15 Ekim 2021

Milli Mücadelede Eğret Günlüğü - 2


Günlüğün bu bölümü, Sakarya Zaferi sonrası Yunanlıların geri çekilmesinden, iki tarafın kaçınılmaz taarruz hazırlıklarına kadarki yaklaşık 10 aylık dönemi ele alır.

Günlüğün 1. Bölümü

3 EKİM 1921

    Genelkurmay’ın harp raporuna göre; 1 Ekim’de Sarıcaova’ya inen düşman kuvvetleri, 2 Ekim’de Gazlıgöl’e gelmiştir.


7 EKİM 1921

    Sakarya Meydan Muharebesinden sonra Eskişehir genel istikâmetinde çekilen Yunan ordusu, daha başlangıçtan itibaren Afyon bölgesine bir kısım kuvvetlerini kaydırmaya başlamış bulunuyordu. Nitekim, kuzeyden güneye alınan kuvvetlerden bir piyade tümeniyle iki süvari alayından ibaret ilk takviye birlikleri, 28 Eylül 1921’de Gazlıgöl’e hareket etmiş ve 7 Ekim’e kadar Gazlıgöl-Susuz-Afyonkarahisar-Balmahmut bölgesinde toplanan Yunan kuvvetleri, dört tümene yükselmişti.

 

14 EKİM 1921

    Kuzeyde Bozaniç yöresinde bulunan 1. Süvari Tümeni de Hüsrev Paşa bölgesine getirilerek Seyitgazi - Üçsaray - Türkmendağı hattı ile Bavurda - Kazuçuran - Eğret hattı arasında keşifle görevlendirildi. Bu suretle son duruma göre; keşif, emniyet ve muharebe için ara hatları belirtilmiş bulunan Batı Cephesi birlikleri, 10 Ekim’den beri başlamış oldukları tahkimat işlerine 14 Ekim’den itibaren cephe komutanlığınca görevlendirilmiş oldukları kendi sorumluluk bölgelerinde devam ettiler. 

 

31 EKİM 1921

    Yunan birliklerinin savaş güçlerinin takviyesi ve cephede tahkimata hız verilmesiyle  ilgili olarak da 29 Ekim’de kuvvet çoğunluğunun güneyde toplanmasına orduca karar verildi. Kuzey Grubu emrindeki 9. Tümen’le Süvari Tugayı’nın ve 7. Tümen’in, Güney Grubu (Afyon bölgesi) emrine girmesi plânlandı. Bir başlangıç olmak üzere. Güney Grubu’na tertiplenen kuvvetlerden, bir topçu grubunun da 30 Ekim’de demir yoluyla güneye nakli, ve 9 . Tümen’in de 31 Ekim Afyon bölgesine hareketi emredildi. Bunu izleyen günlerde (Kasım 1921) plânlanan bu kuvvetlerin nakline devam edildi.


27 KASIM 1921

    16 Kasım 1921’de harekete geçen 7. Tümen, 18 Kasımda Ihsaniye’ye, daha sonra Belce’ye ve 27 Kasım akşamı Balmahmut’a intikal etti.

 

OCAK 1922

    Savaş bölgesinde yaşayan halkın gezileri, ordularca düzenlenen özel belgelerle yapılmaktaydı. İzin belgesi olmadan Eğret'te halk tarlaya çıkamıyordu.


4 OCAK 1922

    Yunan Ordu Komutanlığı Raporu: 9. 1. 2. ve 7. Tümenler kış ortasında eski ve bozuk yollardan harekete geçirildiğinden askerin moralinin bozulmasına sebep olmuştur.

 

10 OCAK 1922

    Trikopis’in karşı planı: 7. Tümen’e, ya Eğret’de ihtiyatta kalmak, ya da Sandıklı istikâmetine taarruz etmek görevi verilecekti. Türkler Kuzey Grubu’na taarruz ederlerse 7. Tümen  kuzeye hareket ederek Türk birliklerinin yan ve gerilerine taarruz edecekti. Sandıklı’ya taarruz için 7. Tümen, Sincanlı’da toplanacak…

 

19 ŞUBAT 1922

    Yunan Başkomutanı Papulas’ın İzmir’de Ayafotini Kilisesi’nde “Anadolu’yu boşaltırsak baştan sona kadar tahrip ederek yüz senede onarılamayacak hâle getiririz” açıklamasının bir propaganda mı, yoksa Yunanlıların Anadolu’yu boşaltmak kararında mı olduğunu kestirmek mümkün olmadığını…

 

12 MART 1922

    12 Mart 1922’de 13. Tümen, ordu emriyle ileri hattaki mevzilerini, 5. Tümen birliklerine teslim ederek Eğret’in kuzeyine ihtiyata alındı. Karargâhı Gazlıgöl’de bulunan 2. Kolordu da emrindeki 12. Tümen’le Kumartaş’ta, 5. Tümeni’yle Bozüyük’te ve 13. Tümen’le Eğret köyünde olmak üzere, kuzey ve güney gruplar ara hattına kadar olan savunma bölgesinin sorumluluğunu taşıyacaktı.

 

12 NİSAN 1922

    7. Tümen, 37. Alayı’nı Savran’da bırakarak büyük kısmı ile Eğret’e;  9.Tümen de demiryolu dolaylarına alındı. Bu tümenlerin kuzeye alınmaları ile ilgili olarak, Afyon kuzey kesimindeki 5. ve 12. Tümenlerin cepheleri daraltıldı.

 

14 NİSAN 1922 

    Batı Cephesi Komutanlığı’nca 14 Nisan 1922’de, tümenlerin süvari bölüklerinden teşkil edilecek 4. ve 1. Kolordu’ya verilen süvari alaylarından biri Alayunt - Döğer, diğeri de Döğer - Gazlıgöl hattında keşifle görevlendirilmişti. Yunan ordusuna gelince; Afyon grubunun kuzey kanadını daha da kuzeye uzatarak tahkime başladıkları, Afyon kuzey bölgesindeki mevzilerinin 100 metre kadar ilerisinde yeni siperler hazırladıkları görülmüş…

 

18 NİSAN 1922

    7. Tümen Komutanı Tümgeneral Andrea Platis komutasında olmak üzere Eğret ve Döğer’de toplanan 7. ve 9. Tümen’den kurulu Tümenler Birliği, ileri hatlardaki 13. Tümeni (iki taburu eksik) geri çekerek ihtiyata aldı. Tümenler genellikle kuzey ve güney gruplarını takviye ile görevlendirilmişti. Bu birlik emrindeki 7. ve 9. Tümenin süvari bölükleriyle emrine verilen 10. ve 15. Bağımsız Tümenin süvari bölükleri ve daha bir kısım birliklerle teşkil ettiği karma bir müfrezeyi, Kuzey - Güney grupları arasındaki boşluğu kontrol ve emniyet altına almak üzere yerleştirdi.

 

MAYIS 1922

    Mayıs ayı içinde Afyon’un kuzeydoğusuna doğru kuvvetler sevk etmek suretiyle Türk cephesinde yapılan değişiklik nedeniyle, Güney Grubu, kuvvetlerini karma bir hâle getirmek zorunda kaldı. 2. Tümen in işgal mıntıkası kuzeydoğuya uzatılarak, 1. Tümenin cephe hattı da daha doğuya nakledildi. Ve 4. Tümenin cephesi örtüldü. Ordu emriyle Nisan 1922’de kurulan ve Döğer bölgesine yerleşmiş bulunan Tümenler Birliği (7. ve 9. Tümen) 13. Tümeni ileri gözetleme hattından çekerek burada sadece iki tabur bıraktı.

    Yunanlılar, genel olarak bundan önce yapmakta oldukları tahkimata ve özellikle Afyon kuzey kesimindeki savunma hattının tersinde Nisan 1922’de başladıkları yeni mevzilerin hazırlanmasıyla ilgili tahkim faaliyetlerine devam etmişlerdi. Bu gibi işlerde, bölgedeki yerli Türk halkının insan gücünden ve araçlarından, zor kullanarak faydalanmak yolunu tutmuşlar, teşkil ettikleri yerli çeteler ve para ile satın aldıkları hainlerle Türk halkı üzerinde tüyler ürpertici zulüm ve cinayetlerine de hız vermişlerdi.

    Yunan ordusu düzenlerinde yapılan bu değişiklikler, Türk ordusunda tartışmalara yol açtı ve buna karşı yeni düzenler alınması kararlaştırıldı.

 

17 MAYIS 1922

     2. Ordu Komutanlığının Kendi Bölgesindeki Düzenleme Hakkındaki Mütalâası

Yunanlıların Kocaeli’de bir, Eskişehir’de üç, Döğer dolaylarında dört, Afyonkarahisar bölgesinde dört tümeni ve Aydm bölgesinde de bağımsız birlikleri bulunmaktadır…Bu toplanma; dört-beş haftadan beri göz önünde yapılmakta, Türk ordusu ise buna seyirci kalmaktadır…Yunan ordusunun aldığı bu durum, kendisine hem taarruz hem savunma için elverişli görülmektedir.

    Yunanlıların Döğer kesiminden ya da Eskişehir üzerinden taarruzu son aylarda dikkatle ve önemle incelenmiş olup Yunanlıların böyle bir hareketi sürpriz olmayacaktır.


         22 MAYIS 1922

         2. Uçak Bölüğünden ayrılan Akviran Müfrezesi 14 Nisan – 12 Mayıs 1922 arasında Çeçıngiç (Feyziabad), Seyitgazi, Yukarı Söğüt, Ayvalık, Alpanos, Kuyucuk, Eskişehir, Muttalip, İscehisar, Bostanlı, Döğer, Susuz, Cumalı, Eğret, Muratlar, Karacaahmet, Kadımürsel, Kırkpınar bölgesinde keşifler yaptı. Bu keşifler sırasında ayrıca; "Türklerin Yunanlı esirlere çok iyi davrandıklarını, savaşa son vermek amacı ile biran evvel Yunan askerlerinin teker teker veya grup halinde teslim olmalarını tavsiye eden" aşağıdaki bildirileri atarak, Yunan birlikleri etkilenmeye çalışıldı. Bu bildirilerde künyeleri açıklanan esir Yunan askerlerinin imzaları bulunuyordu. Yunanca atılan bildirinin Türkçe örneği şöyleydi.

        Asker kardeşler

         İmzaladığımız bu beyannameyi okuyun, 3 seneden beri Türklerin ne karakterde insan olduklarını anladık. İşte biz de onun için Türklere teslim olduk. Türkler bizi gayet iyi karşıladılar ve dilediğimiz gibi serbest bıraktılar. Şu halde harbin korkunç safhalarından canımızı kurtararak ve subayların mezaliminden kurtularak şimdi rahat ve huzur içinde yaşamaktayız. Eğer siz de gelip teslim olursanız, işte o zaman bu söylediklerimizin tamamının birer hakikat olduğunu anlayacaksınız.

         Karşınızda ateş tehlikesine maruz kalmamak için siperlerde son derece ihtiyatlı davranmalısınız. Bir asker yalnız başına teslim olmak istediği zaman uzaktan ellerini havaya kaldırarak bunun bir teslim işareti olduğunu belirtir veyahut bir beyaz mendili uzaktan sallayarak Türk siperlerine doğru yaklaşır. Türk siperlerinden duyacağınız 'teslim teslim' kelimesiyle karşılanırsınız. Eğer daha çok arkadaş teslim olmak istiyorsa bilhassa şunlara dikkat edilmelidir.

         Bu gayelerinizi göstermek için eğer vaktiniz kalmazsa o zaman üçer üçer siperlere doğru ellerinizde beyaz mendillerle gelmeye başlarsınız, Türk siperlerine 100 metre kala tüfeklerinizi yere atar, ellerinizi havaya kaldırarak teslim olursunuz. Evvelce teslim olanlarla sonradan teslim olanlar arasında farklı bir işlem olmayacaktır.

