemez mi acaba?... Konu dağılıyor….

     Anıtkaya'da süzülmüş yoğurt ile yapılmış göce çorbasına, yani bir bakıma kurumamış ıslak tarhanaya “tooga” adı veriliyor. Kulağa biraz tuhaf bir isim gibi gelen bu kelimenin başka başka coğrafyalarda biraz daha değişik şekillerde söylendiğini duyuyoruz. Mesela toga, tovga gibi söyleyişler. Azerbaycan’da pirinç ve bazı sebzelerle yapılan bir çorbaya dovga deniliyor.

    Bütün bunların aslının “toyga” olduğunu ve doyuran, doyurucu, tok tutucu anlamlarına geldiğini biliyoruz artık. Bildiğimiz bir şey daha var, büyüklerimizin kullandığı kelimeler bize anlamsız, saçma sesler topluluğu gibi gelebilir ama derinine inildiğinde ne gizli ve güzel manaların olduğunu ancak kelimelerin tozunu aldığımızda anlayabiliriz. Bu kelimenin tozunu ancak ömrünüzde bir kere olsun bir kase “toyga” çorbası kaşıklayarak alabilirsiniz.

           

03 Temmuz 2022

Kuyular

    1- Gadem Guyu/Kadem Kuyusu: Gademler Sülalesince kazdırıldığı düşünülüyor. Hamzaların Ali Kaya'nın şimdiki evinin hemen altında, kaya çıkıntılarının dibinde, eski asfaltın solunda kalıyor. Serenli bir kuyu idi. Son dönemlerinde sağlam kalan bileziğinden aşağıya gübür atılıyordu. Zamanla doldurulup kapatıldı.

    2- Çerçilerin Kuyu: Çerçilerin Şükrü Kupan'ın ev ile eski asfalt arasındaki bölgede serenli bir kuyu idi. 1990'lı yıllarda hala sağlam ve kullanılır durumdaydı. Suyu biraz kekremsi olduğundan içilmezdi. Zamanla kot yükselmesi sebebiyle bileziği yerle neredeyse aynı hizaya geldi. Bu yüzden varlığı çocuklar için tehlike arz ediyordu.

    3- Hacı Mahmut Kuyusu: Hafızın Çeşmenin altında bulunuyordu. Yakınındaki çeşmeler daha kullanışlı olduğundan kapanan bu kuyuyu Hacımahmutların atasının yaptırdığı düşünülüyor.

    4- Eski Hamam Kuyusu: Hamamın içinde, oranın suyunu temin amacıyla eski zamanlarda kazıldığı sanılıyor. Kullanım amacı sadece hamam ile sınırlı idi.

    5- Akbaşların Evin altındaki kuyu: Hangi  adla anılırmış, kim tarafından ne zaman kazdırılmış, bilgi edinemedik. Suyu biraz tuzlu gibi, serenli bir kuyu idi. Şimdi yerinde bir çeşme var galiba. Ayrıca bu kuyu sebebiyle o civar Guyuderesi diye adlandırılmış.

    6- Kumpir Hasanın Kuyu: Alagırda, Kinislerin Kumpir Hasanın evin denginde dolaplı bir kuyu idi. Kumpir Hasan Saya tarafından kazdırılmış. Şimdi yerinde Ziraat Teknisyenliği var.

    7- Yeşil Cami Kuyusu: Cami avlusunda, abdest ve genel temizlik ihtiyacına binaen kazılmıştı. Şebeke suyundan sonra ihtiyaç kalmadı.

    8- Goca Cami Kuyusu: 20. Yüzyıl başlarında yapılan caminin avlusuna kazılmış.

    9- Yeni Cami Kuyusu: Caminin yanında, yolun kenarında dolaplı bir kuyu. Kelsaleğin Kuyu da derlerdi. Aharlarla kuyu arasında iki ak kavak dikkat çekerdi.

