25 Ağustos 2021

Anıtkaya'da (Eğret) Yunan Mezalimi

     20 yıl kadar önce yazılmış, bu sahada ilk ve derli toplu bu yazıyı okuduğumda çok beğenmiştim.  Teknik sebeplerle kaybolan yazı bana ulaştırılınca çok sevindim. Zayi olmasın diye aynen buraya kaydetmek istedim. Sağolasın Selami Kurt.


ANITKAYA’DA (EĞRET) YUNAN MEZALİMİ                                       

Kara günlerini hatırlamayan milletler, aydınlık günlerinin kıymetini bilemezler. Bir başka deyişle kara günlerini ancak milli ve insani hisleri zayıflamış insanlar unutur. Bu gerçekten hareketle 14 ay boyunca (12 Temmuz 1921-28 Ağustos 1922) Yunan işgali altında tarihinin en kara günlerini yaşamış Eğret Köyü’nün esaret günlerini hatırlayarak bu günlerimizin kıymetini daha iyi anlayacağımızı ve her yıl 28 Ağustos’ta kutladığımız ŞENLİK’e(Kurtuluş Bayramı) daha çok sahip çıkacağımızı umut ediyorum. Ayrıca bu topraklarda yaşanan Yunan mezalimini yeni nesillere aktarmak suretiyle, özgürlük ve bağımsızlığımızın kolay kazanılmadığı, bunun temini için milli birlik ve beraberliğin kaçınılmaz olduğunu vurgulamış olacağız.

İstiklal Harbi esnasında Genelkurmay Harekat Şubesinde Batı Cephesi Kısım Amirliğinde bulunan Binbaşı Sinoplu Cevdet Kerim anlatıyor: Başkumandan Meydan Muharebesinin cereyan ettiği 30 Ağustos günü öğleden evvel İkinci Ordu Karargahından Dumlupınara seyrimiz esnasında EĞRET’in batı sırtlarında bir ihtiyara tesadüf etmiştik. Dünün mağrur ve müsterih olan bu pîri bugün benliğini saran ye’s ve hüznünü gizleme çalışarak bize yol gösteriyor ve solgun gözlerinden akıttığı iri yaş taneleriyle bizi cesaretlendiriyordu.

Iztırabının sebebini sorduk:

-Bugünü gördüm de sevindim cevabını verdiyse de bununla tatmin edilmeyen Fevzi Paşa’nın(FEVZİ ÇAKMAK):

-Sen dertli görünüyorsun ne oldu anlat bakalım? sorusuna:

-Olmayan kaldı mı Efendi, diye cevap vererek hıçkırıklara boğuldu.[1]

Biz burada bazı yazılı ve sözlü kaynaklara dayanarak ihtiyar Eğretli’nin veciz bir şekilde dile getirdiği Yunan mezalimini kısmen dile getirmiş olacağız.

Yunan askerleri bir yeri işgal ettiklerinde iki yöntem kullanmışlardır:

1-    Müslüman erkeklerini bir yere toplayarak silahların teklifi

2-    Erkeklerin bir yere toplanmasından sonra aileler nezdinde yapılan aramalar.[2]

Yunan askerleri Eğret Köyü’nde ikinci yöntemi uygulamışlardır. O zaman köy muhtarı olan Daldallar’ın Ömer Çavuş ve eşraftan bazıları Yunan askerinin halka zarar vermesini önlemek amacıyla beyaz bayrak çekerek teslim olduklarını anlatmaya çalışsalar da Yunan mezalimine engel olamamışlardır. Sert bir muameleyle köyün bütün erkekleri toplanarak Bağlar Mevkiine götürülmüştür. Erkelerin toplanması esnasına gizlenmeye çalışan bazıları katledilmiştir. İşof Dede ve Güdük Emin’in Dedesi bu şekilde katledilenlerden yalnız ikisidir. Bağlar Mevkiine toplanan erkekler üç gün bırakılmamış bu esnada şiddet uygulanmıştır. Üç gün boyunca Köy’ün bütün evlerine silah ve asker arama bahanesiyle girilmiş bu sırada adam öldürme, mal gasbı, darp ve ırza tecavüz cinayetleri işlenmiştir. Bu cinayetleri işleme konusunda Rum çeteleri askerden daha ileri gitmiştir. [3]

Eğret Köyü ve çevresine yerleşen Yunan askerleri ve çeteleri 14 ay boyunca zulümlerine devam etmişlerdir. Bazı erkekleri Türk askeri ve ajanı ithamıyla bir kısmını halkı sindirerek istediklerini yaptırmak ve mallarını gasbetmek amacıyla hunharca katletmişlerdir. Bu kabilden olarak, Rum çetesi Koca Kulak(Halil Kalkan), Hasan Kalkan, Mıstan, Ahmet Çavuşlar’ın Hasan’ın aralarında bulunduğu altı kişiyi arka arkaya dizerek tek kurşunda hepsini katletmiştir. Ancak sıranın sonunda bulunan Ahmet Çavuşların Hasan ölü numarası yaparak kurtulabilmiştir.[4] Yine Ahmet Çavuşların Ahmet Amca, Arapların evin duvarına ellerinden çakılmak suretiyle şehit edilmiştir. Yumrukların Musa, Molla Osman’ın odanın önünde çete tarafından vurularak öldürülmüştür.Ömer Onbaşının dedesi Şaştımoğlu Mevlüt de tarlada çalışırken Yunan askerine yardım etmediği bahanesiyle katledilmiştir. Bizim isimlerine ulaşamadığımız daha niceleri bu şekilde Yunan askeri ve çeteleri tarafından katledilmiştir.

Her vesileyle evleri basarak halkın neyi var neyi yoksa gasb ederek halkı bir lokma ekmeğe muhtaç hale getirmişlerdir. Bu çerçevede çok azı dışında köylünün bütün küçük ve büyükbaş hayvanlarını, köy ambarındaki[5] ve o zaman kuyularda sakladıkları hububatları ve yiyecek olarak evlerde bulunan her şeyi gasb etmişlerdir. İdrisler’in Koca Osman ve Arzımanoğlu Ali koyun sürüleri tamamen gasb edilen köylülerdendir. O günlerin canlı tanıklarından Daldalların Zehra Nine evlerindeki iki ineğin düşman tarafından gasb edilerek kesildiğini anlatmaktadır.

Köy halkını zorla angarya işlerde çalıştırmışlar, siperler kazdırmışlar, çevredeki bütün ağaçları kestirerek bir kısmını cephelerde bir kısmını hayvanlarına barınak yapmada ve bir kısmını da ısınmada kullanmışlardır. Kadınları her gördükleri yerde rahatsız ettiklerinden kadınlar sürekli evlerin gizli yerlerinde saklanmak zorunda kalmışlar, dışarı çıkmak zorunda olanlar da  yüzlerine ve üzerlerine pislik sürerek onların şerrinden korunmaya çalışmışlardır. Bir bayram günü işgal günlerini genç kızlığa yakın yaşlarda görmüş Alçaklar’ın Merhume Raziye Nine’ye ziyarete gitmiştik. Yaşı oldukça ilerlemiş olmasına rağmen o günlerin zor şartlarını söylediği şu cümle açıklıyordu:

-Düşman işgali boyunca(14 ay) sadece gökyüzünü ve evimizin avlusundan bir komşumuzun evini görebildim oğlum!

Köy halkı kızlarını ve gelinlerini düşmanın şerrinden koruyabilmek için evlerinden çıkarmaz sıkı tedbirler alırmış. Özellikle evlerin damlarında, ahır ve samanlıkların gizli bölmelerinde saklarlarmış. Düşman askeri hangi evde genç kadın ve kızların olduğunu öğrenebilmek için çok baskılar yapmıştır. Zavallı halk ne kadar tedbir almış olsa da ırza tecavüz olayları meydana gelmiştir.[6]

Yunan askeri Koca Cami ve Cuma Camisini hastane, kervansarayı kiler ve yemekhane, bugün Ortaokulun bulunduğu alanı da kestirdikleri ağaçlarla çevirerek atların barındığı tavla haline getirmişlerdir. Hatipler’in ve Hassönler’in(şimdi Kasap Hüseyin’in evin olduğu yer) eski evler Yunan komutanları tarafından karargah olarak kullanılmış bazı evlere de Yunan askeri yerleşmiştir.[7]

Bir sonraki yazımız 28 Ağustos 1922 ve o gün Eğret’te yaşananlar olacaktır.

                                                                                Selami KURT



[1] Erkan-ı Harbiye Binbaşısı Sinoplu Cevdet Kerim, Türk İstiklal Harbi-Batı Cephesi, İstanbul 1925, s.220.

[2]Yayına Hazırlayanlar: Doç. Dr. Mustafa Turan-Yrd. Doç. Dr. Süleyman Özbek-Öğr. Gör.Zahit Yıldırım, Türkiye’de Yunan Fecâyii, Dahiliye Nezareti Muhaceret Müdiriyet-i Umûmiyesi Neşriyatından, orijinal yayın İstanbul 1921, son yayın Ankara 2003,c. I, s. 7.

[3] Em. Kur. Alb. Talat Yalazan, Türkiye’de Yunan Vahşet ve Soykırımı Girişimi, Ankara 1994, s. 56 ; Yaşayan Tanık Zehra Öncül Nine(1915) ile yapılan Mülakat.