      Onlar da evvelkilerin tabi olduğu işleme uyularak kabul edileceklerdir. Şimdiye kadar teslim olanlar serbest ve rahat yaşamaktadır. Onun için sevgili kardeşimiz, nasihatlerimizi iyi dinleyerek, ona göre tedbir alınız. Şunu da belirtelim ki nasihatlerimizden bir miktar yararlanmanızı tavsiye ederiz. Huzur içinde kalınız.


MAYIS SONU 1922

Yunan ordusu, 2. Kolordu: Karargâhıyla Gazlıgöl’de;
13. Piyade Tümeni: Karargâhıyla Karacaahmet’te;
9. Tümen: Döğer bölgesi Karapınar yöresinde;
7. Tümen: Bu tümen önceleri kuzeyden gelerek Güney Grubu’nun çeşitli cephe kesimlerinde görevler almış en son Eğret bölgesinde bulunmaktaydı.

 

1 HAZİRAN 1922

    Batı Cephesi Komutanlığına göre; Eskişehir, Döğer ve Afyon kuzeyi bölgesindeki bir kısım Yunan birliklerinin eski yerlerinde olmayışları, Yunanlıların bazı cephe kesimlerinde yeni düzenler alabileceği kamsını uyandırmıştı. Düşman durumu hakkında elde edilen bu bilgiler üzerine, Cephe Komutanlığınca, birliklerden keşif ve gözetleme hizmetlerine önem verilmesi istendi.

 

4 HAZİRAN 1922

    Hacıanesti Küçükasya Ordusu Başkomutanı oldu.

 

5 HAZİRAN 1922

    Ordu komuta kademesinde değişiklikler:
    Ordu Kurmay Başkanı General Pallis’in yerine 2. Tümen Komutanı General Yorgi Valetta atandı.
    1. Kolordu Komutanlığı’na General Trikopis, 2. Kolordu Komutanlığı’na General Diyenis atandı.
    Tümenler Birliği (7. ve 9. Tümenler) Komutanı Tümgeneral Plati İzmir’deki genel karargâha alındı.

    Daha sonra cephede 15 günlük denetleme yapan Başkomutan birliklerin genel hâl ve tavırlarını yeterli bulmuşsa da… Diğer taraftan denetleme sırasında kıta komutanları, Başkomutanlarına, özel surette giydirilmiş vs. tam olarak donatılmış kıtalarla, cephede kuvvetli olan bir tahkimat göstererek askerin moralinin iyi durumda olduğunu ve Türklere saldırmak için sabırsızlandıklarını göstererek gözboyadıklarını beyan etmişlerdi. Eğret'teki 7. Tümen ziyaretinde köylüler zorla alana getirilerek Başkomutanı karşılıyormuş görüntüsü verdirilmişti.


Sonraki Bölüm


14 Ekim 2021

Milli Mücadelede Eğret Günlüğü - 1

     Harp raporları, uçuş ve keşif raporları, resmi yazışmalar, anılar ve araştırma-inceleme yazılarından yararlanarak, Kurtuluş Savaşı yıllarında Eğret'i ilgilendiren bilgileri günlük biçiminde düzenlemeye çalıştım. İlk bölüm 2. İnönü Zaferi ile Sakarya Zaferi arasındaki dönemden oluşuyor.


26 MART 1921

    Yunanlılar içinde Afyon ve Kütahya’nın işgalinin de bulunduğu taarruz planlarını 17 Mart 1921’de kesinleştirdiler. Türk kuvvetleri ise savunma planı yapıyorlardı, buna göre 8. Tümen savunma mevzii 25 Martta Çatkuyu-Köprülü arasındaydı. 26 Mart saat 11.30’da bir tümen ihtiyat olarak Resulbaba-Araplı çiftliğine gönderildi; ama akşama doğru düşman Çatkuyu’ya ulaşmıştı. Uçak raporlarından Altıntaş şesesinde düşman bulunmadığı anlaşılmıştı. İhtiyat tümeninin bir kısmı gece Sadıkbey batısına alınarak geri kalanının sabah 7.00’de Çatalçeşme’de bulunması emredildi.


30 MART 1921

    27 Martta Çatkuyu’daki düşman Resulbaba batısındaki tepelere hücuma geçti. Türk kuvvetlerinin Resulbaba-Çatalçeşme-Bayramgazi bölgesinde tutunamayacağı anlaşılınca Dandır’da toplanmaları emredildi. Bugünün akşamında Türk kuvvetleri Güney Cephe Komutanlığıyla birlikte Dandır-Belce-İhsaniye hattına çekildi. Yunanlılar ise Afyon’u işgal etmiş, kuzeyde Gecek-Araplı-Bayramgazi-Çatalçeşme hattında emniyet düzeninde kalmıştı. Ertesi gün Döğer doğrultusuna doğru çekilmeyi sürdüren Türklere karşılık Yunanlılar, Resulbaba-Çatalçeşme-Gazlıgöl hattının daha kuzeyine geçmedi. Yalnız Dandır ve Eğret civarında süvari keşif kolları dolaşıyordu. 29 Mart’ta da çok fazla değişiklik görülmedi, düşman asıl kuvveti bu hattın güneyinde kaldı; ancak iki alaylık bir güçle Ablak ve Akören’e yürüdü. 30 Mart günü de Afyon’u işgal eden düşman güçleri Resulbaba-Gazlıgöl kuzeyine geçmemekte ısrar etti.


31 MART 1921

    Düşmanın bu ısrarlı tutumundan, bölgede bir savaş planlamadığı anlaşılınca Türk kuvvetlerini boşuna burada tutmak yerine asıl savaş bölgesi olan İnönü’ye sürmek fikri Genelkurmay’a sunuldu. Düşman fikrini değiştirip asıl savaş alanına varmak istese bile, bu 3-4 gün süreceğinden etkili olamayacaklardı. Genelkurmay emri ile Güney cephe komutanı Refet Bey kuvvetleriyle akşam 20.00’de bölgeden ayrıldı. Yalnız yorgun olan bir süvari tugayını Döğer-Eğret mevziinde bıraktı. Merkezi İlyen’de bulunan tugay ertesi gün keşif kollarını Eğret-Ablak istikametine gönderdi, düşmanın bunlara karşı herhangi bir faaliyeti olmadı. 31 Martta düşman Kolordu karargahı hala Afyon’da ve tümenleriyle hala Gazlıgöl-Çatalçeşme-Resulbaba hattındaydı.


1 NİSAN 1921

    Genelkurmay, Tugay’dan 1 Nisan’da bölgedeki düşman kuvvetlerinin durumu ile ilgili acil bir rapor istedi. Çıkarılan keşif kollarından elde edilen bilgilere göre; Ablak batısında bir Yunan süvari bölüğü vardı; Yukarı Dandır, Aşağı Dandır, Eğret’te düşmana rastlanmadı; Bayramgazi’de 30 çadır ve doğu sırtlarında nöbetçiler görüldü. 2 Nisan’da düşmanla sıkı temasta bulunmak üzere Tugay bu gece Belcemeşe’ye geçecekti.


6 NİSAN 1921

    6 Nisan’a kadar bölgede günler durgun geçti. Düşmanın ele geçirdiği yerleri yeterli gördüğü, mevzilerini tahkimatla geçirdiği anlaşılıyordu. Süvari Tugayından bir alay Dandır’a gönderildi. Bir alaydan subay keşif kolu da Eğret üzerinden Resulbaba istikametine gönderildi. Dandır istikametine gidenlere ateş açılınca sırtlara çekilip gözetleme yaptılar. Belce güneyinde avcı siperleri ve batısında çadırlar tespit ettiler. Bir başka keşif sonucunda, düşmanın zinde görünen güçleriyle Gazlıgöl-Çatalçeşme hattının kuzeyine hücum edebileceği ihtimali Genelkurmay’a rapor edildi.


7 NİSAN 1921   

    7 Nisan’da düşmanın Gazlıgöl-Belce-Çatalçeşme hattında bulunan güçlerinde bir değişiklik yoktu; ancak güneyde Afyon’u boşaltıp çekilmeye başlamıştı. Ayvalı’da toplanıp Dumlupınar’a hareket edeceklerdi. Zayıf bir birliğini Bayramgazi-Resulbaba hattında bıraktılar. Akşam saatlerinde Afyon tamamen işgalden kurtarıldı. Güney Cephesi Komutanı gece verdiği emirde, 4. Süvari Tugayının Belcemeşe’de kalarak Altıntaş-Olucak doğusundaki bölgeyi keşif ve gözetlemeye devam etmesini istedi.


13 NİSAN 1921 – DUMLUPINAR SAVAŞI

    8-13 Nisan 1921 tarihleri arasında yapılan Aslıhanlar ve Dumlupınar savaşlarında bir netice elde edilemedi. Doğuya çekilip yeni savunma düzeni almaya karar verildi. Bu arada düşman Afyon’dan asıl kuvvetlerini Dumlupınar’a çekerken bazı noktalara artçılarını bırakmıştı. Resulbaba ve İlbulak dağlarının kuzey ve güney sırtlarında yer yer bu artçılara rastlanıyordu.


4 MAYIS 1921

    Bundan sonra Cephe Komutanlıklarının yapısı ve teşkilatı hakkında yeni düzenlemelere gidildi. 4 Mayıs’ta Ortatepe-Resulbaba-Çatalçeşme-Karacadağ-Emirdağı hattı yeni hudut olarak belirlenmiş ve bu hattın kuzeyindeki birliklerin tümü doğrudan Batı Cephesinin emrine verilmişti. Batı Cephesi de aynı tarihte gruplar arasındaki hattı şöyle belirledi: “Cafergazi türbesi - Selkisaray - Ortatepe - Resulbaba tepesi - Çatalçeşme - Karacadağ - Emirdağı hattı  4 . ve 12. Gruplar arasında huduttur.”


31 MAYIS 1921

    31 Mayıs 1921’de 12. Grup Komutanlığı, genel bir Yunan taarruzunun başlaması halinde Grupça alınacak düzen hakkında Batı Cephesi Komutanlığına yolladığı raporda: “4. Süvari Tugayının, Selkisaray - Beşkimse kuzeyindeki Kozluca tepesi - Ulucak - Çakırtepe - Karaböğrüklü dağı üzerindeki Bayırlı sırtı (dahil) hattı ile Kırcaaslan - Karacadağ genel hattı arasından kademe kademe çekileceğini, önce Eğret - Resulbaba hattını, sonra Belce batısı - Fethibey (Büyükcorca) hattını ve boş bulursa Çakırtepe’yi tutacağını ve…” söylüyordu.

 

27 HAZİRAN 1921

    İnönü yenilgisi sonrası Yunanların büyük bir taarruz başlatacakları tahmin ediliyordu. Buna dair harekat planları 27 Haziranda netleşti. Türklerin tahkim ettiği Afyon kuzey kesimlerini tekrar ele geçirmek, birkaç ay önce geri çekilerek boşaltmak zorunda kaldıkları bölgeyi tekrar işgal etmek hatta Ankara’ya kadar ilerlemek hedefleri arasındaydı. Tabi önce Balmahmut-Olucak-Efted hattındaki Türkleri daha doğuya atmaları gerekecekti.

 

1 TEMMUZ 1921

    Düşman hakkında elde edilen bilgiler ve arazi incelemesi sonunda Türk tarafının planı 30 Haziran’da son şeklini aldı. 12. Grubun 57. Tümeni o gece Gazlıgöl-İğdemir-Ablak-Dandır-Belce kesimini alacak; düşman taarruzu başlar başlamaz 4. Grubun sol kanadına geleceklerdi. Plan uygulandı ve 1 Temmuzda Tümen Gazlıgöl-Belce-Aşağı/Yukarı Dandır-Akören-Kayrak kesimine konmuştu.