    10- Arap Hüseyinin Kuyu: Kasapların Arap Hüseyin Eser'in evinin altında dolaplı bir kuyu idi. Adıyla anılan kişi tarafından kazdırılmış.

    11- Böbülerin Kuyu: Böbülerin evin tam karşısındaki meydana, onların öncülüğünde mahalleli tarafından kazdırılan dolaplı kuyu. Şebeke suyundan önce her türlü ihtiyaç için kullanıldı. Dolap bilezik ve direkleri hala duruyor.

    12- Hacımahmutların Kuyu: Söğütçükte Hacımahmutların yurtlarının tam ortasındaki meydanda; basit duvarla çevrelenmiş dolaplı bir kuyu idi. Doldurulup kapatılmamış; yeri, yenilenen fırının dibinde belirlenmiş vaziyette.

    13- Gobakların Kuyu: Apak Mevlüt Kupan'ın evin tam karşısındaki meydanda dolaplı bir kuyu idi. Hatiplere de nispet ediliyor, malum Gobaklar da Hatiboğlu; ayrıca Hatiplerin eski evleri de orada...

    14- Hacıların Kuyu: Hacıların Odanın önünde, şimdi Kuran Kursu bahçesinin tam köşesinde dolaplı bir kuyu idi. Delinorilerin Kuyu diye de anılırmış.

    15- Daldalların Kuyu: Pazaryerindeki eski Belediye dükkanları ile Terzi Topalın dükkan arasında dolaplı kuyu. Daldallar tarafından kazdırılmış. Eyüpçetinin dükkan varken, kovayla meşrubat sallarmış.


    16- Hacı Abdil Kuyusu: Hacapdıramanlar tarafından kazdırılan bir kuyu. Cıldırın dedesi adını taşıyor. Şimdilerde Cıldırın İbrahim Keleş'te, dedeleri ve babası sevabına kuyuyu çeşme olarak canlandırma tasarısı var...

    17- Zencirliguyu: Son dönemde bütün kuyular zincirli imiş; ama demek ki bu kuyunun zinciri diğerlerinden farklı bir şeye sahipmiş. Keflinin Petrolü aştıktan sonra yolun solunda kalıyor. Tam burada Omarcıkların Şoför Halibramın arabası devrilmiş, 1966 yılında. Ölü yok; ama araç çok kalaba olduğundan yaralı sayısı fazlaymış.

    18- Çadırayak Kuyusu: Keflioğlu Petrolün tam karşısındaki derede.

    19- Hatiplerin Ağıl Kuyusu: Örenlerde Hatiplerin Ağıl yanında.

    20- Gobak Kuyusu: Gobaklar adıyla anılan üç kuyudan birisi, Üçgöz Köprü civarındakidir. Zeliha Ninenin hayratı olduğu söyleniyor.

    21- Körguyu: Suyu çekilmiş, kurumuş kuyulara körelmiş anlamında kör kuyu deniliyor. Kimin kazdırdığına dair bilgi yok. Yalnız, daha körelmeden önce suyunun Kelsaleğin kuyudan geldiği, yanlışlıkla düşürülen bir elma deneyiyle anlaşılmış...

    22- Davılcı Arifin Kuyu: Hacıların Davılcı Arif Azbay adına kendisi öldükten sonra oğlu Süleyman Azbay tarafından kazdırılmış, Bağların altında serenli bir kuyu.

    23- Çorbeciguyusu: Hacellerin atalarının kazdırdığına dair bir rivayet var. Direği, sereni, zinciri ile ayakta kalabilen ender kuyulardan biridir.

    24- Alimenin Kuyu: Kayalarla Şavalın Fidanlık arasında, eski asfalt kenarında serenli bir kuyu... Harman zamanında çok işlevsel olurdu... Kazdıran hayır sahibi bilinmiyor; ancak Alime adlı bu kadının Mollahmetlerden biri olduğu tahmin ediliyor...