[4] Koca Kulakların Kadir Kalkan(D.1921)ile yapılan mülakat.

[5] Afyon Şeriyye Sicilleri, 664.Defter, s.93.

[6]Yaşayan Tanık Daldallar’ın Zehra Öncül Nine(D. 1915) ile yapılan Mülakat.

[7] Kıvıklar’ın Şükrü Aydın Dede(D.1918) ile yapılan Mülakat.

24 Ağustos 2021

Alatçılar

     Harman zamanı işgayıt vaktidir. Yılın en yorucu dönemi, en fazla ter dökülen zamanıdır. Bir de takvimin sıkışıklığı nedeniyle ara vermeden işlerin bir an önce bitirilmesi gerektiği bir dönem. Bu yüzden "harman davran" demişler. Bu iki kelime sırf güzel kafiyesi nedeniyle kulağa hoş geldiği için bir araya getirilmemiş. "Elini çabuk tut" diye kendi kendine bir uyarı anlamı barındırıyor. Bu yüzden ileşber harman zamanı durup dinlenmeden çalışır.

    Tabi ki yanlış söyledim, durup dinlenmeden çalışmaz; arada durup dinlenir. Böyle bir dönemde bile kendine nefes aldıracak fırsatlar bulur. Bunlar kaytarma amaçlı değil, işe heyecan katarak kolaylaştırmak için oluşturulan kaçamaklardır. Alat-alıç toplamaya gitmek onlardan birisi, tam harman ortasında değişik ve dinlendirici bir faaliyet. Yalnız bu iş kadın işidir. Tıpkı bahardaki ot kazıcılar gibi alat deşirmenin kahramanı da kadınlardır. Erkeklerin yapması gereken daha önemli işler vardır çünkü.

    Esasında harman vakti kadının da işi bitmez, ona da yapacak iş bolca bulunur; ama işte bu yüzden kaçamak dedik ya. Alada giden kadınlar da genelde ileşberlik işi fazla olmayan nispeten yaşlı ve orta yaşlı kadınlardır. Gidilecek yer uzak olduğundan erkek niyetine yanlarına bir de çocuk alırlar, hem eşeklere baksın hem de başta bir erkek bulunsun diye. O çocuk genelde ben olurdum.

    Eğret arazisindeki bazı mevkilerde yoğun olarak bulunan alat ve alıç ağaçlarına sadece bu köye has olmak üzere azat dendiğini ilgili yazıda belirtmiştim. İşte istikamet bu azatlardır. Son yıllarda ekin ilaçlaması sebebiyle yalnız nadas tarafında toplanabiliyor bu yabani meyveler; ama eskiden her mevkideki azatlar meyve verirdi hatta çok zaman anızdan alat topladığımı hatırlarım. Neyse, istikamet belirlendikten sonra hazırlıklar da tamamsa yola çıkılır. Hazırlık dediğim yeteri kadar eşek, heybe, talis ve  ekmek-su-kavundan oluşan azık çıkısıdır. Ha bir de olmazsa olmaz bir sırık eşeklerden birine mutlaka bağlanmalıdır. Bu alat-alıç silkmede kullanılacak 5-6 metre uzunluğunda bir kuru söğüt dalıdır. Kafilede ben varken böyle taşıması meşakkatli bir aksesuara ne gerek var diye düşünsem de bu sırık her seferde mutlaka bulundurulmuştur. Uzaktan bu kafileye baksan, yeldeğirmeni avına çıkmış Donkişot görüntüsü kadar gülünç bir manzara görürsün.

    Alatçılar yılların tecrübesiyle her azadı çocukları kadar tanırlar. Hangisinin aladı ne vakit erer, hangisininki taşlı hangisi yinseldir, hangisi kurtlanır hangisi iridir, hangi alıç ekşi hangisi küçük çekirdekli... bunları çok iyi bildiklerinden hangi ağaca varacaklarını da aslında daha başından belirlemişlerdir. Her şey planlandığı gibi gitmez ama; gördükleri ilk alata tav olur bir talisi ondan doldururlar. Daha iyi azatlara varınca onlardan da heybe talis doldurmaya devam edilir. Açgözlülük de diyebilirsin öyle bir doldurulur ki her şey, sen sanırsın yiygi tutulacak. 

    Ben hemen bir dala tırmanır, yukarıdan silkmeye başlardım. Burada sırığın gereksizliği meydana çıkar; ama bir kadın kaptığı o sırıkla ilerdeki bir azadı yerden silkmeye başlar. Olgunlaşan mayhoş meyveler patır patır dökülmeye başlar. İş azadın altında geniş bir daireye dökülen meyveleri tek tek toplamaktadır artık. Bunun tekniği genelde çevreden merkeze doğru pasta dilimi gibi çıkımlarla, dökülmüş meyveyi toplamaktır. Kadınlar ezilmiş alatların asitli kokusu arasında dedikodu eşliğinde hem alat atıştırır hem toplar.

    Bütün heybe ve talisler hem de ağzına kadar doldurulup eşeklere yüklenir. Tasarsız yükleme nedeniyle sürekli devrilme tehlikesi gösteren talisleri eğe kaldıra ilerleyen dönüş yolundaki bu alatçı kafilesi, sabahki yolculuklarından daha komik bir görüntü oluşturduklarının farkında bile olmazdı.

    Her talisin, heybenin içindekiler farklı ağaçtan olduğundan bunları üleştirme işi de özenli yapılmalıdır. Her cinsten herkese eşit miktarda üleştirilir. Ben de bir kişi sayıldığım için aynı miktar hissemi alırken ne kadar büyük bir iş yaptığımı gösterir hareketler yapmaktan geri durmadım. Şimdi hatırladıkça yüzüme mahcup bir gülümseme yayılmasına sebep olan hareketlerdi.

    Toplarken henüz ermemiş ahlatlar bir hafta içinde yenecek duruma gelir. Yeter ki toplarken çekirdeği kararmış olsun. Kadınların ahlat yeme tekniği hep dikkatimi çekmiştir. Sapından tutulup meyvenin tamamı ısırılıp koparılarak ağıza alınır, yalnız bu sap atılır diğer bütün kısmı çekirdekler da dahil afiyetle yutulur.  Biz öyle değil de elma armut yer gibi ortadaki çekirdekli kısmı da atardık. Fazlası kabıza yol açar, dikkat etmeli. 

    Alıç mı dediniz, o daha dayanıklı bir meyvedir hemen bitirilmesine gerek yoktur. Samana ve toprağa gömüp karlı kış günlerinde alıç yiyenleri görürsen şaşırma.


Biçer Peşinde

     Burada yaptığım şey, eskilerin yaşantısıyla oluşan Eğret takvimine göre Hıdrellezle başlayan iş günlüğünü kaydetmek. Temmuz-Ağustos-Eylül dönemini kapsayan harman zamanını oraklar ve tarla paklama, sap çekme, harman sürme-savurma, çeç çıkarma, saman çekme  ve buna bağlı yan işlemlerle anlatmaya çalıştım. Nihayet harmandan kalkıldı.


    Bu iş temposu doğrudur, yaşamadığım hiç bir şeyi yazmamaya özen gösteriyorum. Fakat bir şey dikkatimi çekti, bütün bu yoğun tempoyu boşa düşüren bir şey: Biçer kovalama. Bu da kendinden söz edilmeyi hak eden bir durum. Anıtkaya'da halk ağzına 1980'lerde yerleşmeye başlayan bu kavram bugün de özellikle Temmuz-Ağustos aylarında sık kullanılan bir sözdür. Hatta baştan beri anlattığım harman dönemi işlerinin hepsini kullanımdan düşürüp onların yerini "biçer goğlamek" almıştır desek olur.

    1970'lerde orak zamanı tek tük görünmeye başladılar. Çukurova ve Konya'da işleri biten biçerdöğerler kocaman sarı gövdeleriyle ortaya çıkarlar, homurtularla köyün ekinlerine hücum ederlerdi. Bu biçerdöğerlere ismini tersyüz ederek "döyerbiçer" dedik önce, sonra kısaca "biçer" demek kolayımıza geldi. İleşberliği bitirecek makineye benziyordu. Orak biçiyor, deste dırmık ediyor, sap çekiyor, harman sürüyor ve savurup deneyi sana teslim ediyordu. Senin yapacağın tek şey ise biçerler o mevkiye geldiğinde ekinin başında olmak. Aksi takdirde bir daha senin tarlan için oraya gelmezlerdi, eski sistemle biçip harman etmen gerekirdi. Bu yüzden sabah ileşberin kulağı eperlodan ilan edilecek o günkü biçer çalışma planlamasında olurdu. İlanı kaçıranlar "biçerler ne taraftaymış" diye birilerinden öğrenmeye çalışırdı. Böylece biçer kovalama kavramı dile ve hayatımıza yerleşmiş oldu.

