Derin geçmişe sahip bir köy olduğu için Eğret şartlarında bu akrabalık bağları çok doğal. O güne göre kapalı bir toplum, birbiriyle evleniyorlar; evlendikçe çoğalıyor, çoğaldıkça yine akrabalarla evleniyorlar. Dışarıdan biri geldiğinde yine buradan evlenip kök salıyor, yeni sülaleler oluşuyor; ama yeni kurulan akrabalıklarla bağlar güçleniyor... Bu, çok tabii her yerde görülen ve olması gereken bir durum...
Tarihin bazı noktalarındaki olağandışı durumlar akrabalıkları güçlendirici faktör olmuş. Sonuçları itibariyle Cihan Harbi, bütün bir milletin hayatında olduğu gibi Eğret'te de ciddi bir travmaya yol açmış. Bu acılar ayrı bir konu; fakat harbin ilginç sonuçlarından biri de akrabalıkları artırmasıdır...
Tahmini olarak Cihan Harbine Eğret'ten 250 nefer katılmış. Bu rakam, (yine yaklaşık) nüfusun yüzde yirmisidir. Tamamı, bugünün ölçülerine göre, askerlik çağındaki 20-25 yaş aralığı delikanlıları değildi. İçlerinde bıyığı yeni terlemiş 18'liklerden tut, 40 yaşında torun torba sahibi olanlar bile vardı.
Eski askerlik sistemine göre, dört yıllık temel askerlikten sonra 8 yıl kadar süren rediflik dönemi oluyordu. Uzun izinlerle, rediflik bazen on yıla kadar çıkabiliyordu. Hatta tazminat yatırarak ve mazeret sunarak rediflik dönemini bir kaç kez erteletme hakkın vardı. Bu yüzden baba oğul aynı birlikte askerlik hikayeleri anlatılır... İşte 1914'te harp başladığında asker olan bu insanların, vakti gelse bile terhisleri durduruldu. Normal asker alımları sürdürüldü. Yetmedi, seferberlik ilan edilip eli silah tutan herkes askere çağrıldı. Bunların ötesinde, çocuk yaştakilerin bile askere alındığı bir dönem var ki tam trajedi... (Eğretlilerin 'elveri' dedikleri bu yaşı küçükler, cepheye eğitimsiz sürüldükleri için Çanakkale'de 'gök ekin gibi' biçildikleri söyleniyor.)... Bütün bunların dışında, özellikle yakın olduğu için Çanakkale'ye giden gönüllüler var ki bunların kaydı kuydu da tutulmamış... Hasılı kelam, Cihan Harbindeki Eğretli neferlerde yaş sınırlaması yok; çocuk da var, dede de...
İkiyüz küsür neferin çok azı köyüne dönebilmiş. Şehitlik o zamanlarda, bugünkü gibi üzerinde çok durulacak bir kavram olarak görülmüyordu. Askerlik sıradan bir vatan borcuysa, bu uğurda canını vermek de o kadar sıradandı... O sıradan sayma, bugünün anlayışına bile sirayet etmiş; torunlar dedelerinden bahsederken şehit demiyor da 'harbde kalmış' diyor...
Harpte kalanlar, bizim bilemeyeceğimiz manevi rütbelerle rütbelendirildiler; yalnız unutmayalım, bu 200'den fazla harpte kalanın çoğu evliydi. Ne olacak onların hanımları, çocukları; ne yeyip ne içecekler?.. Şehit dulları kocaya vardı, yeni çocukları oldu. Bu, yeni karınkardeşler, baba bir kardeşler, üvey kardeşler anlamına geliyordu... Akrabalık bağları bu yolla da genişledi...
Beride de bekleyenler var... Bir asır sonradan bakıp bekleyenlerin halini anlamak mümkün değil. Anlamadan anlatmak da olmaz. Öyleyse Küçük Ağa romanının başındaki destansı paragraf işimize yarayabilir:
"Osmanlı yenildi. Payitaht düştü. Her şey bitti. Endişeler, ümitsizlikler, korkular... Çünkü onbinlerce esir, onbinlerce şehit, onbinlerce gazi var... Toprak bekliyor... İşyerleri örümcek bağlamış, bekliyor... Ve bütün köyler kentler gibi, her ev kocaman bir göz olmuş Akşehir, bekliyor... Her evin beklediği bir oğul, bir koca, bir yavuklu; tarlaların ve işyerlerinin beklediği bir genç ve güçlü bir bilek var... Yıllardır her şey ve bütün işler, kadınlar ve yaşlı erkeklere bakıyor; verim her işte düştü... Yokluklar dayanılmaz noktaya dayandı; her ev bekliyor... Her evin kışlasından, hastaneden, esaretten dönmesini beklediği ve dönmesi şart olan biri var... Dönecekler miydi... Dönenler nasıl ve hangi ruh, hangi beden yapısıyla döneceklerdi... Önemi yoktu bu sorunun, dönsünler yeterdi... Ve dönmeleri şarttı... Dönmezlerse Akşehir bir kışa daha dayanamazdı... Akşehir bekliyordu..."