 

11 TEMMUZ 1921

    Yunan Komuta Heyeti 8 Temmuz’da Uşak’a gelerek başlayacak olan harekata son halini verdi. Plana göre Yunan kuvvetleri 11 Temmuz’da güneyden Balmahmut-Sadıkbey-Fethibey; ortadan Çatkuyu-Bayramgazi; kuzeyden de Ablak’a kadar varmış olacaktı. Yunanlıların bu palanına karşılık, Türk Batı Cephesinin 12 Grup kuvvetlerinin 8 Temmuz pozisyonu; Aşağı/Yukarı Dandır, Akören, Ablak, Eydemir, Tekeköy şeklindeydi. Tümen karargahı Gazlıgölde idi; ama 10/11 Temmuz gecesi kuvvetleriyle Döğer civarına gitme emrini almıştı. Kısaca 11 Temmuz’da Türkler bu bölgeden çekilmeyi, Yunanlılar da bölgeyi ele geçirmeyi planlamıştı. İki taraf da çok az değişiklikle planlarını uyguladı.

 

12 TEMMUZ 1921

    12 Temmuz’da Yunan asıl kuvvetlerinin ileri harekatı başladı. Önden hareket eden bir süvari tugayı; bir alayını Cirleyik üzerinden kuzeye, bir alayını Olucak’tan Efted’e ve bir alayını da yine Olucak’tan Eğret’e sürdü. Bunların 4. Grup bölgesindeki gelişmelerdi.

    12. Grup kesiminde ise Yunan Kolordu emri şöyleydi: “1. Tümen Türk güçlerini atarak Eğret’e varıp oradan kuzeydoğuya yönelecek ve Türk mevzilerine taarruz edecek. 2. Tümen ise Resulbaba’yı alıp Köprülü-Araplı  hattındaki Türk mevzilerini geriden çevirerek Afyon’u işgal edecek  Tümenler grubuna yardım edecek. Şehir işgal edildikten sonra Eğret-Belcemeşe kesiminde toplanılacak.”

    Emrin uygulanması şöyle gerçekleşti: 12 Temmuz sabahı 1. Tümen Yenice-Eğret kesimine, 2. Tümen ise İlbulak Dağı istikametinde ilerliyordu. 1. Tümen akşama doğru Yenice-Eğret hattına ulaşarak emniyet düzeni alıp konuşlandı. 2. Tümen ise Çatkuyu-Resulbaba hattı batısına gelerek durdu. Çünkü karşısına Türk süvari tugayı çıkmıştı. Ancak bu tugay tutunamayarak Aşağı/Yukarı Dandır taraflarına çekilmek zorunda kaldı. Yunan Süvari Tugayı ise 2. Tümen gerisinde toplandı, Eğret de dahil bir çok yönde keşif kolları gönderdi ve akşam üzeri Ayvalı’ya varıp kondu. 12/13 Temmuz gecesi 1.Yunan Tümeni Eğret-Yenice’de, 2. Tümen ise İlbulak-Ayvalı’da idi.


13 TEMMUZ 1921

    12/13 Temmuz gecesini Ayvalı kesiminde geçiren Yunan Süvari Tugayı saat 6.00’ya kadar emir alamayınca, kendi inisiyatifini kullanarak İlbulak Dağı yolu ile Eğret-Döğer-Malatya istikametinde ileri harekete geçti. Hereketinden önce Sadıkbey-Afyonkarahisar, Araplı-Belce-Akören-Demirli, İlbulak-Gazlıgöl-Akviran-Döğer-Malatya ve Eğret-Altıntaş istikametlerine keşif kolları çıkarmıştı.

    Diğer taraftan 13 Temmuz sabahı 1. Tümen saat 8.00’de Eğret-Yenice hattından İlyen Dağı istikametine taarruza başladı. Bundan bir süre sonra Afyonkarahisar’ın ele geçirildiği haberi üzerine, 2. Tümen Eğret-İhsaniye-Beyköy istikametine ilerledi. Bu arada Türk birliklerini püskürttü. Akşama doğru Belcemeşe-Beyköy hattında konuşlandı. Böylece 1. Kolordu 13 Temmuz akşamı genel olarak Beyköy-Döğer hattına ulaşmış bulunuyordu.

 

14 TEMMUZ 1921

    Yunan asıl kuvvetleriyle bu tarihte Belcemeşe’de idi. Ordu Karargahı da buradaydı.


19 TEMMUZ 1921

    Şu anda Gazlıgöl’de düşman bulunmadığı, Yunanlıların Gazlıgöl batısı ve doğusundaki bütün köyleri yaktığı bilgisi bir raporla Batı Cephesi Komutanlığına bildirildi.

    Bugün Yunan kralı II. Konstantin İzmir’den Uşak’a geldi.

 

29 TEMMUZ 1921

    Bugün Hüsrevpaşahanı’ndan batıya geçen süvarilerimiz Tekeköy-Osmanköy-Olucak üzerinden Beşkimse’ye kadar ilerlediler. Burada düşmanın bir otomobil koluna ve bir muhabere müfrezesine hücum ederek zayiat verdirip ganimet elde ettiler.

    Ayrıca Türk kuvvetlerinin keşif faaliyetleri bugün de devam etti. Yunan Ordusu yeni bir taarruza hazırlanırken, birliklerinin Döğer, Eğret, Gazlıgöl ve Dinar kesimlerinde olduğu tespit edildi.

 

30 TEMMUZ 1921

                            GARP CEPHESİ KUMANDANLIĞINA
    
    3. 28 Temmuz 21’de Afyon-Altıntaş şosesinin şarkında düşman kuvvetleri olmadığına ve gerilerinin zayıf kuvvetle tutulduğuna kanaat getirilmiş ve bu kanaat tümene de bildirilmiştir. Bunun üzerine 28/29 gecesi düşmanın gerisine harekete karar verdim.

    4. Süvari 2. Tümen grubundan kendisine verilen istikamet ve hedeften saptığı için kendi belirlediği istikameti takip etmiş ve doğal olarak daha güneyden harekete mecbur olmuş ve Teke-Akören-Susuz-Eğret-Olucak-Başkimse-Sinanpaşa istikametinin takip edileceği arzedilmiştir.

    5. 29.7.21 saat 5.30’da Olucak karyesi ….?

    6. Olucak’a gelirken; Afyon-Döğer-Kütahya, Eğret-Döğer; Eğret-Altıntaş, Eğret-Dumlupınar, Eğret-Olucak civarında düşmanın gündüz kalma imkanı görülmediğinden derhal gündüz olmasına rağmen Başkimse-Sinanpaşa istikametine hareket edildi. Ve bu sırada Başkimse’de düşmanın bir muhabere birliği olduğu haber alınınca …
    
    11.Köylülerden düşmana dair bilgi alınmak istenmişse de hiçbirinden yeterli cevap alınamamıştır. Her köylü köyünden dışarı çıkmadığından, unsuz tuzsuz kaldıklarından şikayet ediyorlar. “Bütün kuvvetleri Kütahya Eskişehir istikametine geçti gitti” diyorlar. Köylerde çok büyük zorluklarla kılavuz bulunabildi. Eğret üzerinden hareket edilecekken at üzerinden pencere kapı kırarak çıkarabildiğimiz bir kılavuz, tugayı Osmanköy’üne götürmüştür. Bu sebeple tugay Eğret’ten ayrılarak Osmanköy’ünden Olucak’a gitmeye mecbur olmuştur. Osmanköy’ünde ancak damdan evin içine atlamak suretiyle girilmiş ve kılavuz çıkarılmıştır.
    
    İşbu rapor 30 temmuz 1921 saat 16.00’da Genelkurmay Başkanlığına, Garp Cephesi Komutanlığına, 5. Grup Komutanlığına arz edilmiştir.

                                                                    4.Süvari Tugay Komutanı İsmail Hakkı

 


4 AĞUSTOS 1921

                            BEŞİNCİ GRUP KUMANDANLIĞINA                Emirdağ/ 04.08.1921

                1. Tümenin Döğer istikametine yaptığı baskın sırasında düşman tarafından yakılan köylerle, yapılan mezalim hakkında aşağıdaki bilgiler arz olunur.

    a- Döğer, Eğret, İlyen, Demirli, Beyköy, Sipsin, Gazlıgöl, Sarıcaova köyleri düşman tarafından yakılmıştır. Genişler, Efted, Aydemir, Çalköyü, Olucak, Elmalı, Kövrül, Erikli, Damlalı, Kırka, Akin, Kemiç, Kesenler, Sandıközü, Lutfiye, Gökbey, Başören, Taşlık, Aşağı Söğüt köylerinin daha evvelce yakıldığı görülmüştür.

    b- Eğret ve Döğer’de alçakça tecavüzler vuku bulmuştur. Bilhassa Eğret’te erkekler kadınlardan ayrılarak Yunan askerleri bu kadınlarla üç gün üç gece serbest bırakılmıştır. Döğer’de de kısmen böyle yapılmıştır. Bu muamele bilhassa eşraf ailelerine uygulanmıştır. İsmini hatırlayamadığımız bir köyde 60 yaşında bir kadına tecavüz edildiğini Demirli köyünden kadını bizzat tanıyan bir köylü ifade etmiştir.

    c- Sipsin Köyünde bir Yunan askerinin öldürülmesi bahane edilerek 28 kişi kadar kurşuna dizilmiş ve köy ateşe verilmiştir.

    d- Yaralı esirlerimizi süngüledikleri, sağlam esirlerimizi de birbirine bağlayarak yaktıklarını bizzat gören köylüler ifade etmektedirler. Savaş alanında kalan yaralılarımızın bilahare öldürüldüğü ve kendi süngülerini karınlarına sapladıkları, şahitlerce belirtilmiştir.

                2- Birinci maddede arz edildiği üzere düşmanın gerilerindeki köylerin büyük kısmı yanmış ve kalanların yiyecekleri de düşman tarafından alınmıştır. Şu anda bu mıntıka halkı sefalet ve açlıktan büyük bir kıtlık içindedir. Tekrar edilecek akınlarda bu hususun göz önünde bulundurulmasını ve birliklerin yiyeceğini birlikte götürmesi lüzumunu önemle arz ederim. Aksi takdirde birlikler yeterli yiyecek bulamayacak ve zavallı halka yük olmuş olacaktır.

                                                                                  II. Süvari Tümen Kumandanı İbrahim Servet



12 Ekim 2021

Arabayı Eşkiyaya Sardırmış

     Yunan defedilmiş ama bu sefer de millet kıtlıkla imtihanda. Dediklerine göre 7 yıl sürmüş bu kıtlık. Yağmur da yağmayınca kuraklık bunun tuzu biberi oluyor, tohum bulsalar yiygi sıkıntı, yiygiye ayırsalar tohum sıkıntı. Geven kazdıkları günler. Sonra bu kıtlık küresel ekonomik krizle birleşiyor, 1930'lardan itibaren hafif toparlanma emareleri görülüyor.

    Milletin karnını doyurma derdinde olduğu o yıllarda Mâzin'in Ömer, Hatiboğlu Mahmut'ta (Molla Osman'ın babası) bekar. Günümüz insanı asgari ücretle bir işe girdiğinde ne kadar mutlu oluyorsa, o günlerde bir kapıya bekar duranlar daha fazla mutlu oluyorlar, kıyas edilsin. Bu yüzden bekar durmak çok yaygın.