    Biçerdöğer sahipleri Belediye-Gorma'nın planlamasıyla gitmesi gereken mevkiye giderler fakat bazı uyanık köylüler toplu tarla vaadiyle onları kandırarak başka mevkilere sürükleyebilirdi. İşte o zaman tam bir keşmekeş yaşanır, vatandaş tarlası başında akşama kadar bekler, çaresiz ve eli boş köye dönerdi. Zamanla Haceliler, Guliz, Emirlahlar da biçer alınca kovalamaca maceraları artmış, iş zaman zaman kavgaya dönüşür olmuştu. Anıtkaya'da birkaç biçerdöğerle başlayan bu kovalamaca biçer sayısı katlanarak artmasına rağmen bitmemiş bugün bile varlığını sürdürmektedir.

    Biçerdöğerlerin çalışma planlaması genelde Gorma'nın yetkisine verilmiş, Gorma Başkanı da biçercilere kılavuzluk yapsın diye bekçi veya gorcu görevlendirmiş. Bazen Gorma reyisi bu işe kendisi nezaret etmiş fakat aksaklıkları ortadan kaldıramamış. İleşber, biçer zamanı tedirginliği hep yaşamış, sürekli biçer kovalamıştır. Yalnız bu işi en düzenli ve en az aksaklıkla idare eden birinin döneminde insanlar rahatça ekinlerini biçere aldırmışlardır. O kişi Sünnü (Halil Ün)dür. Birkaç yıl yürüttüğü görevi esnasında köylü biçer kovalamak zorunda kalmamış, denilen gün ve saatte ekinini biçtirebilmiştir.

    Kötayolundaki (Kütahya Yolu) tarlayı biçere aldırıp deneyi eve getirdiklerinde vakit yatsıyı bulmuştu. Hayal meyal hatırladığıma göre 1970'lerin başlarında olmalı. Babam tarlanın başında beklemiş, biçer deneyi yerdeki çadıra boşaltmış, komşulardan iki at arabasına yüklenen dene ancak o vakitte eve getirilebilmişti. Dayımı o vakitte akelva (tahin helvası) almaya yollamışlar ben de onun yanına taytak olmuştum. Arabalarıyla yardıma gelen komşulara akelva ikramı, teşekkür etmenin en etkili yoluymuş demek ki. Hafızamdaki en eski biçer macerası bu. İkincisi bundan 7-8 sene sonrasına, 70'lerin sonlarına aittir. 

    Öküz arabasına binmiş amcamın peşine takılmışım. Gocagır, Çatalüyük arasında bir yerlerdeyiz. Amcamın çok tarlası olduğundan tam yerini hatırlamıyorum. Biçer için gidiyoruz. Hava çok sıcak, etrafta ne biçer var ne biçer peşinde bir Allahın kulu. Koca kırda yalnız biz varız. Yozgun'un nohut tarlasından birer kucak nohut yolup bir alat azadının altına yayılıyoruz. Malum o mevkide azat pek seyrektir. Ayak bileklerinden yukarıya, dizlere doğru paçaların içinden yürüyen karıncalardan muzdarip nohut çitleyerek vakit geçiriyor, biçerin görünmesini bekliyoruz. Karıncalarla cedelleşirken yerden birkaç lira demir para görünüyor. Sevinçle alıp cebime atıyorum. Sonra daha başka paralar çıkıyor. Nohutu bırakıp para toplamaya başlıyorum. Amcamla birlikte o gün o azadın altından avuç avuç para topladık. Meğer daha önce başkaları da orada biçer beklemiş ve bu esnada paraları dökülüp toprağa karışmış. Onlar biçere kavuşabildiler mi bilmiyorum; ama benim ceplerim para dolu halde akşama doğru eve dönerken biçer işini halledememiş olmak pek de umurumda değildi.

    Eğret takvimine göre harman vakti iptal oldu. Harmana dair bütün iş ve kavramlar tarihteki yerini aldı; lakin onların yerini alan "biçer goğlama" dimdik ayakta.


23 Ağustos 2021

Yaz Bekarları Harmancılar

     Yok böyle bir tabir, ben uydurdum. Yani "yaz bekarı" diye bir kullanım Anıtkaya'da yok. Fakat "bekar durmak" bir aileye ileşberlik ve diğer işlerinde yıl boyu hizmet etmek anlamına geliyor. Belli bir ücret karşılığında bir yıllığına anlaşılıyor, süre dolduktan sonra ücret tahsil edilip yeniden anlaşılmazsa yollar ayrılıyor. Bu şartlarda çalışana da "bekar" deniliyor. Sizin anladığınız "evli olmayan" manası çıkmasın bu sözden.

    Yıl boyu her işi yapan hizmetkar gibi değil de yalnız harman dönemine mahsus işleri yapacak kimselere "harmancı" deniliyor. Temmuz-Eylül arasında, daha geniş anlamda oraklardan saman çekimine kadar harman dönemindeki işleri yapmak üzere anlaşılıyor. Buna "harmancı durmak" deniliyor.

    Fakirlik zamanlarında daha yaygınmış bekar veya harmancı durmalar. Yeterli arazin yok, mal maşat yok, işgücüne sahipsin ama işin yok ve paraya ihtiyacın var. Yok para bile değil, ayni mal karşılığında birinin işini görüyorsun. Misal bir miktar buğday karşılığında anlaşıyorsun. Bazan karnını doyurmayı bile kar sayıyorsun, o derece kıtlık var. "Garın tokluğuna çalışmak" diye bir deyim var mesela Eğret'te kullanılan. Bunun anlamı, karşılığında yemek yemek, karnını doyurmak olan iş oluyor. Harmancı durmak bu kadar olmasa da ihtiyaçtan ortaya çıkan bir sektör.

    Muvakkat kölelik desem abartmış mı olurum diye düşünüyorum. İkinci dünya savaşı hemen sonrasında dedem harmancı durmuş birine. Ölmeden önce bir kaç kez dinlemiştim olayı. Birine harmancı duruyor. Hayvan gibi davranırlardı diyor, yemek vakti adam kendisi yumurta pişirtir yermiş, harmancıya ise kara-kuru ekmek verirlermiş. Gece yarılarına kadar yapmadığım iş kalmazdı; ama mecburdum başka yapabileceğim bir iş yoktu demişti. İşin garibi harman kalktıktan sonra, hak ettiği ücreti de vermiyorlar. Çok zoruma gitti ama Allah'a havaleden başka elimden bir şey gelmedi diyor. Sanırım olayı muhtara aksettiriyor da adam yine de borcunu inkar ediyor. Onyıllar sonra adam Hacca giderken dedemden helallik istemiş ama dedem yanaşmamış. Kuru kuruya helalleşme mi olur. O kıtlık yıllarında harmancılık böyle bir şeymiş.

    Son ileşberlik dönemlerinde de harmancılık devam etti. Eski günlerdeki gibi gayrı insani şartlarda değildi de belki biraz mevsimlik işçi gibi çalışırlardı. Yine benim hatırlayabildiğim harmancılar normal bir işçiden daha gayretli görünürlerdi. Aşçı Tahsin'in babası İsmail Dirlik yıllarca Kör Emin (Kopan)da  harmancılık yaptı. Deli Bayram (Aydın) da uzun yıllar yaz boyu harmancı dururdu, kime dururdu hatırlayamıyorum şimdi.

    Son harmancı, Kasap Hüseyin (Ata) diye hatırlıyorum. Babasından ayrılınca, evde yok avuçta yok ne yapsın, bir kaç yıl Çakırlar'a harmancı durmuştu. Durumunu düzeltip bir dükkan açacak duruma gelinceye kadar bu böyle devam etti. Ondan sonrası hakkında aklıma kimse gelmiyor. Kasap Hüseyin'e son harmancı diyebiliriz.

    Orak biçme, sap çekme, düğen sürme (sonradan patoz atma), harman savurma, dene taşıma, saman çekme vb. işlerin tamamını yapar harmancı. İş seçme veya beğenmeme lüksü yoktur. 

    İleşberlik zor zenaat, harman zor iştir; harmancılık ise ondan daha zor...


Saman Çekme


     Oraklar biter, arabaya delece vurulur sap çekilir. Bu iş de bitince delece indirilip duvara dayanır. Peyderpey düğen sürülüp harmanlar savrulur, çeç yığılıp dene taşınır. Bütün bunlar bir süreç çerçevesinde eşzamanlı işlerdir. Hepsi bir anda bitiverir. Bir anda dediğime bakmayın, harman zamanı belki iki aydan fazla devam eden bir süreçtir. İşlerin bitiş noktası aynı anda olur, onu demek istedim.

    Sayılan işler bitse de harmandan kalkılmış sayılmaz. Bunun için son noktayı koymak gerekir. Savrulan tınazlarda deneden geriye kalan saman, hayvanların kışlık yiyeceği olarak samanlığa çekilmelidir. Son nokta budur. Delece indirilen arabanın metal aksamı yağlandıktan sonra yan tahtaları ve kapakları daha yüksek saman tahtaları vurulur. Kapaklar yerine gergiye gerilmiş çadırlar da kullanılabilir. Her şey hacim olarak daha fazla samanı bir seferde samanlığa depebilmek içindir. Daha eski zamanlarda saman tahtası yerine arabaya geri vurup samanı da onunla çektikleri olurmuş. 

