27 Haziran 2023

Kalanlar, Gelenler Ve Bekleyenler

 
    Anıtkaya'da herkes birbiriyle akraba. Büyüklere 'emmi, dayı; hala, teyze' diyoruz ya, işte bunda yalan yok. Dibe doğru inildikçe onun bir yerlerden emmin ya da dayın olduğunu görürsün. Bilmem kaç kuşak önceden, ya baba tarafından yakınlığın vardır, halandır; ya da ana tarafından teyzendir. Geçmişini takip edenler bunu çok iyi biliyor.

    Derin geçmişe sahip bir köy olduğu için Eğret şartlarında bu akrabalık bağları çok doğal. O güne göre kapalı bir toplum, birbiriyle evleniyorlar; evlendikçe çoğalıyor, çoğaldıkça yine akrabalarla evleniyorlar. Dışarıdan biri geldiğinde yine buradan evlenip kök salıyor, yeni sülaleler oluşuyor; ama yeni kurulan akrabalıklarla bağlar güçleniyor... Bu, çok tabii her yerde görülen ve olması gereken bir durum...

    Tarihin bazı noktalarındaki olağandışı durumlar akrabalıkları güçlendirici faktör olmuş. Sonuçları itibariyle Cihan Harbi, bütün bir milletin hayatında olduğu gibi Eğret'te de ciddi bir travmaya yol açmış. Bu acılar ayrı bir konu; fakat harbin ilginç sonuçlarından biri de akrabalıkları artırmasıdır...

    Tahmini olarak Cihan Harbine Eğret'ten 250 nefer katılmış. Bu rakam, (yine yaklaşık) nüfusun yüzde yirmisidir. Tamamı, bugünün ölçülerine göre, askerlik çağındaki 20-25 yaş aralığı delikanlıları değildi. İçlerinde bıyığı yeni terlemiş 18'liklerden tut, 40 yaşında torun torba sahibi olanlar bile vardı.  

    Eski askerlik sistemine göre, dört yıllık temel askerlikten sonra 8 yıl kadar süren rediflik dönemi oluyordu. Uzun izinlerle, rediflik bazen on yıla kadar çıkabiliyordu. Hatta tazminat yatırarak ve mazeret sunarak rediflik dönemini bir kaç kez erteletme hakkın vardı. Bu yüzden baba oğul aynı birlikte askerlik hikayeleri anlatılır... İşte 1914'te harp başladığında asker olan bu insanların, vakti gelse bile terhisleri durduruldu. Normal asker alımları sürdürüldü. Yetmedi, seferberlik ilan edilip eli silah tutan herkes askere çağrıldı. Bunların ötesinde, çocuk yaştakilerin bile askere alındığı bir dönem var ki tam trajedi... (Eğretlilerin 'elveri' dedikleri bu yaşı küçükler, cepheye eğitimsiz sürüldükleri için Çanakkale'de 'gök ekin gibi' biçildikleri söyleniyor.)... Bütün bunların dışında, özellikle yakın olduğu için Çanakkale'ye giden gönüllüler var ki bunların kaydı kuydu da tutulmamış... Hasılı kelam, Cihan Harbindeki Eğretli neferlerde yaş sınırlaması yok; çocuk da var, dede de...

    İkiyüz küsür neferin çok azı köyüne dönebilmiş. Şehitlik o zamanlarda, bugünkü gibi üzerinde çok durulacak bir kavram olarak görülmüyordu. Askerlik sıradan bir vatan borcuysa, bu uğurda canını vermek de o kadar sıradandı... O sıradan sayma, bugünün anlayışına bile sirayet etmiş; torunlar dedelerinden bahsederken şehit demiyor da 'harbde kalmış' diyor... 

    Harpte kalanlar, bizim bilemeyeceğimiz manevi rütbelerle rütbelendirildiler; yalnız unutmayalım, bu 200'den fazla harpte kalanın çoğu evliydi. Ne olacak onların hanımları, çocukları; ne yeyip ne içecekler?.. Şehit dulları kocaya vardı, yeni çocukları oldu. Bu, yeni karınkardeşler, baba bir kardeşler, üvey kardeşler anlamına geliyordu... Akrabalık bağları bu yolla da genişledi...

    Beride de bekleyenler var... Bir asır sonradan bakıp bekleyenlerin halini anlamak mümkün değil. Anlamadan anlatmak da olmaz. Öyleyse Küçük Ağa romanının başındaki destansı paragraf işimize yarayabilir:

    "Osmanlı yenildi. Payitaht düştü. Her şey bitti. Endişeler, ümitsizlikler, korkular... Çünkü onbinlerce esir, onbinlerce şehit, onbinlerce gazi var... Toprak bekliyor... İşyerleri örümcek bağlamış, bekliyor... Ve bütün köyler kentler gibi, her ev kocaman bir göz olmuş Akşehir, bekliyor... Her evin beklediği bir oğul, bir koca, bir yavuklu; tarlaların ve işyerlerinin beklediği bir genç ve güçlü bir bilek var... Yıllardır her şey ve bütün işler, kadınlar ve yaşlı erkeklere bakıyor; verim her işte düştü... Yokluklar dayanılmaz noktaya dayandı; her ev bekliyor... Her evin kışlasından, hastaneden, esaretten dönmesini beklediği ve dönmesi şart olan biri var... Dönecekler miydi... Dönenler nasıl ve hangi ruh, hangi beden yapısıyla döneceklerdi... Önemi yoktu bu sorunun, dönsünler yeterdi... Ve dönmeleri şarttı... Dönmezlerse Akşehir bir kışa daha dayanamazdı... Akşehir bekliyordu..."