    Bahar veya güz olmalı, Ağa oduna yolluyor Ömer'i. Tek başına dombey arabasını doldurup gelecek. Tabi bir kişinin araba sarması zor iş. Keseceksin, budayacaksın, yerden yükleyeceksin. Daha önce de defalarca getirmiş, Ömer alışkın bu işlere. Yine de her oduna gittiğinde Ağa huzursuzlanıyor, akşama doğru Mezeböğrü'nde endişeli gözlerle arabanın yolunu gözlüyor. Endişelenmekte haklı, ne kadar cassur olsa da tek başına bir insanın başına türlü şeyler gelebilir. Allah muhafaza, araba devrilse mesela...

    Yola çıkarırken o gün de yine binbir tenbihte bulunuyordu Hatiboğlu. Dombeyler koşulduktan sonra heybeyi getirip arabaya koydular. Balta da buradaydı, su sineği de... Eksik yoktu; fakat heybenin iki gözü de ekmek doluydu. Ömer 'Kim yicek bugudâ ekmeği Ağa' diyerek fazlasını çıkarmaya çalışırken, Hatiboğlu onu durdurdu: 'Le ôlum, gırda bayırda aç olan da gelir, tok olan da... Yanında bulunsun, ne olur ne olmaz!'

***            ***

    Herifler normal olarak ses gelen tarafa yöneldiler. Belli ki birileri odun kesiyordu, zira ormanda yankılanan boğuk bir balta sesiydi. Nasıl olsa bu oduncularda yiyecek vardır, hepsini alır öğünü savarız diye düşündü. 'Bizden guvatlı mı olcekle!" diye söylendi. Yanındaki "Ne dedin ağam?" diye soracakken bir el işaretiyle herkesi durdurdu. "Bana bakın len, ilkevela kaç kişilemiş onu bilem, sona netcemize bakarız." Adamları tamam der gibi susuştular.

    Sekiz kişiydiler. Yunan kaçtıktan sonra, yeni kurulan devletin düzeni oturmamış, ekonomik ve sosyal çalkantılarla beraber ipini koparan dağa çıkar olmuştu. Yanındaki yedi kişinin her birinin sayısız suçu vardı. Dağlarda eşkıyalık yapmaktan başka seçeneği yok gibiydi hiç birinin. Ayrıca suçsuz bile olsalar köylerine gidip de ne yapacaklardı ki. Her biri farklı köylerdendi; ama gördükleri köylerde insanların hali meydandaydı, dönseler kendileri de kuru ekmeğe muhtaç olacaklardı. En iyisi yol kesip soygun yapmaktı. Gerçi milletin de gaspedilecek birşeyi yoktu ya. Ancak karınlarını doyuruyorlardı işte. Bir de... Sanki biraz bedavacılığa alışmışlardı, iş ve disiplin zor geliyordu.

    "Adam yalınız" dedi haberci. Rahatladı. Atı yedeğinde gosala gosala yürümeye başladı. Seslerini kısma gereği de duymuyorlardı artık. Güle eğlene, bağıra çağıra yaklaşıyorlardı. İşte adam da göründü. Kendilerinden habersiz habire kesiyordu. Küçük bir ormana girdiler, adam kayboldu. Bir dakika geçmeden yine görünür oldu. Hala kesiyordu.

***            ***

    Biraz daha kesip budamaya başlayacaktı, daha sonra da yüklemeye. Acıkmıştı da lakin kesimi bitirmeden yemeyecekti. İki kucak daha kesse yeterdi, o zamana kadar durmayacaktı. Ama durdu... Kulağına bir ses çalar gibi olmuştu. Birileri kahkaha mı atıyordu? Evet öyleydi ve sesler yaklaşıyordu. Önce ormanın içinde üç atlıyı farketti, atını yedeğine almış bir gostağı takip ediyorlardı. Sonra gerilerden dört atlı daha çıktı. Eşkıyalardı. Ömer endişelendi.

    Endişesinde haklıydı, öndeki gosdak yürüyen hem gülüyor hem söyleniyordu: 'Şu dombey ne datlıdır len, hu ha ha ha!' Kalabalıktan bir başka ses onu yedekledi, 'Önden ciğerini yiyem ağam!...' Bir diğeri 'Gönünden de çarık yapam!...' Her haykırıştan sonra kahkahalar yükseliyordu. Dombeyin birine göz koymuşlardı belli. Ömer'in onlara karşı koyacak hali yoktu, yoksa gözlerini kırpmadan canına kıyarlardı.

    Adamlardan biri arabadaki heybeyi getirince reis irkildi. Adamları dört bir yanı şüpheli gözlerle kolaçan ederken reis Ömer'in yakasına yapıştı. 'Ötekile nerde len?' Ömer yalnız olduğunu, tek başına geldiğini, başkaları olsa onlardan bir iz bulunacağını anlatmaya çalışsa da adam ikna olacak gibi değildi. 'Buguda ekmeği tek başına mı yicedin len!'... Durum anlaşılmıştı, Hatiboğlu'nun ısrarla heybeyi doldurması yüzündendi bütün bunlar. Eşkıyalar o kadar ekmeği görünce kalabalık bir grup olduğunu sanmışlardı. Şimdi işin aslını nasıl anlatacaktı. 

    Sabah yola çıkarken olan biten ne ise olduğu gibi anlattı. Ağanın söyledikleri de dahil. Garip ama reis ikna olmuş görünüyordu, sakinleşmişti. Adamlarını çağırdı, heybenin başına yumuştular. Biraz önce dombey üzerine zevzeklik edenler iştahla kuru ekmek yiyordu. Reis ise "'Aç gelen olur, tok gelen olur' deyen adamın ekmeği yinir" diye söyleniyordu. Dombeyden vazgeçmiş görünüyorlardı. Ekmeği bitirdiler. Ömer 'Artık giderler' diye geçirdi içinden. Gitmediler.

    Karnı doyan reis gürledi: "'Aç gelen olur, tok gelen olur' deyen adamın arabası yüklenir!.."  Emri duyan eşkıyalardan biri tarayı aldı, biri baltayı; biri de arabaya çıktı. Diğerleri kucak kucak arabanın çevresine taşıdılar. Hem şamata ettiler hem çalıştılar, kısa sürede araba sarılmıştı. Urganı çektiler, dombeyleri koştular. Olup biteni şaşkınlıkla izleyen Ömer'i arabaya bindirip uğurladılar.

***            ***

    Hatiboğlu Mahmut ikindiyi kılınca hemen Mezerböğrü'ne çıktı. İçinde bir sıkıntı vardı, akşamı bekleyemedi. Allah vere de bekarın başına bir şey gelmeyeydi. Endişeli gözleri ufuktaydı. Uzaktan bir garaltı belirdi, Ömer olamazdı, daha erkendi. Karaltı yaklaştıkça arabanın çok yüksek olduğunu farketti. Artık o olmadığına emin olmuştu. Araba daha da yaklaşınca dombeylerini tanıdı, araba üstündeki Ömer'i de. Rahatlamıştı, eli götünde evinin yolunu tuttu. Fakat bu kadar kısa sürede bu kadar çok odunu... tek başına... işte bunu anlayamamıştı.


Eğret Çevresi Macur Köyleri

    Eğret çevresinde 150 yıl önce şu köyler vardı: Osmanköy, Karacaahmet, Aşağı-Yukarı Dandır (Dündarlı), Belce (Hasanköy), Bayramgazi, Çatkuyu (Mıliklar) ve Olucak (Ulucak). Bu köyler yine var, onlar belki Eğret ile bir yaşta komşuları. 

    Müzminleşen Osmanlı-Rus savaşları sonrası önce Kafkaslardan, sonra da Balkanlardan Anadolu'ya zorunlu göçler başlamış, ülkenin hemen her köşesinde bu muhacirler iskan edilmişler. Böylece Eğret'e de yeni komşular gelmiş, yeni köyler oluşmuştur. Eğretli bu köylere ve halkına kısaca "Macur" veya "Çerkez" demiştir.

    1864 yılında bölgeye ilk göçmen kafilesi gelir. Bursa üzerinden bir kısmı Afyonkarahisar'a yönlendirilen kafilenin çıkış yeri Kafkasya'dır. Döğer Küyü'nün Sarıcaova mevkisinde bunlar için yeni inşa edilen evlere yerleştirilirler. Doğal olarak bu yeni köye 'Sarıcaova' adı verilir. Eğret'in oldukça uzağındaki bu köyü, ilk olması açısından zikrediyorum.

    Bundan 20 yıl kadar sonra 1885'te yine Kafkasya kökenli bir grup daha gelir. Doğrudan değildir bu geliş; önce Suriye taraflarına gönderilmişler, oralarda yapamayınca daha kuzeye getirilmişler. Kafkasya gibi sert iklimden, çöl başlangıcı Suriye'ye alışmak kolay değil tabi. Eğret civarı coğrafi olarak benzemese de iklim olarak Kafkaslara benzer. 8 Hane olarak kurulan köy Eğret'in kuzeybatısında, Olucak ile Eğret arasındadır. Köyün kurulduğu dere, haritalarda gösterilmeyen ve 'Süleymanboğazı' diye adlandırılan mevki olduğu sanılmaktadır. Bu 8 hane halkı Kuzey Kafkasya'nın 'Voçapşiye'sinden oldukları için yeni yerleştikleri küçük köylerine bu adı vermişler. Bir süre böyle anıldıktan sonra köyün yeni adı 'Yenice' olarak belirleniyor.

    1886 sonu... Bulgaristan'ın 'Osmanpazarı' kaymakamlığına bağlı 'Maden-i Kebir' (Kocamaden) köyüne mensup 45 hane muhacir Afyon'a bağlı Karacaahmet Sultan, Muratlar, İlyen, Bey ve Akören köyleri arasında bulunan 'Belce Mezraası' diye bilinen mevkideki 5507 dönümlük boş araziye yerleştiriliyor. Köyün adı 'Belcemeşe' oluyor ve daha sonra 'İhsaniye' olarak değiştiriliyor.

    Ve 1887 başlarında yine Bulgaristan'dan bir kafile geliyor. 'Cuma-ı Atik' (Eskicuma) kazasından gelen bu muhacirler, Afyon'a 5 saatlik mesafedeki Eğret ile 7 saat mesafedeki Osmanköy arasındaki 6000 dönümlük araziye yerleştiriliyorlar. 38 Hane ve 148 nüfustan oluşan köyün adı 'Cumalı' oluyor.

    Yine Bulgaristan'ın 'Osmanpazarı' ve 'Tırnova' kazalarından 166 kişiden oluşan bir muhacir kafilesi Afyon'a yönlendiriliyor. 1892 senesindeyiz. Bunlar da Afyon'a 5 saat mesafedeki 'Susuzviranı' olarak adlandırılan 6949,5 dönümlük boş araziye yerleştirilmişler. Bu boş arazi, 1727 yılı vergi kayıtlarında 'Eğret Susuzu' olarak görünen ve yarım nefer vergi ödeyen 'Susuz' olmalı. Böylece eski memleketlerinin ismiyle yenisi birleştirilerek bu köye de 'Susuzosmaniye' adı verilmiş.

    1885'ten 1892'ye yedi yılda Eğret kuzey hattına dört macur köyü iskan edilmiş oldu.

    Felaket yılları bitmek bilmiyor. 1903 Yılına geldiğimizde, Bulgaristan'dan yeni göçler var. Silistre'den yola çıkan muhacirlerden 40 hane, Afyon sancağı dahilinde bulunan 'Kurtluoğlan Kapısı' olarak isimlendirilen mevkideki boş araziye iskan ediliyor. Köyün adı ise 'Saadet' oluyor. Eskiler hala burayı 'Kurtluoğlan' olarak anıyor.