    Harmanda arabaya saman atgıyla atılır. Bu ağaçtan veya son zamanlarda demir profilden yapılan 7-8 dişli çok fazla saman alınabilen büyük dirgen gibi birşeydir. Saman atan aşağıda yüklerken bir çocuk veya kadın da arabadaki bu samanları yerleştirerek çiğner. Aslında kaba olan yükü yerleştirmezsen bir seferde istenilen miktarda samanı taşıyamamış olursun. Araba çiğneyen elinde küçük harman dırmığıyla güzelce çiğner.

    Saman arabası samanlık deliğine yanaştırıldığında saman çekmenin meşakkati asıl burada başlar. Harmanyeri gibi açık alanda ferah fahur yüklenen saman, kapalı samanlık içinde, toz duman arasında ilecek yerleştirilecektir. Nefes almakta güçlük çekilen tozlu ortamda göz gözü görmez olur. Saman tozunun yakıcılığı da eklenince samanlık seyrana değil cehenneme döner. Bu şartlar altında samanlığa otuz tahtadan fazla saman deptiğimizi hatırlarım. Mola zamanlarında dışarıya saçımız kaşımız ağarmış olarak çıkar, gırtlağımızı temizlediğimizde yere yapışan şey kapkara görünürdü. 

    Saman çekmenin kendine has zorluğu bir yana bize özel, evin yapısından kaynaklanan büyük bir sıkıntıyı her harman vakti ayrıca yaşardık ki bu ilginç durumu yazmadan edemeyeceğim. Dedemgilin evin avlusu çok dardı, o kadar ki bir araba manevrayla bile döndürülemezdi. O avlu ile samanlık arasında  dam bulunuyordu. Saman çekme zamanında arabayı samanlık deliğine yanaştırabilmek için önce damdan geçirmek gerekirdi. İşte o yüzden dam duvarı her yıl aynı vakitlerde yıkılır, saman çekildikten sonra tekrar yapılırdı. İstisnasız her sene mutlaka yıkılan ve yapılan bu duvarda kullanılan taş ve toprak malzemesine hiç bir zaman da ekleme yapılmazdı. Dedem özenle taşları tek tek alır, bir kenara gayar, taş aralarındaki harç toprağını da gaydığı bu taşların arasına serpiştirirdi. Duvarı tekrar yapma vakti gelince hangi taşın hangi sıranın hangi noktasına konacağını bilir ve öylece duvarı eski haliyle yeniden örerdi. Bu arada taş aralarında kullandığı çamur harcını, yine yıkımdan çıkardığı toprağı kararak elde ederdi. İş sonunda ne duvarda bir açıklık kalır ne de ortalıkta kullanılmayan bir taş bulunurdu. Her şey "marş marş" emrini almış gibi yerini alır, bir sonraki yıkıma kadar huzur içinde birbirine yaslanmış kış uykusuna çekilirlerdi.

    Saman çekme işinin bitmesi harmandan kalkıldığının işaretidir. Eski zamanlarda Kasıma kadar sürermiş, son dönemde ise Eylül başlarında harmandan kalkılırdı. Geriye pek hesaba katılmayan badaslar kalır, harmanyeri günaşık harmanlarıyla şenlenmeye devam ederdi.

    

22 Ağustos 2021

Başşakçı

    Orak biçildikten, deste dırmıkla tarla paklandıktan sonra hayvanları yaylıma anıza sokabilirsin, artık bu tarla ziyan değildir. Tabi destelere yaklaştırmamak kaydıyla. En iyisi sap çekme işi de bittikten sonra hayvanı anıza sokmaktır, çünkü böylece tarla sahibinin saptan sonra artık o tarlayla alakası kesilmiştir. Orası yaylıma açıldı demektir.

    Hayvan otlatma için belirlenen kriterler başşakçı için de geçerlidir. Aslında desteye dokunmamak şartıyla başşak toplayabilir. Hatta tarla sahibi tarladayken bile başşak toplamada bir sakınca yoktur. 

    İşin özü şu; ileşber annat, dırmıkla alabildiği kadar sapı toplayarak çeker. Ne kadar özen gösterirse göstersin biçilen buğdayın tamamını harmana taşıyamaz. Böyle bir iddia ve çabası da yoktur zaten. Kurdun kuşun nasibi diye kalan kalsın diye düşünür. İşte bu nasiplenenlerden biri de başşakçıdır. Kalan giden, kıyıda köşede, anız aralarında kalan sapların başaklarını toplayarak nasibini çuvala doldurur. Çok sıcakta biçilen veya paklanan tarlada başaklar sapın hemen ucundan kırılarak toprağa batar. En kolay ve zahmetsiz toplanan da bu başaklardır. Başşakçı önceğine topladığı bu başakları, gidip talise boşaltır. Heybe ve talisler dolunca eşeğe yükleyerek evinin yolunu tutar.

    Tarla takgası olmayan fakir kadınlar toplarlar genelde başşağı. Artık ne çıkarsa başaklardan elde ettiği deneyi yiygi için kullanacaktır. Eve getirilen başşak talisleri bir çadıra dökülerek güzelce zopalanır. Bu kalın bir değnekle başakları dövme işidir. Bu kadarcık şey için düğen sürülecek değil ya, sopayla halledilir. Hem sap olmadığı için sadece başaklar olduğundan sopayla dene ortaya çıkarılabilir. İki talis başak çiğlenince bir teneke kadar buğday çıkar. Elde edilen dene az da olsa temizdir. Arı buydey denir buna. Yabani ot tohumları yoktur, tek tek ayıklanmış gibi tertemiz buğday tohum olarak da kullanılabileceği için tercih edilir. Değerli olan bu az buğday, daha fazla miktarda buğdayla değişilebilir. İki taraf da kazançlı olur bu ticaretten.

    Köye yakın yerlerde ilk biçilen arpa tarlalarından başşak topladığımızı unutamıyorum. Sonuçta ortaya çıkan birkaç fitire arpa karşılığında cebimize koyduğumuz birkaç lira ne kadar değerliydi. Zamanla, hasattan sonra tarlada ve dalda kalanları toplamanın genel adı başşak toplama oldu. Kumpil başşağı, haşeş başşağı, fişne başşağı da toplayanlar oluyordu. Son yıllarda yaygınlaşan patates ekimi nedeniyle insanlar kumpil başşağı topluyorlar. Talislerle topladığı buğday başşaklarını eşşeğine yükleyen başşakçılar tarih oldu. 

    Biz Ekim ayında traktörle kumpil başşağı toplamaya gitmek için şimdiden sözleştik.

 

Harman Yelinen

 

    Düğenle yeteri kadar sürülüp saplıktan samanlığa terfi eden harman yığınına tınas diyoruz. Uzun bir saman yığını gibi görürsün sen onu. Göründüğü gibi kabaca saman değildir. Harman kelimesindeki bütün anlam ağırlığıyla birlikte, aylarca dökülen alınterinin karşılığı dene yükünü de bağrında saklamaktadır. İçteki bu gizli hazinenin açığa çıkartılması, dene ile samanın birbirinden ayrılması gerekir. Bunun adı savurmadır ve sıra ona gelmiştir.

    Yaz günlerinin bu döneminde, Ağustos ortalarından itibaren gece-gündüz sıcaklık farkı oldukça büyür. Yağmur hariç, havanın her durumunda yapılacak bir iş mutlaka vardır. Çiğ düştüğünde sap çekilir, serinlikte orak biçilir, sıcakta düğen sürülür. Rüzgar çıktığında yapılacak iş ise harman savurmaktır. Yalnız bu rüzgar günün her vaktinde çıkmaz bu dönemde. İkindiden sonra, akşama yakın önce hafiften başlar, günbatımına yakın şiddetlenir. Poyrazdır bu, yolu gözlenendir, beklenendir. Esmeden dene meydana çıkmayan yeldir.

    Poyraz gelmeden yabalar, çıbıklar hazırlanmıştır. 1-1,5 metre boyunda kuru çirpiler ucu sivriltilerek toprağa saplanır ki savurma esnasında saman ile dene arasında bir sınır teşkil etsin. Çıbık dediğimiz bunlar. Yaba ise harman savurma aleti. Sert ağaçtan tek parça olarak yapılmış dört dişli ahşap kürek gibi düşünülebilir. İleşberin en hususi aletlerindendir, kimseye öndüş verilmez zira çabuk kırılır. Teneke ve ince çivilerle yamansa da bir daha eski ayarını sağlayamazsın. 

    Yaba ileşberin bir adam boyu uzamış eli gibidir. İnsan elini nasıl ustalıkla kullanırsa ve bu doğuştan gelen bir kabiliyetse, ileşber de yabayı aynen eli gibi maharetle kullanır. Rüzgarın yönü ve kuvvetine göre yabaya alacağı miktarı ayarlamak, yabanın yükünü fırlatma yüksekliğini belirlemek, hangi yüksekliğe ulaşınca yabaya ne miktar kavis vereceğini düşünmek ve daha başka işlemlerin tamamını aynı anda yabayı kullanarak yapabilmek azbuz iş değildir. 