    Siz buradaki Akşehir'i Eğret olarak okursanız, kendinizi tam da anlatmak istediğim ortamda bulursunuz... Kalanların durumu malum... Bekleyenlerdeki vaziyet de işte böyle... 

    Bir de harpte kalmayıp, köyüne dönebilenler vardı... Bunlar, kalanlara nispet edilirse sayıları çok azdır. Tespit edebildiğim yirmi kadar var, bilemediklerimizle Eğret'ten giden toplam neferin yüzde 10'u diyelim... Ya bu gelenlerin haline ne demeli!... Küçük Ağa'nın başkahraman Çolak Salih'te, bunların bütün özelliklerini bulabilirsiniz...

  • İdirizlerin Gocaosman: Lakabının hakkını verircesine, dönenlerin en yaşlısıdır; 1875 yılında doğdu. Oğlunun şehit olduğundan habersiz çoğunlukla Yemen cephesinde çarpıştı. Hicaz bölgesi de sorumluluk alanları içinde olduğundan sık sık Kabe civarına da gidiyordu. Görevi gereği hac ibadetini yapamadı. Hem bu farizayı yerine getirmek hem de burnunda tüten yerleri tekrar görmek arzusuyla 1954'te hacca niyetlendi.  Özlediği mekanlarla ebediyyen kucaklaştı, orada ruhunu teslim etti...

  • Çatalların Molla Mehmet (İbiş'in babası): 1879 Yılında doğdu. Afyon Medreselerinde ilim tahsil ettiği için Molla dediler. Yemen Cephesinde çarpıştığı biliniyor. İstiklal Savaşı yıllarında Eğret'te ölüm döşeğindeyken, yanındakilere savaşın dehşetini adeta naklen anlattığı, 'Şu da şehit oldu; vay kefere, filancayı da öldürdü' diye sanki askerlerle birlikte savaşırmış gibi ruhunu teslim ettiği anlatılıyor. Bahsettiklerinin hiçbiri cepheden dönememiş...
  • Körüslerin Ali (Akömerin babası): 1880 Yılında doğdu. Beş kardeşin içinde Eğret'e geri gelebilen sadece Ali olmuş; ama buna da gelmek denir mi, bilemiyorum. Hastalanmış, bitkin bir şekilde hava değişimine göndermişler. Bir hafta on gün içinde vefat etmiş. Arapların Gözelali (Ali Tok)a onun adını vermişler...
  • Omarcıkların Gabasakal: 1884 Doğumlu Ahmet, resmiyette Mehmet olarak kaydedilmiş. Harp anılarını anlatmayı pek sevmeyen yapısı varmış. Bilinen yalnız Kafkas Cephesinde savaştığı, Muş'ta evlenip bir kızı olduğu yönünde... Eğret'e döndükten sonra da çok evliliği olmuş. Şoför Halil İbrahim Sağlam'ın babasıdır. 1943 Yılında öldü. 
  • Hacımahmutların Kıni Mısdık: 1885 Yılında doğdu. Hangi cephede bulunduğuna dair bilgi yok; çünkü bunları anlatacak fırsatı olduysa bile bize aktaracak kişi yok. Oğlu Kazım daha 18 aylıkken, dağdan odun getirmeye gitmiş ve bu sırada düşüp ölmüş...
  • Gağşakların Gocagulak: Halil de 1885 yılında doğdu. Cihan  Harbine katıldığına dair bilgi yok; ama emsalleri gibi katılmış olmalıdır. Buraya almamızın sebebi, oradan sağ salim dönmesidir. 1922 yılında Yunan işbirlikçisi Çerkez çeteler tarafından Omarcıkların Ahmetçavuş ile birlikte şehit edildiler...
  • Omarcıkların Arabeci: Mehmet Ali, Gabasak Ahmet abisinin küçüğüdür, 1886 yılında doğdu. Harpte araba kullandığı için lakabı Arabeci olarak kaldı. Aynı harpte şarapnelle çenesi dağılmış, bu yüzden 'Çenesiz' de diyorlarmış. 1966 Yılında vefat etti...
  • Apdıramanların Güdükmehmet: 1886 Doğumludur. Basra-Irak-Suriye hattında 12 yıl askerlik yapmış. 1972 Yılında ölene kadar, o yaşlı haliyle askerlikten kalma disiplini hayatına şiar edinmiş...

  • Ayanoğlu Garahmet: 1887 Yılında doğdu. Abisi Gabaoğlanın Çanakkale'de kafası koparak can verdiğine şahit olmuş. Bazıları bunu manevi olarak kalp gözüyle gördüğünü söyleseler bile, yaşı itibariyle o sırada başka bir cephede olmalıdır. 1968 Yılında vefat etti...

  • Kekliklerin kel Ali: 1888 doğumludur. Harp boyunca vücudunda yara almadığı bir nokta kalmadığını söylüyorlar. Bu yüzden 'Yanık Ali' de derlermiş. Silah arkadaşlarının tanıklıklarıyla efsaneleşmiş. Arapların Mehmet (Kalpsizin dedesi) onun birliğinde şehit olmuş. Uzun askerlik döneminde evlenmiş, çocuğu olmuş; Bıgalı Sabri Kocausta ondan torunudur. Döndükten sonra da Eğret'te bir kaç kez daha evlendi; 1957'de vefat etti...

  • Şeherlioğlu Hüseyin: 1889 Yılında doğdu. Çanakkale'de savaştığı söyleniyor. Döndükten sonra çok yaşamadı, iki kızı doğduktan sonra vefat etti...

  • Çolömerin Halilçavuş: Doğum tarihi 1890... Çanakkale'de Himmetoğlu Kelhasan (Gambırömerin babası) ile aynı birlikteydiler hatta onun çavuşuydu. Dolayısıyla onun şehit olduğuna tanık oldu. Şampayanın babasıdır; 1974'te vefat etti...

