Üzerinde duracağım husus, sırf Eğret'e özgü bir özellik olmayabilir. Benzer kullanımlar Afyon Ağzının değişik bölümlerinde gözlemlenebilir. L ve R ile başlayan bazı sözcüklerin başına ünlü eklenmesinden söz ediyorum.
Yabancı kökenli kelimelerde görülüyor bu durum. Bu iki harf ile başlayan bütün yabancı kelimelere uygulanmıyor tabi. Herhalde bunun bir kuralı yok. Eskiler, söylemekte zorlandıkları sözleri Türkçeleştirmekte ustaydılar. Ezanı bile 'Allâ fekberallâ fekber' diye okuyanları hala görebilirsiniz... Söylemesi sıkıntılı bazı kelimeleri, başına ı-i eklemek gibi gayet basit bir yöntemle kolaylaştırmışlar.
'Leğen' demek zor geliyorsa, her seferinde zorlamaya ne gerek var; 'ilyen' de geç... Eskilerin abdest alma, çamaşır yıkamada kullandıkları büyük kabı bir yana bırakırsak; işaret ettiği köyün orijinal adı 'Lion' imiş. Bizimkiler 'İlyen' diyerek hem söylemeyi kolaylaştırmış hem de onu Türkçeleştirmişler. Aslında Üçlerkayası diye değiştirmeye hiç gerek yokmuş yani...
Adını işitmek ağzımızın sulanması için yeterli olan limon da yabancı bir sözcük. Bazı bölgelerde 'ilmon' diye söyleniyor; ama Eğret'te öyle değil, tam Türkçeleştirmeye tabi tutularak 'ilman' yapılmış... Sahil köyü olsaydık büyük kargaşa çıkardı, çünkü limana da 'ilman' demek zorunda kalacaktık.
- 'İlman gemisi ilmana gelmiş mi, bak bakam...'
Hakkını yememek lazım, tek başına o meyveden söz ederken, ilman değil dosdoğru limon diyoruz. Pazardan yarım kilo ilman alan yok mesela, herkes limon alıyor... Yalnız kalıplaşmış bazı kullanımlarda iş değişiyor; dükkandan 'limontuzu' değil 'ilmanduzu' alıyoruz. Tadını beğenmediğimiz yiyeceklere yüzümüzü buruştururken 'limon gibi' değil, 'ilman gibi' diyoruz...
Yumurta Türkçe, lakin Anıtkaya'da hala rafadan yumurta yenmez. Neden? Çünkü 'rafadan' Türkçe değil... 'ırfıdan-irfidan-ilfidan' gibi operasyonlarla önce onun bizden olması sağlanır; bu arada yumurta da biraz düzeltildikten sonra 'ırfıdan yımırta' halinde yenir...
Köy odasında, evde, dükkanda raf yoktur mesela. Ivır zıvır koymak için yükseltilmiş, duvara monte tahta düzlemler ıraftır.
Eğret'ten, tarih boyunca (ne kadarsa artık) Recep isimli yalnız bir kişi çıkmış. O tek Recep, Bilallerin Recep Ağanın da adı beğenilmeyip 'Ercep'e çevrilmiş. Bizim kuşak Ercep Ağanın kendisini bilmiyor. Ben hanımını şöyle böyle hatırlıyorum, ondan bahsederken de ismini söylemeyip 'Ercepgarısı' derlerdi. Şimdi ise donarak ölen oğluna telmihen 'Ercebinüseyin' diyorlar...
Ercebağanın bir de damadı var. Doğu vilayetlerinden birinden geldiği için Kürt olarak anılırmış. Adı Rıza... Bizimkiler ne diyor buna; 'Kürdırzası'... Rıza'nın Irza'ya dönüşümündeki mantığı anladık da... Adamın kalıplaşmış ismine bakar mısınız allahaşkına!.. Bir cinayete kurban giden Kürt Rıza'nın mezar taşını buldum, heyecanla soyadını öğrenmeye çalıştım, taşta bir şey yok... Tepesinde (evet taşın yüzünde değil, tepesinde) sadece 'Kürdırzası' yazıyor...
Kişi ismi olarak değil; kabul etme, onaylama anlamındaki rıza kelimesi de Anıtkaya'da 'ırza'ya dönüşüyor. 'Bubañıñ ırzasını aldıñız mı?' böyle bir kullanım...