    Rüzgar çoğunlukla kuzeyden beklendiği için tınas yığılırken doğu-batı ekseninde olmasına dikkat edilir. Öyle olunca savurma işi kolaylaşır. Harmanyerinin fiziki imkanına göre nasıl kolaya gelirse öyle de yığılabilir ama rüzgarın yönü düşünüldüğünde dediğim biçim tercih edilir. Hazır yel çıkmışken bu işi bitirmek için yaba sayısı kadar kişi tınas üstünde savrum yapabilir. Yel şiddetliyse fazla yükseğe savrulmaz, çünkü saman çok uzağa uçar hem de dene samana kaçabilir. Yel hafif ise yükseğe savrulmazsa bu sefer saman ile dene ayrılmaz, savurma işi gerçekleşmemiş olur. Bütün bunlarda dikilen çıbıklar tınası nereye kadar savuracağını belirleyen sınır çizgisi gibidir. 

    Usta bir savurmacının her fırlatışından sonra hemen ayaklarının dibine gökten patır patır dene yağar. Fakat bir tane dene bile kafasına düşmez. Aceminin ise garnına-goynuna her tarafına hem dene hem saman dolar. Gerçi harmanda samandan kaçış yoktur. Derler ki "Hiç yimedim deyen harmanda bi sele saman yir."

    İşin sonuna doğru artık çeç meydana çıkmaya başlar. Savurma işi hemen hemen bitmiştir. Ağırlıkları itibariyle sapın dirsek kısımları, yani buğum noktaları da denenin içinde kalmıştır. Ayrıca küçük taşlar da deneyle karışık bu çecin içindedir. Savurmayla saman uçmuş ama bu ağır atıklar çeçde kalmıştır. Tam temizlik için çalkama yapmak gerekir. Gözerlerle yapılan bu iş sonunda artık tertemiz dene meydana çıkmış olur. Zaten akşam olmuştur. Bir sonraki harman savurma için düzen takan bir kenara bırakılır.

    Gara patoz ile düğen sürme bitmişti, savurmalı patoz ile de harman savurma sona erdi. Başlık anlaşılmadıysa Anıtkaya'da hala kullanılan sözün tamamını yazayım: Harman yelinen, düğün elinen.


21 Ağustos 2021

İşte Harman

 

    Ekin biçilip tarla paklanırken daha sap çekmeye başlamadan harmanyerinde hazırlıklar da başlar. Bu hazırlık harmanyerini gelecek sapı dökmeye hazır hale getirme işlemidir. Harman süpürgesiyle ıramasların yeri bir güzel süpürüldükten sonra saplar dökülür.

    Harman denilen ileşberin  hasat sezonu tam da budur. Bir yandan sap çekilirken diğer yandan da sapları saman haline getirip deneyi alma işi. Harmanyeri çok geniş olmadığı için orak, sap, düven, savurma, çalkama vs. bütün işler aynı zamanda yapılmalıdır. Fazla sap birikmeden birkaç harman sürülmeli, yeni harman serilmeden bir tınaz savrulmalı, fazla saman yığılmadan bir çeç çalkanmalıdır. Bu sürecin özünü oluşturan ve adına harman denilen işlem de düven sürmedir.

    Sap çekme ve orak ne kadar çiğde, serinde yapılırsa düğen de tam tersine sıcakta sürülür. Sapın kolay kırılması için. Öncelikle 10-15 metre çapında bir daire oluşturacak şekilde ıramas yayılır. Harman süpürgesiyle zemin temizlenmiştir. Sapın boyu ilk anda kabarık olduğu için henüz düveni koşmadan hayvanlar üzerinde dolaştırılarak harmanın yatışması sağlanır. Bu yapılmazsa düvenin ağzında saplar yığılarak sağlıklı sürme yapılamaz. Her şey hazır olunca hayvanlar düğene koşularak harman üzerinde düğeni döndürmeye başlarlar. Ağırlık olsun, taşlar keskin olsun diye sürücü de düğen üzerindedir. Bazan bu ağırlık yetmez, bir de kocaman taş kondurulduğu da olur.

    İş artık hayvanları durmadan sürmededir. Terbiyelerle veya örendireyle iyi kumanda edilen hayvanların harman dışına çıkması engellenir, bir de öyle dikkat edilmelidir ki düğen hep aynı yerden geçmesin, güzergah eşit bir şekilde harmanın her yerine uğrayacak şekilde ayarlansın. Böylece her taraf aynı derecede ezilince harmanın aktarılma vakti gelmiştir. Bir harman yığılma durumuna gelmeden iki veya üç kere aktarılır. Bu harmanı tersyüz etme işlemidir. İlk aktarımda henüz saplar tam saman olmadığından dirgen kullanılır. Diğer aktarımlarda dirgen sapı tutmayacak halde olduğundan bu iş yabaltıyla yapılır. 

    Harman aktarma bir bakıma hayvanlar için dinlenme fırsatıdır. Fakat aynı anda başka bir harman daha varsa hayvan yine de boş bırakılmaz, o harmana koşulur. Harmanyeri müsaitse ve koşum hayvanı da varsa aynı anda birden fazla harman sürülülebilir. Bu biraz da zenginlik alametidir.

    Düğen sürerken dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de hayvanı harmana pisletmemektir. Bu temizlik için olduğu kadar, harmanın ezilmesini engellediği için daha önemlidir. Oluşacak nem, o bölgedeki süreci yavaşlatır. At eşek gibi hayvanların pisliğini avuçlayıp atmak zor değildir ama; iş öküze gelince çetrefilleşir. En iyisi hayvan daha çıkarmadan kuyruğunun altına bokçayı dayamaktır. Bez saramayacağına göre en iyi yolu bulmuş vatandaş. Demek ki düğende bulundurulması zorunlu şeylerden biri de bokça. Küçükken çok güldüğüm bu iş aslında can sıkıcıdır ve çok sık tekrarlanır. Uyanık olacaksın, bir gözün hayvanın kıçında olacak. Kaçırırsan avucunla dışarı taşımak var. Bokçaların boşaltıldığı küçük bokluklar harmanyerlerinde mutlaka göze çarpardı.

    Uzun yaz günlerinde iyi döndürülürse bir günde bir harman yığılabilir. Harman yığmak, sürme işinin bitirilip harmanı tınaz olarak yığmak demektir. Bir günde yığabilmek için hemen hemen düğenden inmemek gerekir. Bahsettiğimiz diğer işler de yürütüleceğine göre harman sürmeye bir kişi bağlamak doğru olmayabilir. İşte bu yüzden düğeni ihtiyarlar veya çocuklar sürer. Daha işe yarar kişiler için orak, sap vs. gibi daha ağır işler vardır. Kim olursa olsun gün boyu düğen üzerinde ayakta durmak çok yorucu olacağından düğen üzerinde  oturak veya ters çevrilmiş bir teneke bulundurulur.

    Eski Kütahya yolunun kenarına isabet eden harmanyerlerinde, yerli yabancı turistlere bu düğen sürme işi ilginç gelmiş, durup düğene binen ve fotoğraf çekenleri de çok olmuştur. Böyle yerler, yani susaya yakın harmanlar çok fazla değildi. Kayalardan başlar, Bunar'la devam eder ve Çorbeci Guyusunda biterdi. 

    Düğene binmek yalnız şehirliler için değil, köylü çocuklar için de çok eğlenceli bir iştir. Atların çektiği, hızla dönen düğenden bazan düşmek, sonra koşarak yetişip tekrar binmek, olmadı bir sonraki tura düştüğün yerden devam etmek, saman içinde yuvarlanmak tatlı gelirdi bize. Yalnız bunu bir oyun olarak gördüğün müddetçe bu böyledir. Eğer evin küçüğü olarak yapman gereken bir iş olarak düşünüldüğünde çok da zevk alındığı söylenemez. İkmale kalan bir çocuğun düğen sürerken ders çalışmak zorunda olduğunu düşünün mesela. Böyle bir öğrenci düğen sürmüş müdür. Evet, öküzlerle düğen sürerken kitap okuyan birinden bizzat duydum.

    Tabi şimdi fotoğraf çekimi için bile düğen bulamıyorsun, o başka.


07 Ağustos 2021

Eğret Kazı Gibi

     Anıtkaya'da bu hayvanın adı "gaz" diye telaffuz edilir. Bu yüzden çocukluğumda hayvanın derisinden elde edilen ve şepidi lezzetlendiren "gazyağı" ile kandillerde yakıt olarak kullanılan "gazyağı"nı hep karıştırmışımdır.

    Kars ile özdeşleştiriliyor bu kümes hayvanı. Bunun sebepleri tartışılabilir; ama Eğret köyünde  kazın geçmişi de çok eski olduğu söylenebilir. Yavrusuna vıdik deniliyor. Yumurtadan çıktıktan palazlanana kadar evde sobanın başında bakıldıktan sonra analarıyla birlikte gütmeye götürülüyordu. Hemen her evden bir kaz sürüsü çıkardı. Kuluçkaya yatan bütün kazlar vıdikleri çıktıktan sonra birleşir büyük bir aile oluştururlar. İşte kaz gütme veya vıdik gütme denilen bu iş o büyük aileyi otlatmaktır. Bunlar diğer kaz aileleriyle kesinlikle karışmazlar. İçgüdüyle kim nereye gideceğini bilir. 

    Eskiden her ailenin az çok kazı olur, o evden birileri de mutlaka kaz güdermiş. Bahar aylarında koyun kuzunun yanında çimenlikleri vıdikler de doldururdu. Hacı Emrullah Onay'ın babası Abdullah evlatlıktır. Daha çocukken kaz peşinde görüldüğü ve çokça kaz güttüğü için Gazcı/Kazcı lakabı takılmış kendisine. Hatta kızına da Gazcıgızı diyorlar. 