    25- Beygirlinin Kuyu:

    26- Tekelinin Kuyu:

    27- Büzük Halilin Kuyu:

    28- İdirizlerin Kuyu:

    29- Gobak Kuyusu: Gocagedikte, Fasılhüyüğü ardındaki Gobakların kuyu, dolaplı. Gobak kuyularının ilkidir. Hatiboğlu Gobak Hasan Dede burayı kazdırırken oğlu İbrahim'i aşağı sallarmış. Urgan kopması sonucu bir kaza yaşanınca Bükürlerden aldığı gösterişli bir öküzü kurban kesmiş. Koca tarlanın ortasına kazdırdığı kuyunun çevresini böylece kuyu merası olarak vakfetmiş. Ayrıca bu kuyunun bakımı amacıyla 9-10 dönümlük bir tarlasını vakfettiği anlatılıyor.

    30- Gavas Guyusu: Söğütcük ilerisinde, Dandır yolu üzerinde solda. Direği yıkılmış, sereni yere serilmiş. Onun yerine Gavasın Ismeyil (İsmail Sargın) adına artezyen kuyusu açılmış.

    31- Gocagulağın Guyu: Söğütcük girişinde derin bir dolaplı kuyu idi. Suyu soğuk olduğu için; henüz buzdolapsız Ramazanların iftarına yetiştirmek üzere millet eşek sırtında su kuyruğuna girerdi.

    32- Hacıarifin Guyu; Söğütcük merasının ortasındaki serenli kuyu. Veyislerin Hacı Arif tarafından kazdırılmış. Kuyunun yerine, Hacı Arif'in oğlu Ahmet Varlı çeşme yaptırmıştı.

    33- Goca Guyu: Söğütcük zemin seviyesinin en düşük yerindeki serenli kuyu. Su seviyesi en yüksek kuyu idi. Baharda elini uzatsan tası doldururdun.

    34- Çolak Ömerin Kuyu: Selimlerin Çolak Ömerin hayratıdır. İskeleyolu ile Gocagır arasında, Gocagıra yakın noktada, serenli...

    35- Haytanın Kuyu: Şimdi Anıtkaya sınırları dışında kalmış kuyulardan biri. Bir vakitler Eğret hudutları dahilinde bulunan Susuz Osmaniye'nin hemen ötesinde İhsaniye yolundadır. Hala kullanılan serenli bir kuyudur. Haytanın babası veya dedesi tarafından kazdırıldığı düşünülüyor.

    36- Aliyenin Kuyu: Veyisler/Garmenler kızı, Emirhanlar gelini Aliye Ninenin hayratıdır. Üyüğü geçtikten sonra eski asfaltın sağında bulunan serenli bir kuyu idi.

    37- Gulizin Kuyu: Gocaguliz Ali Osman Uysal tarafından yaptırılmış. Ortası delik koca bir doğal taş bilezik olarak kullanılmış serenli kuyudur. Akkaya/Daştarla'da Şeytanhasan'ın bahçe önündedir. Bileziği doğal bir tapa gibi ağaç köküyle kapatılmış. Tam karşısında yolun öbür yanında torunu Kadir Haykır tarafından yaptırılan bir çeşme şu anda köyün içme suyunun büyük bir bölümünü karşılıyor.

    38- Bödünün Kuyu: Gocagulizin kuyu karşısında onun damadı Bödü Mehmet Sağlam tarafından yaptırılan serenli kuyu. Şu anda kalıntısı bile yok, ama kullanıldığı zamanlarda yakınlarına Bödümehmet harman dökerdi. İki kuyunun birbiriyle karıştırıldığı da söyleniyor.

    39- Hassönlerin Kuyu:

    40- Kelsaleğin Guyu: Hacıların Ağıl yanında olduğu için bu kuyuya da Hacıların Guyu dedikleri olur. Ne zaman kazdırıldığı bilinmiyor, Kelsalekden daha eski olabilir. Çok derin, dolaplı bir kuyu. Diğer kuyular gibi su tabanından çıkmaz; bileziğin 3-4 metre aşağısındaki duvardan bir şelale gibi aşağı akar. Bir zaman tabandaki deliği hasırla tıkamışlar, su bileziğine kadar dolmuş diye duydum. Ayrıca bazı gözükaralar, kova olmadığını görünce şelaleye kadar inip su alırlarmış. Mesela Gambırtevfik oradan bardakları doldurmuş; Patırın Hasan da yemenilerle su almış. Tabanı hasırla yahut yapağılarla tıkayan kişi de Hasan'ın babası Patır (Ahmet Yırgal) imiş...