  • Omarcıkların Altındiş: Ahmet 1891 yılında doğdu. Yemen cephesinde çarpıştı. Harp hatıralarını torunlarına ayrıntılı olarak anlatmış. 1958 Yılında öldü...

  • Müdüroğlu Halilçavuş: Altındişle aynı tertip, 1891 doğumlu; yalnız Halilçavuş Çanakkale'deymiş. Çolömerin Halilçavuş ve Himmetoğlu Kelhasan ile aynı birlikteler, sadece mangaları farklı... Çanakkale'den döndükten sonra evlenen Halilçavuşun bir de kızı oldu. Eğret işgal edildiğinde vaziyet böyle... Cephede bulunmasa da İstiklal Harbinde gizli görevli olduğuna yönelik söylentiler var. Bu görevi deşifre olduktan sonra şehit edilmiş...  Bunun doğruluğunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz, gerçek olan şu; Halilçavuş 1922'de şehit edildi...

  • Naymelerin Ramazan: Doğum tarihi 1891... Mücellit Hocanın güveyisidir... Yemen ağırlıklı olmak üzere çeşitli cephelerde tam 14,5 yıl çarpışmış, galiba rekor Aliciklerin Ramazan'da... Bir gece sabaha karşı Eğret'e döndüğünde, eşi Naime Hanımın yanında kıvrılıp uyumakta olan oğlunu tanıyamamış... Gitmiş Gocacaminin şadırvanına abdest almaya, bu kez Eğretliler onu tanıyamamış, yabancı sanmışlar... 1974'te vefat etti...

  • Gademlerin Banguş Osman: 1891 Doğumluların sonuncusu... Cihan Harbinde Yemen'de savaştıktan sonra, döndüğünde İstiklal Harbine de katılmış... Görme ve işitme kaybıyla birlikte dönmüş köyüne... Zihinsel anlamda da çok hasar almış, bariz unutkanlığı varmış mesela... Maddi anlamda çok sıkıntılar yaşamasına rağmen bütün bunlara 'bedel' ödemelere dönüp bakmamış bile... Ona buna bekar durmuş, kimseye minnet etmemiş... 1961 Yılında vefat etmiş...

  • Çatalların Mehmet Cemal (Boduoğlunun babası):1894 Yılında doğdu. Büyük harpten kurtulup sağ dönebilen talihlilerdendi (?!) Evlendi, sonra Yunan geldi... Dediklerine göre işbirlikçi çeteler, Gocagulak ile Omarcıkların Ahmetçavuşu öldürdükleri gün, onlardan önce Cemal'ı kendi odalarının önünde vurmuşlar...

  • Goca Guliz: Selimlerin Ali Osman 1895 yılında doğdu. Harpte Kafkas cephesinde çarpışmış. Ruslara esir düşmüş, bir süre esir kampında tutmuşlar, sonra Rus köylülerinin yanına yerleştirmişler; esir kampı, iş kampına dönüşmüş yani... 1917 Ekim Devrimindeki karışıklıklardan yararlanıp kaçmış, yayan yapıldak gelmiş köyüne... 1969 Yılında, 74 yaşındayken vefat etmiş...

  • Doğveli Halil İbrahim: Gocaguliz gibi 1895 doğumlu... Onun gibi Kafkas Cephesindeymiş, Onun gibi Ruslara esir düşmüş, esareti tam dört yıl sürmüş, sonra kaçmış... Askerliği bitmemiş, İstiklal Harbine de katılmış... Döndüğünde babası ve kardeşlerinin şehit düştüğünü, kendisini de öldü sanıp nişanlısını küçük kardeşine verdiklerini filan öğrenmiş... Badire üstüne badire yani... Yine de yeni bir hayat kurmayı başarmış... 1964'te vefat etti...

  • Çerçimehmet: Doğveliyle aynı tertipler ve askerliğinin son dönemlerinde (galiba Diyarbakır'da) beraberler... Sonra bu kaçtığı için rediflik dönemi uzuyor. Uzatmalarda Afyon'daki birliğinde ve artık Cumhuriyet dönemi... Kardeşlerin büyüğü olduğundan, sık sık geceleri gelip aksaklıkları gideriyor, işleri hala yola koyup sabah birliğine dönüyor. Cihan Harbinden eksik kalan askerliğini Cumhuriyet dönemine taşıran başka biri daha var mıdır, bilmiyorum... Çerçimehmet, 1962 yılında vefat etti..

  • Sağırların Süleyman: 1895 Doğumlu... Çanakkale'de Ahmet abisi (İbramhocanın babası) ile birliktelermiş... Abisinin feci bir şekilde şehit olduğunu görmüş... Kendisi sağ salim dönmüş; ama gördükleri yüzünden akıl sağlığını yitirmiş. O vaziyetteyken kısa bir süre sonra vefat etmiş...

  • Dananın Çolak: 1899 Yılında doğduğu bilgisi yanlış değilse, Cihan Harbinden sağ dönebilenlerin en genci Konyalı Mehmet'tir... Cihan Harbinin son döneminden sonra İstiklal Harbine devam etti. Sakarya Savaşında 'Çolaklık' rütbesini taktı. Eğret'e döndüğünde, oğlunun öldüğünü, kendisinin de şehit olduğu zannıyla eşinin başkasıyla evlenmek üzere olduğunu öğrendi. Arapların Şehit Mehmet'in yetimi Ömer'i evlat edindi, böylece kurduğu yeni hayatına 1972'deki vefatıyla veda etti...