    Genellikle su kaynağının bulunduğu yeşillik alanları, çayır bölgelerin seven bu hayvanlar öyle yerlerde güdülür. Şubat-Mart-Nisan gibi yumurtadan çıkan hayvanlar genellikle Nisan-Mayıs döneminde güdülürler. Haziranda vıdiklikten çıkıp Temmuz-Ağustos gibi anaç kazlardan ayırt edilemeyecek duruma gelirler. Dene yeyip başşak değşirdikçe et tutar ve lezzetlenirler. Birden büyüyen bu hayvanların kaybolması veya karışması ihtimaline karşı genellikle ayaklarına ayırdedici renkte bir bez dikilerek işaretlenirler. Genellikle çocukların işi olan kaz gütme mekanları Bunar, Söğütcük, Gatçayır gibi mekanlardır. Gatçayır zaten "Gazçayırı"dır. Gademguyu'nun alt tarafındaki bölgenin eskiden çayırlık olduğunu ve çocukluklarında buralarda kaz güttüklerini dayımdan işitmiştim.

    Asıl konuya gelecek olursak, başlıktaki sözü yeni işittim. Doğal olarak Anıtkaya'lıların kullandığı bir söz değil. Bu yakıştırmayı köyden gelip geçen yabancı şoförler uydurmuşlar. Eskiden Kütahya karayolu malum köyün kenarından geçiyordu. Çay'ın yanında olsun, Karakolun önünde olsun veya Bunar bölgesinde olsun yol güzergahında şoförler sık sık kazlarla karşılaşıyorlardı. Kornaya basma, bağırıp çağırma, her türlü ürkütme denemesi boşa gittikçe bunun beyhude uğraş olduğunu anlayan şoförler pes etmiş ve kazların geçmesini veya keyiflerinin yetmesini bekler olmuşlar. Sinirlerini de bu söze dökmüşler, istifini bozmayan, rahat davrananlara "Eğret kazı gibi.." diye çıkışmışlar. Zamanla Köydeki öğretmenlerin diline kadar yerleşmiş bu söz, kızdıkları öğrencileri böyle nitelemişler.

    Geçenlerde böyle birşey başıma gelmişti. Yoldaki kaz sürüsünü o halde görünce şakayla karışık "Geçiş üstünlükleri var" demiştim. "Boşuna Eğret kazı dememişler" diye sözüm tamamlanınca ilk defa duyduğum bu tabirin hikayesini de öğrenmiş oldum.


05 Ağustos 2021

Hamamcılar

     Eğret Kervansarayının Germiyanoğulları döneminde, 14. yy'da yapıldığı söyleniyor. İşlek bir ticaret yolunun üstündeki bir kervansarayı tek başına öylece duran bir bina olarak düşünmek doğru olmaz. Kervandaki hayvanları barındıracak bir ahır, buna bağlı olarak yem-saman tedariki, nalbant; yolcular için konaklama ve iaşe durumu, ibadet için cami, çeşme, hamam gibi daha başka unsurlarıyla bir kompleks/kampüs/külliye gibi düşünmek gerekir. Böyle düşünmemizi gerektirecek cami, çeşme ve hamam yakınlara kadar faaliyetteydi. Kervansaray külliyesinin bir parçası olarak bugün hayatta kalan yalnız Cuma Camisidir.

    Hamamın önceleri kervansarayın yaklaşık 100 metre kadar batısında, Keliban (İbrahim Dalgıç)ın evi yanlarında olduğunu büyüklerden duymuştum. Sonradan 20 metre kadar yakınına, tam karşısına getirilmiş. Biz oradaki halini hatırlıyoruz. Tıraka (Abdurrahman Zenger)in muhtarlığı zamanında yapılmış bu bina... 

    Bahçesiyle 300 metrekare kadar bir alanı kaplayan taş bina idi. Damındaki ilgi çekici küçük kubbesine yerleştirilmiş minik pencerelerinden süzülen ışıklar doğal aydınlatma aracıydı. Kare yapılı hamam odasının çevresi kurnalarla donatılmış ortaya yine kare bir göbektaşı yerleştirilmişti. Bu göbekteşıyla birlikte zemin ve duvarlar beyaz mermer kaplama idi. Hamam ile aynı büyüklükteki soyunma ve bekleme salonu birbirine küçük ve dar bir koridorla bağlanırdı. Tam güneyde ise içinde koca bir kazanın bulunduğu külhan vardı. Hamam, kuzeyden güneye soyunma salonu ile bu külhan arasında sıkışmış gibiydi. Uzun ince avlusunda yaz kış sürekli meşe bulunurdu. Biz çocukların ilgisini çeken hamam müştemilatından bir parça da depo idi. Bu depo hafif eğimli beton çatısı ve içine bazen zorla girdiğimiz küçük deliğiyle atıl kalmış su deposuydu. Anıtkaya şebeke suyu tesis edilmeden önce hamamın kullanım suyu buradan sağlanıyordu. Şu haliyle hamam, İlkokulun bahçesinde köşede bir sığıntı gibi dururdu.

    Yakınlarında kaplıca olmayan bazı köylerin halkı da gelirdi hamama; Anıtkaya halkına ancak yeten minik bir hamamdı. Gündüz kadınlara, geceleri de erkeklere hizmet verirdi. İstisna olarak cuma günleri selaya kadar yine erkekler yararlanırlardı. Gusül abdestiyle cuma namazı sünnetti de ondan.

    Asıl akıllarda kalan düğün hamamlarıydı. Cumartesi günü kız hamamıydı ve kız tarafının davetlisi olan kadınlar hamama doluşur, hem yıkanır hem eğlenir, düğüne hamamda devam ederlerdi. Çalıp oynarlar, türkü söylerler, yerler içerler ve bu arada bir gün önce kına gecesinde geline yakılan kınayı da yıkamış olurlardı. Cumartesi günleri aynı zamanda Eğret Pazarı olduğu için etraf köylerden gelen düğün hamamları da olabilir. Ayrıca koca köyde başka düğün olma ihtimaline binaen hamamcıların bir grubu çıkarken diğeri girebilir. Bazan Gecek, bazen Gazlıgöl veya Omar Hamamına da traktörlerle gidildiği olur. Düğün hamamlarında oğlan hamamı ise doğal olarak cumartesi akşamı yapılır. Buna damat tarafının yakını erkekler katılır.

    Böyle bir hamamı yakmak kolay değildir. Yakmak dediğime bakmayın, bu her şeyiyle hamamı işletmek demektir. Kazanı yakmak, külünü almak, temizliğini yapmak, sıcak-soğuk ayarını sürekli dengede tutmak, müşterilerle ilgilenmek, satış yapmak hesap tutmak... Hem esnaf yumuşaklığı hem de kuralları uygulayabilme sertliği gerektiren bir iş. Bir de bu işi gündüz kadın, gece ise bir erkeğin yapması gerekiyorsa işler iyice çetrefilleşir. Bu yüzden herkesin harcı değildir hamam yakmak. 

    İlk zamanlarda Kekeç Halil ve Körahmet'in hamamı yaktığını duymuştum. Aşşağılılar da yakmış hamamı, hatta Kambur Muhtar Ahmet (Öncül) bu dönemde hamamdaki sıcak-soğuk dengesizliği nedeniyle kamburlaştığı söyleniyor. Ücret olarak da (daha doğrusu 'hak' diyelim) bir ekmek alırlarmış. Benim hatırladığım hamamcılar Hacıların Tülü Murat (Azbay), Seydilerin Veysel (Yavuz), Yarımağaların Mevlüt (Soylu) ve Buruşakların Kürtümmet...

    Burayı bir ekmek kapısı olarak düşünmek yanlış değildir ancak; aynı kadar amme hizmeti olduğu da unutulmamalıdır. Bu yüzden önce Muhtarlık sonradan Belediye, hamamcılara gerekli kolaylığı da göstermiştir. Çünkü Anıtkaya'da hamamın yanıyor olması her yönden bir artıdır. Kira ve su sarfiyatı konusunda ne derece kolaylıklar gösterildi bilmiyorum lakin; Dağdan odun getirmek vatandaşa yasak veya sınırlı iken hamamcılara hep serbest olmuştur. Zira orada suyu ve hamamı ısıtmak için başka bir yakıtınız bulunmuyor. Bu yüzden olsa gerek hamamın küçük avlusunda sürekli meşe ağaçları olurdu.

    Her şeye rağmen olacak olan oluyor. Evler yenilendikçe her birine banyo kondu. İnsanların temizlik alışkanlıkları değişti, damdan çıkan duşun altına girmeye başladı. Ulaşım araçları gelişti, çevredeki kaplıcalara 15 dakikada varılıyor. Hamamcı bulunsa bile hamama müşteri bulunur muydu acep. Evet hamam söndü. Uzun süre metruk ve atıl bir yapı olarak kaldıktan sonra nihayet bina tamamen yıkılıp arsası okul bahçesine dahil edildi.

