Yetmişlerde bir çocuğun cepleri boşaltılsa muhtemelen ortaya şunlardan bir öbek çıkardı. Koca bir hapaz günaşık; kavrulmuş, tuzlu. Bir küçük çakı, onunla bir yere tıkılmış ve hiç kullanılmayan sümük mendili. Markaları ve ona göre kıymetleri farklı kutular. Götcebin birine konulan ayna ile tarak, diğerinde basit bir biz. Ne vakit konulduğu bilinmeyen, orada unutulmuş havlı sorma şekerler... ve cebin sahibinin ilgi ve imkanına göre daha akla gelebilecek başka şeyler.
Görüleceği üzere çok çeşitlilik var. Bakış açısına göre erzak ambarına da benzetilebilir, takım sandığına da. Bıçak ve biz gözönüne alınırsa cephaneliğe de...
En çok Gulaksız'ın elinde görürdüm onu. Köyün tek yemeni tamircisiydi ve yemeni yanında ayakkabı mes de tamir ederdi. Deri tamirinde esas olan yapıştırma ve dikiş. Büyük de olsa iğneyi deriye batırmadan önce bir delik açmak gerekiyor. İşte bu deliği biz ile açıyordu Gulaksız. Odalarda kendi mesinin tamirini yapanlar da olurdu. Onların dolavında bir biz mutlaka bulunurdu. Bunların dışında, ne için kullanılıyordu bilmiyorum; ama her evde mutlaka biz olurdu. Bu kadar yaygın olunca, çocukların cebinden biz çıkması normal karşılanmalı.
Bizim bizlerimiz tamamıyla oyun amaçlıydı. Oyunumuzun adı da biz idi. Bizi yere saplayıp iki noktayı çizgiyle birleştirme, çizgileri dairesel olarak geliştirerek oluşacak sarmala rakibi hapsetmeye dayanan bir oyundur.
Toprak bir zemin, en başta olması gereken bir zorunluluktur. Toprak zemini bulsan da burada her zaman oynanamıyor. Yer, biz saplanacak yumuşaklıkta olmalı. Yetmez, saplandıktan sonra öylece kalabilmeli; vıcık vıcık çamur olmamalı. Bu şartlar biz oyununun vaktini de belirlemiş oluyor. Yazın oynayamazsın, biz saplanmaz; kışın oynayamazsın yerler çamurdur. İlk ve sonbaharda yağmur yağıp toprak yellendikten sonra, üzerine rahat çizgi çizebileceğin kıvamdayken zemin, işte o zaman biz vakti girmiştir.
Biz yerine düzgün bir mık veya kilitli bir çakıyla da oynanabilir. Ne ile oynanırsa oynansın, oyunun adı değişmez, hep biz'dir.
Takım oyunu değil, bireyseldir. Herkes kendi bizini kullanacağı için, onun iyi saplanır bir şey olması gerekir. Dört kişiye kadar oynanabilir; ama oyuncu sayısı arttıkça iş iyice içinden çıkılmaz bir hal alır. En iyisi iki kişilik olanıdır. Bunun sebebi, oyun kuralıyla daha iyi anlaşılacak.
İki kişi oynuyorsa yere bir V, üç kişide Y ve oyun dört kişilik ise X şekilleri çizilir. Şekillerdeki her uç, bir oyuncu içindir. Oyuna başlayacak şanslı, sayışmaca ile belirlenir. Sıralar belli olunca ilk oyuncu bizini saplayarak, ucunu de seçer. Saplanan yer, seçtiği uç ile bir doğru çizgi olarak birleştirilir. Buradaki kural bizi saplandığı yerden uca kadar çizerken eli kaldırmamaktır. Bizi doğru yere saplayıp, el kaldırmadan iki noktayı çizgiyle birleştirirsen oyuna devam edersin. Bizi saplayamaz veya yanlış yere saplarsan yanarsın, oyun hakkı sonraki oyuncuya geçer. Saplama ve çizme yönü saat istikametindedir. En son kapattığın uç senden sonraki oyuncuya aittir. İlk kapattığın ise en son oyuncuya.
Oyunun asıl kuralı, oyuncuları oluşacak sarmalın içinde hapsedip onların çıkışına engel olmaktır. Bunu yapıp oyunu kazanmak için sarmal çizgilerini mümkün olduğunca dar tutmak gerekir. Çünkü geriden gelip o darboğazı geçmek zorunda kalan oyuncu, bizi bu dar alana saplamak zorundadır. Kural böyle olunca oyuna ilk başlayan olmak ne kadar önemli, anlayın artık. Çizgi aralıklarının darlığı bir yana, bazen sarmalın yönünü tersine çevirip yeni dargeçitler de oluşturulabilir. Bütün bunlar önde yani sarmalın en dışındaki oyuncunun elindedir. Fakat daha oyunun başındayken böyle ters dönmelerin olup olmayacağı kararlaştırılmalıdır. Gerideki oyuncu için durum bu kadar sıkıntılıyken, bir de oyuncu sayısının dört olduğunu ve kendinizin bu sarmalın en içinde olduğunuzu düşünün. Bu yüzden en iyisi ikili oyundur.
Cebimizde biz taşıdığımız günlerde, bir köşebaşında sessizce oyuna başlardık. Eğer bir darboğazdan çıkamayıp da pes etmediysek oyun, sarmal genişleyene kadar sürerdi. Büyüyüp, kocaman olup bir duvara dayandığında kim dışardaysa o kazanmış olurdu.
Biz büyürken Anıtkaya da gelişiyordu. Bir de baktık, bütün sokaklar parke döşeli. Ne ceplerde biz kaldı, ne biz saplayacak yer.