    Tabanı çok derinlerde bu kuyuya dair anlatılan daha ilginç bir husus ise onun suyunun başka bir kuyuya kaynaklık ettiğiyle ilgilidir. Ne zaman yaşandıysa, bir gün biri herhalde su alırken elma düşürmüş. Nasıl olduysa oradan Körguyuya geçmiş, düşürdüğü elmayı çektiği kovanın içinde görünce Körguyunun suyu, Kelsaleğin kuyudan geldiği anlaşılmış...

    41- İmranguyusu: Yeni mezarlık yanından giden Dağ yolunun solunda kalır. O mevki de bu kuyunun adıyla biliniyor. İşoflar sülalesi ataları tarafından kazdırılmış dolaplı bir kuyudur.

    42- Daldalların Kuyu: İmranguyusu yakınlarında serenli kuyu. Daldalların hangisinin hayratı olduğu bilinmiyor, tamamen kapalı durumda.

    43- Iraziyenin Guyu:

    44- Böbülerin Guyu: Göğemderede Böbülerce kazılmış serenli kuyu.

    45- Çatalın Guyu: O mevki de bu isimle biliniyor. Hatta yanındaki höyük Çatalınkuyuhöyük olarak kayıtlara geçmiş. Çatalların atası tarafından yaptırıldığı düşünülüyor. Seren düşmüş, geriye direğin bir kısmı kalmış. Kuyu yerinde şimdi artezyen var.

    46- Gobak Guyusu: Gobak Hasan Dede tarafından vakfedilen üç kuyudan biri de Bağlar mevkiinde. Çevresi bir zamanlar çok geniş olan bu kuyu daha çalışırken torunları tarafından daraltılmış. Şimdi kullanılmayan kuyunun yalnız direk ve sereni kalmış.

    47- Hacamedin Guyu: Emiralanoğlu Hacı Ahmet'in hayratıdır, zamanla bulunduğu mevki de aynı isimle anılır olmuş. Hayır sahibi Hacı Ahmet, Aliye Ninenin kayınpederidir.

    48- Gambırarifin Guyu: Gambır Arif Öztürk bu kuyuyu kendi tarlasına kazdırıp çevresini vakfetmiş. Yolun çatallaştığı noktada şimdi artezyen kuyusu bulunuyor.

    49- Tüfekçi Kuyusu:

    50- Ardıçlıguyu: Mandıra mevkiindeki serenli bir kuyu. Adını, üzerine seren yerleştirilen ağaçtan almış. Rivayete göre kazılan kuyu yakınında büyük, çatal bir ardıç ağacı varmış. Seren direği olarak o ağacı kullanmayı uygun görmüşler. Hem ağaç sağ kalmış hem de hazır bir direk kolaylarına gelmiş. 

    51- Gulizin Guyu: Gatçayır'da Gocaguliz Ali Osman Uysal tarafından kazdırılan serenli kuyu.

    52- Daldalların Guyu: Gatçayır'daki üç kuyudan biri olan bu serenli kuyuyu da Daldalların hangi bireyi hayratı olduğu bilinmiyor.

    53- Beylik Bahçesi Kuyusu:

    54- Terlemezin Kuyu:

    55- Zelihanın Kuyu: Atmezarından Çayırlara, bir yanında gıran diğer yanında tarlalar olduğu halde ilerleyen yol üstündeki dört kuyunun üçüncüsüdür. Hacizekeriye eşi Zeliha Hanımın hayratı olan bu kuyu serenlidir.