Yararlanılan Kaynaklar:

1. 93 Harbi Sonrasında Karahisar-ı Sahib'e Yerleştirilen Bulgaristan, Bosna-Hersek Ve Girit Muhacirleri, Mehmet Güneş, JASSS, 2016
2. Türkiye Yer Adları Sözlüğü, Sevan Nişanyan, İstanbul, 2020




11 Ekim 2021

Kutu

    Gocagapıdan girmek yerine gaştan atladılar. Evde kimse olmadığından emindiler, yaz günü herkes gıra gitmişti. Tam vaktiydi, ne kadar varsa hepsini alacaklardı. Çalacaklardı yani, bu bir soygundu çünkü. Sermayesiyle övünüp duruyordu, cascavlak kalmak neymiş görsündü bakalım. Girişte sol taraftaki fışgılığa yöneldiler. İşte oradaydı. Bir teneke dolusuydu. Hayret, hiç aramadılar, elleriyle koymuş gibi buldular. Acaba suç ortağı önceden keşif mi yapmıştı. Şimdi bunları düşünmenin sırası değildi. Hemen olay mahallini terk etmeliydiler. Hışır gibi tenekeyle girdikleri yoldan çıkamazlardı. Gocagapının açıldığı meydan bomboştu. 1975 yılının bu yaz gününde, küçük soyguncular kendi evlerinden çıkar gibi serbestçe çıkıp gittiler.

    Hemen her yerde çocuklar bir dönem gazoz kapağıyla oynamıştır. Çocukluğumuzda biz de oynadık, adına kısaca 'kutu' derdik. Onunla oynadığımız oyun da kutu oynamaydı. Sahip olduğun kutular senin sermayendi ve oyunun amacı da rakibin kutusunu ütmekti.


    Kutuların değeri markasına göre değişirdi. Ekonomideki piyasa kavramı daha o zamanlar bizim kutu oyununda yerini bulmuştu. Bol miktarda bulunan Kızılay Maden Suyu kutusunun değeri 1 ise, diğerleri 2'lik, 3'lük, 5'lik, 10'luk... devam eder giderdi. 'Kızılay'dan sonra 'Neşelen' gelirdi, sonra 'Uludağ', 'Efes', 'Ersu', 'Meysu', 'Tamek', 'Pepsi', 'Cocacola', 'Cincibir', 'Sensun', 'Fruko', 'Kınık', 'Tuborg'...  Bunların dolu şişe fiyatı bizi ilgilendirmiyordu, oyunda kutunun değerini belirleyen onun az bulunmasıydı. Mesela Kızılay ile Kınık maden suyunun fiyatı aynı olabilirdi; ama Kınık kutusu nadirattan olduğu için çok değerliydi.

    İki farklı kutu oyunu var; 'atmalı' ve 'dikmeli'. 

Kendi kutunu rakibininkine doğru atarsın. Amaç bir karış ve daha az uzaklığına düşürmektir. Burada ölçü birimi kendi karışındır. Ölçersin, mesafe denk ise bir kutusunu alırsın. Eğer bir karıştan uzakta ise kaybedersin. Çünkü atış sırası rakibindedir ve o kadar yakından ıskalaması imkansızdır. Atmalı oyunda atış yaptığın kutu çok önemlidir, ne kadar ağır olursa istediğin yere oturtmak o kadar kolaylaşır. Sırf atış yapmak için özel kutular ayarlanır. İç içe geçirilen birkaç kutu dövülerek düzleştirilir. Bu şekilde ağırlığı artırılan kutulara "atcek" denir. En değerli kutu olarak, bütün kutular üttürdükten sonra ancak atceği kaybedebilirsin. Atceğini üttürmek, bir oyuncunun düşebileceği en zelil durumdur.

    Dikmeli kutuda, belli miktar kutu yere çizilen bir daire içine veya bir çizgi üzerine üst üste dizilir. Dikmek budur. Sonra belirlenen bir mesafeden atış yapılarak kutular dikildiği yerden dışarı çıkarılmaya çalışılacak. Atışlar 'leplik' denilen yassı taşlarla yapılır. Lepliklerin yalabık olması, iyi kaymasını ve böylece daha fazla kutuyu çıkarmasını sağlar. Leplikler bu yüzden gayraktan seçilirdi. Daha sonra mermer parçaları ortaya çıktı, onlar oyuncuya büyük avantaj sağlıyor derken... Ağır demir plakaları leplik olarak kullanan bir çocuk bizi soyup soğana çevirmişti. O leplikle atış yapan Apdılla'ya dersini başka türlü verdik. 

    Amcamdan duyduğum bir bilgi: Bizden bir önceki nesile ait birkaç çocuk, bir bayram günü sel yolağına  düşüvermişler, Dağ'a kadar... Leplik getirmeye gidiyorlar...

 1970'lerde bir çocuğun dünyasında kutunun yeri ve önemi anlaşıldı sanırım. Sabahın köründe, daha sığır-bızağı sürülürken kahvelerin önüne ilk giden biz olmak isterdik. Geceden süpürülüp atılan kutuları toplamak için. Sonra onların içindeki mantar contaları sökme faslı başlardı. Bir bütün olarak çıkarmak isterdik nedense. Sonraları mantar contadan vazgecip plastiğe döndüklerinde o zevkten de mahrum kaldık.

    Bir keresinde Gazlıgöl hamamından erken çıkmıştık. Bir düğünün gızhamamıydı herhal. Daha milletin çıkıp toplanmasına çok vardı. Pis suyun aktığı derince bir derenin kenarında o güne kadar görmediğimiz çeşit çeşit yüzlerce kutu şıldır şıldır bize bakıyordu. Durur muyuz! Hemen atladık, eski gurpsuz bir bakırcaya doldurduk güzelce. Yok hamamdan yeni çıkmışız, yok mis gibi yıkanmışız, hiç umurumuzda değildi. Motur arabasının köşesine sıkıştırdığımız bir kova dolusu pis kutuyla ne kadar mutluyduk.

    1975 yılının o sıcak yaz gününde, Abdullah'ın bir teneke kutusunu çalan Osman ile bendim. Çoğunu o demir leplikle bizden ütmüştü zaten. Yine de izleri yok etmek için hepsini delip tele dizdik. Kolye gibi telden çıkarıp çıkarıp ütülüyorduk. Belki de hepsini yine ona üttürdük; ama soyguncuların kim olduğunu Abdullah hiç bir zaman anlayamadı.


10 Ekim 2021

İpçorap

    Bugün giydiklerimize tireçorap derdik. Nadirattan şeylerdi ve biraz da statü göstergesi. Bunlardan bir çiftin varsa, topuğundan delindikçe annen yamar, sen giymeye devam ederdin. Yazın giyilirlerdi; ama biz koca yazı yalınayak geçirmeyi tercih ederdik.

    Yaz neyse de kış için mutlaka ip çorap örülürdü. Yün çoraba Anıtkaya'da böyle derler. Kar yere düşmeden herkes için mutlaka bir çift örülüp hazır edilirdi. Tabi bunu söylemesi kolay, halbuki uzun bir sürecin sonudur çorap örmek.

    Koyunlar gırkılınca yünler öylece bırakılmaz. Yapağı yağlıdır, üstünde koca bir yılın kiri vardır. Bunlardan temizlemenin yolu onu yıkamaktır. Bir çeşmenin son aharında veya en iyisi Buñar'da bir güzel yıkandıktan sonra kurutulur. Arasına saman saşgı girmişse ayıtlanır. Taranır. Bunun için özel, yerde sabit ve dikey duran taraklar vardı. 

    Sıra eğirmeye geldi. Temizlenmiş yünü bükerek ip haline getirmenin adıdır eğirmek. Bunun için özel ve güzel bir aparat geliştirmişler, asırların tecrübesiyle. Değişik biçim ve adlarla Türkiye'nin her yerinde var bu aletten. Bizdeki adı kirman.

    Enlemesine yay biçiminde oyulmuş iki ağaç. Biri böğründen delinmiş, öyle bir delik ki içinden diğer kambur kardeş geçecek büyüklükte. Kardeşler birbirine kenetlendiğinde, bu sefer dikey olarak ikisinin göbeğinden yeni bir delik açılmış. Bu seferki küçük, işte çapı en fazla 1 santim kadar filan. Bu delikten bir mil veya pim görevinde 20-25 santimlik bir çubuk geçecek. Kirman sapı denilir kendisine. Görevi; kambur kardeşleri birbirine bağlamak, aynı eksende dönmesini sağlamak, ucundaki kertik sayesinde yapağı ile ipe dönüşmüş kısmı birbirinden ayırmak ve yatay dört kanadın alt ve üstünde iki kanat daha oluşturarak ipin sarılmasını sağlamaktır. Görevinin karmaşıklığına bakmayın, basit ince bir değnek işte.

    Önceğinin iki ucunu beline sokarak basit bohça oluşturmuş, içine yapağı tıkmış. Aldığı bir parça yapağıyı koluna dolamış. Diğer eliyle döndürdüğü kirmanın uzantısıyla iki elinin parmaklarını kullanarak koldaki yapağıyı inceltip büküyor. Bu hareketin etkisiyle bilemedin 10 saniye dönen kirman ile belki bir karış ip oluşur. Sonra yine döndürülür, bir karış daha... Kirman sapının ucu yere değene kadar buna devam edilir. Kertikte düğümlenmiş ip çözülerek yeni elde edilen ip kirman kanatlarına sarılır. Kirman sapı yere değene kadar yine yün bükülür, sonra sarılır. Kirmanın yere uzaklığı ne kadar fazlaysa bir postada o kadar fazla ip bükülmüş olunur. Bu yüzden kirman eğiren ya ayakta duracak ya da seki gibi bir yere oturacak. Bu esnada fazla inceltilirse yapağı kopabilir, dert değil; kirman dönerken iki yapağı ucu birleştirilerek ustaca eklenmiş olur. Aynı ustalık, kirman sapının kertiğindeki düğümü başparmak ucuyla çözerken de görülebilir, ipi kirmana sararken de... Kirman şişmanladığında ip yumağını çıkarma vakti gelmiştir. Bunun için kirmanı bozmak gerekir. Önce sap alttan çekilerek çıkarılır. Diğerinin içinden geçen kıvrık kirman boşa çıkmış olur, onu da çekip çıkarırlar. Artık yumağı tek kirmandan çıkarmak kolaydır. 

    Kirman eğirmek budur işte. Aslında bunun belli bir vakti yoktur. Gırkımcılardan sonra iş evin ninesindedir. Yünü temizleme, ditme, eğirme işini kış gelmeden bitirmelidir. Artık torununu yanına alan nineler bir köşebaşında veya gocagapı altında yukarıda anlattığım manzarayı oluşturur. O kadar karmaşık işi otomatiğe bağlanmış elleriyle seri bir şekilde halleder. Bu arada hem dedikodusunu eder hem de torununu avutur.

    İpler hazır. Keskin dıgaklı 5 şiş ile çorap örme başlasın. Bunda da bir hüner var elbet. Burundan başlama, din sayısını belirleme, provalarla goncu dönme, seri bilek hareketleri, gıyılama ve bitiş. Usta bir örgücü, çiftini bitirmeden içi rahat etmeyendir.

    Çorap örerken kullanılan özel teknikler ve nakışları da demek lazım. Özellikle gonç dönemecinde başvurulan tekniğin adı ilgi çekici: "galdıragıyı-yatıragıyı"... Yatay ve dikey nakışlardan bahsedildiği hemen anlaşılıyor. Bir de biterken şerit şeklinde konulan lesdik yani çorap ağzı... Orada en çok kullanılan nakışın adı "suyolu"... 