Siz buradaki Akşehir'i Eğret olarak okursanız, kendinizi tam da anlatmak istediğim ortamda bulursunuz... Kalanların durumu malum... Bekleyenlerdeki vaziyet de işte böyle...
Bir de harpte kalmayıp, köyüne dönebilenler vardı... Bunlar, kalanlara nispet edilirse sayıları çok azdır. Tespit edebildiğim yirmi kadar var, bilemediklerimizle Eğret'ten giden toplam neferin yüzde 10'u diyelim... Ya bu gelenlerin haline ne demeli!... Küçük Ağa'nın başkahraman Çolak Salih'te, bunların bütün özelliklerini bulabilirsiniz...
- İdirizlerin Gocaosman: Lakabının hakkını verircesine, dönenlerin en yaşlısıdır; 1875 yılında doğdu. Oğlunun şehit olduğundan habersiz çoğunlukla Yemen cephesinde çarpıştı. Hicaz bölgesi de sorumluluk alanları içinde olduğundan sık sık Kabe civarına da gidiyordu. Görevi gereği hac ibadetini yapamadı. Hem bu farizayı yerine getirmek hem de burnunda tüten yerleri tekrar görmek arzusuyla 1954'te hacca niyetlendi. Özlediği mekanlarla ebediyyen kucaklaştı, orada ruhunu teslim etti...
- Çatalların Molla Mehmet (İbiş'in babası): 1879 Yılında doğdu. Afyon Medreselerinde ilim tahsil ettiği için Molla dediler. Yemen Cephesinde çarpıştığı biliniyor. İstiklal Savaşı yıllarında Eğret'te ölüm döşeğindeyken, yanındakilere savaşın dehşetini adeta naklen anlattığı, 'Şu da şehit oldu; vay kefere, filancayı da öldürdü' diye sanki askerlerle birlikte savaşırmış gibi ruhunu teslim ettiği anlatılıyor. Bahsettiklerinin hiçbiri cepheden dönememiş...
- Körüslerin Ali (Akömerin babası): 1880 Yılında doğdu. Beş kardeşin içinde Eğret'e geri gelebilen sadece Ali olmuş; ama buna da gelmek denir mi, bilemiyorum. Hastalanmış, bitkin bir şekilde hava değişimine göndermişler. Bir hafta on gün içinde vefat etmiş. Arapların Gözelali (Ali Tok)a onun adını vermişler...
- Omarcıkların Gabasakal: 1884 Doğumlu Ahmet, resmiyette Mehmet olarak kaydedilmiş. Harp anılarını anlatmayı pek sevmeyen yapısı varmış. Bilinen yalnız Kafkas Cephesinde savaştığı, Muş'ta evlenip bir kızı olduğu yönünde... Eğret'e döndükten sonra da çok evliliği olmuş. Şoför Halil İbrahim Sağlam'ın babasıdır. 1943 Yılında öldü.
- Hacımahmutların Kıni Mısdık: 1885 Yılında doğdu. Hangi cephede bulunduğuna dair bilgi yok; çünkü bunları anlatacak fırsatı olduysa bile bize aktaracak kişi yok. Oğlu Kazım daha 18 aylıkken, dağdan odun getirmeye gitmiş ve bu sırada düşüp ölmüş...
- Gağşakların Gocagulak: Halil de 1885 yılında doğdu. Cihan Harbine katıldığına dair bilgi yok; ama emsalleri gibi katılmış olmalıdır. Buraya almamızın sebebi, oradan sağ salim dönmesidir. 1922 yılında Yunan işbirlikçisi Çerkez çeteler tarafından Omarcıkların Ahmetçavuş ile birlikte şehit edildiler...
- Omarcıkların Arabeci: Mehmet Ali, Gabasak Ahmet abisinin küçüğüdür, 1886 yılında doğdu. Harpte araba kullandığı için lakabı Arabeci olarak kaldı. Aynı harpte şarapnelle çenesi dağılmış, bu yüzden 'Çenesiz' de diyorlarmış. 1966 Yılında vefat etti...