Râziye de bizde ciddi biçim değişikliğine uğrayan kelimelerden biri. Başa bir ünlü ekleyip, ilk hece kısaltılıyor; ortaya 'Iraziye' çıkıyor. Kelime bu haliyle 'Iraziyeniñguyu' kalıplaşmış isminde hala yaşıyor. Kişi ismi olarak kullanımında ise heceyi ve sözcüğü kısaltma yöntemine başvurularak 'Iraz' deniliyor.
Rabia'nın 'Iraybe/İrebiye' ve Rahime'nin 'Irayme' olması da var; ama R ile başlayan yabancı kökenli sözcüklerin değiştirilmesine en yaygın örnek olarak Ramazan gösterilmelidir. Çocuklara isim koymada büyük faktörlerden birisi doğum zamanı... Otuz gün gibi geniş bir zaman diliminde doğan erkek çocuklara Ramazan adı verilmiş. Bu yüzden Eğret/Anıtkaya'da bu isme çok rastlanır. Recep'in tek olduğunu gördük, Şaban dört beş tane, Şaval da bir tane...Ramazan isminin çocuklara verilmesindeki rağbet, ayın mübarekliğiyle doğru orantılı olsa gerek... 'Irmızan mübarek günde' doğan çocuğuna bu adı vermek tuhaf karşılanmamalı... Tuhaf olan, oğlanın adının tam da bu şekilde 'Irmızan' olarak kulağına söylenmesi ve hep böyle telaffuz edilmesidir...
Arabırmızan (Ramazan Tetik) ile Kelmısdıfa (Mustafa Saki), Gocosman (Osman İdis)in koyunu çalıyorlar. Kaç tane çalabildilerse artık, yüzüp parçalayıp eti de saklamışlar... Tekkeyeri civarında baksalar ki, giyinmiş kuşanmış bir atlı geliyor... Yaklaşıp atlıyı tanıyınca telaşlanmışlar; çünkü gelen Delimehmet... Gocosmanın oğlu Delimehmet de 18 yıl mahpusluktan yeni çıkmış, belalı bir tip. En azından bu iki acemi hırsızın gözünde öyle...
- 'Len goyunları çaldığımızı öğrenirse, bu bizi öldürür.' diyorlar...
- 'Eee, netcez!'... Hemen bir plan yapıyorlar.
- 'Yalandan kavga edelim, hırsızlık olayını düşünmesine fırsat vermeyelim. Tamam...' İnandırıcı olsun diye yavaştan kavgayı başlatıyorlar ki, Delimehmetle karşılaşma anı en hararetli yere denk gelsin...
- Niye benim koyunun üstüne sürdün?...
- Ben yolumda gidiyordum, sen bana doğru geldin!...
- Sendin!
- Yok bendim!!'
Bunlar öyle inandırıcı bir kavga ediyorlar ki; söz dalaşıyla başlıyor, cingen gavgasına dönüyor, sonra hafiften ciddileşip vurmaya başlıyorlar, en sonunda birbirine kafa göz dalıyorlar. Ellerinde değnek olduğunu düşünerek, olayın vehametini anlayın... Fakat maksat hasıl oluyor... Delimehmet, yok yere kavga eden iki çobanı 'Durun hele, susun hele' diye güzelce ayırıyor... Bizimkiler O aralarındayken bile birbirini sumsaklamaya çalışınca Delimehmet de bir iki çırpıştırıyor... 'Sen şu tarafa, sen de şu tarafa sür' diye ikisinin tamamen yollarını da ayırıp meseleyi sühuletle hallediyor...
Bizim sahte hasımlar, Delimehmet bayırı aşıp gözden kaybolunca tekrar buluşup zaferi kutlayacaklar. Ancak bibirini gördüklerinde durumun ciddiliği anlaşılıyor. Meğer bunlar inandırıcı olsun diye kavgayı o kadar abartmışlar ki ikisinin da kafa göz yarılmış, şaldır şaldır kan akıyor. Ne olursa olsun neşelerinden bir şey eksilmemiş, bir yandan yaralarını tımar etmiş, diğer yandan Delimehmeti savuşturmanın zaferini yaşamışlar...
Irmızan'dan laf açılınca, Arabırmızanın bu olayını hatırladım. İşe Kelmısdıfa ile Delimehmet de girdi. Bana bu olayı anlatan üçüncü kişi hala hayatta; ama Delimehmet, Kelmısdıfa ve Arabırmızan üçü de rahmetli oldular... Yok yok, yanlış söyledim, 'ırâmetlik' oldular... Nur içinde yatsınlar...