    Gelenlerin durumu da böyle... Hiç biri gittiği gibi dönememiş... Bedeninin yahut ruhunun bir parçasını orada bırakmışlar... Fedakarlıklarını göze sokucu, başa kakıcı olmamışlar... Devlet kendini biraz toparlayınca tazminat vermek istemiş, onu da reddecek kadar âlicenap davranmışlar...

    Hassönlerin İbramın yetimi Kezban'ı Emirhanoğlu Mehmet (İşofun abisi)ne vermişler. İki kız babası Mehmet, Çanakkale'de kalanlardan... Sonra Kezban Hanım, Çanakkale'den dönenlerden Müdüroğluların Halilçavuşa varıyor. Bir kızı da ondan varken, Halilçavuşu Yunan hunharca şehit ediyor... Kezban Hanım üçüncü olarak Elciklerden Dolaksızın Ahmet'e vardı; orada da adını İbrahim koyacağı bir oğlu oldu. Biz Onu Çakıriban (İbrahim Ata) olarak bileceğiz... Şimdi; Çakıriban ile Dolakmehmet baba bir kardeş; Çakıriban, Tellimustafanın hanımı Şerife, Delişükrünün hanımı Topalayşa, Delibanın hanımı Muzaffere karınkardeş; bunların hepsiyle Dolakmehmet üvey kardeş; Delişükrünün hanımı Ayşe ile Tellimustafanın hanımı Şerife ana baba bir kardeş... Varın bundan sonraki akrabalık örgüsünü hesap edin...

    Kölgecinin karısı Fatma Hanım; Gelenlerden Gocaosmanın kızıydı. Torunundan duydum; harpte kalan İdris Abisini, gelir diye ölene kadar beklemiş... 

    Kalanlar, Dönenler, Bekleyenler... Her biri destansı bir duruş sergilemiş... Duaya vesile olur ümidindeyim...



Eğret 1826

 
    Taşpınar Dergisinin 27. sayısında Hasan Özpınar imzalı 'Yolu Afyonkarahisar'dan Geçen Bir Fransız' başlıklı makale yer alıyor. 2019 Yılında yayınladığı 'Seyyahların Gözünde Afyonkarahisar' adlı kitabına atıfla yazısını oluşturan yazar, Afyon'un 1826 yılındaki durumuna ışık tutan seyahatnamenin bir bölümüne yer vermiş. Gezgin Leon De Laborde'nin eserini nasıl oluşturduğunu anlattıktan sonra, rotası hakkında bilgi verilmiş ve bazı bölümlerden alıntılarla yazı sonlandırılmış.

    1826 Yılında genç bir arkeolog olan Laborde, gemiyle İzmir'e gelip oradan İstanbul'a geçer. Planladığı gezisini oradan başlatacak ve karayoluyla güneye inecektir. Özpınar'ın alıntıladığı ilgili kısım Afyon sınırlarına girilmesiyle başlamaktadır. Yani Altıntaş'tan itibaren tutulan notlar... Dolayısıyla ilk bölüm Eğret sahasını ihtiva ediyor... Bizim ilgilendiğimiz kısım tam da burası...

    Fransız gezginin eserinden çevrilen o bölüm şöyle:

    "Bay Salon, Altıntaş’ta iki yazıt kopyaladı. Sıcaklık fazlasıyla azalıyor yine de 6 Ekim’de yolumuza tekrar başlıyoruz; ormanlar, burada yaşayan insanlar için en iyi kalite ağacı sunar, ancak evlerde çatıdan başka yerde kullanılmaz. Omar-Köy, ovanın ortasında kötü bir şekilde inşa edilmiş küçük bir köy. Altı saat boyunca yürüdük, burada biraz durduk, sonra doğuya doğru biraz sola döndük ve Eğret Köyü’nde bu gece kalacağız. Bu köyün bize verebileceği tek bir ev var. Fakat gezimiz bize ortama uyum sağlamayı öğretti: Tek evi kabul ediyoruz; fakat biz iki kişiyi, erkeklerin yanına ve atların yanına koymak istiyoruz. Genel olarak, yanımızda Tatar varlığı,  bir ağanın hamisi olarak saygınlığı ve daha iyi barınmamızı sağlıyor."

    Eğret'le ilgili olan bu bir paragraflık kısım azımsanmamalıdır; zira incelendiğinde ne kadar önemli bilgiler içerdiği görülecektir.  

    Bir defa arkeolog olan yazarın gezi amacını daha ilk cümleden anlayabiliriz; önceden belirlediği noktalarda tarihi kalıntıları çizim yoluyla kopyalamak... Bu yüzden Eğret'in onun hedef noktalarından biri olmadığı, sadece güzergahındaki bir köy durumunda kaldığı anlaşılıyor.

    6 Ekim olarak tarih düşülmüş ve mevsime göre havadaki ciddi sıcaklık düşüşünden yakınıyor. Laborde 'Anıza bastın, kara bastın' gerçeğiyle yüzleşmiş...

    Altıntaş'tan güneye inerken kaliteli ormanlardan söz ediyor ki iki asırda bu kalitede ormanlar yok edilmiş olabilir mi acaba? Yalnız bu ağaçların sadece evlerin çatılarında (çatı dediği dambeştir) kullanıldığını söylemesi insanı işkillendiriyor. Yoksa bahsettiği meşe ormanı mıdır? Malum, meşe ve ardıçlar dambeşte mertek olarak kullanılırdı...

    Omarköy bir batılının telaffuzuyla 'Omar' olarak yazılmışa benzemiyor.  O civarda eski adı buna benzer bir küçük köy vardı da sonradan ortadan kayboldu mu ki? Küçük olduğu özellikle vurgulanmış ve Laborde de beğenmemiş zaten... Kelimenin özellikle o şekilde yazılmış olması, 'Omarcıklar sülalesinin çıkış noktası, tarihten silinen bu köy olabilir mi?' gibi deli bir soruyu akla getirmiyor değil...