    Çorap veya fanne... Örgü sırasında gelen gidenin uğursuzluğuna dair kadınlar arasında yaygın ve eğlenceli bir batıl inanç vardır. Buna göre sen örerken kapıdan ağırcanlı, yavaş biri girerse senin iş çok zor biter. Aksine, tetik, hızlı biri girdiğinde işinin nasıl bittiğini anlayamazsın. Bu yüzden birbirlerine takılırlar: "Galk gı, bi çıkıp gir de işim üresiñ..."

    Herkesin yıllık bir çift ipçorap hakkı vardır. İlk giyişte kaşıntı yapar; ama birkaç güne alışır, bir şey kalmaz. Fazla galgıdığımız için topuktan delinmeye başlardı bizim çoraplar. Zaten yün çabuk delinmeye meyyaldir. İkinci delinme yeri de başparmaktır. İlk fırsatta anneler, nineler; bu sefer tek şişle gözerler. Kış çıkana kadar delinme-gözeme birkaç kez tekrarlanır. Yedeği olmadığı için ipçorap yıkandığı pek nadirdir. 

    Bazı ihtiyarlar yaz kış ipçorap giyerlerdi. Dizkapağının üzerinden bağlayanlar da vardı. Onları gördüğümde 'bu sıcakta nasıl rahat ediyorlar' diye şaşırırdım. Meğer tire çoraplar gibi terletmezmiş ipçorap. Bir de insan bedeninden alışkanlık yaparmış yün. Kazak olsun, çorap olsun alıştırdıysan, sürekli onu istermiş. İhtiyarların ipçoraptan vazgeçmeme sebebi bu. Tabi sonradan öğrendik bütün bunları.

    Yemeninin içine giyiyorduk biz. Karda, buzda gayık kayarken ister istemez içi kar doluyor. Buz kırılıyor, suya banıyorsun; ayakların göl oluyor. Çocukluk işte, üşüdüğümüz için değil evden azar işitmemek için çorapları kurutmak isterdik. Bunu da anca fırında yapabilirsin. Kurutuyorum diye küle beleyenler mi ararsın, ucunu yakanlar mı. Bir keresinde ıslak çorapları fırın taşında unutup yalınayak köşe kapmacaya dalmıştık da çorapların fena halde kızardığını ancak kokusundan farkedebilmiştik. Ne günlerdi...

    Bütün bunlar, 500 çift çorabımızın olduğu bugünlerden kırk yıl kadar uzakta olup bitiyordu. Yapağının da, kirmanın da, ipçorabın da cenazesini kaldıralı çok oldu...



07 Ekim 2021

Yetimler

     
    Hacılar geniş bir sülale. "Azbay" soyadını taşıyan herkesi bu daireye katabiliriz. Resmi kayıtlarda Arzımanoğulları diye geçiyor; ama sülalenin varıp dayandığı "Arzıman" hakkında bir bilgi yok... Bununla beraber 1830 kayıtlarına göre Eğret'te üç Arzımanoğlu hanesi bulunuyordu. Bunlardan birinin uzantısı Kelahmetler ile Davılcıarifler; diğeri de Kelsalekler ile Çullular oluyor. Konumuzu teşkil eden üçüncü Arzımanoğludur...


     Kayıtlar tutulduğu sırada Arzımanoğlu Mehmet henüz bıyığı terlememiş bir delikanlı, daha 16 yaşında. Babası Mustafa vefat etmiş, ama annesi sağ; adı da Emine... Murat kızı Emine... (Emine Hanımın Aşşağılıların kızı olduğu tahmin ediliyor. Sonradan Murat isminin hem Takgaslar hem de Yetimlerde ortaya çıkmasının sebebi bu Murat kızı Emine'dir) Mehmet'in Nazike adında bir de kız kardeşi var; ama onun akıbeti bilinmiyor... 

    Arzımanoğlu Küçük Mehmet

    16 Yaşında evin reisi olarak, kaydın tutulduğu 1831 yılında büyük ihtimal evliydi...  Bir de orta boylu biri olarak tasvir edilmiş, o halde kendisine 'Küçükmehmet' denilmesinin sebebi boyu olamaz... 1815 Yılında doğduğunda dedesi Arzımanoğlu Mehmet de hayattaydı, iki Mehmet'i karıştırmamak için buna 'Küçükmehmet' dediler ve küçükken takılan bu lakap ölene kadar peşini bırakmadı... Küçükmehmet denmesine en mantıklı açıklama bu gibi duruyor... 

    Bütün bu bilgileri Arzımanoğlu Mehmet'in mirasının paylaştırıldığı mahkeme kararından öğreniyoruz. 1865 tarihli tereke kaydında kendisinden "Küçük Mehmet ibn-i Elhac Mustafa bin Mehmet" diye söz ediliyor. Mehmet'in oğlu Hacı Mustafa, onun da oğlu Küçük Mehmet, 1865'te vefat ediyor. Buna göre elli yaşında ölmüş oluyor. 

    Terekesinden biraz söz edersek; hemen her terekede olan ıvır zıvır ve hububattan başka, miras olarak bıraktığı hayvan varlığını söyleyelim: 5 kısrak, 2 buzağılı inek, 1 inek, 1 tosun, 1 düğe, 2 kancık eşek, 2 bir yaşında eşek, 1 çift koşum camızı, 3 öküz, 1 kancık camız, 1 camız düğesi, 5 kovan arı, 155 ana koyun, 32 erkek toklu, 35 ana keçi, 10 erkek-kancık oğlak, 4 koç... Küçük baş hayvanlar için bir 1 koyun ağılı olduğu da yazılmış... Ayrıca başka terekelerde rastlanmayan 2 takım urba da zikredilmeye değer... Bütün bunlardan, Küçükmehmetin varlıklı biri olduğu söylenebilir.

    Başa dönelim... Küçük Mehmet'in iki hanımı vardı: Mehmet kızı Hatice ve Abdullah kızı Fatma... Hatice Hanımın Çolömerlerden olduğuna dair bir söylenti var. Sanırım Selimler kastediliyor, çünkü o vakit henüz Çolömerler yoktu... Selimoğlu Hacı Ali'nin erken ölen Mehmet adında bir oğlu vardı, bu söylentiye göre Hatice onun kızı olmalı... Diğer eşi Fatma hakkında bilgi yoksa da onun Arzımanoğlu Abdullah kızı olduğu tahmin edilebilir.

    Çocuklarının hepsi de Hatice Hanımdan... Üçü kız üçü oğlan, altı çocuğun altısı da Hatice'nin çocukları... Yaş sırasına göre isimleri; Şerife, Mustafa, Ahmet, Satı, Murat ve Emine'dir... 1835 Doğumlu büyük kızı Şerife, Eğret'e yeni gelen Arapselim eşi oldu. Ortanca kızı, 1859 doğumlu Satı ise Deliveyis kardeşi Mustafa eşi oldu. (Deliveyis, Çapar Mehmet Dadak ile Hamdi Hocanın dedesi olur.)... Küçük kızı Emine 1864 yılında doğdu. Emine Hanım da Daldalların Ömerçavuş eşi oldu. Kipilmahmutun analığı, Haytanın kayınvalidesidir...

    Küçükmehmetin Mustafa, Ahmet ve Murat adındaki üç oğlunun incelemesiyle, Hacıların günümüze kadarki macerasını göreceğiz.

    1. HACI MUSTAFA

    Küçükmehmet, 1848 yılında doğan büyük oğluna babası Mustafa'nın adını verdi... Arzımanoğlu Mustafa da babası Küçükmehmet gibi iki hanımla evliydi. İlk eşi Hatice Hanım, Selimoğlu Ahmet kardeşiydi. Daha somut bir tarif gerekirse, Hatice Hanım Paşagızıların Egekemal ve Egehasanın dedelerinin kardeşi olur. Mustafa'nın anasının da Selimlerden olduğunu unutmayalım...

    İkinci eşini, ilk eşi Hatice'den üç kızı doğduktan sonra aldı. 1876'da Dudu, 1878'de Fadime ve 1890'da Hatice doğmuştu. Küçük kızına bu ismi vermesinin sebebi annesinin adı da Hatice olmasıdır... İkinci eşi ise Arzımanoğlu İdris'ten dul kalan Havva Hanımdır... Havva Hanımın yanında tay gelen Fatma, ileride emmioğlusu Davılcıarif eşi olacaktır...

    İkinci eşi Havva Hanımdan iki oğlu oldu; 1904 yılında Halil İbrahim ve 1908'de Halil... Oğlanlara geçmeden önce ablalarına geri dönelim; çünkü onların üçü de daha oğlan kardeşleri doğmadan gelin olmuşlardı. Büyük kızı Dudu, Ayanoğlu Osman eşi oldu; Hacıahmetlerin Sarışükrünün anası, Tuna Hüseyin Kayır'ın da ninesidir... Ortanca kızı Fatma, Hassönlerin Hacı Hasan (Hacı Efe) eşi oldu; Çilmahmutun anasıdır... Küçük kızı Hatice ise Hacellerden Mustafa eşi oldu; Hatice ile Mustafa hala-dayı çocuklarıdır, çünkü Mustafa, Satı Halasının oğludur. Eşi vefat edince abisi Hacının İbramın yanına geldi ve 1940 yılında orada vefat etti...

    Hacının İbram

    Bu arada Küçükmehmetin oğlu Mustafa Hacca gittikten sonra 'Hacı Mustafa' değil, kısaca 'Hacı' diye anılır olmuştu. Zaten sülaleye de Arzımanoğlular yerine Hacılar diyorlardı. Herkes Hacıydı çünkü... Dipdede, Hacı Mehmet; dede, Hacı Mustafa; baba, Küçükmehmet de Hacıydı... Sonradan küçük kardeşi de Hacı Murat olacak...

    Hacının küçük oğlu Halil, 1908 yılında doğdu. Bunu 20. yüzyıl başı nüfus kayıtlarından öğreniyoruz. Ne yazık ki Halil hakkında bugüne ulaşabilen başka bir bilgi bulunmuyor. Küçükken öldüğü anlaşılıyor.

    Büyük oğlu Halil İbrahim, kısaca İbrahim olarak bilinecek, ama kendisinden hep 'Hacının İbram' diye bahsedilecektir... Hacının İbram, Veyisler/Daldalların Hasan kızı Rabia ile evlendi. Jandarma Çavuşu Aydınlı Deli Mehmet ile bacanak oldular, çünkü O da Rabia'nın kardeşi Hatice ile evlenmişti... Neticede Hacının İbram ile Rabia Hanımın çocukları olmadı. Bu arada Rabia'nın kardeşi Hatice vefat edince öksüz kalan Ömer'i (Öksüz Ömer Acar) baktılar büyüttüler, hatta everdiler...

    Yıllar geçti, eşi Rabia Hanım vefat etti. Yalnız kalan Hacının İbram tekrar evlenmek istediyse de olmadı... Günahı boynuna, buna karınkardeşi Fatma'nın mani olduğu söyleniyor. Güya kardeşi öldüğünde malı mülkü eşi ve olursa çocuğuna kalırmış...

    1970'lerde bir gün, Mantar Osman Aliyelerin Odaya telaşla girdi. Evinde İbram Emmisinin tepki vermediğini, ölmüş olabileceğini söyledi. Bir kaç delikanlıyla birlikte varıp baktılar ki gerçekten ölü uzanmış yatıyor. Birden nefes almaya başladığı farkedildi, ölü dirilmişti. Yine de durumu kötüydü. Apağın dolmuşun arka koltuklarına yatırıp Afyon'a doktora götürdüler... Bu olaydan sonra Hacının İbram bir müddet daha yaşadı; ama iflah olmadı ve o kış, 6 Ocak 1974'te vefat etti. Mal varlığı ve bankadaki otuz bin lira kadar parası yeğenlerine kaldı... 