- Apdıramanların Güdükmehmet: 1886 Doğumludur. Basra-Irak-Suriye hattında 12 yıl askerlik yapmış. 1972 Yılında ölene kadar, o yaşlı haliyle askerlikten kalma disiplini hayatına şiar edinmiş...
- Ayanoğlu Garahmet: 1887 Yılında doğdu. Abisi Gabaoğlanın Çanakkale'de kafası koparak can verdiğine şahit olmuş. Bazıları bunu manevi olarak kalp gözüyle gördüğünü söyleseler bile, yaşı itibariyle o sırada başka bir cephede olmalıdır. 1968 Yılında vefat etti...
- Kekliklerin kel Ali: 1888 doğumludur. Harp boyunca vücudunda yara almadığı bir nokta kalmadığını söylüyorlar. Bu yüzden 'Yanık Ali' de derlermiş. Silah arkadaşlarının tanıklıklarıyla efsaneleşmiş. Arapların Mehmet (Kalpsizin dedesi) onun birliğinde şehit olmuş. Uzun askerlik döneminde evlenmiş, çocuğu olmuş; Bıgalı Sabri Kocausta ondan torunudur. Döndükten sonra da Eğret'te bir kaç kez daha evlendi; 1957'de vefat etti...
- Şeherlioğlu Hüseyin: 1889 Yılında doğdu. Çanakkale'de savaştığı söyleniyor. Döndükten sonra çok yaşamadı, iki kızı doğduktan sonra vefat etti...
- Çolömerin Halilçavuş: Doğum tarihi 1890... Çanakkale'de Himmetoğlu Kelhasan (Gambırömerin babası) ile aynı birlikteydiler hatta onun çavuşuydu. Dolayısıyla onun şehit olduğuna tanık oldu. Şampayanın babasıdır; 1974'te vefat etti...
- Omarcıkların Altındiş: Ahmet 1891 yılında doğdu. Yemen cephesinde çarpıştı. Harp hatıralarını torunlarına ayrıntılı olarak anlatmış. 1958 Yılında öldü...
- Müdüroğlu Halilçavuş: Altındişle aynı tertip, 1891 doğumlu; yalnız Halilçavuş Çanakkale'deymiş. Çolömerin Halilçavuş ve Himmetoğlu Kelhasan ile aynı birlikteler, sadece mangaları farklı... Çanakkale'den döndükten sonra evlenen Halilçavuşun bir de kızı oldu. Eğret işgal edildiğinde vaziyet böyle... Cephede bulunmasa da İstiklal Harbinde gizli görevli olduğuna yönelik söylentiler var. Bu görevi deşifre olduktan sonra şehit edilmiş... Bunun doğruluğunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz, gerçek olan şu; Halilçavuş 1922'de şehit edildi...
- Naymelerin Ramazan: Doğum tarihi 1891... Mücellit Hocanın güveyisidir... Yemen ağırlıklı olmak üzere çeşitli cephelerde tam 14,5 yıl çarpışmış, galiba rekor Aliciklerin Ramazan'da... Bir gece sabaha karşı Eğret'e döndüğünde, eşi Naime Hanımın yanında kıvrılıp uyumakta olan oğlunu tanıyamamış... Gitmiş Gocacaminin şadırvanına abdest almaya, bu kez Eğretliler onu tanıyamamış, yabancı sanmışlar... 1974'te vefat etti...
- Gademlerin Banguş Osman: 1891 Doğumluların sonuncusu... Cihan Harbinde Yemen'de savaştıktan sonra, döndüğünde İstiklal Harbine de katılmış... Görme ve işitme kaybıyla birlikte dönmüş köyüne... Zihinsel anlamda da çok hasar almış, bariz unutkanlığı varmış mesela... Maddi anlamda çok sıkıntılar yaşamasına rağmen bütün bunlara 'bedel' ödemelere dönüp bakmamış bile... Ona buna bekar durmuş, kimseye minnet etmemiş... 1961 Yılında vefat etmiş...
- Çatalların Mehmet Cemal (Boduoğlunun babası):1894 Yılında doğdu. Büyük harpten kurtulup sağ dönebilen talihlilerdendi (?!) Evlendi, sonra Yunan geldi... Dediklerine göre işbirlikçi çeteler, Gocagulak ile Omarcıkların Ahmetçavuşu öldürdükleri gün, onlardan önce Cemal'ı kendi odalarının önünde vurmuşlar...