    Omarköy'den sonra 6 saat daha yürüyorlar ve sonra sollarına, yani doğuya doğru kıvrılıyorlar... Sanırım Beşkarış-Efted arasında bir yerlerden Eğret'e yöneldiler... Geceyi burada geçirecekler... Eğret Kervansarayı bir arkeologun gözünden kaçmamalıydı; acaba başka bir yerde, mesela bir odada mı gecelediler... Sadece tek bir ev verdiler diye yakınıyor ya, ev dediği oda olmasın...

    Yıl 1826 olduğunu düşünürsek, henüz muhtarlık sistemine geçilmemiş ve ilk Eğret Muhtarının atanmasına daha beş yıl var. O halde bunlara muhatap bir yetili olmadığından köy odalarından birine gittiler. Hepsi içeriye sığmadığı için kafiledeki iki kişiyi de dama (ahıra) yolladılar. Belki de bunu güvenlik amacıyla yapmışlardır...

    Bir de Eğret'te kendilerinin büyük ihtimal köy odasında, böyle iyi bir şekilde ağırlanmalarını, köylünün misafirperverliğine değil de yanlarında iyi bir rehber bulundurmalarına bağlıyor...

    Tabi bütün bunlar, bir paragrafa dayanarak yaptığımız çıkarımlar... Ne kıymeti olabilir bilemem. Hasan Özpınar, yazısını şu değerlendirme cümlesiyle bitiriyor: "Bu tür hatırat, gezi notlarının tarih bilimine yaptığı katkı tartışılmaz." Bu değerlendirmeye katılmamak mümkün değil...



24 Haziran 2023

Irmızan

 
    Dillerin yerel özellik göstermesi onların doğasında var. Ağız dediğimiz söyleyiş ayrılıkları burada ortaya çıkıyor. Genellikle bölge yahut il bazında değerlendirilen bu ayrılıklar, köy köy bile farklılık gösterebilir. Dandırlı ile Eğretlinin konuşmalarındaki ince ayrımlar bunun kanıtı gibidir. Eğretli ile Bayramgazili birinin konuşmasını karşılaştırın, daha büyük bir fark göreceksiniz; amma Olucaklılarla neredeyse aynı konuşuruz... Her neyse, kendine has kelime ve deyişleri, özel telaffuz ve diksiyon kalıplarıyla 'Eğret Ağzı' diye bir kavramın varlığını kabul etmek durumundayız.

    Üzerinde duracağım husus, sırf Eğret'e özgü bir özellik olmayabilir. Benzer kullanımlar Afyon Ağzının değişik bölümlerinde gözlemlenebilir. L ve R ile başlayan bazı sözcüklerin başına ünlü eklenmesinden söz ediyorum. 

    Yabancı kökenli kelimelerde görülüyor bu durum. Bu iki harf ile başlayan bütün yabancı kelimelere uygulanmıyor tabi. Herhalde bunun bir kuralı yok. Eskiler, söylemekte zorlandıkları sözleri Türkçeleştirmekte ustaydılar. Ezanı bile 'Allâ fekberallâ fekber' diye okuyanları hala görebilirsiniz... Söylemesi sıkıntılı bazı kelimeleri, başına ı-i eklemek gibi gayet basit bir yöntemle kolaylaştırmışlar.

    'Leğen' demek zor geliyorsa, her seferinde zorlamaya ne gerek var; 'ilyen' de geç... Eskilerin abdest alma, çamaşır yıkamada kullandıkları büyük kabı bir yana bırakırsak; işaret ettiği köyün orijinal adı 'Lion' imiş. Bizimkiler 'İlyen' diyerek hem söylemeyi kolaylaştırmış hem de onu Türkçeleştirmişler. Aslında Üçlerkayası diye değiştirmeye hiç gerek yokmuş yani...

    Adını işitmek ağzımızın sulanması için yeterli olan limon da yabancı bir sözcük. Bazı bölgelerde 'ilmon' diye söyleniyor; ama Eğret'te öyle değil, tam Türkçeleştirmeye tabi tutularak 'ilman' yapılmış... Sahil köyü olsaydık büyük kargaşa çıkardı, çünkü limana da 'ilman' demek zorunda kalacaktık. 

    - 'İlman gemisi ilmana gelmiş mi, bak bakam...' 

    Hakkını yememek lazım, tek başına o meyveden söz ederken, ilman değil dosdoğru limon diyoruz. Pazardan yarım kilo ilman alan yok mesela, herkes limon alıyor... Yalnız kalıplaşmış bazı kullanımlarda iş değişiyor; dükkandan 'limontuzu' değil 'ilmanduzu' alıyoruz. Tadını beğenmediğimiz yiyeceklere yüzümüzü buruştururken 'limon gibi' değil, 'ilman gibi' diyoruz...

    Yumurta Türkçe, lakin Anıtkaya'da hala rafadan yumurta yenmez. Neden? Çünkü 'rafadan' Türkçe değil... 'ırfıdan-irfidan-ilfidan' gibi operasyonlarla önce onun bizden olması sağlanır; bu arada yumurta da biraz düzeltildikten sonra 'ırfıdan yımırta' halinde yenir...

    Köy odasında, evde, dükkanda raf yoktur mesela. Ivır zıvır koymak için yükseltilmiş, duvara monte tahta düzlemler ıraftır. 