 

03 Ağustos 2021

Anıtkaya Şehitliği


     Köyün 1 kilometre kuzeybatısındaki Üyük'ün tam batı tarafındaki böğrüne yapılmıştır. Başkomutanlık Milli Parkı'na bağlı şehitliklerden biridir. 1924 yılında yapılmış ve günümüze kadar bazı değişikliklere uğramıştır. Zafer yıldönümlerinde resmi tören düzenlenmektedir.

    Büyük Taarruzda, 28 Ağustos 1922'de meşhur Eğret Baskınındaki şehitlerin anısına bizzat zamanın Süvari Kolordu Komutanı Fahrettin Altay tarafından yaptırılmıştır. On Yıl, Savaş Ve Sonrası adlı eserinde Paşa şöyle diyor: "Bu günün saygıdeğer şehitleri için Eğret yakınında bir anıt yaptırdım, Karayolları idaresi yolu yaparken bu anıtı yeni Türkçe harflerle yazılı mermerlerle yenileştirmek kadirbilirliğini göstermiştir, o taraf köylüler her sene yıl dönüm gününde orada toplanarak dua ediyorlar. Süvarilerin cirit oynadıkları söylentisine bu şanlı şehid ruhlarının gülümsediklerine şüphe edilemez.

    Fahrettin Paşa'nın zaferden sonra 1924 yılında diktirdiği anıt; uzun bir adam boyunda, dört yüzünde kitabe olan, yukarı çıktıkça incelen, piramidal estetik yapılı bir dikilitaştır. O gün kullanılan eski harflerle oluşturulan kitabe taşa kazınmış böylece dikilitaş, yazılı taş olmuştur. Metin batı yüzünden başlayıp kuzey ve doğu yüzlerinde devam ederek güneyde tamamlanır. Eski harflerle yazılı olduğu için halk tarafından ayrıca bir kutsallık atfedilmiştir. Ziyaretçiler ister istemez bu taşın başında fatiha okuyup dua ederler. 

    'Bu Taş 28 Ağustos 1922 Muharebesinde Yunan ordusunun hatt-ı ricatini keserek arkalarından taarruz eden Türk süvari kolordusunun bu civarda verdiği şehitler namına dikilmiştir. Kendilerine Cenab-ı Hakk'ın rahmeti niyaz olunur.'

13. Alaydan Kıdemli Binbaşı Galib 
13. Alaydan Yüzbaşı Hasan Hüseyin
20. Alaydan Üsteğmen Ahmed Nidai
13. Alaydan Teğmen İshak
13. Alaydan Asteğmen Atıf
20. Alaydan Asteğmen Hüseyin
2. Alaydan Çavuş Mehmed Köse
2. Alaydan Mustafa Emin
2. Tümenden Mehmed Durmuş
13. Alaydan Halil Ömer
13. Alaydan Mehmed Said
13. Alaydan Galib Mustafa

    Kitabede ismi geçen bu şehitlerin şehitlikte medfun bulunduğu veya köy içindeki eski mezarlığa defnedildikleri bilgisi doğru değildir. Bu anıtın sembolik olduğu kitabede zaten belirtilmiştir. Mesela 13. Alay komutanı Galib Bey'in naaşı bile bulunamamıştır ki bir yere defnedilebilsin. Burada ismi yazılanlar, Eğret baskınında verilen yüzden fazla şehidin yalnız birkaçıdır. 

    Afyon-Kütahya-İstanbul Karayolu eskiden Anıtkaya ve şehitliğin kenarından geçiyordu. 1972 yılında Karayolları Genel Müdürlüğü, anıtta eski harflerle yazılı bu metni yeni harflerle kazıyarak dört mermer plaka halinde anıtın doğu sırtına asmış. Orijinal anıt kitabesine şu ifadeleri de ekleyerek: "Anıtkaya (Eğret) Kurtuluş Savaşı'mızı eşsiz bir zaferle düğümleyen, Kocatepe'den gürleyerek ve coşarak bir sel gibi bu topraklardan Akdeniz'e akıp giden, Büyük Taarruz'da yoğun düşman kuvvetlerinin içine baskınla dalan ve boğaz boğaza amansız savaşlarla büyük zafer yaratıcıları ve bu uğurda vatanları, onurları ve yurttaşları için canlarını feda eden sayısız kahramanların şehitliğidir." 28 Ağustos 1972 B. ALPAKAN

    Fahrettin Paşa'nın köylüler her yıldönümünde toplanıp dua ederler dediği merasimi Anıtkayalılar "şenlik" diye adlandırıyorlar. Her 28 Ağustos'ta şehitlikte resmi-askeri tören düzenleniyor. Askeri birlikler geçit resmi yapıyor. Halk burada askerlerini gururla alkışlıyor. Ve Paşa'nın dediği gibi dualar ediyor.



01 Ağustos 2021

Parmaklı Kilim

     Onun adını ilk duyduğumda 2000 yılındaydık. Eğret'in meşhur ürünlerinden biri olduğunu, eskiden hemen her evde bu kilimden dokunduğunu, kızlar çeyizlerine mutlaka bir parmaklı kilim koyduğunu, literatüre "Eğret Parmaklı Kilimi" diye geçtiğini duyduğumda hayli şaşırmıştım. Çakırlar'ın Ayşe (Erdem) Nine dokuyucuların son temsilcisiydi. Bu konuda birilerine mülakat da vermişti. Sonra O da göçtü gitti.

        Afyon kilimleri ile ilgili yapılan çalışmalarda Parmaklı kilimin kaynağı olarak Eğret ve ona yakın köyler gösteriliyor. Anladığım kadarıyla kilimin kenarındaki kısa şerit motiflere  benzerliğinden dolayı parmak adı veriliyor, bu motif en çok da Eğret'te sevilip dokunduğu için Eğret Parmaklı Kilimi diye anılıyor. Bir yerde deniyor ki: "Eğret'te büyük bölümü parmak desenlerinden oluşan parmaklı kilimler dokunmaktadır." 

    Alttaki resim-yazı Suzan Bayraktaroğlu'nun "Afyon Yöresi Yörük Kilimleri" çalışmasından. Parmaklı kilimler için bir bölüm ayırmış. Kaynak olarak A.Topbaş'ın III. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumundaki bildirisini göstermiş. Henüz ulaşamadığım bu makale "Afyonkarahisar Anıtkaya (Eğret) Yöresi Parmaklı Kilimleri" adını taşıyor.


   

    Parmaklı kilimlerle ilgili tarihi ve kaynağı meçhul bir metin buldum. Yukarıdaki sempozyumda verilen tebliğin sunuşu gibi duruyor. İçerdiği bilgiler önemli olduğu için onu da yan tarafa ekledim.    

    Bütün bunlardan sonra hatırladım, rahmetli ninemin kıyamadığı bir kilim vardı. Namazlağıdan biraz daha halliceydi. Yaz kış guzine ile belki ninemle aynı yaştaki sandık arasında yayılı dururdu. Evin ortasına yayılan kilimler kaç kere değiştiyse de ona hiç bir zaman kıyıp da bir kenara atmamıştı. Bazı yerlerindeki adı her ne ise asıl iplikler kalmış diğer dokuma ipleri dağılmış, kilim fileye dönmüşse de öylece hep yerinde serili kalmıştı. Bazı yerleri pırasa kökü gibi pülçüklenmişti, rengi de biraz solmuş neredeyse çula dönmüştü. Yine de kıymetten düşmedi. Ağırlıklı olarak kızıl kiremit rengi ve açık saman rengi hakimdi diye hatırlıyorum. Belki renkler canlılığını yitirdiğinden bana öyle görünüyordu, belki de baştan beri o renkteydiler. Gavur küfüründe soğan kabuğuyla boyadığımız yumurtanın rengi gibiydi... Sonra ne olduğunu bilmediğim o kilim meğer parmaklı kilimlerden birisiymiş. Belki ninem kendi elceğiziyle dokuduğu için ondan hiç vazgeçmediydi. 

    Keşke bir resmini çekeydim müzeye koymaya...

    Bir başka araştırmada ise resmi görülen halı şöyle tanıtılmış: "
Kilimin iç dolgusunda kırmızı zemin üstünde yanyana ikişer adet olmak üzere dört sıra, kenarları parmak şeklinde uzantılı madalyonlar vardır. Parmak
şeklindeki uzantılar Afyon-Eğret yöresinde
dokunan kilimlerin tipik özelliğidir. Bunların içine de dört köşesinde birer koç boynuzu olan baklava motifleri yerleştirilmiştir."

    Vakıflar Dergisi'nin Aralık 2014'teki 42. sayısında yayınlanan araştırma, Serpil Özçelik'e ait. Görseli verilen halı ise Afyonkarahisar Ulu Cami kaynaklı ve 18. yüzyılda dokunmuş.


Sap Çekme

    Sap çekme dönemi orakların ardından başlayan bir süreçtir. Ova köylerinden 15 gün kadar sonra arpalar erer, kelleler boyunlarını büktüğünde biçilme vakti gelmiş olur. Biçmeydi, deste-dırmıktı derken oraklar da biter. Yalnız henüz buğdaylar ermemiş olabilir, onların biçimine kadar arpaları halletmek gerekir. Duruma göre, eğer buğdaylar da olgunlaştıysa beklemeden hemen onların biçimine geçilebilir. O zaman sap çakme ile oraklar birlikte yürütülecek demektir. Harman sezonu böylece açılır. Harmanyerleri şenlenir.