    2. AHMET

    Küçükmehmetin ortanca oğlu Ahmet, 1856 yılında doğdu. Babası öldüğünde 7 yaşındaydı. Ayanoğlu Ömer kızı Rahime (kütüke Halime) ile evlendi. Rahime Hanım, Patlak İbram ve Çete Mehmet'in halaları olur. Ayrıca Hacıların Ahmet bu evlilikle; Çatalların İbrahim, Tongulların Hasan ve İdirizlerin Hamsinci Mustafa ile bacanak oldular. 

    Rahime ile Ahmet'in 1904 yılında bir kızları oldu, adını Şerife koydular. Bu kızın evlilik kaydı bulunmuyor. Akıbeti hakkında da bir şey bulamadım... 

    Küçükmehmetin bu ortanca oğlu Ahmet 1934 yılında vefat etti. Eşi Rahime ise, kendisinden sekiz yıl sonra 1942'de öldü. Şerife'den başka çocukları olmadığı için bu defter de kapandı...


    3. HACI MURAT

    Arzımanoğlu Küçükmehmetin en küçük oğlu 1860 yılında doğdu. Ona anasının babası (yani dedesi) adı olan Murat ismini koydular. Hacca gittikten sonra kendisine 'Hacı Murat', ailesine de 'Hacımuratlar' denilecektir. 

    Hacımurat, Hacapdıramanlardan Ayşe ile evlendi. Tekelioğlu Hüseyin (yani Bilallerin dedesi) ile bacanak olurlar.

    Üçü oğlan ikisi kız, beş çocukları oldu. İsimleri; Emine, Mehmet, Şükrü, Osman, Hatice'dir... Büyük kızı, 1889 doğumlu Emine önce Hacıların  Arzımanoğlu Mustafa'ya vardı. (Bu Mustafa, Kelsaleğin emmisidir.) Mustafa Cihan Harbinde kalınca Emine Hanım, Mardakların Hasan'a varacak ve ileride Hatcamehmetin anası olacaktır... Küçük kızı Hatice 1897 yılında doğdu. O da Ayanoğlu Ahmet, yani Garahmet eşi olacaktır. Hatırlanacağı üzere Hacı Mustafa'nın kızı Dudu da Ayanoğlu Osman'a varmıştı. Yani iki emmi kızı elti oldular... 

    Hacımuratın 1896 doğumlu küçük oğlu Osman çok büyük bir ihtimalle 1. Dünya Savaşı şehitlerinden. Cihan harbi için "her evden en az bir şehit" dedikleri kadar var. Hele Çanakkale en yakın cephe olduğundan kayıtdışı bir sürü de gönüllü gidiyor. Ayrıca diğer cephelerdekileri de katarsak Eğret'ten 200'den fazla Cihan Harbi şehidi var.  Osman da onlardan biri sanırım... 

    1909 yılının Eğret Muhtarı olduğuna dair bir belgede Hacımuratın adı geçiyor. Kaç yıl bu görevi sürdürdü bilinmiyor; ama Muhtarlığı sırasında, sonradan yerine şimdiki Kuran Kursu yapılmış olan Hacıların Odayı Muhtar Odası olarak kullandığı hala anlatılıyor...  Şimdi Hacı Murat'ın diğer iki oğluna bakalım...

    Sağır Mehmet

    Hacımuratın büyük oğlu 1891 yılında doğdu. Dedesi Küçükmehmetin adını koydular, ama ona hep 'Sağır Mehmet' diyecekler...

    Sağırmehmetin üç evliliği var. Önce Ayanoğlu Hasan (Galgancılar) kızı Fadik ile evlendi. Fadik Hanımın annesi Garahmetlerden Ayanoğlu Halil kardeşi. Sağırmehmetin bir kardeşi ve bir emmi kızı da Ayanoğlu Halil çocuklarına gelin gitmiş; öncesinde Ahmet Emmisi Patlaklardan Rahime Hanım ile evlenmişti. Kısacası, Fadik Hanım ile evliliğinde Ayanoğulları ortak bağı söz konusudur... Fakat Fadik Hanımdan Sağırmehmetin hiç çocuğu olmadı...

    İkinci evliliğini Selimoğlu Ahmet kızı Ayşe ile yaptı. Ayşe Hanım Melezin kardeşi, Keçimehmetin halasıdır. Sağırmehmetin Hatice Ninesi Selimlerden olduğunu unutmayalım... Ayrıca bu evliliğiyle Eyüplerin Ahmetçavuş ve Çatalların Cemal (Boduoğlu babası) ile bacanak oldular. Çatallarla yine Ayanoğulları paydasında bir bağ zaten söz konusuydu... Bu akrabalıkların ötesinde Sağırmehmetin altı çocuğu da Ayşe Hanımdandır...

    Ayşe Hanım ile Sağırmehmetin üçü kız üçü oğlan, altı çocuğu oldu. Bunların isimleri; Fadime, Hacer, Ayşe, Murat, Osman ve İbrahim'dir... Ayşe Hanım 1945 Yılında vefat ettikten sonra Sağırmehmet üçüncü kez evlendi. Yalnız bu evliliği merhum eşinin küçük kardeşi Sendir (Fadime) ile oldu. Öksüz çocukların bakımıyla ilgili olduğu düşünülen bu evlilikten çocuk yok. Sendir Hanım da 1988 yılında vefat etti...

    Altı çocuğa tekrar dönecek olursak; 1908 yılında doğan büyük kızı Fadime, önce Tekelilerin Kadir'e vardı; ayrıldılar. Sonra Garacanın eşi oldu, ondan da ayrıldılar. Babasının evinde 1992'de vefat etti... Ortanca kızı Hacer, Hatiplerin Deliahmet eşidir... Küçük kızı Ayşe ise Takgasların Mehmet Hoca eşi oldu...

    Tülü Murat
    Sağırmehmet 1923'te doğan büyük oğluna, dedesi Hacımuratın adını koydu. Altı kuşak sonra bu adı taşıyan üçüncü nesildir... Torun Murat ölene kadar iki lakapla anıldı; 'Tek Murat' ve 'Tülü Murat'... 

    Tülümurat önce Delimamın Ali kızı Nazik ile evlendi, Halil adında bir oğlu olduktan sonra Nazik Hanım ile boşandılar. İkinci olarak Arapların Bezekinin kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım, yanında eski eşi Cavaların Mehmet'ten Hatice isimli kızı tay olarak gelmişti. 

    Yaşları kemale erince karı koca çocuklarını başgöz ettiler... Halil-Hatice çifti Afyon'a yerleşti ve orada bir kız üç oğulları oldu. Kızları Satı 1991 yılında vefat etti. Üç oğlunun büyüğü Murat, Gödeşlerin Ramazan kızı Sebile ile evlendi; Ahmet Enes, Feride ve Halil İbrahim adlarında üç çocuğu var... Ortanca oğlu Gökhan İsçehisarlı Fadime ile evlendi; Haticenur, Ayşenur, Fatmanur ve Elif Miray adlarında dört kızı var... Küçük oğlu Samet de Afyonlu Fatma ile evlidir... Tülümuratın Halil, 2023 yılında vefat etti, çocukları halen Afyon'da yaşıyorlar... 

    Bu arada Ayşe Hanımla Tekmuratın da Mehmet adını verecekleri bir oğulları oldu. O da malum olduğu üzere Sağırmehmetin adını taşır... Mehmet de erken dönemde Afyon'a yerleşti ve orada Anıtkaya dışından Hatice Hanımla evlendi. Murat Suat ve Büşra adlarında bir oğluyla bir kızı var. Büşra, Işıklar/Doğanlarlı bir beyle evli. Murat ise Seydilerli Sibel ile evlendi; Mehmet Aziz, Erol ve Ecrin adlarında üç çocuğu var...Tekmuratın Mehmet de çocukları ve torunlarıyla Afyon'da yaşıyor...

    Tekmurat ve eşi Ayşe Hanım, iki yıl arayla 2004 ve 2006'da arka arkaya vefat ettiler...


     Mantar Osman
     Sağırmehmetin ortanca oğluna Osman adını koymasının sebebi Cihan Harbinde şehit olan kardeşinin hatırasıdır... 1927 Yılında doğdu... Onun lakabı da 'Mantar Osman' idi. Neden böyle bir lakap takıldığı bilinmiyor; ama 'Mantaroğlu' zamanla bir marka haline geldi...

    Mantarosman Şaşdım Halil kızı Azime ile evlendi. Bakkallık yapmasına bir sebep, Şaşdımlarla bu bağı olabilir... Bir oğlu ve iki kızı oldu; 1955'te Mehmet, 1958'de Ayşe ve 1964'te Hülya doğdu. Kızlar Anıtkaya dışına gelin oldular. 

    Demirci/kaynakçı olan Mehmet ise işinde 'Mantaroğlu' adını kullandı. Halen Anıtkaya Sanayi esnafındandır. Dedesinin adını taşıyan Mehmet, Ayımevlüt kızı Şerife ile evlendi. Semra ve Kıvanç isimlerinde iki çocuğu oldu. Semra, Çolakların Mehmet Ali oğlu Ömer Kurt eşidir. Kıvanç ise, Daldalların Gocayörük oğlu Gümüş İbrahim kızıyla evlendi...

    Mantarosman 2013 yılında vefat etti. Şaşdımhalilin kızı olan eşi Azime Hanım, onun ölümünden sonra çok beklemedi ve 2016'da vefat etti...

    İbrahim Azbay
    Ve Sağırmehmetin küçük oğlu İbrahim 1936 yılında doğdu. Yenimısdığın kızı Sare ile evlendi. İbrahim'in de bir oğlu ve iki kızı oldu. Kızları Ayşe ve Ümmühan, Gağşakların Ali'nin iki oğluna vararak elti oldular... Oğlu Mehmet'e ise  'Gıytak' lakabı takıldı. Sakallının kızı Fatma ile evlenen Gıytak Mehmetin İbrahim ve Onur adında iki oğlu var...

    Sağırmehmetin üç oğlunda da birer Mehmet olduğunun altını çizelim. Manraosman ile İbrahim birer kızlarına Ayşe adını vermişler. Tülümurat'ın bir kızı olsaydı herhalde ona Ayşe ismini koyacaktı. Böylece 1950'de vefat eden babaları Sağırmehmet ile 1945'te ölen anaları Ayşe Hanımın adlarını yaşatmaktaki ısrarı saygıdeğer buluyorum...

    Şükrü

    Hacımuratın ortanca oğlu 1892 yılında doğdu, adını Şükrü koydular. Bir kişinin hısım akrabasının belirlenmesinde isimlendirmelerin önemini az çok biliyoruz. Çocuğa tesadüfen isim verilmiyor, insanların bu hususta dikkat ettikleri etmenler var... Şükrü ismi konulurken de genellikle şükür duygusundan hareket ediliyor. Lakin bir sülalede herhangi bir ismin yaygınlaşmasında her zaman bu ilk ortaya çıkış duygusu esas alınmıyor. Zamanla bir yakının hatırasını yaşatmak için onun adı çocuklara veriliyor... Yetimler-Takgaslar-Garahmetler bağı anlaşıldığına göre, üçünde de Şükrü adının varlığına ayrıca dikkat çekmek istedim...

    Şükrü'yü Hatiboğlu Mahmut kızı Sabire ile everdiler. Sabire Hanım, Mollosman ve Deliahmetin kardeşleridir. Bir kızları ve iki oğulları oldu Sabire ile Şükrü'nün... Muzaffere, Mevlüt ve Mahmut... Muzaffere, Sıntırların Ramazan eşi oldu... Oğlanlara bakacağız...