    Eğret'ten, tarih boyunca (ne kadarsa artık) Recep isimli yalnız bir kişi çıkmış. O tek Recep, Bilallerin Recep Ağanın da adı beğenilmeyip 'Ercep'e çevrilmiş. Bizim kuşak Ercep Ağanın kendisini bilmiyor. Ben hanımını şöyle böyle hatırlıyorum, ondan bahsederken de ismini söylemeyip 'Ercepgarısı' derlerdi. Şimdi ise donarak ölen oğluna telmihen 'Ercebinüseyin' diyorlar... 

    Ercebağanın bir de damadı var. Doğu vilayetlerinden birinden geldiği için Kürt olarak anılırmış. Adı Rıza... Bizimkiler ne diyor buna; 'Kürdırzası'... Rıza'nın Irza'ya dönüşümündeki mantığı anladık da... Adamın kalıplaşmış ismine bakar mısınız allahaşkına!.. Bir cinayete kurban giden Kürt Rıza'nın mezar taşını buldum, heyecanla soyadını öğrenmeye çalıştım, taşta bir şey yok... Tepesinde (evet taşın yüzünde değil, tepesinde) sadece 'Kürdırzası' yazıyor... 

    Kişi ismi olarak değil; kabul etme, onaylama anlamındaki rıza kelimesi de Anıtkaya'da 'ırza'ya dönüşüyor. 'Bubañıñ ırzasını aldıñız mı?' böyle bir kullanım...

    Râziye de bizde ciddi biçim değişikliğine uğrayan kelimelerden biri. Başa bir ünlü ekleyip, ilk hece kısaltılıyor; ortaya 'Iraziye' çıkıyor. Kelime bu haliyle 'Iraziyeniñguyu' kalıplaşmış isminde hala yaşıyor. Kişi ismi olarak kullanımında ise heceyi ve sözcüğü kısaltma yöntemine başvurularak 'Iraz' deniliyor. 

    Rabia'nın 'Iraybe/İrebiye' ve Rahime'nin 'Irayme' olması da var; ama R ile  başlayan yabancı kökenli sözcüklerin değiştirilmesine en yaygın örnek olarak Ramazan gösterilmelidir. Çocuklara isim koymada büyük faktörlerden birisi doğum zamanı... Otuz gün gibi geniş bir zaman diliminde doğan erkek çocuklara Ramazan  adı verilmiş. Bu yüzden Eğret/Anıtkaya'da bu isme çok rastlanır. Recep'in tek olduğunu gördük, Şaban dört beş tane, Şaval da bir tane...Ramazan isminin çocuklara verilmesindeki rağbet, ayın mübarekliğiyle doğru orantılı olsa gerek... 'Irmızan mübarek günde' doğan çocuğuna bu adı vermek tuhaf karşılanmamalı... Tuhaf olan, oğlanın adının tam da bu şekilde 'Irmızan' olarak kulağına söylenmesi ve hep böyle telaffuz edilmesidir...

    Arabırmızan (Ramazan Tetik) ile Kelmısdıfa (Mustafa Saki), Gocosman (Osman İdis)in koyunu çalıyorlar. Kaç tane çalabildilerse artık, yüzüp parçalayıp eti de saklamışlar... Tekkeyeri civarında baksalar ki, giyinmiş kuşanmış bir atlı geliyor... Yaklaşıp atlıyı tanıyınca telaşlanmışlar; çünkü gelen Delimehmet... Gocosmanın oğlu Delimehmet de 18 yıl mahpusluktan yeni çıkmış, belalı bir tip. En azından bu iki acemi hırsızın gözünde öyle... 

    - 'Len goyunları çaldığımızı öğrenirse, bu bizi öldürür.' diyorlar... 

    - 'Eee, netcez!'... Hemen bir plan yapıyorlar. 

    - 'Yalandan kavga edelim, hırsızlık olayını düşünmesine fırsat vermeyelim. Tamam...' İnandırıcı olsun diye yavaştan kavgayı başlatıyorlar ki, Delimehmetle karşılaşma anı en hararetli yere denk gelsin... 

    - Niye benim koyunun üstüne sürdün?... 

    - Ben yolumda gidiyordum, sen bana doğru geldin!... 

    - Sendin! 

    - Yok bendim!!' 

    Bunlar öyle inandırıcı bir kavga ediyorlar ki; söz dalaşıyla başlıyor, cingen gavgasına dönüyor, sonra hafiften ciddileşip vurmaya başlıyorlar, en sonunda birbirine kafa göz dalıyorlar. Ellerinde değnek olduğunu düşünerek, olayın vehametini anlayın... Fakat maksat hasıl oluyor... Delimehmet, yok yere kavga eden iki çobanı 'Durun hele, susun hele' diye güzelce ayırıyor... Bizimkiler O aralarındayken bile birbirini sumsaklamaya çalışınca Delimehmet de bir iki çırpıştırıyor... 'Sen şu tarafa, sen de şu tarafa sür' diye ikisinin tamamen yollarını da ayırıp meseleyi sühuletle hallediyor... 

    Bizim sahte hasımlar, Delimehmet bayırı aşıp gözden kaybolunca tekrar buluşup zaferi kutlayacaklar. Ancak bibirini gördüklerinde durumun ciddiliği anlaşılıyor. Meğer bunlar inandırıcı olsun diye kavgayı o kadar abartmışlar ki ikisinin da kafa göz yarılmış, şaldır şaldır kan akıyor. Ne olursa olsun neşelerinden bir şey eksilmemiş, bir yandan yaralarını tımar etmiş, diğer yandan Delimehmeti savuşturmanın zaferini yaşamışlar...

    Irmızan'dan laf açılınca, Arabırmızanın bu olayını hatırladım. İşe Kelmısdıfa ile Delimehmet de girdi. Bana bu olayı anlatan üçüncü kişi hala hayatta; ama Delimehmet, Kelmısdıfa ve Arabırmızan üçü de rahmetli oldular... Yok yok, yanlış söyledim, 'ırâmetlik' oldular... Nur içinde yatsınlar...