- Goca Guliz: Selimlerin Ali Osman 1895 yılında doğdu. Harpte Kafkas cephesinde çarpışmış. Ruslara esir düşmüş, bir süre esir kampında tutmuşlar, sonra Rus köylülerinin yanına yerleştirmişler; esir kampı, iş kampına dönüşmüş yani... 1917 Ekim Devrimindeki karışıklıklardan yararlanıp kaçmış, yayan yapıldak gelmiş köyüne... 1969 Yılında, 74 yaşındayken vefat etmiş...
- Doğveli Halil İbrahim: Gocaguliz gibi 1895 doğumlu... Onun gibi Kafkas Cephesindeymiş, Onun gibi Ruslara esir düşmüş, esareti tam dört yıl sürmüş, sonra kaçmış... Askerliği bitmemiş, İstiklal Harbine de katılmış... Döndüğünde babası ve kardeşlerinin şehit düştüğünü, kendisini de öldü sanıp nişanlısını küçük kardeşine verdiklerini filan öğrenmiş... Badire üstüne badire yani... Yine de yeni bir hayat kurmayı başarmış... 1964'te vefat etti...
- Çerçimehmet: Doğveliyle aynı tertipler ve askerliğinin son dönemlerinde (galiba Diyarbakır'da) beraberler... Sonra bu kaçtığı için rediflik dönemi uzuyor. Uzatmalarda Afyon'daki birliğinde ve artık Cumhuriyet dönemi... Kardeşlerin büyüğü olduğundan, sık sık geceleri gelip aksaklıkları gideriyor, işleri hala yola koyup sabah birliğine dönüyor. Cihan Harbinden eksik kalan askerliğini Cumhuriyet dönemine taşıran başka biri daha var mıdır, bilmiyorum... Çerçimehmet, 1962 yılında vefat etti..
- Sağırların Süleyman: 1895 Doğumlu... Çanakkale'de Ahmet abisi (İbramhocanın babası) ile birliktelermiş... Abisinin feci bir şekilde şehit olduğunu görmüş... Kendisi sağ salim dönmüş; ama gördükleri yüzünden akıl sağlığını yitirmiş. O vaziyetteyken kısa bir süre sonra vefat etmiş...
- Dananın Çolak: 1899 Yılında doğduğu bilgisi yanlış değilse, Cihan Harbinden sağ dönebilenlerin en genci Konyalı Mehmet'tir... Cihan Harbinin son döneminden sonra İstiklal Harbine devam etti. Sakarya Savaşında 'Çolaklık' rütbesini taktı. Eğret'e döndüğünde, oğlunun öldüğünü, kendisinin de şehit olduğu zannıyla eşinin başkasıyla evlenmek üzere olduğunu öğrendi. Arapların Şehit Mehmet'in yetimi Ömer'i evlat edindi, böylece kurduğu yeni hayatına 1972'deki vefatıyla veda etti...
Gelenlerin durumu da böyle... Hiç biri gittiği gibi dönememiş... Bedeninin yahut ruhunun bir parçasını orada bırakmışlar... Fedakarlıklarını göze sokucu, başa kakıcı olmamışlar... Devlet kendini biraz toparlayınca tazminat vermek istemiş, onu da reddecek kadar âlicenap davranmışlar...
Hassönlerin İbramın yetimi Kezban'ı Emirhanoğlu Mehmet (İşofun abisi)ne vermişler. İki kız babası Mehmet, Çanakkale'de kalanlardan... Sonra Kezban Hanım, Çanakkale'den dönenlerden Müdüroğluların Halilçavuşa varıyor. Bir kızı da ondan varken, Halilçavuşu Yunan hunharca şehit ediyor... Kezban Hanım üçüncü olarak Elciklerden Dolaksızın Ahmet'e vardı; orada da adını İbrahim koyacağı bir oğlu oldu. Biz Onu Çakıriban (İbrahim Ata) olarak bileceğiz... Şimdi; Çakıriban ile Dolakmehmet baba bir kardeş; Çakıriban, Tellimustafanın hanımı Şerife, Delişükrünün hanımı Topalayşa, Delibanın hanımı Muzaffere karınkardeş; bunların hepsiyle Dolakmehmet üvey kardeş; Delişükrünün hanımı Ayşe ile Tellimustafanın hanımı Şerife ana baba bir kardeş... Varın bundan sonraki akrabalık örgüsünü hesap edin...
Kölgecinin karısı Fatma Hanım; Gelenlerden Gocaosmanın kızıydı. Torunundan duydum; harpte kalan İdris Abisini, gelir diye ölene kadar beklemiş...
Kalanlar, Dönenler, Bekleyenler... Her biri destansı bir duruş sergilemiş... Duaya vesile olur ümidindeyim...