    İki oğluna geçmeden önce Şükrü defterini kapatalım... 1955 Yılında vefat etti... Ortalama bir insan kadar yaşamış yani... Biz zannederdik ki Şükrü genç yaşta vefat edince üç küçük çocuğu yetim kaldığı için onlara 'Yetimler' dediler... Oysa Hacımuratın Şükrü vefat ettiğinde küçük oğlu askerden gelmişti. Tamam, babası ölen biri yaşı kaç olursa olsun yetimdir; ama onlara Yetimler denmesinin sebebi babaları Şükrü'nün ölümü değilmiş. Dost meclisinde yapılan espri mahiyetinde 'yetim gibi' benzetmesinden sonra bunların lakabı öyle kalmış... Lafın tam burasında aklıma Arzımanoğlu Küçükmehmet geldi. Baban Hacı Mustafa erken ölüyor; annen ve bir kızkardeşinle kalakalıyorsun. Küçük omuzlarına kocaman yük biniyor ve adın Küçükmehmet kalıyor. Acaba diyorum, Yetimlerin bu lakabı bir asır önceki dedeleri Küçükmehmetten mi geliyor... İlk Yetim, Arzımanoğlu Küçükmehmet olamaz mı?..

    Yetimlerin Şükrü'nün hanımı, Hatipler kızı Sabire Hanım, eşinin ölümünden çok sonra 1980 yılında vefat etti...

    Goca Yetim
    Şükrü'nün 1929'da doğan büyük oğlu Mevlüt'e 'Goca Yetim' diyorlardı. Mollosmanın kızı Raike ile evlendi, eşiyle hala-dayı çocukları oluyorlar... Yedi çocukları oldu, bunların biri oğlan. İsimleri; Hüsniye, Ayşe, Necati, Hüsniye, Şükran, Hanife ve Selime...

    1948 Yılı kışında bir felaket yaşandı. Büyük kızları Hüsniye ile Muzaffere halasının (Sıntırırmızanın) oğlu Hüseyin kaybolmuşlardı. Gocagırda donarak ölmüş olarak bulundular... İkinci Hüsniye, merhume ablasının adını taşır... Kızların evlilikleri şöyle oldu: Ayşe, Hatiplerin Yaşar Aykaç; Hüsniye, Gobakların Ali Kopan; Şükran, Hacıeminin Ahmet As; Hanife, Kölgecilerin Ömer Kayır; Selime de Hacıların Demirciziya oğlu Süleyman Azbay eşi oldular...

    Gocayetimin tek oğlu Necati 1954 yılında doğdu. Sıntırırmızanın (Muzaffere halasının) kızı Atike ile evlendi. Onların da üç kız iki oğulları oldu: Sabire, Sebile, Havva, Aydemir ve Mevlüt... Sabire, Tongullar Hasan oğlu Ahmet Özen; Sebile, Keçilerin Mevlüt oğlu Ali Seçen; Havva, Sıntırların Ramazan oğlu Kazım Sımsıkı eşi oldular...

    Necati'nin büyük oğlu Aydemir, Hakkıların Kahvecikadir kızı Selime ile evlendi. Azra, Asya ve Necati Ayaz isimlerinde üç çocuğu var... Küçük oğlu Mevlüt ise Yörüklerin Süleyman kızı Satı ile evlendi. Ecrin adında bir kızı var...

    Gocayetim kendisi 1990; oğlu Necati 2009; eşi Raike Hanım ise 2013 yılında vefat ettiler...

    Güçcük Yetim
    Hacımurat oğlu Şükrü'nün küçük oğlu Mahmut 1932'de doğdu, dedesi Hatipoğlu Mahmut adını almış. Ona da 'Güçcük Yetim' derlerdi. Mollosman Dayısının Mahmut'tan torunu Gülsüm ile evlendi. Yani Gülsüm Hanımla, Raike Halası ile elti oldular... 

    Dört çocukları oldu, bunların bir erkek; Fidan, Rafet, Fadime ve Meryem... (Fidan ile Rafet arasında Şükrü adında bir oğulları vardı. 1958 yılında doğan Şükrü, yakalandığı bir hastalıktan kurtulamayıp 1967 yılında vefat etti.) 

    Büyük kızları Fidan, İlyenli Mehmet ile evlendi. Ortanca kızı Fadime, Manavların Dodiri oğlu Adem eşi oldu. Küçük kızı Meryem ise Hatiplerin Godalemin oğlu Osman'ın eşidir...

    Küçük Yetim Mahmut'un tek oğlu Rafet, 1961 yılında doğdu. Çolakların Mehmet Ali kızı İncilay ile evlendi. Yücel ve Gülsüm isimlerinde bir oğlu ve bir kızları oldu. Gülsüm, Anıtkaya dışına gelin oldu... Yücel ise Deliahmetin Emin kızı Hacer ile evlendi. Rafet ve Mahmut olmak üzere iki oğlu var...

    Güçcük Yetim Mahmut, 2012 yılında vefat etti...

    Kısa özet: 19. Yüzyıldan 20. yüzyıla Arzımanoğlu Küçükmehmetin oğullarından Hacı Mustafa ve Hacı Murat çocukları intikal etti. Mustafa dalı Hacının İbram ile tıkandı. Hacımurat dalından da Sağırmehmet ve Şükrü kolları 21. yüzyıldalar... Soyisimleri diğer Arzımanoğulları gibi AZBAY...


04 Ekim 2021

Kekik

     Kekikle tanıştığımda Rize çayı henüz hayatımızda saltanatını kurmuş değildi. Kahve ondan daha yaygındı ve zaten bir süre sonra tüpgaz, margarin, gazyağı kuyruğu gibi çay kuyrukları da oluşmaya başlayacaktı. 100 gramlık paket çayları beklerken çuvaldan kesekağıdana konulmuş çayla dükkandan çıktığında mutlu oluyordu insanlar. Kahvelerde içiliyordu; ama evlerdeki hayata kendini yerleştiremeden böyle bir sıkıntı oluşmuştu. Onun yerine bizde kekik içilirdi.

    Kekik çayını içiyorduk ama canlı bir bitki olarak onu hiç düşünmemiştim. Tanışma dediğim olay onu ilk defa ot olarak görmemdir. Herhalde 7-8 yaşlarındaydım, Söğütcük tepesine malları çevirmeye çıkmıştım. Gırañda, dikenler arasında sürünen bir ot dikkatimi çekti. Koparıp koklaya koklaya malları çevirdim, sonra cebime soktum ve unuttum. Evde çıkardığımda "hemen bugudacık mı getdiñ" deyip çaydanlığa atıp kaynattılar. Severek içtiğim kekikmiş meğer kopardığım. 

    Bundan sonra her fırsatta Söğütcükten kekik getirecektim. Yaşım ilerledikçe başka gırañlarda da yetiştiğini farkettim. Gördüğüm yerde kekik toplayıp cebime doldurmak merak haline gelmişti. Gırañ kekikleri güneşin annecinde fazla büyümez, en fazla dalları yere yapışık bir şekilde 8-10 santim kadar uzarlar. Yaprakları da pek küçük olur. Küçük, hep tozluymuş gibi görünen sert yapraklar. Ağzına kılığına bakmadan bir de çiçek açar gırañ kekiği. Yaprağı gibi çiçeği de solgundur. Kayaların arasından o suya nasıl erişiyor, o canlılığı yaprağına çiçeğine nasıl ulaştırıyor, bir muamma. Hepsinden önemlisi şu gösterişsiz haliyle o keskin ve güzel kokuyu neresinde barındırıyor? Çiçekte desem, daha çiçek açmadan türüm türüm tütüyor. Yaprağın içinde desem, yaprağı ezmeden kokuyu alıyorsun. Zaten yaprak dediğin de yaprağa benzese bari...

    Gırañ kekikleri orda beklesin, ben asıl anlatacağıma geleyim. Bundan 10 yıl kadar önce Afyon'dan binlerce kilometre uzakta 75 yaşında biriyle karşılaşmıştım. Turgutlulu idi. "Nerelisin?" dediğinde, "Afyonluyum" diye kısa künye okudum. "Neresinden?", diye devam etti. "Bilmezsin, merkez bir köy" dedim. "Yav ben oraları iyi bilirim, sen söyle" diye ısrar edince; "Anıtkaya, eski adı Eğret" cevabını verdim. "Bak" dedi, "Sizin dağın kekiğini yiyen hayvanın etindeki lezzet, başka hiçbir hayvanda olmaz." Meğer adam 50-60'lı yıllarda yapağı, deri ticaretiyle uğraşmış, bizim buraları da karış karış biliyor. 

    O gün orada hem şişindim hem de elin adamı kadar memleketimi tanımadığımdan utandım. Uğrak yerimiz olan Dağımızdaki kekiklere daha bir dikkatle bakmaya başladım. Ormanla birlikte aşağılardan başlamak üzere hemen her yerde kekik vardı. Tepelere çıktıkça daha bir gürleşiyorlardı. Yaprakları gırañdakilerden daha canlı ve ferli, dalları daha bir uzun görünüyordu. Burada her yerde olduklarından daha fazla toplanabiliyordu. Artık her fırsatta poşetlerce yolabiliyorduk. Bu bollukta artık ayrımını da yapıyorduk. Çiçekler çay için, yapraklar ise baharat olarak yemekler için kullanılıyordu. 

    Çiçek deyince, kekik çiçeğindeki çeşitliliği de İlbulak kekiğinde gözlemledim. Kirli beyazla mor arasında ne kadar renk tonu varsa o kadar da kekik çiçeği çeşidi var. Gri, bej, boz, lila, eflatun... daha adını bilmediğim bir sürü renk. Çiçekler farklıysa kekiğin türü de farklıdır, farklı türdeki kekikleri de burada görmüş olduk.

Nisan-Mayıs gibi yapraklarıyla neşelenmeye başlayan kekiklerin çiçeğini arıyorsanız Temmuzu bekleyeceksiniz. Vakti geldiğinde, sürüngen kekik dallarından yukarıya dağru 5-6 santimlik çiçek dalları yükselir. Yalnız çiçek dallarını koparmak akıl karı değildir, sürüngen ana kekik kökenini bulup onu koparmak en iyisidir. Yapraklarını tarhanaya katar, çiçekleriyle çay demlersin. Dağdan bunları toplamak değil de, asıl iş ayıtlamaktadır. Sürüngen bir otu yerden avuçlayıp torbaya atıyorsun, çer çöp ne varsa beraber oluyor; elbet bunları ayırmak gerek.

    Başka yerlerdeki kekik çeşitlerini de gördük. Koca koca uzuyorlar, yapraklar nane yaprağı gibi. Yolması kolay, ayıtlama derdi yok. Fakat bir eksiği var işte, bizimkinin kokusunu onlarda bulamıyorsun. Eğret dağ kekiğini dikenlerin arasından elini kanata kanata yoluyorsun; ama buna değiyor. İlbulak tepesine çıkarsan hayvanların da ağzının tadını bildiğini görürsün; onlar da kekik arıyor.

    Covidle geçen şu son iki yılda kekiğin bilinirliği arttı. İnsanlar can havliyle her şeyi denemeye başladılar. Ben onlardan değildim. Değildim, çünkü kendisiyle yıllar önce dost olmuş ve bunca vakittir bu dostluğa halel getirecek bir şey yapmamıştım. Covidin en şiddetli safhasında ona biraz daha eğildim. Hiç bir şey yiyemediğim günlerde iki posta kekik çayı içmeyi ihmal etmedim. Bir de yeni keşfettiğim kekik suyundan günlük bir yudum içtim. Bu sene geçti ama; gelecek yıl damıtarak kekik suyu elde etmeyi deneyeceğim. Bunun için fazla kekik lazım; ama çokyıllık odunsu bir köke sahip olduğu için kopardığın yerden tekrar uzuyor. Kökünü kuruturum diye korkmaya gerek yok.

   Turgutlulu yaşlı amca haklıymış, bizim dağın kekiği gibisi yok.