     Sapların başladığının en açık göstergesi arabalardaki değişikliktir. Hacim olarak geniş bir yük olduğundan sap taşımak için arabanın yan ve taban tahtaları kaldırılarak yeni bir aparat eklenir. Delece denilen bu aletle daha fazla sap çekebilmek için arabanın tabanına geniş ve hafif bir zemin oluşturulmuş olur. Ağaçtan yapılmış bir fileyi andırır, kenarları sağlamdır, ortalara daha hafif dallar çakılır. Arka tekerleri korumak için hafif yay biçiminde eğri dallar kullanılır. Ortaya da boydan boya sırf rahat oturabilmek için tahta uzatılır. Delece vurulduktan sonra tekerler ve makas yağlanır, araba sap çekmeye hazırdır. Delecenin önünün iki yanına tokalı urganlar uygun dürülerek bağlanır, ve yeteri kadar annat dişleri yere bakacak şekilde deleceye takılır. Bunlar sap arabasının olmazsa olmaz aksesuarıdır.

    Tarla paklama sırasında desteler ne kadar düzgün yapılmışsa sap yükleyicisinin işi o kadar kolaylaşır. Annatı desteye saplayıp yükünü alır ve omuzuna koyar. Arabaya kadar öylece yürür. Bu esnada annattaki saplar düşüp dağılmamalıdır, aksi halde her şey berbat olur çünkü o sapı tekrar toplamak artık neredeyse imkansızdır. Daha deste yaparken sap kelleleri destenin sol yanında olmalı ki alırken de yükleyici annatın soluna alabilmeli ve arabaya koyarken de bu taraf içeriye gelebilsin. Kelle kısmı daha ağır olduğu için sap o tarafa ağgın olur, eğer bu şekilde yüklenmezse o arabadaki saplar harmana varmadan kayıp düşer. 

    Arabayı doğru yüklemek yükleyici kadar çinneyiciye de bağlıdır. Yükleyici tarafından getirilen sapları deleceye usulüne uygun yerleştirmek için bir kişi arabaya çıkar. Bu genelde bir kadın veya bu işte usta bir ihtiyardır. Elinde bir dirgenle aşağıdan annatla uzatılan sapı karşılar düzgün bir şekilde yerine oturmasını sağlar. Evet her gelen annatın nereye konacağına çinneyici karar verir. Çünkü nerede sap eksikse en iyi o görmektedir. Doleşimi de o takip eder. Doleşim (dolaşım) arabaya yüklenen bir sıra sap miktarıdır. Annatlarla arabanın dört yanı dolaşılıp yüklendiği için bu ad verilir. Doleşime konulan ilk annat sapa gafa(kafa) denir. Arabanın sol önüne veya sağ arkasına konulur. Sonrakiler sırayla bir öncekinin sağına konulup ona yaslanır. Sona gelindiğinde önce kafaya bir annat konulup kalmışsa araya yarım veya bir annat sap konulur. Sonra arabanın önü ve arkasındaki açıklık yeteri kadar sapla doldurulur, bunlara gapak (kapak) denir. En sonunda ortadaki kuş yuvası gibi kalan boşluk da yeteri kadar sapla doldurulup iyice çinnenir. Sap kelleleri hep içeriye gelir, annatla konulan saplar hep birbirinin üstüne biner, kelepçe gibi birbirini tutar. En son ortaya atılıp iyice çiğnenen saplar tamamını sıkıştırarak tutar. Böylece bir doleşim tamamlanmış olur. Bu şekilde sapın durumuna göre 4 veya 5 doleşim sap yüklenebilir. Duruma göre takviye olarak son doleşimin üstüne bir kaç annat daha yüklenebilir. Bunlar yalnız kafalara eklendiği için bu duruma "gafaya goma" denir. Ortalama bir doleşim yaklaşık 20 annattan oluşur. Bütün bunlara tabi çinneyici belirler.

    İnsan yaptığı işin görünmesini ister. Marifet iltifata tabidir derler ya, o hesap. İyi yüklenilmiş bir sap arabasında pay sahibi olan yükleyici ve çinneyici arabanın sağlamlığını istediği kadar düzgün ve güzel görülmesini ister. Çinneyici onun nasıl görüldüğünden habersiz, aşağıdaki yükleyicilere bunu sorduğunda "gaşşık gibi" cevabını alınca sevinir. Neden öyle denildiğini bilmiyorum; dengeli, düzgün ve güzel görünen sap arabalarını böyle nitelerlerdi. Şimdi düşünüyorum da biçim olarak aşık kemiğine benzediğinden "aşşık gibi" diye diye zamanla değişmiş bir benzetme gibi geliyor.

    Yükleme işi bittikten sonra urgan çekme faslı başlar. Delecenin önünden arkaya doğru tekerlerin dengine gelecek şekilde çekilen urgan, eğer araba doğru yüklendiyse sapların tam ortasından, kelle içeride sap dışarıda kalacak şekilde sıkıştırır. Sıkışmanın tam sağlanması için çinneyici urganın iki yanına özellikle kafaların olduğu yerde basar veya dirgenle vurarak yeteri kadar sıkılaşmasını sağlar. Urganın ortasındaki toka kullanılarak sıkılık biraz daha arttırılır. Urgan çeken ipin ucunu beline dolayarak sıkıştırma işine nihayet vererek bağlar. Diğer yanın urganı da aynı şekilde çekilince bu iş de bitmiştir. Lakin urgan çekerken de denge gözetilmeli, iki urgan da aynı derecede sıkıştırılmalıdır. Aksi halde arabanın dengesi bozulur.

    Urganla yeteri kadar sıkıştırılıp sağlamlaştırılan araba artık yola çıkmaya hazırdır. Lakin yine de düşmeye meyyal saplar varsa buradayken düşsün, yolda düşüp de kaybolmasın diye araba dırmılanır. Bu gocadırmıkla rabayı tarama gibi bir şeydir. Böylece birkaç annat daha sap ortaya çıkmış olur. Eğer tarladan götürülen son araba değilse bu, bir sonraki sefer için bir kenara çekilir bu döküntü saplar. Bir daha bu tarlaya gelinmeyecekse, yani son sefer ise arabanın üzerine atılır veya "kurdun kuşun hakkı" denilerek orada bırakılır.

    Son seferde bir şey daha yapılır yola çıkmadan: Helalleşme. Hasat bitmiştir, o yıl için bir daha o tarlaya gelmeyeceklerdir. Bir süre görüşemeyeceği dostuyla vedalaşır gibi bir merasim yaşanır. Bunu genelde tarlanın sahibi yapar. Hatırladığım kadarıyla şuna benzer şeyler söylenir tarlaya: "Hadi tarla, hakkını helal et, benden yana helal olsun. Allah taşına toprağına, gurduna guşuna bin bereket versin. Goyup giden nurda yatsın..."

    Yüklenen spın son durağı harmanyeri olacaktır; lakin oraya ulaşana kadar epey bir yol almak gerekebilir. Taşlı ve sert yolardan geçerken sırsılan arabanın yükü oturuşur, yerleşir. Yükleme sırasında yapılan bir hata ise böyle bir yolda pahalıya patlar. Doleşimlerden biri kayabilir, bunun önüne geçmek için sakat duran doleşim altına annat saplanır. Veya yol indirli bindirliyse araba devrilebilir, bunu önlemek de sakat yollardan geçerken dikkatli olmak ve gerekirse deleceye destek olmaktır. Her şeye rağmen sap çekme zamanında yol kenarlarında kaydırılmış sap yığınlarına ve devrilmiş arabalara rastlamak nadirattan değildir. Gaşşık gibi yüklenen arabaların başına bir şey gelmez.

    Harmana ulaşan sap arabasını boşatmak kolaydır artık. En son yüklenen annattan başlanarak yere atılacaktır. Tabi önce urganlar çözülmeli. Delecenin iki yanına yıkılan sap yığınları ıraması oluşturur. Arabanın ön ve arkasına sap yıkmamaya özen gösterilir. Kazara düşen olursa iş bitiminde ıramasa çekilir. Harmanyeri sıkıntı olduğu zamanlarda sapı rastgele yıkmamak önemliydi, bunun için mutlaka ıramas yapılırdı. Çocuk gözünde bazen dağ gibi görünürdü bu ıramaslar. Delecede kalan tek tük saplar elle temizlenir, ortadaki sap ve dene gübürü ise bir tutam sapla süpürülür böylece araba tekrar gitmek için hazır hale gelirdi. Sabah ve akşamın serin zamanlarında sap çekmek tercih edilirdi. Hatta ayın aydınlığında gece bile sapa giden olurdu. İşler sıkışıksa gün boyu sap çekilebilir tabi. Böylece günde 7-8 sefer yapılabilir; amma mesela Ağıllanaltından getiriyorsan ancak bir sefer yapabilirsin.

    Traktörler yaygınlaşınca onun römorkuna delece vuruldu. Kocaman delecelerdi. Sonra ona de gerek kalmadı, römorkun kapakları açıldı, delece vazifesi gördü. Sap yüklenmeden önce altına halat yerleştirip sapı o halatla motur gücüyle indirdiler. Böylece ıramas devri bitmiş oldu.