19 Haziran 2023

Anıtkaya/Eğret Sülaleleri Son Kontrol


  Anıtkaya/Eğret Sülaleri


- EĞRETLİLER (Eğret, Eğretli, Eyret)

- ARZIMANOĞLULAR/HACILAR
                - Hacımuratlar/Yetimler (Azbay)
                - Davılcıarifler, Kelaliler (Azbay)
                - Kelahmetler (Azbay)
                - Kelsalek, Çapıtçıhafız, Kelidiriz, Kelarzıman (Azbay)
                - Çullular (Azbay)
                        - Sakalar (Atay)

- VEYİSLER
        Delimamlar (Soydan)
        - Veyisoğlu Halil
                - Veyisoğlu Osman
                Doğveller ve Köseler (Varlı)
                - Böbü Dede
                    - Böbüler (Kabadayı)
                    - Hacıarifler (Varlı) 
        - Veyisoğlu İbrahim
                - Veyisoğlu Ramazan (Varlı)
                - Veyisoğlu İbrahim, Delibanlar (Dadak)
        - Daldallar
                - Çorbeciler, Hacıaliler (Dadak)
                - Dedeler (Dadak)
                - Bekiraliler, Gödenler (Dadak)
                - Sarıhasan, Delişükrü, Bacılar (Dadak, Değer)
                - Ömerçavuş (Honça)

- SELİMLER
                - Selimoğlu Mustafa
                        - Arzılar (Tüblek, Türkmenoğlu)
                - Dayılar (Yola)
                - Yonuzlar (Yonat)
                - Paşagızılar (Ege)
                - Esnanlar (Seyrek)
                Kemikler (Öter)
                - Bulduklar, Samancılar (Saçak)
                - Keçiler, Melezler (Seçen)
                - Keçiler, Guldurlar (Seçen)
                - Çolömerler (Salman)
                - Selimoğlu Ali 
                        - Hamzalar (Kaya)
        - Selimoğlu Körselim/Gavaslar
                - Gocaguliz, Ümmünün Seydi (Uysal, Selman)
                - Gılindir (Öz)

        - Arapoğlu Sarımustafa
                - Arapoğlu Hüseyin (Tok)
                    Çolaklar (Kurt)
                - Arapoğlu Çöne Halil (Sargın)
         - Arap Ali (Kıcır)
         - Arapoğlu Ahmet Hasan

        - Gağşakoğlu Osman (Kalkan)
        - Gağşakoğlu Halil/Gocagulak (Kalkan)

PAŞALAR (Yaman)


- ÇATALLAR
        - Hacızekeriyalar (Çelebi)
        - Küçükismailoğlu
                - Boduoğlu, Delibıdık, Almanyalıyaşar, Olcaklısmail (Soylu)       
                Yarımağa, Kırtümmet (Soylu)
            - Mollamehmet 
                - İbişler (Tür)
                - Kelyahya (Tür)
        - Topçu, Potuk (Gülen)

                - Patlaklar (Patlar)
                - Hacıahmetler/Garaahmetler (Patlar)
                - Alçaklar, Hacıeminler (As)
                - Galgancılar, Tırıllar (Aytar, Tırık, Alperen)
                - Derviş Ahmet
                - Kölgeciler (Kayır)
                - Akgaşlar (Akkaş)

- HACIMAHMUTLAR
        - Hacımahmutoğlu Mehmet
                - Hafızmehmet (Öztürk)
                - Mandaahmet (Öztürk)
                - Ayımevlüt (Öztürk)
                - Garaçaylı (Öztürk)
        - Hacımahmutoğlu Veli
                - Kediveliler (Ildız)
                - Kıniler (Arık)
        - Hacımahmutoğlu Mustafa
                - Hacıyusuflar, Etemler ve Şimbilemin (Öztürk)
                - Manavlar, Körlan ve Gızmehmet (Öztürk)
                - Telliler, Gocahasan (Öztürk)
        - Hacımahmutoğlu İbrahim
                - Gambırarifler, Dilsizler (Öztürk)
        - Hacımehmetoğlu Veli 
                 - Sakızcılar, Tenikeciler, Takguş (Öztürk, Ceylan)
                 - Yılıklar (Öztürk)

        - Sağıroğlu Salih (Sancak)
        - Sağıroğlu Körmustafa (Sancak)
        - Sağıroğlu Ramazan (Sancak)

TAKGASLAR (Öncül)

- CORUKLAR (Oran)

- GIDİLER (Asan)

- ÇALIKLAR

- GADEMLER
         - Gademaliler (Çatak)
         Banguşosman (Çatak)
         - Guyucular (Mola) 
         - Körahmet (Çotak)

- DOLAKSIZLAR (Kırım)


- DEMİRDELENLER
        - Amcalar (Özdemir)
        - Şavalgadir (Özdemir)
        - Haytalar (Özdemir)

- BÜKÜRLER (Ölçer)                  

- VELİCİKLER 
        - Tahtalı (Ün)
            - Velcikler (Yavuz)
        - Guguklar (Ün)

- TOKANORİLER (Toka)

- İŞOFLAR (Okutan)

- EMİRALANLAR
        - Garmenler (Geçer)
        - Hacıahmetler/Deliveliler/Aliyeler  (Emre)
        - Apdıramanlar
            Güdükler (Işılak)
            - Hacapdıramanlar (Keleş, Selek)
            - Apdurrahmanoğlu Hasan
                - Curak (Kirkit)
                - Kirpitçiler (Kirkit)
                - Hacı Hafız; Yeniali, Kelhasan (Kirkit)
                - Çil Efe; Hüseyin ve İresil Hoca (Ayas)
                - Abdurrahmanoğlu Ali
            Hacıemirlahlar (Onay)

 - TOMANLAR (Köz, Göz)

AŞŞAĞILILAR (Öncül, Sancak)
            - Kel Ahmetler (Bar)

- ŞEHERLİ BEKİROĞLU KARDEŞLER
                - Hadımoğlular, Şeherlioğlular (Alorta, Kırdar)
                - Şemşiler (Şık)
                - Bekiroğlular
                - Kedimehmetler/Gadıngızlar (Şık)

- EMİNLER (Eren)


- EMİRALİLER
                - Yeşilömerler (Fidan)
                - Garaguzular (Önkal)
                - Çolakfatılar, Faddikler (İleri)
 
        - Hatiboğlu Mehmet Ali
                - Gobaklar (Kopan)
                - Gobaklar (Kaçmaz)
                - Çakırlar (Erdem)
                    - Halimenin Mehmet (Kıy)
        - Hatiboğlu Ahmet
                - Hatipler (Aykaç)

                    - Sarımehmet (İdis)
                    - Gocaosman (İdis)
                Deligızlar, Hamsinci (İdi)               
                - Sarıömer (İbili)
                - İdrisoğlu Mehmet Ali (Onbaşıoğlu)
                    -Kinisler, Dınali, Kumpirhasan, Timitiri (Saya)

- GAVALCILAR (Aracı)

                - Gocamatlar (Tektaş)
                - Tingildekler  (Kasal)
                    - Yörük Tahir (Akyol)
                - Gödeşler (Seviş)

- HİMMETOĞLU
                - Tekirgızılar (Haykır)
                - Ümmetler/Çakallar (Yet)

- KÖRÜSLER (Kök)

                - Gasaplar, Bidakge, Araphüseyin (Eser)
                - Gulizosman (Koç)
                - Hacıhasan, Şekerhasan, Çilmahmut, Körmısdıfa (Omak)
                - Hassönler, Gocaömer, Hacıhüseyin (Koç)
                - Buruşakmehmet, Tatıresil, Suguşu, Gecegondu, Cemal, Kırtümmet (Omak)

- KÜLCÜLER
                - Sarılar
                - Turabiler (Külte)

                - Kantinler (Kızılyer)
                - Garadeliler (Kızılyel)
                - Keklikler (Tül, Kızılyel)
                        - Dellal Ayvaz (Uysal)
                        - Bıgalılar (Kocausta)
                - Seydiler (Yavuz)

                - Bilaller (Kaynar)
                - Danagafa, Pangeci, Köressan, (Temel)
                - Damcılar (Agralı)
                Delinori, Fortgadir (Taşkın)

- TONGULLAR
                - Hamzaoğlu (Yiğit)
                - Söylemezoğlu, Kırtiş, Gıbış, Gociban, Dıkma (Özen)

- ŞEKERALİLER (Tetik)

                - Cingenaliler (Saçan)
                - Mihrioğlular/Hebbeler (Eşit)

            - Çakır Hüseyin (Saki)
            - Hatcamehmetler (Saki)

            - Alicikler
                Naymeler (Kırbaç)
                - Kelçakır (Çakıriban) (Ata)
            Haliloğlular (Kanat)
            Garapaçalar (Çetin)

               - Müdüroğlular (Eşiyok)
                - Irafanlar (Dalgalıoğlu)  
                Akbaşlar, Çanlı (Adıyaman, Karakaya)
                - Alihocalar (Güzel)
                - Sıntırlar (Sımsıkı, İnanır)   

GANİLER (Gün)


OMARCIKLAR
                Gıraliler (Sağlam)
                Altındiş, Arap, Güdüğizzet, Delicafer (Sağlam) 
                - Feyzullah, Gocahüseyin, Kilci, Bödü (Sağlam)
                    Kör Osman (Tokay)
                - Ahmetçavuş, Sağırmahmut, Apilhoca (Arslan)
                - Emetiler , Arabeciler  (Kaya, Sağlam)

DANALAR (Dalgıç, Dalmışlı, Duran)

                - Döneler (Çalışır)
                - Olucaklılar (Aydın)
                - Devrimbeşler 
                    - Godalömer (Aydın)
                    - Büzükhalil (Aydın)
                    - Gavureyüp (Aydın)   
                - Piremez (Aydın)

ARAPSELİMLER (Zenger)

CAVALAR (Er)     

TERLEMEZLER (Terlemez)

TEKİRDAĞLI TAŞÇILAR (Daşçı)

- ŞAŞDIMLAR (Şen)

- BOLVADİNLİ ÇAKALLAR (Dalgalı, Haykır, Şen)

- DERVİŞOĞLULAR
                - Eyüpler (Dirlik)
                - Yahyalar (Diril)

- TÜRKMENOĞLU AHMET 
                - Yumruklar ( Tüplek)
                - Yörüğoğlular (Tüplek)


BERBERLER (Öncül)

- KÜPELİLER/URGANLILAR (Öncül)

- OSMANKÖYLÜLER (Boy)

- CANALİLER (Can)

PAMBIKLAR (Gözalıcı)

- MUSLULAR (Efe, Yıldız)

- DELİNORİLER (Argunşah)

- HAKKILAR (Yırgal)

- ESELER (Eminç)

- BAŞOĞLU ABDULLAH

- ADALILAR (Adalı) 

- BERBEROĞLU İSMAİL (Şatırer)

- MACUR ALİ (Öncül)

- YÖRÜKLER (Demir)

- AYDINLI DELİ MEHMET (Acar)

- KALECİKLİ HACI (Çelik)

- YANIK ALİ (Üstün)


   Kaynak Kişiler